Diyalektik ve Madde
Marksizmi Marx öncesi sosyalizm akımlarından ayıran
çizgi, teorisine ve pratiğine Lenin’de kavuşur. Lenin’in politik teorik
mücadelesinde bu ayrım önemli bir yer tutar. Bu ayırma çabası, burjuva
teorisinden, ideolojisinden ve politikasından kopuşun, onlarla hesaplaşma zorunluluğunun
bir sonucudur. Mücadele biçimleri konusunda farklı bir yaklaşım geliştirmesi bu
çabanın, kopuşun ve zorunluluğun bir yansımasıdır:
“İlk
olarak marksizm, öteki tüm ilkel sosyalizm biçimlerinden, hareketi tek bir özel
mücadele biçimine bağlamamak noktasında ayrışır. Mücadelenin her türlü biçimini
kabul eder ve onları ‘tertip etmez’, ancak hareketin genel gidişatında açığa
çıkan devrimci sınıfların bu mücadele biçimlerini yalnızca genelleştirir,
örgütler ve onlara bilinçli bir ifade kazandırır.”[1]
Lenin, bu sözlere bağlı olarak, kitlesel mücadelelerin
genel seyri ile irtibat hâlinde olmak gerektiği üzerinde durur. Hangi mücadele
yöntem ve tarzının uygulanılacağının bu irtibat üzerinden anlaşılması
gerektiğini vurgular. Somut durumun somut tahlili, kitleler, halk sınıfları ve
güçler dengesi Leninizm açısından önemli bir yerde durur. Onda kendince mutlak
kabul ettiği sistem etrafında dönüp duran küçük burjuva iradeye yer yoktur:
“Bu
nedenle marksizm, herhangi bir mücadele biçimini mutlak mânâda reddetmez.
Marksizm, mevcut toplumsal durum tüm kaçınılmazlığıyla değiştiğinde, bu döneme
katılanlarca bilinmeyen yeni mücadele biçimlerinin doğacağını kabul ederek,
yalnızca o ânda mümkün ve var olan mücadele biçimleriyle kendini hiçbir koşul
altında sınırlamaz. Bu hususta marksizm, eğer bu şekilde ifade etmemiz
mümkünse, kitlesel pratikten öğrenir ve ‘sistemleştiriciler’in münzevi
gerçekliklerinde icat ettikleri mücadele biçimlerini kitlelere öğretme
tarzlarını hiçbir şekilde sahiplenmez.”[2]
Lenin’in üzerinde ısrarla durduğu ikinci nokta ise
tarihsel analizdir.
Genelde solun hatası, bu iki noktanın sağlıklı bir
değerlendirmesini yapamayışıdır. En baştan sol, kendisinin, kitlenin tarihsel
ve verili politik ifade biçimi olduğunu unutmaktadır. Yetkin bilimsel-teorik
birikimle kitlenin kendiliğinden ilerleyişinin dışında olduğunu önkabul
etmektedir. Ona verilen görev, kara kalabalıkları uysallaştırmak ve
evcilleştirmek, böylelikle yola getirmek olduğu için, her zaman kendisini o
kitlenin dışında görecektir. Böylece o, kendi varoluşunu koşullayan zincirleme
işlemden kendisini bağımsızlaştırır. Buradaki gayesi, kitlenin kontrolsüz
aktivasyonuna kapılmamak ve onu kendi bildiği yöne doğru hareket ettirmektir.
Burada madde olmak lehine diyalektik heba edilir; bazen de diyalektik, maddesiz
olarak yüceltilmektedir.
Sistemleştiriciler
Politik hareketlilik, değişim ve dönüşüm momentleriyle
ilgilidir. Gündelik pratik dâhilinde, varoluşu itibarıyla içinde olduğu
gerçeğin mutlak, verili olarak politik olduğu düşüncesi, bir yanılsamadır. Sol
özneler, politik mevzular hakkında bilgi sahibi olmakla önsel, önceden
kendisinin politik olduğunu zannetmektedirler. Bu hâl, onun nesnel değişim ve
dönüşümlere karşı körleşmesini beraberinde getirmektedir. Sol şahsında politika
öze değil, kabuğa, biçime göre şekil almaktadır.
Marksist toplum ve tarih analizi, kitlesel oluşun
durağan olmadığı gerçeği üzerine kuruludur. Analizin temel anlamı ve içeriği,
kitlesel hareketin yönünü, şiddetini, hacmini ve niteliğini belirleme
yönündedir. Kitlenin baştan atalet içinde olduğu önkabul edildiğinde, analiz,
sadece analizi yapan öznenin kendi oluşuna indirgenmiş olur.
Sol, bu anlamda ülkeyi ve toplumu analiz ederken,
yalnız kendisini ve kendi pratik etkisini analiz etmektedir. Böylesi analizler
de, Lenin’in eleştirisine haklı olarak muhatap olur. “Sistemleştiriciler”,
ıssız odalarında yaptıkları masa başı mücadele yöntemlerini kitlelere
öğretmekten başka bir şey yapmamaktadırlar. Yani, özne oluşunu merkeze koyup
masa başında inşa edilen sistemlerin politikada bir karşılığı yoktur. Öznenin
politikanın her türlü incelikleriyle, tüm bilgisiyle ve hatta eylemselliğiyle
yüklü olması bir önemi haiz değildir.
Kolektif
Lenin’in uyarısı üzerinde dikkatle durmakta yarar
vardır: icat etmemek, var olan biçimleri genelleştirmek, örgütlemek ve
kolektivize etmek. Bu noktalar üzerinde istişarede bulunmak suretiyle marksist
devrimci öznenin ne yapması konusunda genel bir çerçeveye ulaşılabilir.
Verili bir gerçeklikte yaşanan olayların kitlesel mi
yoksa bireysel ve tali mi olduğunun analizi de gereklidir. Lâkin bu analiz,
önsel bir nitelik arz edemez. Bir marksistin üzerinde durması gereken nokta,
olayın gelişmesini koşullayan geçmiş olaylar zincirinin bağımsız bir üslupla
soyutlanması değildir. Olayın toplumsal ve tarihsel etki planı, en geniş
biçimiyle tespit edilmelidir. Etkinin neden dar ya da geniş olduğunu anlamak
ise tümüyle stratejik bir mevzudur. Öznel ve bireysel olanın yüceltildiği yerde
nesnel ve kolektif olan, tasfiye edilecektir.
Teorinin özne ve insan dışı bir yerden kurgulanması
şarttır. Ancak bu sayede politik öznenin zorunlu müdahaleleri ve o
müdahalelerin yer ve zamanı tespit edilebilir. Öznesiz teorinin pratiğe
dayatılması reformizm, teorinin sırf özne merkezli olarak inşası ise
volontarizmdir. Özne, kendisini kolektivize etmeye ve nesnelleştirmeye
mecburdur.
Özne
Lenin’in tarih vurgusu dikey boyutu verir. Mücadele
biçiminin tarihsel boyutunun olup olmadığını anlamak her zaman gereklidir.
Mücadele yöntemlerinin sürekliliğini test edebilmek için bu tarihsel analiz
yapılmalıdır.
Kitlesel hareketliliğin, kendi aktivasyonu içinde,
kendisini yok etme eğilimi her zaman mündemiçtir. Kitlesel hareketin kendi
ivmesi, yönü ve şiddeti kendi varlığını yok etme noktasına varabilir. Kitlesel
bir dalganın sırtına binen bir özne, o dalganın altında kalabilir, belini
kırabilir. Bu noktada, dalganın daima teorik ve politik bileşenlerine
ayrıştırılması zorunludur. Özne, bu ayrıştırma işlemini kendi öznel çıkar
hesaplarına göre yapmamalıdır. İçinde somut maddî bir varlık olarak bulunduğu
politik gerçekliğin gereklerine uygun bir ayrıştırma işlemi yapılmalıdır.
Marx’ın “proletarya” vurgusu, bu biçimde
anlaşılmalıdır. İşçi sınıfı, toplumu ve tarihi tümüyle kucaklayan bir kolektif
özne değil, politik gerçekliğin içinde faal olan toplumsallığı ve tarihselliği
parçalayan, parçaları kendi faaliyeti ölçüsünde ve ölçeğinde örgütleyen temel
kolektif devrimci öznedir.
Avrupa’nın sosyal, iktisadî ve politik açıdan
parçalandığı bir dönemde işçi sınıfı, Marx’a göre, parçalanmayı durduracak
ilâhî kudret değil, hâlihazırda ortada duran parçaları kendi öznel kolektif
hareketi için örgütleyen, bu sayede fiilî parçalanmayı hızlandırarak bu süreci
kendi iktidarı için kullanacak olan bir öznedir.
Avrupa’da yaşanan parçalanma süreciyle yaşadığı
organik ilişkide Rusya işçi sınıfı da Lenin için böylesi bir anlama sahiptir.
Lâkin burada sınıfın bütünselliğinin de yaşanan sürecin bir zorlaması olarak
parçalanması gerekmektedir. Bu noktada, devreye sokulması gereken özne,
partidir.
Lenin, kendi öznel politik faaliyetinde bu perspektifi
sürekli işletmiştir. Öyle ki, parti belli temel yanılsamalar içinde boğulduğu
noktada partinin parçalanmasından da geri durmamıştır. Sınıf ve partide yaşanan
toplam süreçte Lenin, parçalanmanın ortaya çıkardığı “yeni” gerçekliği
örgütlemenin ve hedefe yöneltmenin mücadelesini sürekli olarak vermiştir.
Sığınak
Sınıf, parti ve farklı örgütsel biçimlerin, solun
kendi ataletini gizlemesi dışında bir anlamı yoktur. Her durum ve dönemde
ortaya çıkan kitlesel çıkışların ve patlamaların kendi iç doğasıyla buluşmayı
gözetmeyen bir sınıf ya da sınıfçı, yaşanan patlamanın belirlediği etki alanı
ve dönemi boyunca, gizlenecek yer arayacaktır. Bu sığınak, elde hazır tutulan,
daima ideolojik haznelerdir. Sınıfa giydirdiği anlam dışında oluşan her şey ya
çöpe atılır ya da etkisizleştirmek için bunlarla mücadele edilir.
“Ayaklanma
şehirlerde muhtaç olduğu mızrak ucunu gecekondu halkında, lümpen proletaryada
bulur. Çünkü kabile ve klanlarıyla bağlarını kesmiş olan lümpen proletarya, bu
açlık çeken insanlar sürüsü, sömürgeleştirilmiş bir halkın kendiliğinden ve
radikal bir tarzla ortaya çıkmış en devrimci güçlerinden birini teşkil
etmektedir.”[3]
Fanon’un bahsini ettiği bu lümpen proletarya
ayaklandığında, bir sınıfçının, “sistemleştirici”nin refleksi ne olur? Bir grup
tinerci çocuk polis bıçakladığında onlar için ne der?
Böylesi insanlar, öfkelerini örgütleyen İslâmcılara ya
da ülkücülere meylediyorlarsa, suç onlarda mı yoksa Lenin’in de belirttiğinin
aksine, onların mücadele biçimlerini örgütlemeyen, horgören ve onları sınıfın
kiniyle buluşturmayan solda mı?
Devrimciliğin varlık zemini de burası olmalıdır. Var
olan yapısal durumların ve kurumsal yapıların yıkılmasını öngören bir
hareketin, toplumsal ve tarihsel düzlemde cereyan eden eylemlere bakmaması
beklenemez.
Solun büyük bir bölümü, bir zaman devrimcilikle flört
etmiş olmanın gönül rahatlığı ile bugünü, yıkmak değil, dönüştürmek fiilî ile
karşılamaktadır. Onlar devrimciliklerini, kendi içlerinde bir giz gibi
saklamaktadırlar. Bu da devrimin bilinmez bir geleceğe havale edilmesini
getirmektedir. Devrimci teorinin ve pratiğin yerini kuru bir devrim savunusu ve
talebi, yani devrim’cilik almaktadır.
Saflaşma
Devrimci politika için safların netleşmesi zorunludur.
Saflaşma, tüm eylem programını belirler. Taktik ve stratejinin çerçevesini
çizer. Bu durum süreklilik arz eder. Dünyanın dönüştürülmesi için dünyanın
bölünmesi, saflaştırılması zorunludur.
Genelde sol, 1991 Körfez Savaşı ve özellikle 11 Eylül
sonrasında yaşanan saflaşmayı karşılayacak gerekli teorik ve politik tahkimatı
yapamamıştır. Çoğunluk, eski Soğuk Savaş gerçeğini ve SSCB-ABD çatışmasını
çıkış noktası almaya devam etmiştir. Yaşanan fiilî saflaşmanın tarafı olmamak,
kendi özne tanımını sıkıştırmış, boğmuş ve kendi içine kapanmasına neden
olmuştur. Sol, İslâmî hareketin temel dayanaklarını ya geçmiş döneme ait
kalıplara oturtarak anlamış ya da onu teori ve politika dışı bularak dışlamıştır.
Fanon’un uyarısı bu noktada hatırlanmalıdır. Lümpen
proletarya da o gün için bu bağlamda değerlendirilmektedir. Daha geriye
gidildiğinde, Marx’ın yaşadığı dönemde proletaryanın da aynı tarzda ele
alındığı görülür. İşçi sınıfının desteğiyle yürüyen burjuvazi, Fransız Devrimi
sonrası tüm demokrasi ve eşitlik söylemini kendi sınıfsal çıkarlarına kurban
etmiştir. Bunun nedeni, kendi mutlak iktidarı için işçi sınıfının kontrolsüz,
akıl dışı ve zararlı oluşudur.
Tarihte kurulan hiçbir devlet, özellikle Ortadoğu’da,
kendi kurucu unsurlarının iktidarını tanımamıştır. Her devlet, kendisini kuran
öğeleri ya tarih ya da toplum dışına atmıştır. Emevilere karşı mücadele eden
peygamber nesebi, bölgenin ezilen halk mücadelelerini iktidara geldikten sonra
kılıçtan geçirmiştir. Aynı işlemin Safevi Devleti’nde de uygulandığı
görülmektedir. Sol ise sanki olacakları şimdiden kestirmekte ve buna uygun
hareket etmektedir. Her solcunun kafasında şu cümle dolanmaktadır: “Devrimler kendi
evlâtlarını yerler.”
Bu fikirle hareket eden sol, masa başında devlet
olmaya yönelik yaptığı planlarda bu noktayı merkeze koymaktadır. Eksiksiz,
zararsız, ziyansız ve tam bir iktidar modeli oluşturma yönünde verili
gerçekliğe yaklaşmaktadır. Hangi güçlerle iktidara ilerleyeceğini
hesaplamaktadır; mesele sınıfsa, sınıfın o günde sahip olacağı niteliği ve
niceliği şimdiden belirlemeye çalışmaktadır.
Ölçü ve Ölçek
Politik öznelerin iktidar hesapları yapması doğaldır;
lâkin gelecekte sosyalizm adına kurulacak iktidarın niteliklerini soyut ve
farazî düzlemde icat etmeye çalışmak anlaşılır şey değildir. Bu tür hesaplar
pratikte somut sonuçlar adına yapılmalıyken, geleceğin iktidarını (aslında
kendi öznelliğini) muhafaza ve müdafaa etmek adına yapılmaktadır. Hesapların
koşulladığı refleksler de verili politik durum ve dönem dâhilinde, ayrıştırıcı
değil, ayıklayıcı bir işlemi güncelleştirir. Yaşanan tarihsel ve toplumsal olaylar
içindeki kitleselliğin politik niteliği ayrıştırma ve saflaştırma için değil,
ayıklama için kullanılır. İşine gelene bakar, onu destekler ve öne çıkartır ya
da geri atar. Yapılan işlemin üzerinde durduğu zemin, teorinin post festum
(şenlik dağıldıktan sonra oluşuna ait) özelliğidir. Burada işlem, kendisi gibi
bağlam dışıdır; bu bağlam dışılık kendi iç bağlamını oluşturmalıdır ve bu da
genel teorik sürecin işleyişi dâhilinde yapılır. Böyleleri için teori ve pratik
karşıt kutuplardır. Politikanın teoriyi belli bir ölçek; teorinin politikayı
belli bir ölçü dâhilinde daralttığı görülmez.
Yaşanan olaylara geleceğe atfedilmiş çıkar
mekanizmaları ışığında bakan her özne, ayıklama işlemine başvurur. Bu işlem
üzerinden olaya ait öğeleri kendi doğal maddî bağlamından çıkartarak, onları
teorinin kendi iç işleyişine ait bağlama oturtur. Buradan sûdur eden teorik
bilgi birikiminin her şeyi hâlledeceği gibi bir yanılsama ise kapıdadır. Bu
yanılsama, geleceğe ait ütopyalardan, bazen de geçmişe ait nostaljik
kurgulardan beslenir. Somut maddî dünya gerçekliğinden bir kaçış yöntemi olarak
işletilen teorik faaliyet, ya dünyanın reddini ya da dünyaya teslimiyeti telkin
eder.
Ret
Dünyanın reddine dayalı teori ve pratiklerin,
politikanın dünyayı saflaştırma ve ayrıştırma yönünde bir çabası yoktur,
olamaz. Onlar, dünyayı total olarak alırlar, belli bir sistem tasavvuruna ve
tahayyülüne bağlayıp aklîleştirirler. Ardından da aklî düzlemde cisimleşen
dünyanın yerine geçmişe ya da geleceğe ait dünya tasavvurunu ikame etmeye
çalışırlar.
Politik her özne, dünya bütünlüğünü parçalamanın
aracıdır. Daha doğrusu, süreç içinde yaşanan parçalanmanın kendi iç
dolayımıdır. Mao’nun köylü hareketi, Che’nin gerilla hareketleri, Lenin ve
Marx’ın işçi hareketleri içinde olma çabası, ilgili isimlerin bu gerçeği
görerek parçalanmanın dolayımı olabilmenin zorunlu olduğunu görmeleriyle
bağlantılıdır. Köylüler, toplumu ve tarihi parçalayıp ayrıştırıyorsa, orada
olmak marksist devrimcilerin birincil görevidir. Benzer bir durum diğer sınıf
ve tabaka hareketlenmelerinde de geçerlidir. Bu işlemin geriye doğru yapılmaya
çalışılması, tarihin çarklarını ters yönde zorlama çabasıdır. Yani; köylü
hareketi, işçi hareketi ya da gençlik hareketi verili bir durum ve dönemde
toplumsal ve tarihsel ‘bütün’ü parçalıyorsa, ters yönde, parçalanmış yapının
yeniden bütünleştirilmesine çalışmak büyük bir hatadır.
Teslimiyet
Dünyanın reddi tarihselliğe; dünyaya teslimiyet
toplumsallığa vurgu yapar. İlkine yönelen bir özne, tarihsel planda cereyan
etmiş tüm dünyayı ret biçimleriyle bir buluşma noktası bulacaktır. Bu noktada,
verili toplumsal ilişkileri buna göre algılayacaktır. Ardından da bu faaliyetin
politik olduğunu iddia edecektir. Verili politik cephesel konumlanışları
dünyanın reddine göre belirleyecektir. Bu, ancak ekonomik ve toplumsal yaşamın
dışındaki unsurları politikleştirdiği ölçüde anlamlıdır.
Fanon’un tespit ettiği gibi, eğer köy şehirden
dışsallaşmışsa ve orada cisimleşmiş iktidar araçlarına karşı bir nefreti kendi
içinde örgütlüyorsa, köy devrimci politik faaliyetin fiilî alanı hâline gelir.
Bu noktada, şehir hayatını kendi özgün dünyası gören unsurların bir tür dünyayı
ret biçiminde yürüttükleri isyankâr tutum, devrimcilik için talidir. Şehirler,
iktidarla ve iktisadî yaşamla ilgili bazı konular açısından bölünmüş ve
birbirine karşı olacak şekilde mekânsal bir yarılmaya uğramışsa, benzer durum şehirlerde
de yaşanabilir. Buradaki mesele, yaşanan yarılmada ortaya çıkan sonuçları
politik olarak nitelemek değil, sözkonusu yarılmanın bizatihi politik olduğuna
dönük öntespit üzerinden, tüm sonuçların politikanın konusu hâline geldiğini
görmektir.
Yarılma nesnel bir veridir ve politik özne, elini tam
da bu noktada ateşin içine sokmalıdır. Politik öznenin müdahalesi tam da bu
noktada gerçekleşir. Kitlelerin çeşitli biçimlerde, verili iktidar alanlarına
dönük yürüttükleri saldırıları, dünyayı ret biçiminden kendilerine ait bir
dünya kurma niyetindeki unsurları öne çıkartır. Lenin'deki “öncü işçiler”
böyledir. Ayrıca bu tip unsurlar, kitlenin kontrolsüz kendiliğinden
mücadelesinin politik öznenin belini kırmasını, onu sürecin dışına atmasını
engeller. (Türkiye'de sol, Kürt hareketinin politik öznesi dışında, böylesi
unsurlara sahip olamadığından, tarihsel politik sürecin dışına düşmüştür.
Varlığını toplumsal alana yatay genişlemeyle güvence altına almaya
çalışmaktadır.)
Dünyayı reddeden hareketlerin tarihsel dayanakları,
toplumun zaafları üzerinden belirlenir. İçinde bulunulan toplumsal bütünlüğün
ezilmesi için tarihsel süreklilik devreye sokulur. Bu, büyük ölçüde Darwin’in
doğal seleksiyonuna benzer. Doğanın maddî hareketliliği ile eşleştirilen
tarihsel oluş ve bu oluşun “mutlak” öznesi, toplumu parçalamalı ve ezmelidir.
Verili toplumsal bütünlüğün tarihselliği retçilere göre, tarihdışıdır. Tarihin
hükmünü koyması için toplum bir anlamda ölmeli ve yeniden doğmalıdır.
Üç büyük dinde görülen hareketlerin politik niteliği
bu bağlam dâhilinde görülmelidir. Thomas Aquinos’un “yalancılık mutlak
günahtır, ancak insan öldürmek değildir” demesi, onun müritlerinden birer
savaşçı olarak örgütlenmelerini istemesiyle ilgilidir. Bedenin kirlenmiş olması
ve arınması için ölümün tek kurtuluş olarak görülmesi, savaşın mutlak bir
gerekliliğidir.
Beden ve Dünya
Kendi bedenini ve dünyayı ayıran; yani, kendi bedenini
politik ve teorik anlamda verili dünyadan ayıklayan bir özne, dünyaya teslim
olma noktasında ilk adımı atmış demektir. Kendi bedenini dünyanın bir uzantısı
ya da görünümü olarak algılayan bir özne, ruh temelinde, dünyayı redde tabi
tutacaktır.
Teslimiyete yönelen özne, verili toplumsal bütünü
kendi tarihselliği içinde, olduğu gibi kabul eder. Ona uyum sağlar. Mücadelesi,
sadece ya toplumu tarihsel akışa karşı muhafaza etmek ya da onu rahatsız
etmeyecek bir sürecin başlamasını sağlamak içindir.
Redde yönelen özne ise, toplumsal bütünü kendi
tarihselliğinden ayırır ve kendi varlığını tarihsel oluşa havale eder. Ona uyum
sağlar. Mücadelesi, ya tarihin önünü tıkayan toplumu ezmek ya da tarihin kendi
doğallığında işleyecek bir mecranın hâkim olması içindir.
Toplumsal Politika vs. Tarihsel Politika
Toplumsal politika ya da tarihsel politika peşinde
koşanların dünyayı ret ve dünyaya teslimiyet biçimlerine yaklaşımlarının
devrimci politika ve devrimci teorinin konusu yapılması zorunludur.
Bütün olarak toplumu ya da toplumu bütün olarak
görenler, çoğu zaman benzeşirler ve tarihi merkeze alan özneleri eleştirme
noktasında aynılaşırlar. Bütün olarak tarihi ya da tarihi bütün olarak
görenler, benzeşirler ve toplumu merkeze alan özneleri eleştirme noktasında
aynılaşırlar.
Oysa başlarken Lenin’den yapılan alıntıyı hatırlamak
gerekir: tek bir mücadele biçimine bağlanmak hatadır; herhangi bir mücadele
biçimi icat etmek için uğraşılmamalıdır. Sadece fiiliyatta, somut maddî
gerçeklikte işleyen biçimler genelleştirilmeli, örgütlenmeli ve devrimci
sınıfların (Lenin tek bir sınıftan söz etmiyor!) mücadele biçimlerine bilinçli
ifadeler kazandırılmalıdır.
Burada üzerinde durulması gereken temel nokta,
mücadele biçimlerinin toplumsal ve tarihsel boyutudur. Marksist devrimciler,
her iki boyutu, kendi devrimci kolektif faaliyeti dolayımıyla
görebilmelidirler. Salt toplumsal hareketlerin eksen olarak alındığı pratikleri
tarihsel olanla; tarihsel hareketleri toplumsal olanla ayrıştırabilmelidirler.
Eldeki sonuç, devrimciliğin nesnel zeminini verecektir. Bu zemin, her politik
durum ve dönemde gözetilmelidir.
Politik durumun ve politik dönemin tespiti, yüce bir
toplum analizine ya da tarih bilgisine dayandırılmamalı; işlem tersten
yapılmalıdır: yani, politikleşen bir durumun/dönemin maddî gerçekliği
tarih/toplum tasavvuruna doğru kapatılmamalı; aksine, durum/dönem, verili
gerçekte hangi mücadele biçimi varsa ve hareketin ekseni ne ise onunla
belirlenmelidir. Tersi yönde gelişen yöntem teorisizm, felsefî açıdan
idealizmdir. Atı arabanın önüne koymak gerekir ama atın arabanın aklı olduğunu
sanmak da bir o kadar yanlıştır.
Eren Balkır
2006
Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “Gerilla Savaşı”, 30 Eylül 1906, İştirakî.
[2] A.g.m.
[3] Frantz Fanon, The Wretched of the Earth,
Fransızcadan çeviren: Richard Philcox, 2004, Grove Press, s. 81.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder