Pages

22 Kasım 2025

Anti-Siyonizm Sömürgelikten Kurtuluş Çağrısıdır


Gazze’den gelen dehşet verici görüntüler, yayınlanıp dünya çapında tekrar tekrar izlendikçe, insanlar harekete geçti ve dayanışma çalışmalarına katıldı. Bu eylemlilik dalgası, İsrail’in küresel sahnede devam eden soykırımının yürek burkan gerçeklerine yönelik içgüdüsel tepkilerle besleniyor. Artık binlerce insan, Siyonizmin Filistinlilerin yok edilmesini ve ilk kaynak birikimini öngören bir siyasi program olduğunu görüyor.

Birçok yeni eylemci ve yeniden aktif hale gelen örgütçü, duygusal tepkilerini somut desteğe dönüştürmeye çalışıyor. Ayrıca, bu soykırımın kaynağı olan Siyonizme ve sömürgeciliğe karşı mücadele eden örgütler arıyorlar. Eylemciler farkında olsun ya da olmasın, esasen örgütlenme çabaları için anti-siyonist bir yuva arıyorlar. Dolayısıyla, artık Filistin’in kurtuluşu ve sömürgeciliğin sona ermesi ilkelerine sıkı sıkıya bağlı örgütlenme pratiklerinin temel özelliklerinden bazılarını dürüstçe tartışmanın, kafa karışıklığından ve anlaşılmaz yanların sökülüp atılmasının vaktidir.

Bu makale, anti-siyonist örgütler arayan bireylerin bu arayış esnasında dikkate alabilecekleri kimi önerileri içeren, geç kalmış bir sohbeti başlatmayı amaçlıyor.

Tarih konusunda temel ve genel bir anlayışa sahip olanların bile kabul edeceği üzere, Siyonizmin devam eden bir yerleşimci-sömürgecilik süreci olduğunu kabul edersek, Siyonizmin çöküşü, bir dekolonizasyon süreci olarak anlaşılması gereken anti-siyonizme ihtiyaç duyar.

Sömürgecilik karşıtı bir ideoloji olarak anti-siyonizm, yerli bir kurtuluş hareketi olarak, doğru bir şekilde konumlandırılır. Buradan ortaya iki sonuç çıkar:

1. Sömürgecilik karşıtı örgütlenme, mevcut güç ve bilgi yapılarının sınırlamalarından sıyrılmamızı ve yeni, adil bir dünya hayali kurmamızı gerektirir.

2. Bu anlayış, anti-siyonist düşüncenin taşıyıcılarının, sömürgecinin halkı yok etme çabalarına direnen yerli topluluklar bulunduğunu ve sömürgecilik karşıtı pratiğin stratejilerinin, yöntemlerinin ve hedeflerinin bu analizden kaynaklanması gerektiğini açıklığa kavuşturur.

Daha basit bir ifadeyle: Anti-siyonist düşüncenin kimi yazarları, Batı merkezli STK’lar değil, sömürgecilik karşıtı Filistinlilerdir. Bunu, Filistin’de yaşayan ve çalışan bir Filistinli ve Filistinli-Amerikalı olarak yazıyoruz.

“Batı değerleri” denilen şeyin etkisinin farkındayız. “İnsan hakları” paradigmasının merkeze alınmasının, Filistin’de ve yurtdışında gerçek sömürgecilik karşıtı çabaları nasıl sekteye uğrattığını görüyoruz. Bu, statükoyu korumak ve iktidara yakınlaşmak uğruna, Filistin tarihine dair analizden beslenmeyen sloganlara başvurarak gerçekleştiriliyor.

Anti-siyonist örgütlenme, yeni bir kavram değil. Buna karşın, bugüne de bu terim, örgütlenme sahasında kullanımı yanlış anlamalarla ve muğlak tanımlarla malul. Ya da tümüyle küçümsenmiş. Bazıları anti-siyonizmi, mevcut İsrail hükümetine yönelik eleştirilerle sınırlı bir faaliyet veya düşünceler kümesi olarak tanımlıyor. Oysa bu, tehlikeli ve yanlış bir yorum.

Anti-siyonizmi sömürgeciliğin sona ermesi olarak anlayan yaklaşım, maddi ve belirgin hedefleri olan bir siyasi hareketin ifade edilmesine ihtiyaç duyar: ata topraklarının iadesi ve Filistinlilerin yurtlarına dönmesiyle ilgili ilkenin ve geri dönüş hakkının savunulması; Siyonist yapıların yıkılması ve Filistinliler tarafından tasarlanan, yönetilen ve uygulanan yönetim tarzlarının yeniden oluşturulmasıyla birlikte ele alınmalıdır.

Anti-siyonizm, iktidarın yerli halka geri verilmesi gerekliliğini ve Filistin halkına karşı yüzyıldır kanlı ve amansız bir savaş yürüten yerleşimci topluluklar için adalet ve hesap verebilirlik çerçevelerinin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu, anti-siyonizmin bir slogandan çok daha fazlası olduğu anlamına gelir.

Bir Kurtuluş Hareketi

Anti-siyonizmi tanımlamanın olası sonuçları göz önüne alındığında, bu kavramı bir kurtuluş hareketi çerçevesinde ele almalıyız. Bu, küresel sömürgecilik karşıtı çabalar bağlamında, anti-siyonizm anlatısı ve ilkeleri üzerinde tesis edilecek kontrolün stratejik önemini vurgular.

Steven Salaita’nın “Hamas Sizin Hayal Gücünüzün Bir Ürünü” başlıklı yazısında belirttiği gibi, Siyonizm ve liberal Siyonizm, Filistin direnişinin aldığı şekli etkilemeye devam ediyor:

“Siyonistler, kamusal alanda bir tür söylemsel kontrole sahipler: Yerli halkın kültürünü tayin edebiliyorlar; direnişin sınırlarını çizebiliyorlar (ve yasaklayabiliyorlar); ulusal kurtuluş çalışmalarını yönlendirebiliyorlar. Filistinliler, zalimin kaba ve çıkarcı hayal gücünün tuzağına düşmüş durumdalar.”

Derdimizi ve kendimizi anlatma hakkını yeniden kazanmalı, anti-siyonist düşünceyi kurtuluş için bir rehber olarak kullanmalıyız. Anti-siyonist pratiği, onu yalnızca bir bağış toplama e-postasının başlığı olarak kullananlardan geri almalıyız.

Kolektif tahayyülümüz, özgürleştirilmiş ve sömürgelik halinden kurtarılmış bir Filistin’in neye benzediğini tam olarak ifade edemese de, genel çerçevesi birçok kez ortaya konmuştur. Hayfa’dan, Şeyh Muvanni’nin topraklarından veya Deyr Yasin’den kovulmuş herhangi bir Filistinli mülteciye sorun, size, sömürgelik halinden kurtarılmış bir Filistin’in, en azından, Filistinlilerin nehirden denize kadar özgür bir siyasi birime dönüş hakkına sahip olduğunu söyleyecektir.

Kendisini “anti-Siyonist” olarak tanımlayanlar, “İsrail-Filistin” veya daha kötüsü, “Filistin-İsrail” gibi bir ifadeye başvurduklarında, kendimize şu soruyu sormalıyız: Sizce “İsrail” Filistin’de değil de hangi topraklarda kurulu? Bu, sömürgeci bir devleti meşrulaştırma girişiminden başka bir şey değil. Aradığınız isim “Filistin”, aradaki tireye gerek yok. En azından, anti-Siyonist oluşumlar, Filistinlilere ve Filistinli olmayan müttefiklerine sömürgeci hırsızlığın şiddetini dayatan bir dil kullanmaktan kaçınmalıdır.

Yerleşimci/Yerli İlişkisi

Yerleşimci/yerli ilişkisini anlamak, anti-siyonist örgütlenmede olmazsa olmazdır. Bu, Siyonist yerleşimci-sömürgecilikteki “yerleşimci” tanımlamasıyla yüzleşmek anlamına gelir; bu, kişinin daha geniş yerleşimci-sömürgeci iktidar sistemlerindeki yerini gösteren bir sınıf statüsüdür. Anti-siyonist söylem, Siyonistlerin Oslo Anlaşmaları ve Tel Aviv’deki İsrailli yerleşimcilerle Batı Şeria yerleşimlerindekileri birbirinden ayıran uluslararası hukuk çerçevelerine yönelik aşırı güven türünden, sömürgeci araçlar aracılığıyla tarihi (yeniden) teorik zemine kavuşturmalarına eleştiri düzeyinde itiraz edebilmelidir.

Bazı İsrail şehirlerinin yerleşim yeri olduğunu, bazılarının ise olmadığını öne sürmek, Siyonist çerçeveyi muhafaza etmek demektir. Filistin’deki keyfi coğrafi bölünmelere göre sömürgeci kontrolü meşrulaştıran bu yaklaşım, toprakları daha da farklı bölgelere ayırır. Anti-siyonist analiz, “yerleşimcilerin” yalnızca Kiryat Arba ve Efrat gibi “yasadışı” Batı Şeria yerleşimlerinin değil, aynı zamanda Sefad ve Petah Tikva’daki yerleşimlerin de sakinleri olduğunu anlar. Hayfa’dan kovulmuş, sürgünde yaşayan herhangi bir Filistinliye sorun, size bugün evlerinde yaşayan İsraillilerin de yerleşimci olduğunu söyleyecektir.

Oslo Anlaşmaları’nı, uluslararası hukuku ve insan hakları paradigmasını Filistin’in sosyo-tarihsel gerçekliklerinin merkezine yerleştirme yönündeki yaygın tercih, analizlerimizi ve siyasi müdahalelerimizi sınırlamakla kalmıyor, aynı zamanda Filistinlilerin nasıl bir geleceği hak ettiğine dair hayal gücümüzü de kısıtlıyor, böylece bizi Batı Şeria’daki yeni, kötü yerleşimcilerin şiddetin kaynağı olduğuna ikna etmek için sömürgecilik sonrası dönem sorularını bir kenara itiyor. Tel Aviv ve Batı Kudüs gibi 1948’de çalınan Filistin coğrafyalarının sınırları içinde ikamet eden meşru yerleşimciler, bu anlatıda farklı bir yerde duruyor. “Kötü yerleşimcilerin hizmetinde yürütülen sömürgeci şiddetin hatasını öğrenerek aydınlanabilirler” deniliyor. Hatta sözde dayanışma ortaklarımız olabileceklerinden bile bahsediliyor. Tüm bunlar, sömürgecinin elindeki imtiyazın kırıntısını bile feda etmeden veya 1967 öncesi Siyonist şiddetinin acımasız tezahürlerinden herhangi birini kınamak zorunda kalmadan gerçekleşecek şeyler.

Bu düşünce tarzının bir sonucu olarak dayanışma örgütleri, bazı İsraillileri ön plana çıkartıyorlar. Bu noktada kötü yerleşimciler, Batı Şeria’ya yerleşenler için uygulanan devlet şiddetine sırtını dönen profesyoneller ve barış elçilerine vurgu yapılıyor. Bu kişiler, Filistinlilere denk bir düşünsel, ahlaki veya sınıfsal bir zemine yerleştiriliyorlar. Bu İsrailliler ile dayanışma içinde olduklarını iddia ettikleri Filistinliler arasındaki içsel güç dengesizliği görülmüyor, yerleşimci statüleri ellerinden alınıyor. Yerleşimci, çalınmış topraklarda kendisine ayrıcalıklı bir statü sağlayan tarihsel-politik bağlamdan çıkarılıyor, ona Filistin deneyimini tasvir etme yetkisi veriliyor. Bu, Siyonist anlatının tarihsel olarak örtülmesinin bir parçasıdır; yerleşimciyi bir birey olarak okumak ve bir yerleşimci olarak sınıfsal statüsünü göz ardı etmek için yerleşimci-sömürgecilik bağlamını göz ardı eden bir yaklaşımdır.

“Sömürgelik Halinden Kurtuluş” Kavramının Yanlış Anlaşılması

Filistinlilerin Filistin’deki Yahudi yerliliğini hiçbir zaman reddetmediğini belirtmek gerekiyor. Ancak kurtuluş hareketi, Siyonist yerleşimciler ile Yahudi yerliler arasında hep ayrım yapmıştır. Filistinliler, 1968 tarihli Filistin Ulusal Şartı Sevâbit’te olduğu gibi, bu ayrım için net ve rasyonel bir çerçeve oluşturmuşlardır. 6. Madde, “Siyonist işgalin başlangıcına kadar Filistin’de olağan haliyle ikamet eden Yahudiler, Filistinli olarak kabul edilecektir” ifadesini içermektedir.

Bireyler “sömürgelik halinden kurtuluş” ifadesini “Yahudilerin toplu katliamı veya sürgünü” olarak yorumluyorlar. Oysa bu yanlış yorum, genellikle kendilerinin sömürgecilikle bağlarının bir yansıması veya Siyonist propagandanın bir neticesidir. Bu söylemi devam ettirenler, yerli halkı örgütlemeyle ilgili tavrını bir asrı aşkın bir zamandır muhafaza eden Filistin fikriyatını kasten yanlış yorumlamaktadırlar.

Yüz yıl süren etnik temizlik, bombardımana tabi tutulan halklar ve kökü kuruyan ailelere rağmen Filistinliler, hiçbir zaman Yahudilerin veya İsraillilerin topluca öldürülmesini talep etmediler. Anti-siyonizm, Filistin’deki sömürgecilik karşıtı düşünceye ve Siyonist propagandaya dair tarih dışı okumalara karşı geliştirdiği dilinde ve söyleminde “yerleşimci” ve “yerli” gibi tarihsel-politik tanımları kullanmaktan çekinemez.

Siyonistlerin “Tüm Hayatlar Önemlidir” Anlayışı

Gördüğümüz gibi, yerleşimci-sömürgecilik, yerleşimcilerin konumunu güvence altına alır ve onlara haklar, bu durumda ilahi bir fetih hakkı bahşeder. Bu nedenle Siyonizm, yerleşimcilerin haklarının yerli halkların haklarının önüne geçmesini ve yerli halkların zararına olmasını sağlar. Bunu bildiğimizde, liberal bir slogan olarak “haklar herkese eşit verilmeli” lafının derinlemesine değerlendirilmesi gerekir. Yerleşimci devletinin ve ona içkin olan, sonsuza dek yerleşimciye hizmet ederek yerli toplulukların doğrudan zararına olan şiddetin parçalanmasına vurgu yapmak yerine, slogan, Filistinlilerin şiddet sistemi içinde daha fazla hak elde etmeleri gerektiği imasında bulunur. Ancak bu ifadeyi dile getirenlerin kastettiği anlamda “eşit haklar”ı, bir yerleşimci devletini yeniden inşa edecek girişimler bahşetmeyecektir. Bu haklar, ancak Filistin’in sömürgelik halinden kurtulması, toprak ve kaynakların maddi olarak iade edilmesiyle sağlanabilir. Daha fazla tartışmaya gerek kalmadan, slogan, yalnızca Siyonizmin bir başka mekanizması, uzun zamandır yerleşimcilerin haklarının kurbanı olan yerli toplulukların haklarının iade edilmesi gerekliliğini vurgulamak yerine, yerleşimcilerin haklarını koruyan bir mekanizma olarak iş görüyor.

Anti-siyonistler, hem yerleşimci sömürgeciliğini hem de Siyonizmi kınayıp, hem de yerleşimcilerin eşit ve değişmez haklara sahip olması gerektiği iddiasını savunamazlar. Siyonistler, devletlerinin her zaman var olduğuna, İsraillilerin her zaman bu topraklarda yaşadığına inanmanızı isterler. Oysa yakın tarih bize, anti-siyonizmin Filistin’deki yerleşimlerin gelişimini maddi olarak ilerleten mevcut mekanizmalara karşı çıkması gerektiğini söyler.

Siyonist kurumlar, yalnızca 2022 yılında, demografik çoğunluğu sağlamak ve yerli halka ait topraklarda fiziksel bir varlık sağlamak için Rusya, Doğu Avrupa, ABD ve Fransa’dan yaklaşık 60.000 yeni yerleşimciyi transfer etmek için yaklaşık 100 milyon dolar yatırım yaptı. Bu, ancak Filistinlilerin zorla yerinden edilmesine dönük çabaların sürdürülmesi ve özellikle Batı Şeria kırsalı genelinde her gün şahit olduğumuz üzere, onları yeniden şiddet yoluyla yerinden ederek mümkün olabilir.

Bu yerleşimcilerin, zor kullanılarak çalınan Filistin topraklarında, Filistinlilerin hakları iade edilmediği sürece yaşama “hakkı” olduğu iddiasının hiçbir ahlaki meşruiyeti yoktur. Hâkim ahlaki veya felsefi söylemde, bir şey çalan kişinin çaldığını haklı olarak elinde tutmasını savunan hiçbir adalet teorisi yoktur. Hırsızlık eylemi, tanımı gereği, adaleti, kaynakların eşit dağıtımını ve bireysel haklara ve mülkiyete saygıyı vurgulayan temel adalet teorilerini ihlal eder.

Sömürgeciliğin sona ermesinin bir metafor olmadığını insanlara hatırlatan Nadav Gazit ve Yuula Benivolski gibi İsrail vatandaşı bazı eylemciler, Filistinlilerin kurtuluşunu somut bir şekilde desteklemek için inisiyatif aldılar ve yerleşimci vatandaşlığı iddialarından vazgeçtiler. Liberal STK’lar, bunun ne anlama geldiğine dair daha fazla tartışma yapmadan “herkes için eşit haklar”ı savundular. Oysa bu, “herkesin hayatı önemlidir” anlayışının Siyonist versiyonudur ve Filistinlilere yönelik şiddet sistemlerinin sürdürülmesini sağlar veya en iyi ihtimalle bu sistemleri sorgulamaktan kaçınır.

Siyonizm ve anti-siyonizmle ilgili bazı temel kavram ve tanımları ortaya koyduktan sonra, anti-siyonist örgütlenmenin bazı temel stratejilerini ve taktiklerini inceleyebiliriz.

Özgürleşme Sürecini Desteklemek İçin Yapısal Değişiklikler

Anti-siyonizm, Siyonist yapıların sistematik olarak ortadan kaldırılmasını gerektirdiğinden, bu süreç, temel faaliyetler olarak hizmet veren eğitim programları ve protestoları içerebilir. Ancak eylemciler için birer konfor alanı haline gelen, mevcut Siyonist şiddet yapılarına yönelik gerekli risk ve anlamlı meydan okumalardan yoksun alanlar ve etkinlikler düzenlerken dikkatli olmak önemlidir. Anti-siyonist örgütlenme, uluslararası yardım kuruluşlarının İsrailli yerleşimci milisleri ve yerleşim genişlemesini finanse etmesini sağlayan yasaları hedef almak gibi, sömürgeciliği uzaktan destekleyen stratejik politika ve yasal reformları içermelidir. Sonuçta, yurtdışındaki amacımız, kamuoyunun Filistin hakkındaki görüşünü değiştirmek değil, sömürgeciliğin sona ermesine dönük mücadelenin mevzi kazanması için yapısal değişikliklerin yapılmasını sağlamak olmalıdır.

Yurtdışındaki sömürgecilik karşıtı yaklaşımlar, (hayır kurumları, kiliseler, sinagoglar, sosyal kulüpler ve kimi bağışçı kuruluşlar gibi) sömürgeciliği destekleyen kurumların iç yapılarını değiştirmeyi içerir. Bunlara, birçok uluslararası eylemcinin kişisel, mesleki ve finansal olarak bağlantılı olduğu kuruluşlar da dâhildir; bunlar arasında, koordinasyonunu yaptığımız kâr amacı gütmeyen kuruluşlar yanında, Açık Toplum Vakfı ve New York Carnegie Derneği gibi büyük bağışçı kuruluşlar yer alır.

ABD bağlamında, en tehdit edici Siyonist kurumlar, üniversite kampüslerindeki Hillel grupları veya hatta Hristiyan Siyonist kiliseleri değil, Amerikan imparatorluğunun statükosunu korumak için faaliyet gösteren köklü siyasi partilerdir. İnkâr ve İftirayla Mücadele Birliği (ADL) ve Amerika İsrail Kamusal İşler Komitesi (AIPAC), Filistinlilerin kurtuluşu için yürütülen mücadeleyi ezen yapılar olarak, hiçbir şekilde küçümsenmemesi gereken şiddet biçimlerine başvururlar. Bunların, yerleşimci-sömürgecilik bağlamında en önemli kurumların yönelimlerini belirlediklerini, temsiliyetleri itibarıyla yalnızca Yahudilere ait olmadıklarını görmek gerekmektedir: ABD’de Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti, Filistinlilerin katli konusunda kamuoyunun desteğini alma konusunda ADL ve AIPAC’in toplamından daha fazla çaba ortaya koymaktadır. İlerici Grup ile “senatodaki ekipler”in çoğunluğu bile suçludur.

Ait olduğumuz kurum ve topluluklara yönelik bu içsel meydan okumalar, tanımları gereği riskli ve fedakârlık gerektiren, ancak elzem ve özgürleştiricidirler. Değişimi başlatmak için yüzleşmeye, desteklerin ve maddi kaynakların geri çekilmesine ihtiyaç duyarlar. Son aylarda gördüğümüz gibi, siyasi partilerden ve kurumlardan seçim ve mali desteği çekme yönünde açık bir niyet olmadan yalnızca politikacılara baskı yapmak için protestolar düzenlemek, temelden hatalıdır. Ayrıca, istenen sonucu da sağlamaz.

28 Kasım 2023’te, İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırımının ortasında, ABD Temsilciler Meclisi üyeleri, anti-siyonizmi antisemitizmle eşitleyen bir yasa tasarısını desteklemek için 421’e karşı 1 oyla (o bir kişi de herhangi bir dekolonizasyon hareketine bağlı değildi) oy kullandı. Yasa tasarısına oy vermeyen “parti ekipleri” üyeleri yasaya karşı oy kullanmadılar.

Siyasetçiler, örgüt liderleri ve fon sağlayan kuruluşlar, soykırımı destekleme kararlarının gerçek siyasi sonuçlarını görmelidir. Uluslararası dayanışma örgütlerinin yürütme organlarının seçilmiş yetkilileri, sorumlu tutma konusundaki isteksizliği, sadakatimizi kurtuluş ile geçici siyasi çıkarlar arasında dengeleyemediğimiz için bir tehlike işaretidir.

Anti-siyonizm, siyonizm aracılığıyla beyaz üstünlüğünü kasıtlı olarak sürdürenleri hedef alan siyasi örgütlenmeden daha fazlasını gerektirir; baskı mekanizmalarını ortadan kaldırmak için iktidara erişimimizi riske atmamıza ihtiyaç duyar. Siyonizmin uzun ömürlü olacağına yönelik kanaatimizi terk etmeliyiz.

Siyonizmi Yahudilikten doğru bir şekilde ayırıp onu yerli halkların yok edilmesi ve ilkel kaynak birikimi süreci olarak anladığımızda, baskın siyasi oluşumların, silah endüstrisi ve ileri teknoloji güvenlik sektörü, daha geniş kapsamlı Siyonist projede vazgeçilmez kurumlar oldukları kolaylıkla görülecektir. Bu kurumlar, aynı zamanda Siyonist sömürgeciliğin statükosundan maddi olarak faydalanmakta, dolayısıyla, güçlerini onu sürdürmek için kullanmaktadırlar. Bu oluşumlar, dünya genelinde beyaz üstünlüğünü, emperyalizmi ve sömürgeciliği, her ne kadar eşitsiz de olsa, tüm halklara zarar veren sistemleri sürdürmek gibi daha kapsamlı bir işlevin parçasıdırlar.

Siyonizm, Yahudi halkına fayda sağlamaz. Küresel Yahudi topluluklarının güvenliğini ve refahını sömürgeci şiddetin korunmasıyla eş tutmak, antisemitik ve yanıltıcı bir argümandır. Bu argüman, Yahudi topluluklarının gelişebilmeleri için Filistinlileri yerlerinden etmeleri, onlara hükmetmeleri, onları hapsetmeleri, ezmeleri ve öldürmeleri gerektiğini ileri sürer.

Bu, Filistinlileri anti-siyonist sömürgecilik karşıtı düşüncenin yazarları ve bekçileri olarak anlama konusundaki önceki tartışmayla ilişkilidir. Anti-siyonizmi yalnızca Yahudi eylemcilere ait veya Yahudi örgütlerinin inisiyatifini gerektiren bir şey olarak tasvir etmemeliyiz. Anti-siyonizmi, Filistin’de yerleşimler kurma siyasetini sürdüren kurumları parçalamayı amaçlayan sömürgecilik karşıtı bir pratik olarak kabul etmek yerine, zorunlu olarak Yahudi eylemcilerin öncülük ettiği bir uygulama olarak nitelendirmek, Filistin’deki sömürgecilik karşıtı liderliği hükümsüz kılar. Yahudi örgütlerinin rolüne aşırı vurgu yaparak, Filistinlilerin bilgi, deneyim ve sömürgecilik karşıtı çabalarını Filistinli olmayan kuruluşlar lehine merkezsizleştiriyoruz. Bu, ciddi bir hatadır. Böyle bir birleştirme, yalnızca anti-siyonizmin hedeflerini yanlış tanıtmakla kalmaz, aynı zamanda Yahudilik ile sömürgeciliği eşitleyerek, istemeden de olsa antisemitik duyguların devam etmesine katkıda bulunur.

Cesur Dayanışma

Özetle, anti-siyonizm bir slogan değil, bir dekolonizasyon (sömürgelik halinden arınma) ve kurtuluş sürecidir. Siyonizme ve yok edilişe direnmeye kararlı Filistinliler, bu siyasi hareketin bekçileridir. Tel Aviv ve Modiin gibi şehirler, tıpkı Batı Şeria’daki İtamar veya Tel Rumeida gibi birer yerleşim yeridir. Dekolonizasyon, Filistin’deki tüm Yahudi topluluklarının yerlerinden edilmesi anlamına gelmez; ancak, kendisini Yahudi olarak tanımlayan her bireyin Filistin’in yerlisi olmadığını kabul etmek hayati önem taşır. Bu temel çerçeve, anti-siyonist örgütler ve müttefikleri tarafından Filistin’i savunma çabaları dâhilinde açıktan dile getirilmelidir. Anti-siyonist örgütlenme, İsrail devlet projesi için en önemli kurum ve oluşumların yasa ve politikalarını değiştirerek sömürge yapılarını ortadan kaldırmaya doğru ilerlemelidir.

Bu makale, kapsamlı bir el kitabı değil; aksine, çok ihtiyaç duyulan bir tartışmayı başlatıyor ve anti-siyonist pratiğin temel ilkelerini sunuyor. Bu ilkeler tartışmaya açık değil ve anti-siyonist örgütlenmenin bazı göstergelerini temsil ediyor. Bu anti-siyonist göstergeler, e-postalar veya sosyal medya paylaşımları aracılığıyla etrafa serpiştirilerek ortaya çıkarılmamalı, aksine, çalışmalarımızda ve analizlerimizde açıkça görülmelidir.

Bir kuruluşun dayanışma ve direniş kavramsallaştırmasına yönelik bağlılığı şeffaf olmalıdır. İdealleri, potansiyel yeni katılımcılar ve bağışçılar için de açık olmalıdır. Kuruluşların, geniş bir kitleye hitap ederken aynı zamanda liberal bağışçılar için de kabul edilebilir olmak adına neyi savunduklarını kasten belirsizleştirdiklerine çok sık tanık olduk. Öngördükleri gelecek hakkında muğlak bir dil kullanıyorlar; Filistinlilerin bu refaha ulaşmak için neye ihtiyaç duyacakları konusunda derinlemesine bir tartışma yürütmeden, “tüm Filistinliler ve İsrailliler için eşitlik, adalet ve iyi bir gelecek” tanımlıyorlar.

Çelişkili mesajların tabandan destekçilere ve finansal bağışçılara iletildiği ikili söylem olgusu, kurumsal veya kişisel kazanç için kullanılan manipülatif bir taktiktir. Bir grubun çabalarının tek bir nihai amacı olduğu, en başından itibaren açık olmalıdır. O amaç şudur: Nehirden denize Filistin özgür olacak.

Anti-siyonizm ve dayanışma cesur olmalıdır. Filistinliler bundan daha azını hak etmiyorlar.

Leyla Şomali
Lara Kilani

15 Aralık 2023
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder