Pages

08 Nisan 2025

Mülksüzleştirenler Mülksüzleştirilir


“Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilir”: Bu, Marx’ın en ünlü cümlelerinden birisidir. Cümle, Kapital’in birinci cildinin yedinci kısmında yer alan 24. Bölüm’ün sonunda karşımıza çıkar. Cümle, aynı zamanda en gizemli ifadelerden birisidir.

Burada ben, Abolition Democracy dergisinin 5. yılında çıkan 13. sayısında Proudhon ve Marx’ın özel mülkiyet temelli toplumsal çelişkilere dair metinlerine atıfta bulunmamız üzerinden başlayan tartışmaya bir katkı sunmak amacıyla, bu cümleye dair yorumlarımı aktaracağım.

Bahsi edilen formül, “kapitalist birikim denilen tarihsel eğilim” adı verilen gelişmenin aktarıldığı bölümün sonunda, bir önerme olarak aktarılıyor. Burada sadece paragrafın son cümlesini alıntılayacağım:

“Sermaye üzerindeki tekel, o tekelin hüküm sürdüğü koşullarda, onunla birlikte gelişip serpilen üretim tarzının önünde bir köstek hâline gelir. Üretim araçlarının merkezileştiği, emeğin toplumsallaştığı süreç, en nihayetinde kapitalizm denilen kabukla uyumsuzlaşacağı bir noktaya ulaşır. Bir süre sonra bu kabuk, içteki patlama neticesinde paramparça olur. Böylelikle kapitalist özel mülkiyetin cenaze çanının sesi işitilir. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilir.”

Orijinalinde “Die Expropriateurs werden expropriiert” ifadesine yer verilir. Alman okur, cümledeki Fransızca kökenli yabancı sözcüğü hemen fark edecektir. Burada Marx, yadsımanın yadsınması denilen diyalektik anlayışını ekonomik, tarihsel ve hukuki muhteva ile ilişkilendirir. Sıklıkla Marx’ın bu tespitinin kapitalizme yönelik eleştirel analizine ait “devrimci bir çıkarım” olduğu söylenir. Peki gerçekten de öyle mi?

Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi denilen “diyalektik” fikir, Marx’ın şiddet yüklü dönüşüm sürecinin sonuna işaret eder. Bu süreç, özel ellere ait ekonominin toplumsallaşmasıyla sonuçlanacaktır. Komünizm, bu sonucun üzerinden inşa edilir. Ama öncelikle özel mülkiyet ilga edilmeli, emek üzerinde tesis edilmiş olan iktidar yıkılmalıdır.

Marx, Komünist Manifesto’dan alınan, komünist devrimden bahseden bölümün aktarıldığı kısma bir dipnot düşer ve burada proletaryanın tarihsel başarısından bahseder. Burada aslında Marx, 1848 devrimlerinin kanla bastırıldığı sürecin geri döndürülemez bir biçimde son verdiği kehanetin esasında alabildiğine gerçekçi bir beklenti olduğunu söyler. “Kapitalist birikim denilen tarihsel eğilim”e dair bilimsel analiz üzerinden bu beklenti, artık çürütülmesi imkânsız olan bir temele kavuşmaktadır.

Aynen öyle. Ama gene de insan, bu “devrimci çıkarım”ın kitabın sonuna neden alınmadığını merak etmeden duramıyor! Marx, bu çıkarımı, sanayi devrimini önceleyen birkaç yüzyıllık dönem içerisinde küçük üreticilerin mülklerine zorla el konulduğu sürecin kapitalizmi doğurduğunu izah ettiği “İlkel Birikim Denilen Olgu” başlıklı kısmın sondan bir önceki bölümünün son paragrafında dillendirmektedir. Bu bölümü, “Sömürgeleştirme Sürecinin Modern Tarihi” başlıklı, az sayıda okurun dikkate aldığı başka bir bölüm takip eder. Bu sonda dillendirilmesi gereken çıkarımın neden kitabın sonunda aktarılmadığı sorusuna nasıl cevap vermek gerekir?

Uzun zaman en ikna edici hipotezin sansür olduğunu düşündüm. Kapital’in birinci cildi 1867 yılında Almanya’da yayımlandığında ilkin sansür kurulunun onayından geçmek zorundaydı. Muhtemelen Marx, pek de zeki olmayan sansür kurulu yetkililerinin içindekiler bölümüne, başlangıç bölümüne ve son bölüme bakmakla yetineceklerini, sıradan insanların kavrayamayacağı bu bilimsel çalışmaya itiraz etmeyeceklerini düşündü. Ama bir yandan da Marx, gerçek eylemcilerin “Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” ifadesini görüp bu hedefi kendi umutları ve politik hedefleriyle kaynaştıracaklarını umut etti.

Artık bu türden bir açıklamanın yeterli olmadığını düşünüyorum. Kapital’da yürütülen tartışmada dile getirilen çıkarımlarda salt yadsınmasının yadsıması olarak özetlenen diyalektik yaklaşımın bile çözüme kavuşturamadığı kimi güçlükler mevcut.

Burada Althusser’in kullandığı ifadeyle, “semptomatik okuma” lazım. Bu noktada ifadenin geçtiği yerdeki paragraflarda Almancaya içerilmiş Fransızca sözcüklerin varlığındaki tuhaflığa işaret ediyorum. Burada Fransız Devrimi’nde açığa çıkmış Baböfçülüğün ve Öfkeliler Hareketi’nin o eşitlikçi ve ön komünist yönelimlerinin ısrarla ve kesintisiz bir biçimde karşımıza çıktığına tanıklık ediyoruz. Bilindiği üzere, Öfkeliler Hareketi de sömürücülere, mülksüzleştirenlere, gasıplara ve istifçilere saldırıyordu. Fransız Devrimi sonrası tesis edilen Ulusal Meclis’in tarihini yazmak isteyen Marx, bahsi edilen geleneği onunla dolaylı ve dolaysız ilişki içerisinde olan akımlardan edinmişti.

Bu noktada Manifesto’daki alıntının anlamı daha da netleşiyor: adını anmasa da hasımlarına şiddet uygulamış olan Kamu Güvenliği Komitesi’nin politikası olan “devrimci diktatörlük” fikrini gündeme getiriyor. Bu yaklaşım bize, aynı zamanda bize geleceğin proleter devrimiyle geçmişin burjuva devrimlerindeki radikal eğilimler arasında bir tür süreklilik olduğunu söylüyor. İlgili yaklaşıma göre proleter devrim, bir ilerlemeyi gerçekleştirmek zorunda. Bu anlamda, kapitalist gelişme ütopik bir hedefi tarihsel zorunluluğa dönüştürüyor, sermayenin dayattığı üretim araçlarındaki merkezileşme zorunlu bir gelişme olarak yaşanıyor.

Kanaatimce ilgili yorumun ilk katmanına kimse itiraz edemez. Ancak ne var ki burada bir de Yahudi ve Hristiyan mesihçilik geleneğini yeniden edinen hareketlerin dönem dönem tekrar harekete geçirdikleri, kurtuluşa dair eskatolojik umutlara ait dini bir unsur da iş başında. İlgili formül, esasında İşaya’nın Kitabı’nı anımsatıyor:

“İnsanlar, onları alıp kendi mekânlarına getirecekler. İsrail’in evi, hizmetçiler ve yardımcılar adına Tanrı’nın toprağında onları mülk edinecek. Onları esir alacaklar. Esir alanlar zalimlere hükmedecek.”

Mesihçilik, Marx’ta sık görülen bir eğilim. Bu eğilim, bilhassa proletaryanın, isyan ettiğinde sadece kapitalizme değil, sınıfsal hâkimiyetin her türden tarihsel biçimine son verecek olan, alabildiğine mülksüzleştirilmiş sınıfın devrimci misyonundan bahsederken dil buluyor.

Bu tür bir okuma, “tarihsel eğilim” ifadesine kehanetvari bir anlam kazandırıyor. Evrimci ve reformist bir anlama da sahip. Burada kapitalist mülksüzleştirme süreci hem olumsuz bir hazırlık süreci olarak görülüyor ama aynı zamanda iştirakin, birliğin, ortaklaşmanın bir aracı olarak değerlendiriliyor. Özel mülkiyetin diyalektik dönüşümünü farklı şekilde kullanan süreçte mülksüzleştirenler mülksüzleştiriliyor.

Kapital’in üçüncü cildinin 27. bölümünde “Kapitalist Üretimde Kredinin Rolü” ele alınıyor. Bu bölüm, sermayenin finansallaşmasını analiz etmesi sebebiyle, son günlerde özel bir ilgi görüyor. Buradan konuyla alakalı bir kısmı alıntılayalım:

“Burada kapitalist üretim tarzı dâhilinde kapitalist üretim tarzı ortadan kaldırılır. Yani bir çelişki, kendi kendisini yok eder. Burada yeni bir üretim biçimine geçilir. […] Mülksüzleştirme süreci, artık doğrudan üretim yapanlar yanında küçük ve orta ölçekli kapitalistleri de kapsar. Mülksüzleştirme, kapitalist üretim tarzının başlangıç noktasıdır. Onun amacı, tüm bireyleri üretim araçlarından mahrum kılmak ve süreci tamama erdirmektir. […] Kapitalist anonim şirketler gibi kooperatife ait fabrikalar da kapitalist üretim tarzından bu tarzın olumlu ve olumsuz şekillerde ilga edildikleri birleşik ve ortakçı tarza doğru yaşanan geçiş biçimleri olarak görülmelidir.”

Birinci cildin az bilinen pasajı olması sebebiyle alıntıyı biraz uzun tuttum. Bu alıntı, bir çıkarım değil de bir kenar notu olarak görülüyordu.

Marx, “mülksüzleştirme” kelimesinin hem Fransızcasına hem de Almancasına başvuruyor. Buna “iştirak” kelimesini de ekliyor. Marx “iştirak”i, komünizmin klasik adlandırmalarından biri olarak kullanıyor. Bu tabiri ütopik sosyalizmden miras alan Marx, onu kapitalizmin kendi içsel çelişkileri neticesinde aşılmasına dair bir ifade olarak ele alıyor. Kapitalizmin diyalektik manada tersyüz edilmesi olarak görüyor.

Mülksüzleştirme sürecinin, bireylerin kendilerinden kopartılmış olan varoluşu idame ettirmek ve üretici kapasiteyi sürdürmek için gerekli araçları mülk edindiği süreç, devrimci değişimin özünü teşkil ediyor. Ama burada iki fark var:

1. Bankacılık ve kredi işlemleri gibi finansal mekanizmalardan bahseden Marx, kapitalizme ait kurumları kapitalist üretim tarzı içerisinde oluşan, komünizme ait ön modeller olarak görüyor.

2. Burada komünizm stratejisi, özel mülkiyetin aşılması olarak görülebilecek iki heterojen tarihsel icadın birleşimi veya uzlaştırılması olarak çıkıyor karşımıza. Gelgelelim, bu icatlar birbiriyle çelişen iki sebebi temel alıyor: para yoluyla toplumsallaşma, emek yoluyla toplumsallaşma.

Kapitalizmin aşılması, iki karşıt şeyi, sınıfsız toplumdan en uzak olan finans kurumlarıyla işçi kooperatifleri denilen, bugünde canlı olana en yakın duranı birleştirecek bir gücün açığa çıkmasına bağlı.

Bugün “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” ibaresi önemli, çünkü o, sadece mesihçi söyleme alternatif teşkil etmekle kalmıyor aynı zamanda bugün varolan sosyalist projelerde de yankı buluyor.

Marx’ın birleştirmek istediği “karşıt biçimler”in önemli bir süre ayrı kalacağını söylemek gerekiyor. Yeni müşterekler denilen fikir veya kooperatifleri esas alan fikir, bugün alabildiğine canlı. Ama bir yandan da kapitalizme ait finansal yapıları devrimci bir yoldan kullanma fikri de epey popüler.

Büyük emeklilik fonları, koruma fonlarının gelişiminde önemli bir rol oynadığında bazı sosyalist teorisyenler, bizzat işçilere veya sendikalarına ait olacak olan emeklilik fonları üzerinden kapitalizmi “kullanma”yı önerdiler. Kısa süre önce likidite meselesini analiz eden bazı postmarksistler, yurttaşlar için finans alanına yönelik spekülatif operasyonlar dâhilinde “iktidarı alacak” stratejiler geliştirdiler. Burada o büyük devrimci geleneğe saygı duyan ama ufak adımlar atmayı öngören, ama gene de Marx’ın icat ettiği diyalektik dönüşüm şemasını yorumlayan bir yaklaşıma vurgu yapılıyor.

Ortadaki açmazların bir şekilde çözüme kavuşturulmasını uman okurların Marx’ın Kapital’deki çıkarımlarının tatmin edici olmadıkları sonucuna ulaştıklarının farkındayım. Peki buradan ne tür bir sonuca ulaşmak gerekiyor?

Kanaatimce tüm bu tartışmalar, Kapital’in bitmemiş, ucu açık bir çalışma olduğunun kanıtı. Kitap, farklı teorik ve pratik meseleleri sorunsallaştırıyor.

Marx, kapitalizmdeki eğilimleri ve oluşacak politik sonuçları iki açıdan yorumluyor. Bu yorumlanan eğilimler sonrasında gerçeğe dökülüyor. Tarihsel dönüşümlerin parçası oluyor.

Bugün kapitalizm, bitmek bilmeyen birikim sürecinin genel mantığına daha fazla tabi. Bu birikim sürecine dair anlayışı Marx’ın politik ekonomi eleştirisinden ediniyoruz.

Kapitalizme ait kurumlar, kapitalizmin küreselleşmesi ve finansallaşmasıyla birlikte epey değişti, krizlerin mekanizması da köklü bir biçimde başkalaştı. Kapitalizm modernize edildikçe sosyalist deneyimlerden elde edilecek fayda da arttı.

Tarihin müdahalesinden ariymiş gibi ele alınan kapitalizm yenilmezmiş, aşılmazmış gibi görünüyor, çünkü kapitalizm, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi gibi konu başlıklarının zeminini teşkil eden, devrimci bir toplumsal dönüşümü tahayyül etmemizi sağlayan sınıf mücadelesine ait biçimler ve klasik temsilleri yok etti. Ama bu demek değil ki kapitalizm artık istikrara ve huzura kavuştu.

Bilâkis, bugün kapitalizm, şiddetle daha fazla tanımlı. Her yanı saran savaşlara sebep oluyor. İnsanları eğitimliler-eğitimsizler, göçmenler-yerleşikler, verimliler-uyum sağlayamayanlar, faydalılar-âtıl insanlar diye ikiye bölüyor. Hobsçu rekabet bireyleri ve halkları yutuyor.

Bugün bizim açımızdan asıl soru şu: kapitalizm bünyesinde yaşanacak olası çatallanmaları, ortaya çıkacak seçenekleri nasıl tanımlayacağız, nasıl yapılandıracağız? Bu soruya, her devrimci söylemin eskatolojik yönünü pekiştiren, çevre ve insan sağlığıyla alakalı felâketlerin yaşandığı, Marx’ın herhangi bir fikrinin olmadığı veya önemsiz görüp kenara attığı koşullarda bir cevap bulmak zorundayız.

Étienne Balibar
27 Kasım 2020
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder