Pages

20 Mayıs 2024

Lümpen Burjuvazi ve Amigoları


T”K”P’nin “Marksist” siyaset bilimcisi, açık açık Koç övüyor. Ali Koç, Galatasaray maçı ardından sahada aynı takımın yöneticisine “Buradan çıkmazsan dayak yiyeceksin” diyor, Fatih Yaşlı da önderini alkışlayarak, Koç için şu cümleyi kuruyor: “Burjuvaziye dair bütün marksist analizleri boşa düşürmek için dünyaya gelmiş sanki adam.”

Tam tersine, burjuvaziye dair bütün Marksist tezleri Ali Koç ve Koç sülalesi kadar doğrulayan başka bir örnek bulmak zordur.

Marx, lümpenlerle en kalın burjuvalar arasındaki bağlantıyı en çarpıcı şekilde ortaya koymuştur:

“[…] Mali aristokrasi, zevkleriyle olduğu gibi kazanç sağlama tarzıyla da, lümpen proletaryanın burjuva toplumunun doruklarındaki yeniden doğumundan başka bir şey değildir.”

[“Fransa’da Sınıf Mücadeleleri”, Fransız Üçlemesi, Yordam Yay., s. 44.]

Ali Koç da kulüp yöneticiliği konusunda hiçbir donanımı ve başarısı olmamasına rağmen babasının sınırsız parası ve ilişkileri sayesinde Türkiye’nin en büyük spor kulüplerinden birinin başına geçen, tamamen başarısız olmasına rağmen yine para gücüyle her şeyi yapabileceğini düşünen bir lümpen özentisinden başka bir şey değildir. Bu tür zengin çocuklarında her şeyi babalarının parasıyla başarmadıklarını, kendilerinin de en azından yöneticilik konusunda yeteneğe sahip olduğunu, muhallebi çocuğu olmadıklarını vb. kanıtlama çabası vardır çoğu zaman.

Genellikle de bunu çalışmayla ve uzun yıllarını harcayarak kanıtlamaya sabırlı olacak bir şekilde yetiştirilmedikleri için yapabilecekleri tek şey, lümpence güç şovlarıdır. Nasıl olsa ne kadar başarısız olurlarsa olsunlar zenginlikleri sayesinde kendilerine yağcılık yapacak büyük bir kesimin olduğunu bilirler.

Aynı zamanda Ali Koç’un kendi oğlunu da tam bir lümpen özentisi olarak yetiştirdiğini de geçtiğimiz günlerde bütün ülke gördü.

Ali Koç’un tek “özgün” denebilecek yanı, bu kendini kanıtlama çabasını abartılı boyutlara taşımış olmasıdır ama bu abartılı durumun arkasında Ali Koç’un kişisel olmayan politik ve ekonomik gerekçeler de vardır. Fenerbahçe başkanlığının getirdiği, Erdoğan’a bile baskı yapmayı kolaylaştıran büyük politik güç gibi.

Koç’ların Ali’sinin kişilik özellikleri, bu arka planı gizlemeye (“ne yapalım karakteri böyle heyecanlı” vb.) hizmet ettiği için bu görevin “aile” tarafından ona tevdi edildiği düşünülebilir. Yine de arada Atatürk ve Cumhuriyet çıkışları yapması, lafta “Marksist”, özde Kemalist ve küçük veya orta burjuva olan baylar ve bayanlarımızın bam tellerini titretiyor, doğrudan ve dolaylı olarak, tüm Türkiye’nin sömürücüsü Koç sülalesinden beklentilere kapılmalarına yol açıyor, onların “sıra dışı burjuvalar” olduğu hayallerini, sözde eleştirdikleri yaygın futbol lümpenliğinin/apolitizminin kulüplerin başındaki para torbaları konusunda her türlü beyinsizliği ve hayaller kurmayı mümkün kılmasından da yararlanarak, “şakayla karışık” da olsa propaganda etmeden duramamalarına yol açıyor.

Kızıl Okuyucu
20 Mayıs 2024
Kaynak

Filistin’in Büyük Tufanı

“Bir Halkın Yolculuğu” [İsmail Şammut]

Giriş

7 Ekim günü İsrail’e karşı Hamas öncülüğünde gerçekleştirilen eylemler, dünya tarihi bağlamında önemli bir yere sahiptir.[1] Filistin’deki sömürgecilik karşıtı milli hareket, dünyadaki en aktif harekettir. İsrail ise kendi yerleşimcilerinin mülkiyet haklarını, ayrıca Arap işçi sınıfı üzerindeki emperyalist hâkimiyeti korumak için acımasız bir kontrgerilla faaliyetini kesintisiz biçimde yürüten, esasında dünyanın en güçsüz yerleşimci devletidir.

7 Ekim operasyonu, tarihsel Filistin’e ait toprakların dışındaki ABD ve ABD’ye müttefik yeni sömürgeci devletlerin İsrail yanında hizalanmasına neden olmuş, bu güçler, hep birlikte, bölgedeki cumhuriyetçiliğe, halktan destek gören milislere ve İran’a karşı topyekûn saldırıya geçmişlerdir.

Filistin’deki kıyam, millet meselesini yeniden gündeme getirmiştir (Moyo & Yeros, 2011). Toprak reformunun yapıldığı Zimbabwe ve Çavezcilikle yönetilen Venezuela gibi diğer sistem karşıtı denemelerde olduğu gibi, bu kıyam da sadece Filistin’in Arap coğrafyasında millet meselesiyle ilgili olarak alınacak her türden kararda bir tür pusula işlevi gördüğü devlet sistemini değil, tüm dünya sistemini kutuplaştırmıştır. Esasında Filistin, mevcut düzen içerisinde varolan neredeyse tüm çelişkilerin somutlaşmış hâlidir.

Zimbabwe ve Venezuela, dünyada gücün ırk temelli dağılımına karşı bir itiraz iken Filistin meselesi tarihi, Filistin’in sınırları dâhilinde tanık olduğumuz sınıf ve millet meselesinin ötesine taşan bir yan barındırmaktadır. Bu mesele, farklı güçlükleri içerir: Filistin halkının “bir kesim”i, İsrail denilen, emperyalist güçlerin desteklediği, ırkçı faşist teşekkül bünyesinde yaşarken, diğer bir kesim, Arap emekçi sınıflarının ve Arap devriminin talan edildiği süreçte Arap dünyası içerisinde birer arabulucuya dönüştürülen feodal, kabileci, gerici ve kukla rejimlerin çilesini çekmektedir. Dolayısıyla, “bu rejimlere karşı mücadele denilen mesele de Filistinlilerin faaliyet yürütecekleri bir cephe hâline gelmiştir.” Bu da, kukla rejimlerdeki halk demokrasisi ve direnme becerisini sağlam köklere sahip yapılara dönüştürme meselesinin önem kazanmasına neden olmaktadır (Kanafani, n.d.; PFLP, 1969).

Filistin meselesi, sadece bir milletin zulüm görmesi meselesi değildir. Burada ayrıca İsrail’in özgül bir nitelik arz etmesi üzerinde durulmalıdır: Batı’nın kalleşliğinin simgesi olarak İsrail, Batı’nın sömürgeci ve emperyalist gücünün yoğunlaşmış hâlidir. Bu devlet, fiziki açıdan Afrika ile Asya’yı bölmüştür. Küresel kontrgerillanın hem taciri hem de paralı askeri olarak İsrail, ölümle yıkımı bir araya getiren güçtür.

Filistinliler, kurtuluş için verdikleri mücadelede daha da sertleşip güçlendikçe, parlaklığı giderek artan yıldırım misali, dünya sisteminin ve bu sisteme dair gerçeklerin daha net görülmesini sağlamaktadır: Birleşmiş Milletler iktidarsızdır, emperyalistler uluslararası hukuku hor görmektedir, Arap coğrafyasındaki yeni sömürgeci devletler Batı kapitalizmine suç ortaklığı yapmaktadır, günümüzde Avrupa ve ABD kapitalizminin özünü faşist ırkçılık teşkil etmektedir, Batı sermayesi, katiller ve insanları kötürüm bırakan güçlerden istifade etmektedir, Arap dünyası ve Üçüncü Dünya, yeni sömürgeci yapıların kontrolündedir, son olarak, sivil toplum kurumları ve Batı’daki liberal demokrasi, hepten boş tenekedir.

Bu iki bölümden oluşan makale, özsavunma meselesini toplumsal üretim ve birikim sürecinin merkezine yerleştiriyor. Makale, İsrail’in bugün ve geçmişte ABD emperyalizmine sunduğu faydaları, bu projeye yönelik direnişin dinamiklerini analiz ediyor. İlgili direniş, Arap coğrafyasında ABD-İsrail pratikleriyle ilişkili şiddetin, “İsrail lobisi”nden bahseden hipotezde dil bulduğu biçimiyle, tekelci sermayenin bakış açısından, “artık” veya “irrasyonel olgu” olarak takdim edildiği bir dönemde varoluyor.

Makalenin birinci kısmında, birikim sürecinin dinamiklerini, Arap coğrafyası konusunda emperyalizmin geliştirdiği ajandayı ve bu ajandaya karşı koyan pratikleri net bir biçimde görmek adına, ABD-İsrail arasındaki özel ilişki tarihsel bağlam içine yerleştiriliyor. İlgili kısımda, milli kurtuluş ve millet meselesini ele alan teori yeniden inceleniyor, Fanon ve Cabral’ın geliştirdikleri teoriler yeni bir bağlama oturtuluyor. Milli kurtuluşla ilgili yaklaşımdan istifade edilerek, Arapların ve İranlıların ABD’ye yönelik direnişi inceleniyor, bunun yanında, Arapların ve İranlıların ellerindeki ordularla asimetrik güce sahip direniş kuvvetleri değerlendirmeye tabi tutuluyor. Makalenin ilgili kısmı, bu güçlerin askeri mantığını tartışıyor, ülkeleri küçülten, devletleri çökerten ve artıklarla beslenen birikim sürecinin ilerlediği güzergâhlar karşısında sistem karşıtı niteliği haiz politik egemenliğin bozulan dokusunu savunmaya dönük adımları inceleniyor.

Özel İlişki

İsrail ve ona suç ortaklığı eden emperyalist güçlerin Arap coğrafyasını bölüp parçalama, geri bıraktırma, korkutup yıldırma ve işgal pratikleri varken kimse, ekonomiyi savaştan, egemenliğe yönelik itirazı kalkınma sürecinin kontrol edilmesine dönük çabalardan veya emperyalist siyasetten ayrı ele alamaz. Arapların gelişimi meselesi de egemenlik ve savunma çabalarından ayrı ele alınamaz. Çünkü ülkelerin kendilerini savunma amacıyla etraflarına zırhlar örmeleri ve sanayileşmeleri, Filistin’in yerleşimci sömürgecilerdeki servet tutkusunun ağına düştüğünü gören plancıların, isyancıların, subayların ve devlet adamlarının zorunlu olarak girdiği yollardır. Bu insanlar, Arap coğrafyasının azgelişmişliğin ve emperyalizme boyun eğmiş olmanın çilesini çektiğinin bilincindedirler.

Arap coğrafyasına dışarıdan zorla monte edilen İsrail, bu projenin mimarlarınca “Avrupa’yı Asya’ya karşı koruyacak bir kale” olarak pazarlandı. Bu “kale” mecazına başvuran Herzl, kendilerinin barbarlığa karşı medeniyeti koruyacak bir karakol olarak hizmet verebileceğini” söylüyordu (Herzl, 2012). İsrail, tam da Avrupa’nın uzantısı olan yerleşimci sömürgeciliğin zirvede olduğu, diğer Afrika-Asya sömürgelerinin inşa edilmesi sonrası bu sömürgecilik pratiğinin hızlandığı bir dönemde kuruldu. İngiliz yönetici sınıfına mensup birçok yatırımcıyı kendisine çeken İsrail, stratejik ve ekonomik çıkarlar uyarınca İngilizlerin Siyonizme kapsamlı bir destek sunmasını sağladı (Rifai, 2016; Shafir, 1989).

1936-1939 arası dönemde gerçekleşen kapitalizm, emperyalizm ve sömürgecilik karşıtı isyanın askeri araçlarla sönümlendirilmesinde İngilizler merkezi bir rol oynadılar (Kanafani, 1972; al-Saleh, 2022). İsrail’in 1948 itibarıyla ilkel birikim için verdiği o büyük savaş, yani Nekbe üzerinden yerleşimci kapitalist mülkiyet yapılarını pekiştirmesiyle birlikte ABD, yeni oluşan yerleşimci devleti yeniden değerlendirmeye tabi tutmaya başladı. Amerikan ordusunun başındaki isimler o dönemde, “taktiksel operasyonlar açısından bakıldığında, İsrail’in elindeki toprak ve elindeki askeri güç Batı demokrasileri için önemli hâle gelebilir. NATO ittifakının eline geçmemesi durumunda bu ülke, Sovyetler’in kızıl eline geçer” diyorlardı (Gendzier, 2015, s. 284).

O süreçte İsrail, fetih harekâtı yürüttü. Bu harekâtta en önemli müttefiki ve silâh tedarikçisi Fransız devletiydi. Çünkü Fransa da o dönemde Mağrip coğrafyası boyunca milli kurtuluş mücadelesi veren gerilla güçlerinden kurtulmaya çalışıyordu (’Abd Allah, 1976). Kuzey Afrika’da Arap milliyetçiliğinden de Mısır’daki Nasırcılıktan da nefret eden Fransızlar, yerleşimci devleti sömürgeci patronlarla bir araya getirdi. 1956’daki Süveyş Krizi boyunca Mısır’ı Sina Yarımadası’nı millileştirme kararından vazgeçirmek için Fransa, İngiltere ve İsrail birlikte bu ülkeye hücum etti, ama bir sonuç alınamadı. Bu gelişme üzerine Fransa, İsrail’e kendi sınıfının en ileri örneği olan Mirage savaş uçaklarını verdi, bunun karşılığında İsrail de dünyadaki karşı-devrimci güçlere, Faslı devrimci ve Üç Kıta çalışmasının öncülerinden Mehdi Ben Barka’yı öldürerek bir armağan sundu (Anon, 2015; Heimann, 2010).

Sovyetler’in güçlü olduğu dönemde Arap coğrafyasında egemen yapılar oluştu. Bunun üzerine kapitalist güçler gerektiğinde manevra, gerektiğinde de mevzi savaşları vererek, yeni dağıtım sürecini kötüleştirmek, eldeki artığın silaha akmasını sağlamak ve toprak reformuna dair istekleri ortadan kaldırmak için adımlar attı. Komünist güçler ve komünizmin oynadığı rol sayesinde birikim sürecinin atık kısmı epey kısıtlı kaldı. Dünya genelinde kaynakların halkın kendisini geliştirmesi ve toplumsal altyapıya aktarılmasını öngören ideoloji, meşrulaştı (Ajl, 2023b; A. Kadri, 2023).

Bu esnada 1948’de Arap ordularının yaşadığı yenilgiye ve Filistin’in kaybedilmesine yönelik tepki dâhilinde Arap milliyetçiliği, o eski romantik ve seçkinci köklerinden koptu. Kitleleri harekete geçiren bu ideoloji, cumhuriyetçi ve halkçı yöne dümen kırdı ve 1948’deki felâkete sebep olan güce çevrilen silahla ekmek meselesini birleştirdi. Milletin dirilişi üzerinde duran farklı projeler geliştirildi. Bu projelerde dert, sanayileşmeyi egemen devlet eliyle gerçekleştirmek, savunma kapasitesini artırmak, sosyalizmi inşa etmek, birliği gerçekleştirmek, bağımsız olmak ve eski rejimlere damga vurmuş olan kültürel ve ekonomik zafiyetten kurtulmaktı.

Bölge genelinde halkları kendisine bağlayan Arap milliyetçiliği ve ona bağlı güçler, ya devlete ya da sokaklara hükmediyorlardı. Bu, devlet saraylarında “Marksizm-Leninizmi Arap milliyetçiliğiyle kaynaştıran Suriye Baas’ı”nı (Hinnebusch, 2004, s. 46), Nasırcılığın Lübnan ve Ürdün halklarında karşılık bulmasıyla yol açtığı tehdidi (Aruri, 1972), Mısır’daki sömürgecilik karşıtlığını, ayrıca Tunus ve Cezayir’deki Marksist Arap milliyetçisi gerillalara akan silahları (Azzouz, 1988; Gruskin, 2021) ve 1958’deki Irak Devrimi’ni ve yol açtığı etkileri (Wolfe-Hunnicutt, 2021) içeren bir süreçti.

Irak Devrimi neticesinde yabancılara ait araziler, altyapı, fabrikalar millileştirildi, tekelci tarım kuruluşları kapatıldı, toplumu koruyan adımlar atıldı, yaşam süresi uzadı, sağlık ve barınma sahası geliştirildi, sanayileşme yönünde kısmi çabalar ortaya konuldu (Kadri, 2016). ABD, bu süreçte Arap coğrafyasındaki krallıkları ve cumhuriyetleri kalkınma amaçlı yardımlarla kandırarak, yeniden dağıtım ve İsrail’le mücadele ile ilgili adımlar atmalarına mani oldu. Bu güçlere verilen uyuşturucu ilâçlar sayesinde yeniden dağıtıma dönük adımlar atılamadığı gibi sanayi zayıflatıldı (Chaieb & Dahan, 1981; Samir, 1982), ama gene de bu tür müdahaleler Arap ülkelerini felç etmeye yetmedi.

Emperyalistler, Arap cumhuriyetlerini fazla radikal buluyorlardı ama onların emperyalizmin koparttığı fırtınaya karşı koyacak ölçüde radikal olmadığını düşünüyorlardı (Hafiz, 2005). 1967’de ABD, İsrail’e kendisine sınırı bulunan ülkelere saldırması için gerekli yeşil ışığı yaktı (Stork, 1994). Suudilerin Kuzey Yemen’de Mısır’ın müdahale etmesine neden olan intikam eylemlerine (Abdalla, 1994), Nasırcılığın ve Baasçılığın istikrarsızlaştırılmasına dönük adımlara (Zabad, 2019) tanık olunan dönemde İsrail karşıtı mücadeleyi yukarıdan müdahalelerle, yürütülecek toplumsal yeniden dağıtım amaçlı çalışmalarla birleştirme ihtimalleri ortadan kaldırıldı. Devletler, şirketlerin eline geçti ve İsrail’e yönelik itirazlar sınırlandı. Neticede, Filistinli gerillaların ve bölge genelindeki radikallerin elinde sadece halk savaşı seçeneği kaldı (Higgins, 2023, s. 330–420).

Irak ve Libya gibi Arap devletler (First, 1974; Wolfe-Hunnicutt, 2011), Arap cumhuriyetçiliğinin yaşadığı yenilgiden o kadar etkilenmediler. Halk savaşlarının ihtiyaç duyduğu kolay şekil alınma becerisine karşı katılık ve korumacı yaklaşım öncelikli kabul edildi. Neticede yaşanan yenilgi, radikalleşme sürecini hızlandırdı. Yaşanan savaş aynı zamana Batı Şeria ve Gazze’nin işgali ve ilhakı ile neticelendi. Böylelikle bu iki şehir, İsrail sömürgeciliğinin yeni sınırları, İsrail mallarının satıldığı esir pazarlar ve İsrail küçük burjuvazisi için ucuz işçi deposu hâline geldi. Bir yandan da bu şehirlerdeki insanlar, arazilerini hem devletin hem de sermayenin hizmetine sunmak zorunda kaldılar (Farsakh, 2002; Samara, 1992).

İsrail’in kendisine sınırı olan devletler karşısında elde ettiği başarılar, ABD’deki politik ve askeri kurumları epey etkiledi. Savaşın ardından ABD askeri yardımların akacağı musluğu açtı. Yapılan özel yardımın dörtte biriyle genel İsrail coğrafyasındaki sınai altyapı beslendi, geri kalan para ise gene Pentagon’un teşkil ettiği sisteme aktı. ABD, İsrail’in kendi askeri-sınai sektörünü geliştirme çabalarını destekledi, hesaplarını dengelemesine izin verdi. Arapların İsrail’in silahlandırılması karşısında duyduğu öfkeyi görmezden geldi.

ABD’nin yaptığı yatırımların da katkısıyla İsrail savunma sanayinin teşkil ettiği sistem 1967 sonrası hızla büyüdü ve ekonomisi içerisinde en büyük sektör hâline geldi. 1970’te silah ihracatı toplam ihracatın yüzde 10’unu buluyordu (Lockwood, 1972). İsrail’in silahlandırıldığı bu süreçte bir yandan da Arapların elindeki para da silâha akıtıldı. Bu işlem, bazen yardımlar daha çok da satış üzerinden gerçekleşti. Bu satışların tek koşulu, İsrail’in elinde niteliksel açıdan son teknoloji silah ve teçhizatın bulunmasıydı (El Nabolsy, 2021).

Arap cumhuriyetlerinde silâhlar genelde savunma amaçlıydı. Yetmişler ve seksenler boyunca Mısır, Irak ve Suriye GSYİH’lerinin yüzde 10 ilâ 17’sini silâha harcadı.[2] Petrol zengini cumhuriyetler ve krallıklar, GSYİH’lerinin daha küçük bir kısmını harcadılar, ama silahların geliştirilmesine milyarlarca dolar ayırdılar. Bu silahlar ABD-İsrail saldırısına karşı bir tür tampon olarak kullanıldı. Ayrıca, içteki kontrgerilla faaliyetlerinde de aynı silahlardan yararlanıldı. Bu silahlar sayesinde sanayi için ABD’den teşvikler alındı. Bu yardımlar, İran Şahı’nın Zofar’daki gerici karşı-devrimcilere yönelik desteğinde olduğu gibi bölgede Sparta rolünü oynamak için alındı.

ABD’nin askeri müdahaleleri, “güvenlik temelli yardımları”, silah satışları, gizli operasyonları ve kalkınma yardımları ki bunlar kalkınma alanında yürütülen kontrgerilla faaliyetlerinin parçasıydı, esasen açlığın ve yokluğun keskin kılıcını kırmak, ayrıca, yeni sömürgecilik için devlet bürokrasisi veya orta sınıflar içerisinde oluşturulmuş toplumsal tabanı pekiştirmek amacını güdüyordu. Burada asıl amaçsa ABD’nin gücünü güvence altına almak, krallıklar ve cumhuriyetlerin İsrail karşısında tarafsız kalmasını sağlamaktı.

ABD’nin göz yumduğu petrol fiyatlarındaki artış sayesinde petrodolarlar (Oppenheim, 1976) rafine petrolün ana alıcıları olan ABD, Avrupa ve Japonya’daki tüketicilerden Körfez devletlerinin kasalarına, ardından Pentagon’a ve ABD hazinesi ile tahvillerine aktı (Spiro, 1999). İsrail, işleyen makinenin ana türbiniydi, silah alımları ve savunma silahları ile ilgili gerekçeyi o sağlıyordu. Alınan bazı silahlar ambarlarda saf atık olarak çürümeye bırakılıyordu.

İsrail’deki savunma tesisleri kısa zamanda meyvelerini verdi. Bu üretilen ürünler, dünya genelinde baskı ve zulüm için kullanıldı. İsrail, dünya genelinde kapitalizmin gerçekleştirdiği saldırının, yeni sömürgeci karşı-devrimin ve sömürgeciliğin arkasını kollamaya yönelik çabaların doğal bileşeni hâline gelmek suretiyle epey güçlendi. ABD’nin rol kesemediği veya kesmeyi tercih etmediği sahnelerde oyunculuk yapan İsrail, Latin Amerika genelinde soykırımlara imza atan karşı-devrimci kontrgerilla unsurlarını silahlandırıp eğitti. Nikaragua’daki kontralardan Pinochet’nin Şili’sine ve Arjantin’deki faşist cuntaya kadar birçok güce destek sundu. Mozambik’teki, Angola’daki ve Gine-Bissav’daki halkın kurtuluşu için mücadele eden güçlere karşı verdiği mücadelede sömürgeci ve karşı-devrimci bir güç olarak Portekiz’e arka çıktı. Orta Afrika Cumhuriyeti, Somali, Togo gibi ülkelerde baskıcı güçlere eğitim ve para verdi. O dönem adı Zaire olan Kongo’daki Mobutu rejimini destekledi, eski Rodezya’ya karşı BM’de alınan yaptırım kararlarının etkisini kırmak için çalıştı, ülkeye silah temin etti, benzer adımları Güney Afrika için de attı (Beit-Hallahmi, 1987; IJAN, 2012).

Arap coğrafyasında İsrail, komünistlere karşı İran Şahı’nı destekledi, iç savaş esnasında Lübnan Milli Hareketi’ne karşı çalışma yürüttü, Gassân Kenefâni’yi katletti, Ürdün’deki rejimin Filistin devrimini ezmesine arka çıktı (Higgins, 2023, s. 334–433), ayrıca, Sina’da yürüttüğü savaş ve süreci iyice askerleştirmek suretiyle, Sedat döneminde Mısır’ın kalkınma sürecini baltaladı (Arab Republic of Egypt, 1978).

Bölgedeki Devletler Sisteminde Gericilik ve Devrim

Arap cumhuriyetçiliği, daha doğuşunda savaşın ve siyasetin güvenlikçi çizgiye çekilmesinin ceremesini çekti. Kısa bir süre sonra cumhuriyetçilik otoriterizme evrildi. Bu süreçte kapitalizmdeki ara sınıflar (Mansour, 1992), radikal cumhuriyetçiliği, devrimi ve komünizmi gayrimeşrulaştırma ve yok etme çabası içerisinde olan Suudilerin ve ABD’nin faaliyetleri dâhilinde güçlendi. Arap liderler, İsrail’e karşı koyma becerisini yitirip yeniden dağıtım konusunda atılması gereken adımları atamaz hale geldikçe, bu bağlamda, yönettikleri refah devletlerini istikrarsızlaştırdıkça Arap cumhuriyetçiliği de kalkınmacı bir seçenek olarak, sahip olduğu cazibeyi zamanla yitirdiler.

Askeri ve ekonomik yardımların beslediği, Amerika eliyle organize edilen barış anlaşması sayesinde Mısır, 1978’de İsrail’le ilişkilerini normalleştirme yoluna girdi. Ardından, ABD ve İsrail’in askeri yenilgilerine, toplumsal gerilemeye ve yaptırımlara tanık olunan dönemde Arap cumhuriyetçiliği üzerindeki leke daha da büyüdü (Capasso, 2020). Libya’da ABD’nin düzenlediği saldırılar Kaddafi’nin meşruiyetini azalttı. 1980-1988 arası dönemde yaşanan ve Amerika’nın her iki tarafa da destek sunduğu bir savaş olarak İran-Irak Savaşı, daha doğum aşamasında olan İslam Cumhuriyeti’ne zarar verdi, her iki devletin elindeki devasa artığı yok etti.

1991’de çanlar Arap cumhuriyetçiliği için çalıyordu. Sovyetler’in yıkıldığı dönemde kapitalizmin ilerleyişi karşısında bölgedeki umutlar da bir bir suya düştü (Fergany, 2000). Domino taşları devrilmeye başladı: Irak askeri sahada yenildi, ardından ekonomisi kuşatıldı, böylelikle, Irak bölgedeki kalkınma paradigmasının önemli bir kutbu olarak sahneden indirildi. Artık ortada Filistin’in teslim olmasına mani olan bir güç kalmamıştı.

Mısır, aynı süreçte borçları silinmesi karşılığında, Batı kampına dâhil edildi. Bunun için öncelikle bu ülkenin Irak’a açılan savaşa destek sunması gerekiyordu. Bölgedeki askeri ve ekonomik güçlerin yalnızlaştırılması, zayıflatılması ve nüfuzlarının kırılması ile birlikte Filistin 1987-1991 arası dönemde cereyan eden birinci intifadaya rağmen neredeyse tümüyle tecrit edildi. Bu tecridi Oslo Anlaşmaları takip etti.

Yalnız bu tecrit edilme süreci, topyekûn değil, göreceli ve kısmi bir şekilde cereyan etti. Arap milliyetçiliğinin zayıfladığı sürece sistem karşıtı yeni bir seçeneğin büyüme imkânı bulduğu süreç eşlik etti. Son binyıl içerisinde Jakoben tarzda gerçekleşmiş en önemli devrim olarak 1978-1979 İran Devrimi, bölge tarihini değiştiren bir dönüm noktasıydı.

Kitleleri harekete geçiren İran Devrimi (Kurzman, 2004), Marksizmi, bağımlılık teorisini, kurtuluş teolojisini ve Arap cumhuriyetçiliğini içeren bir harmandan istifade etti (Sohrabi, 2018). Devrim, bu bileşenleri antisiyonist ve antiemperyalist bir devrim potasında eritti (Ahouie, 2017), oradan da “dört başı mamur bir refah devleti” inşa etti (Abrahamian, 2009), bir yandan da ülkedeki yabancı kapitalistlerin faaliyetlerine öfkelense bile piyasaya ve özel sektöre açılmış alanı güvence altına aldı (Pesaran, 2008).

Devlet, savaş süresince kitlelerin seferber edilmesi ve devrimin ideolojisinin meşrulaştırılması ihtiyacıyla yüzleşti. Dolayısıyla İran, savaş döneminde kapsamlı sosyal yardım yatırımları yaptı, özel ellerdeki üretici güçleri millileştirdi, devletin elindeki sanayi sektörü iyice büyüdü (Harris, 2017). Dışa dönük olaraksa İran, İsrail’in çevre doktrini”nden koptu, ABD Büyükelçiliği’ni ülkeden kovdu, ABD emperyalizmiyle bağlantılı olan petrodolar ve silâh akışını kesti. Devamında İran, üzerinde “Filistin’le dayanışma” ve “ABD emperyalizmine hayır” yazılı bayrağı eline aldı (Orinoco Tribune, 2023).

Seksenler boyunca ülke, Hizbullah’ı ve İslami Cihad’ı askeri, politik ve teknolojik açıdan destekledi. Antisiyonizm bağlamında Suriye ve İran, yan yana geldi. Bu iki ülke, her ne kadar Lübnan konusunda sürtüşseler de bölge için ikinci önemli dönüm noktası olarak, 2003’te ABD’nin Irak’a açtığı savaşa birlikte karşı çıktılar. Bu itiraz neticesinde ABD’nin dünya genelinde oynadığı role itiraz eden bir güç olarak Ensarullah doğdu.

2000’lerin başında İran’ın “stratejik derinlik” doktrini devlet kademelerinde antiemperyalizmin ve antisiyonizmin teşkil ettiği ideolojik çizgiye bağlılıkla birleşti. Ülke, zamanla yarı sanayileşmiş yarı çevre ülke hâline geldi.

Bölgenin kendi özel Soğuk Savaş’ı bu süreçler üzerinden gelişti. “Direniş ekseni”ni meydana getirecek olan İran ve müttefikleri, ABD, onun yeni-sömürgeci müttefikleri ve İsrail karşısında konum aldılar. Önceki Soğuk Savaş, İngilizlerin ve Amerikalıların destekledikleri gerici krallara ve özel valilere (satraplara) karşı cumhuriyetçi yeniden dağıtım anlayışını ve antisiyonizmi güçlendirirken, bu yeni Soğuk Savaş, kitleleri harekete geçiren silahlı milislerin savunduğu bölgesel politik egemenlik rejimlerini yıkma ve dünya genelinde sermaye birikim süreçleri dâhilinde bağımsız odakları ortadan kaldırma amacı güden Amerika’ya karşı cisimleşti. Bu süreç, tabii ki önceden Arap coğrafyasında görülen Soğuk Savaş’tan, “Arap-İsrail” çatışmasından ayrı gelişebilecek bir süreç değildi (Kerr, 1971).

Doksanlar itibarıyla Arapların normalleşme sürecine girmesi, serbest ticaret bölgeleri yanında ekonomik barış için yolu açtı. Ürdün’de önce fiilen, sonra hukuken açılan yol dâhilinde İsrail’le ilişkiler normalleşti. Filistin dâhilinde Oslo Anlaşmaları, neoliberalizmden yana duran, hem yeni sömürgeci hem de işbirlikçi olan bir sınıfı ortaya çıkarttı. Bu sınıf, ekonomideki normalleşme sürecini yönetti, Batı Şeria’daki ve sürgündeki Filistinlilerin elinde bulunan sermayenin desteklediği tekellerin yönetimine girdi. Söz konusu tekeller, Kıbrıs İnşaat Şirketi örneğinde görüldüğü üzere, hem Körfez’le hem de Lübnan’la bağlantılıydı (Rabie, 2021).

Bu yeni Soğuk Savaş’ın ayazı, öncelikle direniş güçlerini vurdu. Hamas, Hizbullah, FHKC ve İslami Cihad gibi sürece itiraz eden Filistinli ve Arap örgütleri, “terör listeleri”ne dâhil edildiler. Onlara maddi destek sunanlara yaptırımlar uygulandı. Bunlar esasında, Sovyetler dağıldıktan sonra, geride kalan komünist gerillalara karşı uygulanan kuşatma operasyonları dâhilinde devreye sokulan adımlardı (Ajl, 2023a).

Bu “terör listeleri”, örgütleri maddi destekten mahrum kıldı, ideolojik planda onları epey yumuşattı, neticede de ideolojik ve politik tecride yol açtı. Yaptırımlar ve terörist listeleri örgütleri içeriden çözdü. Politik örgütler, baskıyla yüzleşip karantina altına alındıkça ortak bağlar kurdular. İçteki kopuş ve dağılma, bu örgütleri bölgeyi kuşatan, kendi imkânlarına güvenen, kolektif bir güvenlik anlayışı geliştirmeye, bir mimari yapı oluşturmaya, teknolojiyi ve askeri faaliyetleri koordine etmeye itti. Emperyalizm farkında olmadan, kendisine karşı olan güçlerin ideolojik ve politik hedeflerinin ortaklaşmasını sağladı.

Ulusal Kurtuluş ve Toplumsal Yeniden Üretim

Direniş ekseninin sistem karşıtı niteliğini ve sınırlarını anlamak için milli kurtuluş teorisine ve millet meselesine yeniden bakmak, bu olguların emperyalizmin farklı aşamalarında nasıl yorumlanması gerektiği üzerinde durmak gerekiyor.

Tekelci sermaye ve biçimsel sömürgecilik döneminde millet meselesi konusunda geliştirilen “klasik” yaklaşım, dünyayı her bir sömürgeci gücün sömürgelerin aşırı sömürülmesi ve gelirdeki azalma üzerinden yağmaladığı alanlara bölüyordu (Patnaik & Patnaik, 2021). Bu teori uyarınca Lenin, öne çıkıp milliyetçi hareketleri destekledi, sosyalist olmayan hareketlere bile arka çıktı ve bu hareketleri demokrasinin kökleşmesine dönük bir hamle olarak değerlendirdi (Lenin, 1965b, 1965a).

Milli kurtuluş, antiemperyalist bir niteliğe sahipti, çünkü milliyetçi hareketlerin elde ettikleri zaferler, kendisini yeniden üretmesi için ekonomi dışı sömürge gücüne tabi olan sömürgeci birikimin politik yapısına darbe indiriyordu. Ayrıca bu hareketler, biçimsel haklara kavuşmakla kalmadılar. Nihayetinde biçimsel politik haklar için verilen mücadeleler de özgürlükçü hareketlere ihtiyaç duyan yeniden dağıtımla alakalı maddi varlıklardan yana durma potansiyeli bulunan mekanizmalar olmaları sebebiyle önem arz ediyorlardı.

Fanon ve Cabral, burjuva milliyetçiliğine dönük klasik eleştiren ilk isimler oldular. Bugün artık yeni sömürgeciliğin bir parçası olan milli burjuvazi ve milli bilinç, devletlere ve milliyetçi hareketlere saldırmak için kullanılıyor, buna karşın, milli burjuvazi kendi içinden bir muhalefet çıkartıyor.

Ayak sürüyen sömürgeci imparatorluklara milliyetçi hareketlerin dayatması sonucu emperyalizmin mevcut koordinatları değişti. Bahsi edilen muhalefet, tam da ellilerin sonunda ve altmışlarda tekelci sermayenin yeni sömürgecilik aşamasına geçmesiyle birlikte ortaya çıktı (Nkrumah, 1974).[3]

Sovyetler Birliği’nin, ardından Komünist Çin’in varlığı sayesinde dümeninde sağa sola yalpalayan küçük burjuvaların olduğu birçok burjuva milliyetçi devlet, kalkınma projeleri dâhilinde toplumu koruyan adımları atmak, en azından sömürge döneminden kalma kıtlığa son vermek zorunda kaldı (Davis, 2002). Bu milliyetçi hareketler, bayraklarına halklarının esenliğine ve refahına bağlı olduklarına dair sözler yazdılar. Bağımsızlık sonrası liderlerin bu taahhüde bağlı kalmaktan, en azından ona saygı duymaktan başka bir şansı yoktu.

Fanon ve Cabral, eleştirilerini birikim sürecinin dönemleri temelinde geliştirdiler. İki isim de tekelci sermayenin emperyalizmin kaynağı olduğunu, sömürgecilik sonrası kurulan devletlerin yeni sömürgecilik evresine geçiş yaptığını, bu iki dönem arasında bir bağ bulunduğunu söylediler. İki eylemci düşünür, milliyetçi hareketleri teorik ve örgütsel zafiyetleri, bunun yanında, yeniden dağıtım, toprak ve ekmek ile ilgili sömürgecilik karşıtı mücadelenin dillendirdiği vaatleri yerine getirememeleri sebebiyle eleştirdiler.[4]

Fanon ve Cabral, sömürgelikten yeni kurtulmuş milletlerde gelişen “yeni” burjuvazinin üretici güçlerin gelişimini hâlen daha kontrol altında tutan yabancı tekellerin kendilerini yeniden ürettikleri sürecin transmisyon kayışı işlevi gördüklerini söylüyorlardı (Cabral, 1979). Cabral’a göre (1979, s. 141) mesele, “milli üretici güçlerin gelişiminin sahip olduğu hürriyetin yeni sömürgecilik veya sömürgecilik pratiklerinin şiddet araçlarıyla gasp etmesi”ydi. Yeni liderlerin işe yaramaz ideolojileri üzerindeki maskeyi söküp atmak isteyen Fanon ve Cabral, hiçbir şekilde vehme kapılmıyor, yanılsamalardan uzak duruyorlardı. Onlara göre, devletin dümeninde olan politik güçler devrimcileşmeli, “sınıf intiharı”nı gerçekleştirmeliydi. Fanon ve Cabral, yeni oluşan uluslararası düzene asimile olma kararı sapma değil, zorunlu gelişmelerin bir sonucu olduğunu gördüler (Fanon, 1963, s. 99). İkisi de yeni sömürgeciliğe uyum sağlanmasıyla ilgili baskıların herkese boyun eğdirecek ölçüde kuvvetli olduğunu biliyordu.

Aslında buradaki eleştiri, şu türden bir önermeyi temel alıyordu: Sömürgecilik karşıtı partilerin ve hareketlerin ana hedef belirledikleri politik egemenliği esas alan rejim bir meşruiyet kriziyle karşı karşıyaydı. Fanon, sömürgelikten kurtulmak ve politik egemenlik için verilen mücadelenin doğası gereği sahip olduğu değeri savunuyordu (1963, s. 40, 51). Buna karşın, Fanon ve Cabral’ın egemenlik teorisi yetersizdi. Bu yetersizliğin basit bir sebebi vardı: Bu hareketlerin sahip olduğu değerlere aşırı odaklanılmıştı, oysa artık bu değerler ve faziletlerin fiiliyatta bir karşılığı bulunmuyordu.

Milliyetçi hareketler yaygın olarak, politik dekolonizasyonun bir tür lütuf olduğuna inandılar (Awan, 2024). Yaptıkları önemli işler de esasında kendi zaman ve zeminlerinin eseriydi. Bu hareketler, polemik yürüttüler, sağa sola yakarıp durdular. Dekolonizasyon sürecinin kazanımlarını ve politik egemenliğin edinilmesi meselesini hafife aldılar. Bunları, yeni burjuvazinin ve devletin yöneticilerinin avcuna bırakılan birkaç incik boncuk gibi gördüler.

Cabral ve Fanon, bu koşullarda, fikri savaşçılar olarak, milliyetçi hareketleri iyi silahlarla donatıp onlara emekçi halkı özgürleştirecek programlarla bu politik egemenlik denilen kabuğun içini doldurmalarına katkı sundu.

Cabral, özel olarak, kültürü milli kurtuluş için kullanılacak bir silah olarak teorize etti. Fanon ve Cabral, milliyetçi hareketlere hitaben bildiriler kaleme aldılar ve orada bu hareketleri halka hesap veren kitle partileri kurup örgütleme faaliyeti yürütmeye davet ettiler. Aydınlara ve devlet adamlarına seslenen bildirilerde ise onlardan, devlet aygıtının kaymağını yemekten uzak durmalarını öğütlediler, sadece halka hizmet etmeleri talebinde bulundular.

Fanon ve Cabral, Tunus veya Hindistan’da eskiden açken birden göbekli kişilerin devlet kademelerine yerleşeceğini önceden gördü. İnsanların hâlen daha toprağa ihtiyacı olduğunu anladı. Özelde Cabral, üretici güçlerin yeniden edinimi meselesine odaklandı.[5]

Fanon ve Cabral’ın eleştirileri, Afrika’da tekelci ve sömürgeci sermayenin bir dizi yerleşimci devleti desteklediği, esnek, biçimlendirilebilir ve değişken bir yapı olarak varlığını sürdürdüğü koşullarda öneminden hiçbir şey kaybetmedi. Bu anlamda, yeni sömürgecilik veya burjuva milliyetçilik eleştirileri, tekelci sermayenin yeni aşamasının aldığı biçimle ilgiliydi. Bu yeni aşamaya piyasanın alanındaki genişleme süreci damgasını vuruyordu. Söz konusu genişleme ise, yeni oluşan uluslararası işbölümü dâhilinde ithal ikameci veya ihracat odaklı sanayileşmeyle ve proleterleşme sürecinin kapsamındaki genişlemeyle tanımlıydı (Dowidar, 1973; ʻAbdallāh, 1976).

1991 sonrası birikim modeli değişti. Sovyetler’in dağılması ile birlikte gelirlerdeki azalma süreci tüm dünya genelinde hızlandı (Banerjee, 2020; Patnaik, 2007). Kişi başına düşen gıda tüketimi azaldı, köyler yoksullaştı, yedek işçi ordusu büyüdü ve kökleşti, yarı proleterleşme her yanı sardı (Yeros, 2023), dünya ölçeğinde toplumun kendisini yeniden üretme süreci varoluşsal tehditlerle yüzleşti (Ossome & Naidu, 2021). Dünya genelinde emtia zincirleri yeniden yapılandırıldı, Üçüncü Dünya ülkelerinin büyük bir kısmı kapitalist sisteme dâhil edildi, hâlen daha büyük ölçüde birikim sürecini kontrol eden devasa bir devlete sahip olsa da Çin, sistemle kısmen de olsa bütünleşti (Smith, 2016; Suwandi, 2019).

Gıda ürünleri homojenleşti ve finansal işlemlere tabi hâle geldi. Silah olarak kullanılan dolar, sıcak sermaye akışlarının giriş ve çıkışlarındaki stratejik engellere yönelik saldırılarda devreye sokuldu. Böylelikle, kendi egemen parasına yönelik saldırılar üzerinden devletler, finansal şantaj veya bombalanma tehditleri karşısında toplumsal yeniden üretimin toplumla arasındaki bağı koparttılar (Gowan, 1999). Yarı sömürgeleştirme sopasının sallandığı koşullarda (Yeros & Jha, 2020) imha savaşları ve işgaller kural halini aldı (Kadri, 2014).

Dünyadaki yedek işçi ordusu öylesine büyüdü ki dünya birikim süreci açısından bakıldığında, gereksiz görülmeye başlandı. Sermaye, savaşların yok ettiği canlardan fayda sağladı. Dünya ölçeğinde işgücünün yeniden üretimi için gerekli olan kullanım değerlerinin miktarının azalması onun işine geldi (A. Kadri, 2023). Bu, sistemin birikim mantığı ile ilgili bir meseleydi. Yaptırımlar ve büyümeyi durduran adımların İran’a ve Venezuela’ya dayatılması da gelirlerin azaltılmasıyla alakalıydı.

Bu mantık, bilhassa Arap bölgesinde uygulamada. Bu bölge, petrol ve silah tekelleri, finans, petrodolar ve tahvil satın alımları, aynı zamanda savaş yoluyla değer kanununa eklemlendi. Arap coğrafyası, savaşa en fazla meyilli yer. Çünkü burası, diktatörlük ve terörizm tartışmalarıyla örtbas edilen küresel birikim sürecinin merkezi.

Arap dünyası, atıklar yoluyla birikim tarzı için bir deney alanı hâline geldi. Kolombiya Cumhurbaşkanı Gustavo Petro’nun şunu söylemesi tesadüf değil: “Karbon tüketimi en yüksek olan ülkeler, Gazze’de binlerce çocuğun katledilişine neden izin verdiler? Çünkü Hitler onların evlerine çoktan girdi, artık yüksek karbon tüketim düzeylerini savunmaya ve o yoldan çıkma fikrine karşı koymaya hazırlar.” (Fadul, 2023).

ABD’nin Arap coğrafyası ile ilgili geliştirdiği ajanda, geleceğe dair çok şey söylüyor. Bu bölgede sermaye, emperyalizmin aracı olarak, sanayiyi belirli odaklara bağımlı hâle getiriyor, tarım, civardaki müttefik ülkeler için ihracat ürünü üretecek şekilde organize ediliyor, güvenliğin esas siyaset hâline geldiği istikrara kavuşturulmuş yeni sömürgeler, küresel üretim zincirlerine eklemleniyor (örneğin Fas, Mısır ve Tunus; Tunus konusunda bkz.: Mullin, 2023). İstikrarlı bir seyre sahip olan Körfez krallıklarında emlak, finans, petrol ve doğal gaz, ayrıca imalat merkezleri kuruluyor. Bölgedeki kapitalist gelişme, İsrail’le normalleşme süreciyle birlikte ilerliyor. Ardı ardında birçok krallık, İsrail’le normalleşme anlaşmaları imzalıyor.[6] Fakat, Libya, Yemen, Suriye, Irak ve Filistin gibi cumhuriyetçi darbelerle yazılmış tarihlere sahip olan veya milislerin veya daimi orduların bulunduğu ülkelerde bir tür intihar girişimi şeklinde görülen ABD ajandası, kalkınma düzeylerinin aşağı çekilmesine neden olacak bir unsur olarak değerlendiriliyor. Ajandanın amacı, ABD-İsrail hâkimiyetine meydan okuyan bölgesel milis ittifaklarının ve onlara destek olan devletlerin zayıflatılması veya imha edilmesi.

Örneğin Suriye’de Hamas, kendi kadrosunu eğitme imkânına sahipti. 2000’lerde İran ve Suriye arasında tesis edilmiş olan stratejik işbirliği dâhilinde Suriye Hizbullah’ın silah nakliyatı için kullanılan bir merkez hâline gelmişti. Hizbullah’ın en önemli askeri taktisyenlerinden olan İmad Muğniye, 2008’de CIA ve Mossad tarafından katledilene dek Suriye’de ikamet etmişti.

Esasında, Türkiye, İsrail ve Lübnan’daki Gelecek Hareketi gibi taşeronlar ve etkili vekil güçler eliyle yürüttüğü savaşta ABD, mezhepçi milisleri silahlandırdı, eğitti, ideolojik açıdan bunların beyinlerini yıkadı. Bu milisler, Hizbullah’a devlet içerisinden destek sunan güçlere mani olmak için kullanıldılar (Hersh, 2007). Öte yandan, ABD ve Körfez’de neoliberalizm yanlısı güçler, devletleri zayıflattı, böylelikle, 2011’de hızlandırdığı süreç dâhilinde, ABD’nin bu devletleri yıkmaya dönük çabaları için gerekli zemini hazırladı (Donovan, 2023). Kışkırtmalar ve silahlandırma çalışmaları sayesinde süreç savaşa evrildi. Suriye devletine halkçı politikaların teorik havuzu olduğu, aynı zamanda Siyonizm karşıtı milislere destek üssü sunduğu için saldırıldı. 2011’de Körfez’deki krallıkların ve ABD’nin desteğiyle başlayan saldırılar, Hamas’ın şefi Halid Meşal’in Katar’a gitmesine neden oldu. 2012’de Hamas, Suriye hükümetini tanımadığını söyledi. Buna karşın, İslami Cihad, Suriye hükümetiyle ve Hamas’ın silahlı kanadı Kassam’la ilişkilerini muhafaza etti. Kendisini destekleyen güçlerle dostane ilişkilerini sürdürdü (Skare, 2021).

Savaş yüzünden Suriye’deki kalkınma düzeyi ellilerdeki düzeye geriledi. Ormanlar yokoldu, halkın elektriğe ulaşma imkânı kalmadı, GSYİH’si üçte iki oranında küçüldü (al-Asadi, 2020; Gaafar, 2021; Hatahet & Shaar, 2021). Bu süreç dâhilinde, açık silahlı saldırılar yanında, çeşitli yaptırımlar da uygulandı: bu yaptırımlar kapsamında, terör listeleri üzerinden ülkenin politik temsilcileri yasa dışı ilân edildiler, modern toplumlarda ana ekonomik aktör olarak devlet, kapitalist piyasalarda gündelik işlemleri yapmaktan ve ihtiyaç duyduğu malları pazardan temin etmekten alıkonuldu (Capasso, 2023; Doutaghi, 2024; Doutaghi & Mullin, 2022). ABD yaptırımları sebebiyle ilâç ve tarım ürünlerinin temin edildiği kanallar ortadan kalktı (Aita, 2020). Hatta ülke insani yardımlara muhtaç hale geldi.

Irak’ta da benzer bir süreç yaşanmıştı. “Ekmek Karşılığı Petrol” anlayışı yüzünden Irak devleti egemenliğini yitirdi, emperyalizmin desteklediği Birleşmiş Milletler programına bağımlı hâle geldi (Gordon, 2010), böylelikle sanayi küçüldü, çift kullanımlı ithal malların yasaklanmasıyla ulusal savunma sanayiye hâkim hâle geldi. Irak petrolü, New York’taki merkez bankasına akmaya hâlâ daha devam ediyor.

Bu işgal etme amaçlı savaşlarda politik egemenlik inkâr ediliyor ve esas olarak bu egemenliğe saldırılıyor. Savaşlar, savunma amaçlı askeri faaliyetlerde veya toplumsal altyapıda somutlaşmış olan değerler olarak toplumsal artığı tüketiyor. Bunun neticesinde savunma amaçlı sanayi üslerinin yeni birleşime kavuşturulması, ehil işgücünün askeri sanayide kullanılması, düşük vasıflı işgücününse ordulara ve gerilla güçlerine gönderilmesi gerekiyor. Başka bir seçenek de savaşlarda tüketilecek savunma amaçlı silah ve teçhizat için eldeki kıt paranın kullanılması.

Ülkeler, üretime yönelik emeği sermaye stoğuna ek yapmak yerine onu korumak ve sürekli kılmak için kullanmak zorunda. Bu anlamda, emperyalistlerin veya sömürgecilerin işgal amaçlı yürüttükleri savaşlara karşı geliştirilen savunma pratiklerinin, Lübnan gibi bu tür savaşlara karşı ateşkes hattını güçlü tutma veya İran gibi ülkelerin geliştirdikleri ileri savunma pratiklerinin sistem karşıtı bir niteliğe sahip olduğunu görmek gerekiyor. Kitlelerin harekete geçirildiği halk savaşları, emperyalizmin Arap dünyasını mahkûm ettiği yenilgi hissiyatını söküp atıyor. Şimdi, bu türden savaşları bugün Arap-İran bölgesinde vermekte olan politik güçlerin analizine geçebiliriz.

Direniş Ekseni

Direniş ekseni, ABD-İsrail ajandasına karşı olan devlet ve milis güçlerini ifade ediyor. Eksenin en önemli bileşeni, devrim sonrası inşa edilmiş olan İran. Bu ülke, Suriye, Hizbullah, Filistinli direniş örgütleri, Yemen (Ensarullah) ve Irak’taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) gibi, İsrail karşıtı direniş adına ele silah alan veya direnişe maddi altyapı sağlayan silahlı hareketleri ve devletleri 1979’dan beri destekliyor.

İçeride ise İran, devrimden beri kendi iç sanayileşme sürecini kendi iç kaynaklarıyla yürütüyor. Bu bazen kesintiye uğrayan süreçte İran, kendi bağımsız askeri savunma kapasitesini oluşturmak için gerekli teknolojik temeli inşa etmiş durumda (Czulda, 2020; Hashim, 1992). Bu sayede elindeki teknolojiyi bölgedeki güçlerle paylaşabiliyor, onlara operasyonel eğitim sağlayabiliyor, en seçkin birliklerini yakındaki Arap devletlerinde egemenliğin savunulması veya tesisine katkıda bulunsun diye bu ülkelere gönderebiliyor, ayrıca teknik ve lojistikle alakalı uzmanlığını başka güçlere sunabiliyor.

Bu savunma-caydırma stratejisi, İsrail’e ve ABD’ye düşmanlık, devrimi savunma arzusu ve İran şehirlerinde yaşanabilecek sıcak savaş durumlarından kaçınma çabası üzerinden oluşan ideolojik kanaatin ürünü. İran’ın varlığı, bizi bugün bölge ölçeğini anlamak için gerekli olan “özsavunma” anlayışını yeniden düşünmeye zorluyor.

Söz konusu strateji, İran’ı bölgenin “kötü ruh”u olarak takdim etmek için kullanılıyor. Bu imaj çalışması dâhilinde İran, terörizmin, emperyalizmin ve hâkimiyet kurma girişimlerinin öznesi olarak gösteriliyor. Bu konuda iki ayrı dile başvuruluyor ve bu iki dil de İran’ın faaliyetlerini açıklamak için “özsavunma” kavramının yeterli olmadığını söylüyor. Burada sunulan bazı açıklamaları ve işaret ettiği yerleri inceleyeceğiz, ardından da İran’ın bölgeye yönelik politikalarını teorik düzlemde izah etmeye çalışacağız.

Ana akıma mensup sosyal bilimciler de kitabi olmayan yaklaşımı benimseyenler de ortak bir dile başvuruyorlar ve bu kişiler, daha çok direniş eksenini ekonomist açıdan ele alıyorlar. Buradan da İran’ın sosyalist ideolojiden mahrum olduğu, burjuva projeler dâhilinde hareket ettiği, eksenin emperyalist, alt-emperyalist, hegemonik veya yerli burjuva sınıfına ait projelerin yansıması olduğu söyleniyor.

Bu formüller, birikim meselesini indirgemeci, biçimci ve Avrupamerkezci bir açıdan analiz ediyor, savaşı birikim sürecinin tali unsuru olarak ele alıyor, onu ilgili süreci teşkil eden unsur olarak görmüyor. Uluslararası İlişkiler teorisi de güvenlik çalışmaları alanında kalem oynatan, ana akıma mensup kişilerin ürettikleri teoriler de direniş eksenini birinin kazanıp diğerinin kaybettiği basit bir oyunda muarrızlarına karşı mücadele eden jeopolitik kaplara indirgiyor.

İlk argüman kümesi, Ruy Mauro Marini’nin (1969) BRICS için kullandığı “alt-emperyalizm” terimine yaslanıyor. Marini, alt-emperyalizmin, ekonomik gücün tekellerde toplaştığı ve finansla kaynaştığı durumda yarı-çevre ülkelerde kapitalizmin gelişim sürecinde ortaya çıkmış bir aşama olduğunu söylüyordu.

Üretkenlik, ithal teknolojinin uygulamaya konulması ile birlikte artıyor. Ama aşırı sömürü, iç piyasayı kısıtlıyor, alt-emperyalist gücü ürünlerini değerli kılmak adına ihracat piyasalarını güvence altına almak zorunda bırakıyor (Higginbottom, 2010). Emperyalist kapitalist sektörle bazen cedelleşen bazen de ekmeğini bölüşen milli kapitalist sektörün güçlenmesiyle birlikte “çelişkili bir işbirliği” oluşuyor (Valencia, 2017, s. 76–77).

İran’ın emperyalist veya alt-emperyalist olduğunu söyleyenler (Collective, 2019), ülkenin Irak ve Lübnan’a yönelik ekonomik ilgisine işaret ediyorlar. Oysa ticaretle ilgili istatistikler, alt-emperyalizm meselesini ele alan politik sosyolojinin ana zemini olamaz. Bu istatistikler, kapitalist sistem içinde cereyan eden sermaye hareketlerinin empirisist göstergeleridir. Direniş ekseni de bu harekete dâhil ediliyor ve herkes, süreci buradan tarif ediyor (Kadri, 2019).

İran’ın Lübnan’a ihracatı Hizbullah’a sunduğu ekonomik destekle sınırlı. Yemen’e ve Filistin’e ihraç ettiği hiçbir şey yok. Irak’a ihracat yüksek düzeyde ama o da 2003’ten sonra, Irak’ın üretim kapasitesinin azalması ve ABD yaptırımları üzerinden artmış (Guzansky, 2011, s. 92–93). Haşdi Şabi’ye yönelik destek ise IŞİD’in Irak’ı ele geçirmesine cevap olarak gündeme gelmişti (Arif, 2019).

Lübnan Hizbullahı’na yönelik güç aktarımı, esasen sömürgeci, mezhepçi ve emperyalizm destekli şiddete cevap olarak gerçekleşti.[7] Bu anlamda, sistem karşıtı güç aktarımı ile sistem yanlısı güç aktarımını denkleştiren, İran’ın ABD ile “çelişkili bir işbirliği” içerisinde olduğunu söyleyen “alt-emperyalizm” anlayışının bir anlamı yok. Öte yandan, şunu görmek gerek: Marini, içteki aşırı sömürüyü ülke dışındaki üretimle ilişkilendiriyor. İran kapitalist, ama içte ücretlerin bastırılması işlemi yaptırımlarla uygulanan azami baskı rejimi ile bağlantılı (Nosratabadi, 2023). Ayrıca, ülkenin toplam milli sermayesi, ABD’nin yaptırımlar üzerinden uyguladığı baskıyla yüzleşiyor.

“Alt-emperyalizm” kavramının kapsamını İran’ı içerecek şekilde çekiştirip genişlettiğinizde, kavram anlamsızlaşıyor, onu zihinde somutlarken dikkate alınan tarihsel süreçler çöpe atılıyor, buradan da kavram, Marksist bir kavrammış gibi kulağa çalınsa da aslında küçültücü ve hakaretamiz bir ifadeye dönüşüyor.

Uluslararası ilişkiler teorisi, analiz ettiği ulus devletler arasındaki sınıfsal çıkar farklılıklarını dikkate almıyor. Bu teori, analiz düzeyinde, milleti savunmak veya kurtarmak için yürütülen, üretici güçleri emperyalizmin kontrolünden kurtarma veya onları yıkıma karşı koruma derdinde olan savaşlarla saldırı ve işgal amaçlı savaşları bir tutuyor.

İran’ın yapıp ettiklerini izah ederken, “Alt-emperyalizm”den daha iyi bir kavrama ve anlayışa ihtiyaç var. Bir tarafın kaybettiği, diğer tarafın kazandığı oyunda hegemonya için dövüşen, sınıflardan azade, milletlerden oluşan bloklardan veya dünyadaki birikimde kendisine düşen pay için mücadele içine giren “rakip kapitalizmler”den başka bir şey görmeyen liberal veya “gerçekçi” uluslararası ilişkiler teorisinden uzak durmak gerekiyor.

Birikim, artı değerin yığılması demek. Birikimi teorize etmek için soyutlamalardan istifade edilebilir ama birikim soyut değildir. Ayrıca birikim, kapsamı genişlemiş yeniden üretim sürecine de indirgenemez.

İlkel birikim veya ekonomi dışı gücün belirli bir toplumsal formasyonda üretim modellerini etkilemek için kullanılması (Patnaik, 2017), tarihsel kapitalizme ait bir olgudur. Kapsamı genişletilmiş birikim, sermayenin evrimindeki tarihsel bir momenttir, ama bu moment her yerde oluşmaz; “gerici” ilkel birikim de daimi ilkel birikim de genişletilmiş yeniden üretimi önceleyen tarihsel aşamalar değildir, aslında onun özünü teşkil eden unsurlardır (Moyo vd., 2013; McMichael, 1990). İşgal savaşlarıyla devlet egemenliğini ihlal eden pratikler, atık yoluyla birikim sürecini teşkil ederler. Sosyolojik bir olgu olarak emperyalizm, silah fabrikalarının çalışmalarını, kontrgerilla faaliyetlerini, gözetleme pratiklerini ve kara üslerini, ayrıca bu süreçler için gerekli olan istikrarı temel alır (Capasso & Kadri, 2023).

Emperyalizme karşı milli egemenlik için verilen savaşlar, işçi sınıfı yanlısı savaşlardır. Değer kanunu, işgal, yaptırımlar, toplumsal altyapının yıkımı, insanların öldürülmesi, ömür süresinin kısaltılması üzerinden ilerlediği için, savunma savaşları, Arap coğrafyasında sahip olduğu mekanizmanın belirli bir kısmından mahrum kalmıştır. Sömürgeci ve yeni sömürgeci güçlerin hiç saygı göstermedikleri biçimsel haklar ve demokratik haklar alanı genişliyor. Dişlilerden, çarklardan ve kumanda kollarından oluşan makineyi söküp parçalayan savunma savaşları, birikim sürecinin motorunun işlemesini sağlıyor. Buradan şu tespiti yapabiliriz: İsrail zayıflarsa emperyalizm de zayıflar.

Sınırları yeterince güçlendirilmiş devlet sınırları ve İsrail gibi askeri ve emperyalist yerleşimci genişlemeye dayalı mantığa sahip bir gücün varlığı, birikim için lazım olan ekonomi dışı süreçleri ortada kaldırıyor.

Sosyalizme geçiş meselesi, milli egemenliğe ve antiemperyalizme indirgenemez ama bu meselenin ekonomi dışı süreçler olmadan gerçekleşme imkânının bulunmadığını da görmek gerekiyor. Bu süreçler gerekli ama tabii ki kâfi değil.

Ayrıca kimse, İran’ın silahlanma sürecini AB ve ABD’nin silah ticaretiyle veya silah yardımlarıyla kıyaslayamaz. ABD ve AB’nin silahları, emperyalist birikime, emtia kanalları, insan ömrünü kısaltacak şekilde kullanılması ve işçileri dünya genelinde katletmesi, dahası, yenilgiyi bilinçlere kazımak suretiyle emeğin kavga iradesini kırması üzerinden doğrudan katkıda bulunuyor.

İran ise silahlarını ve eğitimi hiçbir bedel almadan sunuyor, bu anlamda İran, “yoksulların silaha erişme imkânı”nı ifade ediyor (Moussaoui, 2023, s. 179). Genelde İran, devlet ve altdevlet düzeyinde ortaklık kurduğu güçlere planlarını bilabedel paylaşıyor. Bu anlamda, ABD ve İsrail’in imzaladığı silah anlaşmalarından niteliksel açıdan farklı bir ilişki kuruyor. İran, bu türden kullanım değerlerini dağıtırken, ABD ve İsrail onları metalaştırıyor. İran’ın yaptığı anlaşmalar ayrıca, anlaşmaya taraf olan ülkelere yönelik askeri saldırılara mani olmak veya karşı koymak suretiyle, insan ömrünü uzatıyorlar. Pratikte o silahlar, kullanıldıkları vakit, ABD ve İsrail’in bölgedeki faaliyetlerinin en önemli başarısı olan yenilgi hissinin ortadan kalkmasını sağlıyorlar.

Bu anlamda, işgal savaşları ve ilkel birikime karşı koyma becerisine kapsamı genişletilmiş birikimin temelini oluşturma ve toplumsal yeniden üretimi güvence altına alma konusunda ihtiyaç duyulduğu koşullarda, ilgili becerinin dünya ölçeğinde sınıfsal bir muhtevaya sahip olduğunu görmek gerekiyor. Farklı coğrafi ölçeklerde yürütülen direniş, devletin sahip olduğu beceriyi kuşatan kabuğu sertleştiriyor. Bu kabuk, tabii ki işçi sınıfının toplumsal düzeyde kendisini yeniden ürettiği sıcak beşik değil, ama bu yeniden üretim öncesinde zaten devletin hastane, okul, çöp toplama merkezleri, temel istatistikleri bir araya getirecek kurumları ve bürokratik kararların alınacağı kurumları, toplumsal refahın hizmetinde olacak şekilde vasıflı ve vasıfsız işçileri örgütleyecek fiziki örgütleri, yani emperyalizmin hedefe koyduğu Arap ülkelerinde onun yıkıp parçaladığı tüm yapıları inşa edebiliyor olması gerekiyor (bkz.: Alhaffar ve Janos, 2021; Anon, n.d.; Lafta & Al-Nuaimi, 2019).

Her devlette egemenlik için kullanım değerlerinin halk sınıflarına temin edilmesi amacıyla, birikim sürecini düzenleme, demokratikleştirme ve kökleştirme yönünde çalışmalar yürütülmesi gerekiyor. Bir ülkede artığın askeri kapasiteye veya müttefiklere tahsis edilmesi, içteki toplumsal yeniden üretim sürecinden ayrı ele alınamaz. Farnia’nın (2023) İran konusunda dile getirdiği biçimiyle, bu konunun “otoritarizm”le değil, refah devletiyle (Harris, 2010) ve havacılık, nükleerden istifade eden alanlar ve ilaç sektörü ile bağlantılı AR&GE çalışmalarına yönelik yatırımla alakası vardır. Aynı şekilde, Baas’ın başarılı millileştirme ve yeniden dağıtım politikaları ardından yaşadığı askeri yenilgi ve sermayenin Körfez’e akıtılması karşısında (Ajl, 2019; Matar, 2016) Suriye, gıda üretimini sürdürme, sektörlerin idamesi için gerekli birikimi oluşturma ve sağlık alanındaki kazanımları muhafaza etme gibi hususlarda gerekli olan becerilere hâlen daha sahip (Sen, 2019).

Devletlerin dışında bir de bölge genelinde direniş projesine katkı sunan milis güçlerinden ve ordulardan da bahsetmek gerekiyor. Bu güçlerden biri olan Hizbullah, seksenlerden itibaren İran’ın yardımıyla gelişme kaydetti. Suriye, İran’a bağlı İslami Devrim Muhafızları birliklerinin seksenlerde Lübnan’ın güneyinde eğitim kampları kurmasına izin verdi. Hareket, Lübnan’daki mezhep sistemi ve mezhepçi-kapitalist devlet aygıtı içerisinde gelişme kaydetti. İlgili aygıtı Fransız sömürgeciliği imal etti, ABD ise dışarıdan burnunu soktuğu sıcak savaş sonrası imza edilen neoliberal barış üzerinden imzalattırdığı Taif Anlaşması ile bu aygıta destek sundu (George, 2019; Wakim, 2021).

Lübnan’ın güneyini işgal eden İsrail’e karşı gerilla mücadelesi veren Hizbullah, Siyonistlerin 2000’de çekilmesini sağladı, böylelikle işgal altındaki halkların ve sömürge halkların sömürgecilikle ve emperyalizmle mücadele konusunda silah seçeneğiyle daha fazla ilgilenmesi için gerekli zemini oluşturdu. Ülke içerisinde Hizbullah, topluma hizmet kurumlarından oluşan bir ağ meydana getirdi, güneyde bilhassa Şii nüfusunun işçi kesimini hedef alan çalışmalar yürüttü (Cammett, 2015; Love, 2010). 2006’da lojistik, teknoloji ve örgüt yapısını güncelleyip halk savaşını dillendirmeye başlayan Hizbullah (Matthews, 2011), Lübnan’a sızan İsrail güçlerini defedecek, Siyonizmin ve onun ardındaki ABD’nin belini kırabilecek mertebeye ulaştı.

Yemen’de Ensarullah, ilkin silahlı ayaklanma başlatan, Saada denilen azgelişmiş bölgede yaşayan Zeydilere mensup Yemenlilerin “marjinalleşme”ye dair şikâyetlerinin bir neticesi olarak ortaya çıktı (Forster & Kinnear, 2023). Hareketin lideri Hüseyin Husi, ilk başta zaten varolan kültürel diriliş hareketini politikleştirme meselesine odaklandı. Vaazları daha çok İsrail ve ABD’nin Müslümanların onurunu nasıl ayaklar altına aldığı ve onları nasıl güçsüzleştirdiği ile ilgiliydi. Siyonizme ve ABD’ye yönelik bu alabildiğine kültürcü tepkiye dini ifadeler üzerinden dile getirilen bir düşman tanımı eşlik etti. Hareket içerisinde, Batının tehditleri karşısında sergilediği özgüvenli duruşu ve azmi sebebiyle İran’a, İran toplumunun her sahasında ABD ve İsrail karşıtı öfkeyi yerleştirdiği için Humeyni’ye saygı duyan bir tavır gelişti (Albloshi, 2016). Daha sonrasında ABD’nin Irak’a saldırması üzerine hareket daha da radikalleşti, büyüdü ve politikleşti. Bu anlamda, Ensarullah, Arap milliyetçiliğini cumhuriyetçi ve kitleleri seferber eden bir ideolojiye evrilten politikleşme süreciyle ve Nekbe’nin tetiklediği politikleşme sürecine benzer biçimde, kitleler nezdinde anti-emperyalizm rengiyle daha fazla boyandı (Al-Hardan, 2015; Al-Kubaisi, 1971).

Süreç içerisinde Ensarullah, ideolojisine popülist bir sınıf analizini ve devrim söylemini ekledi. Bu bayrak, sonrasında Hüseyin Husi’nin katledilmesi sonrası yeni lider Abdülmelik Husi’ye geçti. Yeni lider, devlet inşası düzleminde artık “cumhuriyetçi hükümet konusunda devrimci modelin öne çıkartılması”ndan bahsediyor, “birey, ırk, sınıf veya bölge fark etmeksizin zulmün tüm biçimlerine karşı olduğunu” söylüyor, “kapsamı genişletilmiş, ana kilit unsuru halkçı egemenlik anlayışı temelinde devletin karar alma süreçlerinde tümüyle bağımsız olması gerektiği üzerinde duran bir devrimci proje”ye vurgu yapıyordu (Aktaran: Schmitz, 2022, s. 199).

İran, Abdülmelik Husi için de bir yol göstericiydi: “İranlılar, hayatı güvence altına alıp insanlar geliştirmediler mi, milletler inşa etmediler mi?” Husi de Araplardaki radikal cumhuriyetçiliğin eskiden üstlendiği rolü İranlıların üstlendiğini, bu anlamda, “onur ve şeref”ten kök alan milli kurtuluş davasının öncülüğünü İranlıların yaptığını düşünüyordu.

2014-2019 arası dönemde Husilerin geliştirdiği toplum vizyonu, adil vergi, temel ürünlerin fiyatlarının belirlenmesi, toplumsal yeniden üretimin devlet koruması altına alınması gibi anlayışlar üzerinden somuta taşındı (Abdulfali & Root, 2020). Önsözünü şehit lider Salih Ali Samed’in yazdığı 2019 tarihli Milli Vizyon Belgesi, karma ekonomiyi denetleyen, ithal ikamecilik üzerinden bağımsız sanayileşme sürecini yöneten, milli kaynakları ülke içerisinde dönüştüren, kendine yeterli, tarımda ekolojik dönüşümlere imza atan, sağlık hizmetlerinin kapsamını genişleten “güçlü” ve “adil” bir devlet talebinde bulunuyordu (Republic of Yemen, 2019).

Askeri düzlemde Ensarullah, milletin resmi silahlı kuvvetlerine mensup belirli unsurlarla birleşerek, gerilla örgütünü milli bir orduya dönüştürdü. Ensarullah, tanksavar ve gemisavar silahların eğitimi yanında, kara mayınları, füzeler ve dronlar gibi askeri kapasiteye ait temel unsurların güçlendirilmesi için sanayileşme alanında Hizbullah ve Devrim Muhafızları ile kurduğu ilişki sayesinde teknolojisini güncelleyip geliştirdi (Moussaoui, 2023, s. 222). Hizbullah ve İran, aynı zamanda askeri eğitim ve propaganda faaliyetleriyle ilgili imkânlar konusunda da örgüte yardımcı oldu (2023’teki savaşta üç gücün medya stratejilerinin ortaklaşması bu sürecin bir yansıması).

Sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı pratikle ve vizyonla ilişki dâhilinde, 2015’ten itibaren Ensarullah, nüfusu azaltma ve soykırım temelli kontrgerilla faaliyetlerini esas alan savaş dâhilinde, sistematik bir biçimde tarımı ve diğer üretim sektörlerini hedef alan “Suudi-Amerikan” saldırılarına karşı milli kurtuluş savaşı yürüttü (J. Kadri, 2023; Mundy, 2017). Yemen silahlı kuvvetleri kitlelerin seferber edildiği, askerlerin ideolojik düzeyde örgütlenmesini şart koşan, karşı tarafın teknolojik üstünlüğünü aşmaya yönelik gelişkin taktiklere ihtiyaç duyan kapsamlı bir halk savaşı yürüttüğünü gördü. Teknolojik üstünlüğün aşılması için Hizbullah’taki birikimden ve ustalıktan istifade edildi (Moussaoui, 2023, s. 222–226).[8]

İran’ın Yemen’e savunma alanında lojistik ve malzeme konusunda yaptığı yatırımla güçlendirilen silah kapasitesiyle birlikte Yemen, Suudileri ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni barış masasına oturmaya zorladı. Zira bu güçler, petrol ve doğal gaz altyapısının, rafinerilerin ve yükleme noktalarının tehdit altında olduğunu gördüler. Teknolojinin güncellenmesine dönük adımlar, savunma sahasındaki endüstriyel gelişim ve savunma silahlarının kapasitesindeki artış, hep birlikte, güç durumda olan ulus devletler veya çevre ülkelerdeki yeniden üretim faaliyetlerindeki artış için gerekli alanı güvence altına aldı.

Sonuç

Bahsini ettiğimiz bölgesel güçler, genelde İsrail’in yerleşimci sömürgeciliği, özelde Gazze’deki kuşatmaya karşı yürütülen gerilla savaşında, karşı tarafa göre güçsüz olan Filistinli milis kuvvetleriyle ittifak kurdular.

Bu güçler, ekonomik gelişme konusunda farklı yönelimlere sahipler, hatta belirli hususlarda aralarında kimi anlaşmazlıklar mevcut, ama buna rağmen bölge halklarının esenliği için zaruri olan politik egemenliğin tesisi veya bu halkların pratikte aktif olarak savunulması meselesi gündeme geldiğinde hepsi bir araya geldi.

Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, ABD emperyalizminin mevcutta uyguladığı stratejiler, milli egemenliğe vurgu yapan teoriye ve pratiğe, bunun yanında, sosyalist inşada özsavunmanın rolüne tekrar bakmamızın şart olduğunu ortaya koydular. ABD’nin Arap coğrafyasında devlet çökertme ve geri bıraktırma amacını güden bir siyaseti uyguladığı, bu coğrafyanın ABD’nin başvurduğu gelirlerin düşürülmesi, istikrarsızlaştırma, geri bıraktırma ve devletsizleştirme yöntemlerinin sınandığı bir alana dönüştüğü koşullarda, devletin egemenliğini savunan güçleri “burjuva milliyetçi”, “devlet kapitalist” gibi etiketler üzerinden çöpe atamayız. Bu tür tarifler kendi içinde, biçimsel açıdan doğru olan kimi unsurlar içeriyor olabilirler. Ama bu tarifleri temel alan yaklaşımlar, “atığın” birikim alanına bir tür girdi olarak dâhil olduğu, ABD öncülüğünde cereyan eden birikim sürecinin mevcut aşamasının genel çerçevesini çizdiği stratejik ortamı görmekten alıkoyuyor.

İran’ın ve Arap devletlerinin ellerindeki kapasiteye yönelik sistematik saldırılar, geri bıraktırma politikası, askeri, politik ve hukuk kuşatma, atık yoluyla birikim sürecinin ve dünya ölçeğinde emekçi halklara yönelik saldırının parçası olarak görülmeli.

Mevcut birikim stratejilerini anladığımızda, devletin egemenliğinin savunulması denilen şeyin konjonktürde oynadığı rolün hayırlı bir rol olduğunu, giderek genişleyen birikim sürecine yön verecek planlama politikaları için bir zemin sunduğunu göreceğiz (Yemen’in 2019 tarihli milli vizyon belgesi bu konuda önemli bir örnek).

Bu tür vizyonların sınırları tabii belirlenebilir, belirlenmelidir de. Ama bu tür eleştiriler, hayal dünyası değil, gerçekler üzerinden yapılmalı.

ABD ve İsrail’in yürüttüğü operasyonlar, bahsi edilen milletlerin kapitalist gelişim sürecinin belirli koşullar üzerinden, güvenlik ve finans şemsiyesi altında bütünleşmesine neden oluyorlar. Bu bağlamda, bugün faal olan direniş ekseni, Filistin yakınındaki ve civarındaki ülkelerde devletin çöküşü meselesini savuşturmada özgürleştirici niteliğiyle önemli bir rol oynuyor, aynı zamanda, kalkınma yoluyla birikimi yok eden güce karşı halkın refahını ve halkların toplumsal yeniden üretimini koruyor.

Max Ajl
Mart 2024
Kaynak

Dipnotlar:
[1] FHKC’ye bağlı Ali Ebu Mustafa Tugayları, Fetih’e bağlı Aksa Şehitleri Tugayları, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi’ne bağlı Ömer Kasım Güçleri, Filistin İslami Cihadı ve Mücahidin Tugayları saldırıya iştirak ettiler.

[2] Hesaplama şu veri tabanı üzerinden yapıldı: Stockholm International Peace Research Institute (Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü -Sipri).

[3] Avrupa iktisadi tarihine revizyonist bir yaklaşım üzerinden bakan isimlere göre Avrupa kapitalizmi dekolonizasyon sürecine esasta olumlu yaklaştı; şu çalışmalardaki reddiye yüklü analizlere bakılabilir: Depelchin (1992) ve Saul (2016).

[4] Cabral’ın Nkrumah eleştirisinin sadece içeriğine değil bu bağlam dâhilinde, orada kullanılan dile de bakılmalı. Bu hususu bana açık bir biçimde anlatan Ziyad Nabulsi’ye teşekkür ederim.

[5] Hindistan ve ABD’deki planlama programları dâhilinde gelişen muhalefeti, “göbekliler” içerisindeki farklılıkları ve planların uygulanması ile ilgili bir çalışma için bkz.: Ajl ve Sharma (2022).

[6] 2020’de Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas’la normalleşme anlaşmaları imzalandı.

[7] Bugün Fransa, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın devlet veya yurttaşları düzeyinde IŞİD’i destekledikleri ya da finanse ettikleri açıktan kabul ediliyor. ABD’nin, bu örgüte yönelik para akışının farkında olmaması imkânsız.

[8] Yapılan bu askeri değerlendirmede Doğu ve Güneydoğu Asya’da komünistlerin yürüttükleri halk savaşlarının etkisini kimse inkâr edemez (Matthews, 2011). Bu konuyla ilgili olarak beni bilgilendirdiği için Patrick Higgins’e teşekkür ederim.

Kaynakça
‘Abdallāh, I. OE. (1976). Na
wa niām iqtiādī ʻālamī ǧadīd: dirāsa fī qaāya ’t-tanmiya wa’t-taarrur al-iqtiādī wa’l-ʻalāqāt ad-daulīya. Kahire: al-Hai’a al-Mioerīya al-‘Āmma li’l-Kitāb.

Abd Allah, T. (1976). Al-haraka al-wataniyya al-tunisiyya: rawiyya sha’biyya qawmiyya, 1830–1956. Maktaba al-jamahir.

Abdalla, I. S. (1994). “Development of Egypt: Two experiences and three scenarios”. L’Égypte Contemporaine, 85(435–436), s. 5–64.

Abdulfali, M., & Root, J. (2020). “How Iran’s Islamic revolution does, and does not, influence Houthi rule in Northern Yemen”. Sana’a Center For StrategicStudies. Sanaa.

Abrahamian, E. (2009). “Why the Islamic republic has survived.” Merip. Türkçesi: İştiraki.

Ahouie, M. (2017). “Ali Shariati on the question of Palestine: Making a sacred symbol for uprising against injustice and domination.” Yayına Hz.: D. J. Byrd & S. J. Miri, Ali Shariati and the future of social theory (s. 200–211). Brill.

Aita, S. (2020). “The unintended consequences of U.S. and European unilateral measures on Syria’s economy and its small and medium enterprises.” The Carter Center.

Ajl, M. (2019). “The political economy of Thermidor in Syria: National and international dimensions.” Yayına Hz.: L. Matar & A. Kadri, Syria: From national independence to proxy war (s. 209–245). Springer.

Ajl, M. (2023a). “Interview with Charlottes Kates.” Agrarian South Research Bulletin, 19, 13–27.

Ajl, M. (2023b). “Planning in the shadow of China: Tunisia in the age of developmentalism.” Comparative Studies of South Asia, Africa and the Middle East, 43(3), 456–470.

Ajl, M., & Sharma, D. (2022). “The green revolution and transversal counter movements: Recovering alternative agronomic imaginaries in Tunisia and India.” Canadian Journal of Development Studies / Revue Canadienne d’études Du Développement, s. 1–21.

Al-Asadi, M. (2020). “Financing options for post-conflict recovery and reconstruction in Syria a background paper.” SPAF report UN-ESCWA.

Albloshi, H. H. (2016). “Ideological roots of the Hūthī movement in Yemen.” Journal of Arabian Studies, 6(2), s. 143–162.

Alhaffar, M. H. D. B. A., & Janos, S. (2021). “Public health consequences after ten years of the Syrian crisis: A literature review. Globalization and Health”, 17(1), 111. DOI.

Al-Hardan, A. (2015). “Al-Nakbah in Arab thought: The transformation of a concept.” Comparative Studies of South Asia, Africa and the Middle East, 35(3), 622–638.

Al-Kubaisi, B. R. (1971). “The Arab nationalists movement 1951-1971: From pressure group to socialist party” [Doktora Tezi]. American University.

al-Saleh, S. (2022). Britain’s prison labor camps: Imperial-Zionist class war against Palestinian men. MA, NYU.

Anon. (2015). “Renseignement. Comment le Mossad a aidé le Maroc à tuer Ben Barka.” courrierinternational.

Anon. (n.d.). “Gaza: UN expert condemns ‘unrelenting war’ on health system amid airstrikes on hospitals and health workers.” OHCHR.

Arab Republic of Egypt. (1978). “Adverse economic effects resulting from Israeli aggressions and continued occupations of Egyptian territories”. Institute for National Planning.

Arif, B. H. (2019). “Iran’s struggle for strategic dominance in a post-Isis Iraq.” Asian Affairs, 50(3), s. 344–363.

Aruri, N. H. (1972). “The search for stability, 1959–1965”. Yayına Hz.: N. H. Aruri, Jordan: A study in political development (1921–1965) (s. 165–86). Springer Netherlands.

Awan, A. (2024). “Political form and colonial underdevelopment in Aimé Césaire and Frantz Fanon.” Basılmamış elyazması.

Azzouz, A. (1988). L’histoire Ne Pardonne Pas: Tunisie: 1938-1969. L’Harmattan.

Banerjee, A. (2020). “The longer ‘food crisis’ and consequences for economic theory and policy in the South.” Yayına Hz.: P. Jha, P. Yeros & W. Chambati, Rethinking the social sciences with Sam Moyo (s. 152–79). Tulika Books.

Beit-Hallahmi, B. (1987). The Israeli connection: Who Israel arms and why. Pantheon Books.

Cabral, A. (1979). Unity and struggle: Speeches and writings of Amilcar Cabral. Monthly Review Press.

Cammett, M. (2015). “Sectarianism and the ambiguities of welfare in Lebanon.” Current Anthropology, 56(S11), S76–S87.

Capasso, M. (2020). “The war and the economy: The gradual destruction of Libya.” Review of African Political Economy, 47(166), 545–567.

Capasso, M. (2023). “Theorising sanctions as warfare: Insights from the US-Led aggression on Libya.” World Review of Political Economy, 14, 555–584.

Capasso, M., & Kadri, A. (2023). “The imperialist question: A sociological approach.” Middle East Critique, 32(2), s. 149–166.

Chaieb, E., & Dahan, L. (1981). La Présence américaine dans les pays du Tiers Monde: exemple de la Tunisie. Conseil national culturel arabe.

Collective. (2019). “Leftists worldwide, stand by the protesters in Iran!” ROAR.

Czulda, R. (2020). “Defence industry in Iran – between needs and real capabilities.” Defense and Security Analysis, 36(2), 201–217.

Davis, M. (2002). Late Victorian Holocausts: El nino famines and the making of the Third World. Verso.

Depelchin, J. (1992). From Congo free state to Zaire: How Belgium privitized the economy. Codesria.

Donovan, H. P. (2023). “Gunning for Damascus: The US war on the Syrian Arab republic.” Middle East Critique, 32(4), s. 1–25.

Doutaghi, H. (2024). Wealth drain and value transfer: A study of the mechanisms, harms, and beneficiaries of the sanctions regime on Iran. Carleton University.

Doutaghi, H., Mullin, C. & Farnia, N. (2022). “How sanctions are a weapon of imperialism, used to subordinate the Global South. Opinion.” geopoliticaleconomy.

Dowidar, M. (1973). “The import substitution pattern: A strategy of growth within dependency. The possible alternative pattern of development.” ET/CS/2461/07. IDEP.

El Nabolsy, Z. (2021). “The military, the developmental state, and the 2013 coup in Egypt.” Yayına Hz.: G. K. K. Jr & K. A. Kalu, Democratization and military coups in Africa: Post-1990 political conflicts (s. 97–127). Rowman & Littlefield.

Fanon, F. (1963). The wretched of the earth. Grove Press.

Farnia, N. (2023). “The Iranian-American intelligentsia in U.S. foreign affairs: Ahistoricism, anti-structuralism, and the production of idealism.” Middle East Critique, 32(2), 243–258.

Farsakh, L. (2002). “Palestinian labor flows to the Isreali economy: A finished story?” Journal of Palestine Studies, 32(1), 13–27.

First, R. (1974). Libya: The elusive revolution. Africana Pub. Co.

Forster, R., & Kinnear, H. (2023). Ansar Allah. In The Handbook of homeland security (s. 335–44). CRC Press.

Gaafar, R. (2021). “The environmental impact of Syria’s conflict: A preliminary survey of issues. Arab Reform Initiative.” arabreform.

Gendzier, I. L. (2015). Dying to forget: Oil, power, Palestine, and the foundations of U.S. policy in the Middle East. Columbia University Press.

George, N. D. (2019). “A third world war: Revolution, counterrevolution, and empire in Lebanon, 1967–1977”. Doktora Tezi, Rice University.

Gordon, J. (2010). Invisible war: The United States and the Iraq sanctions. Harvard University Press.

Gowan, P. (1999). The global gamble: Washington’s Faustian bid for world dominance. Verso.

Gruskin, R. L. (2021). “Capitalism, resistance, and environment in Tunisia’s Gafsa phosphate mining region, 1880s-1960s.” Doktora Tezi, Stanford University.

Guzansky, Y. (2011). “Made in Iran: The Iranian involvement in Iraq.” Strategic Assessment, 13(4), s. 90.

Fadul, L. G. (2023, 2 December). “What we see in Gaza is the rehearsal of the future:” Colombian President at UN climate summit. Anadolu Ajansı. AA.

Hafiz, Y. (2005). al-A`mal al-kamilah li-Yasin al-Hafiz. Markaz Dirasat al-Wahdah al-`Arabiyah.

Harris, K. (2010). “Lineages of the Iranian welfare state: Dual institutionalism and social policy in the Islamic republic of Iran: Lineages of the Iranian welfare state: Dual institutionalism and social policy in the Islamic Republic of Iran. Social Policy and Administration”, 44(6), s. 727–745.

Harris, K. (2017). A social revolution: Politics and the welfare state in Iran. Univ of California Press.

Hashim, A. (1992). “Iran’s military situation. Power, 1: A6.” Hatahet, S., & Shaar, K. (2021). “Syria’s electricity sector after a decade of war: A comprehensive assessment.” Technical Report. European University Institute.

Heimann, G. (2010). “From friendship to patronage: France–Israel Relations, 1958–1967.” Diplomacy and statecraft, 21(2), s. 240–258.

Hersh, S. (2007). “The redirection.” The New Yorker, 5, s. 54–65.

Herzl, T. (2012). The Jewish State. Courier Corporation.

Higginbottom, A. (2010). “Underdevelopment as super-exploitation: Marini’s political-economic thought. Presented at the Historical Materialism: Crisis and critique”, 7. Yıllık Konferans, 13 Kasım Londra, İngiltere.

Higgins, P. (2023). “Palestinian revolution and world imperialism in the ‘American Century,’ 1945-1972.” Doktora tezi, University of Houston, Houston, TX.

Hinnebusch, R. (2004). Syria: Revolution from above. Routledge. IJAN. (2012). Israel’s worldwide role in repression. Berkeley.

Kadri, A. (2014). Arab development denied: Dynamics of accumulation by wars of encroachment. Anthem Press.

Kadri, A. (2016). The unmaking of Arab socialism. Anthem Press.

Kadri, A. (2019). Imperialism with reference to Syria. Springer.

Kadri, A (Ed.). (2023). “The accumulation of waste: A political economy of systemic destruction.” Yayına Hz.: A. Kadri, The accumulation of waste (s. 1–72). Brill.

Kadri, J. (2023). Socio-historical roots of Yemen’s collapse. Springer Nature.

Kanafani, G. (1972). The 1936–39 revolt in Palestine (s. 8–9). Committee for a Democratic Palestine.

Kanafani, G. (n.d.). “The resistance and its problems: The view of the popular front for the liberation of Palestine.” L. Brehony, Collected Works.

Kerr, M. H. (1971). The Arab cold war: Gamal ’Abd Al-Nasir and his rivals, 1958-1970. Oxford University Press.

Kurzman, C. (2004). The unthinkable revolution in Iran. Harvard University Press.

Lafta, R. K., & Maha, A. A. (2019). “War or health: A four-decade armed conflict in Iraq.” Medicine, Conflict and Survival, 35(3), s. 209–226.

Lenin, V. I. (1965a). “Draft theses on national and colonial questions for the second congress of the communist international.” Lenin, Collected Works (Cilt. 31, s. 144–51). Progress Publishers.

Lenin, V. I. (1965b). “The socialist revolution and the right of nations to self-determination” (Cilt. 22, s. 143–56). Progress Publishers.

Lockwood, L. (1972). “Israel’s expanding arms industry.” Journal of Palestine Studies, 1(4), s. 73–91.

Love, J. B. (2010). “Hezbollah: Social services as a source of power.” JSOU. 10–5. Joint Special Operations University.

Mansour, F. (1992). The Arab world: Nation, state, and democracy. United Nations University Press.

Marini, R. M. (1969). Subdesarrollo y revolución. Siglo Veintiuno Editores.

Matar, L. (2016). The political economy of investment in Syria. Palgrave Macmillan UK.

Matthews, M. M. (2011). We were caught unprepared: The 2006 Hezbollah-Israeli War. Diane Publishing.

McMichael, P. (1990). “Incorporating comparison within a world-historical perspective: An alternative comparative method.” American Sociological Review, 55(3), s. 385–397.

Moussaoui, F. (2023). “Imamate’ s asymmetrical strategies influence and the empowerment of Ansar Allah.” Doktora Tezi, Instituto Universitario General Gutiérrez Mellado, Madrid.

Moyo, S., Jha, P., & Yeros, P. (2013). “The classical agrarian question: Myth, reality and relevance today.” Agrarian South: Journal of Political Economy, 2(1), 93–119.

Yayına Hz.: Moyo, S., & Yeros, P. (2011). Reclaiming the nation: The return of the national question in Africa, Asia and Latin America. Pluto Press.

Mullin, C. (2023). “The ‘War on Terror’ as primitive accumulation in Tunisia: USled imperialism and the post-2010-2011 revolt/security conjuncture.” Middle East Critique, 32(2), 167–193.

Mundy, M. (2017). “The war on Yemen and its agricultural sector.” ICAS-Etxalde Kolokyumu, Gıda ve Tarımın Geleceği toplantısında sunulan makale, 24–26 Nisan.

Nkrumah, K. (1974). Neo-colonialism: The last stage of imperialism. Panaf Ltd.

Nosratabadi, J. (2023). “The impact of trade sanctions on the relative demand for skilled labor and wages: Evidence from Iran.” The Journal of International Trade & Economic Development, 32(2), s. 219–39.

Oppenheim, V. H. (1976). “The past: We pushed them.” Foreign Policy, 25, s. 24–57.

Orinoco Tribune. (2023). “Special interview with Khaled Barakat: Gaza demands end of genocide, not ‘ceasefire’.” Orinoco Tribune – “News and opinion pieces about Venezuela and beyond.” Orinoco.

Ossome, L., & Naidu, S. (2021). “The agrarian question of gendered labour.” Yayına Hz.: P. Jha, W. Chambati & L. Ossome, Labour questions in the Global South (s. 63–86). Springer Berlin Heidelberg.

Patnaik, P. (2017). “The concept of primitive accumulation of capital.” The Marxist, 34(4), s. 1–9.

Patnaik, U. (2007). The republic of hunger and other essays. Merlin Press.

Patnaik, U., & Patnaik, P. (2021). Capital and imperialism: Theory, history, and the present. Monthly Review Press.

Pesaran, E. (2008). “Towards an anti-Western stance: The economic discourse of Iran’s 1979 revolution.” Iranian Studies, 41(5), s. 693–718.

PFLP. (1969). “Strategy for the liberation of Palestine.” PFLP.

Rabie, K. (2021). Palestine is throwing a party and the whole world is invited: Capital and state building in the West Bank. Duke University Press.

Republic of Yemen. (2019). “National vision for the modern Yemeni State.” FAOLEX Database. FAO.

Rifai, G. I. S. (2016). British economic policy in Palestine, 1919–1935. Queen Mary University of London.

Samara, A. (1992). Industrialization in the West Bank. Al-Mashriq.

Samir, M. M. (1982). “American food aid and its impact on the Egyptian economy.” Memo. 1328. Institute for National Planning.

Saul, S. (2016). Intérêts économiques français et décolonisation de l’Afrique du Nord (1945–1962). Librairie Droz S.A.

Schmitz, C. (2022). “Huthi visions of the state: A Huthi republic with an unofficial Imam.” Yayına Hz.: A. Hamidaddin, The Huthi movement in Yemen: Ideology, ambition and security in the Arab Gulf (s.199–216). Bloombsury-I.B. Tauris.

Sen, K. (2019). “The political economy of public health in Syria: Some global and regional considerations. Yayına Hz.: L. Matar ve A. Kadri, Syria: From national independence to proxy war (s. 185–207). Springer International Publishing.

Shafir, G. (1989). Land, labor and the origins of the Israeli-Palestinian conflict, 1882–1914. University of California Press.

Skare, E. (2021). A history of Palestinian Islamic Jihad: Faith, awareness, and revolution in the Middle East. Cambridge University Press.

Smith, J. (2016). Imperialism in the twenty-first century: Globalization, superexploitation, and capitalism’s final crisis. Monthly Review Press.

Sohrabi, N. (2018). “The ‘problem space’ of the historiography of the 1979 Iranian revolution.” History Compass, 16(11), e12500. DOI.

Spiro, D. E. (1999). The hidden hand of American economy: Petrodollar recycling and international markets. Cornell University Press.

Stork, J. (1994). “Review of peace process: American diplomacy and the Arab-Israeli conflict since 1967.” Middle East Journal, 48(3), s. 553–556.

Suwandi, I. (2019). Value chains: The new economic imperialism. Monthly Review Press.

Yayına Hz.: Valencia, A. S. (2017). Sub-imperalism revisited: Dependency theory in the thought of Ruy Mauro Marini. Brill.

Wakim, J. (2021). “The Lebanese civil war 1975–90: A confessional war, or terror of State directed by the Mercantile political elite to subdue the Middle and lower classes?” Contemporary Arab Affairs, 14(3), s. 105–124.

Wolfe-Hunnicutt, B. (2021). The paranoid style in American diplomacy: Oil and Arab nationalism in Iraq. Stanford University Press.

Wolfe-Hunnicutt, B. R. (2011). The end of the concessionary regime: Oil and American power in Iraq, 1958–1972. Stanford University.

Yeros, P. (2023). “Generalized semiproletarianization in Africa.” The Indian Economic Journal, 71(1), s. 162–186.

Yeros, P., & Jha, P. (2020). “Late neo-colonialism: Monopoly capitalism in permanent crisis.” Agrarian South: Journal of Political Economy, 9(1),78–93.

Zabad, I. M. (2019). “Egypt: Defeat and the transformation of State and society.” Yayına Hz.: I. M. Zabad, The aftermath of defeats in war: Between revenge and recovery (s. 47–107). Springer International Publishing.