En
geri sendikada bile kalınacağı tezi, mevcut sendikada kalacak olan çevre için
geçerlidir. Bu tez, kişi için tamamen geçerli değildir. En geri sendikada
kalınması sendikal hareketi değiştirip ilerletmek içindir. Bunu ancak
ideolojik-politik sendikal bir yapı gerçekleştirebilir, bu da program
gerektirir.
Bugün
sendikasının gidişatından memnun olmayan birçok solcu üye, bu tezi olduğu gibi
alıp dile pelesenk olacak şekilde tekrarlayıp sözün içeriğini boşaltıyor.
Sorduğunuzda, mücadele ettiğini söylüyor. Doğru, mücadele ediyor fakat bu, bir bireysel
mücadele. Bunu biraz daha açmak gerekir.
Bu
teze dayanarak sürekli üye kaydeden bir üye olduğunuzu, yönetimle birlikte
okulları ziyaret ettiğinizi, mitinglere ve grevlere üyeyi ve emekçileri
götürdüğünüzü, etkinlikler için üyeleri bir araya topladığınızı, toplantılara
katılıp en sert eleştirileri ve yapıcı çözüm önerilerinizi sunduğunuzu düşünün
ki bunu yapan sayısı her ilde on kişiyi geçmez. Peki ama bu ne tür bir sonuç üretmektedir?
Kaydedilen
üye, sendikal yönde politize edilerek sendikal bir çevre oluşturuluyor mu? Bu
çevre, delege (sendikanın anti demokratik yapısal sorunu) çalışması yapıp
yönetime girebiliyor mu? Şube yönetimine girip, sendikal programını genel
merkezden ayrı uygulayabiliyor mu? Diğer şehirlere sendikal anlayışını
ulaştırıp, genel merkez kongresi için baskı oluşturacak ve genel merkez
yönetimine katılacak geniş bir çevreye ulaşabiliyor mu? Bunlardan yarısını
yapabilen bir üye örneği henüz görülmedi.
Şube
yönetimleri de herhangi bir eleştiride “Hocam, şube toplantısına katılıp
eleştirilerinizi bildirin, buradan da genel merkeze iletilir” diyor. Bunun
tıptaki karşılığı sakinleştirici ilâç uygulamasıdır.
Güya
demokratik merkeziyetçilik varmış tüzüğünde. Üyeyi ihraç ederken güya
sendikanın bir hukuku varmış ve kimse kendini dayatamazmış. Peki sendika
tüzüğünde olmadığı hâlde bölge illerinde fiilen eşbaşkanlık uygulamasının devam
etmesi, tam olarak nasıl değerlendirilebilir? Konu eşbaşkanlık değil, hazır
kıta bekleyip hemen “İşte eril, işte şoven” eleştirisi gelemesin çünkü konu iç
hukuk yani bugün eşbaşkanlık olur, yarın başka bir uygulama. Ortada bir tüzük
yok.
Bugün
Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesi kararıyla tahliye edilmesini yüksek sesle dile
getirip demokrasicilik oynayanlar ve sendika, “Tüzüğü neden
uygulamıyorsunuz?" sorusunu ilgili çevreye yöneltip hiçbir disiplin işlemi
ve iç hukuk işletemez ama politikasına ters düşen şube yönetimine kayyum atayıp
yedek listeyi yönetime kaydırdığını iddia eder. Bu neye benziyor, istatistik çarpıtmasına,
değil mi? Zam değil fiyat güncelleme.
Sendikayı
itibarsızlaştırdığı yönünde suçladığı çevrelere disiplin işlemi uygular fakat
yönetim ittifakının bileşenlerinden olan İşçi Partisi çevresi, kendi
gazetesinde sendika hakkında istediği kavramı manşete taşır.
Sendikadaki
başka bir yozlaşma da yönetim bileşeni olan bir sendikal çevre, ittifakın
içinde başka bir çevreyle anlaşamıyorsa onu “sendikanın parasını yemekle”
suçlar, belgeli olduğunu söyler ama fısıltı gazetesiyle. Dedikodu ve
itibarsızlaştırma gibi yoz pratikleri tepeden aşağı yayılır. Sendikaya ait
araçlarla özel işini halledenler, para yiyenler, spor salonunda masa kurup mülâkatla
yönetime bileşen seçenler...
Bu
çürümenin sonu gelmez, çünkü alternatif bir yönetim anlayışı oluşmadı, oluşmaz
da. “Komünist” birey (yani tek kişilik sendikal yapı!) tek başına sendikacılık
yapmayı emniyet supabı ve güvenli alan diye görürse o hat da hiçbir zaman
oluşmaz, çünkü anayasal olup egemenlerin üye aidatını ödediği sendikayı “komünist”
birey hâlen hayalini kurduğu parti gibi görüp öyle davranıyorsa her zaman
güvenli alana çeker kendini, o hattı oluşturmaya iştirak etmez, tek başına yapı
gibi davranarak sendikacılık yapmayı ideolojik-politik mücadele olarak kabul
eder. Zaten sendikanın da hedefi birey-üye kurgusu.
Eleştirilen
zemine kendini çeken birey, özünde sendikanın adı konmamış programına uygun üye
tipidir. Bu sürecin tam karşılığı anarşizmdir. Kolektifin temsilcisi ve doğal
bileşeni birey yok ortada. Sendikayı bu yeni anarşizm anlayışı yönetiyor. “Toplantıya
gel, bize istediğini söyle” şeklindeki açık ve örtük ileti, tam olarak üyenin
çekildiği birey zeminidir. Bu yüzden, en geri sendikada kalınıp kalınmayacağı
tartışması yeniden ele alınmalıdır.
Diyalektik,
nicel birikimlerin nitel sıçramaları yol açabileceğini söyler. Birey ne kadar
üye kaydetse de o nicelliği sendikal bir hatta birleştiremiyorsa tam da
yönetimin sendikal anlayışına uygun hareket ediyor. Demokratik yürüyüşe giden
çocuğuna “Önde pankartı tutma, arkada kalma, ortada dur” telkinini veren
ebeveyn ile bu durum arasında öz bakımından bir fark bulunmuyor. O hattı
oluşturmak için hiç kimse yanaşmıyor. Ortada bir umut krizi olsa da sosyalist
olduğunu iddia eden kimse, on kişi bile olsa bir üye girişimi başlatmaya
yanaşmıyor.
Bu
şartlar altında kâğıt üzerinde üye olmayı kabul edenlere saygı duymak gerekir
ama hem gidişattan memnun olmadığını, sendikacılık yapılmasını beklediğini,
ideolojik düzlemde sendikanın politikalarından rahatsız olduğunu söyleyip hem
de sosyalistlikten “ödün vermeyen” birey kurgusu eleştirilmelidir. Peki sen
yapmazsan demiyoruz, sen katılmazsan kim değiştirecek? Kimler nasıl birleşecek?
Özetlemeye
çalıştığımız tüm bu durumlardan sonra bu yazıya “yapısal sorunlarla”
ilgilenmediği yönünde gelecek eleştirilere yanıtımız şudur: İdeolojik olan,
davranışı da kültürü de tüzüğü de taktiği de sendikal eylem ve etkinliği de
belirler. Şikâyet edilen her çıktı, özünde ideolojik sapmanın sonucudur.
Bir
tüzük kongresi yapılmasının kararını her dönem alan sendika, bu kararı 2023
kongresinde de almıştı. Sonuç ne oldu? Ne ortada bir çalışma var ne de kongre
tarihi! “İşçi sınıfının gazetesi(!)” de tüzüğe gerek olmadığını, emekçilerin
sorunlarının daha derin ve acil olduğunu iddia ediyor. Doğrudur, ne gerek var!
En
temel her üyeye bir oy hakkı verildiğinde yönetime girmeniz zorlaşacak,
apolitize olmuş eş dostlarınızı uykudan kaldırıp son dakika ikinci liste
çıkarsa oy vermeye çağırmak daha kolay. O çağırdığınız eş dost üyelerin
hiçbirinin sizin delegeniz olmadığının farkındasınız ama siz bunun adına “okul
tutmak” diyorsunuz.
Daha
iş yerlerinden genel merkeze doğru hazırlanmış deklarasyon kültürünüz yok.
Hiçbir iş yeri temsilciliği ortak deklarasyon sunmadı bugüne kadar. Sorunlar
yapısal, çünkü ideolojik olan politik sonucu üretir.
Sendikanın
hiçbir üyesi sendikaya tam bir güvenle bağlı değil. Bu gerçek de gün gibi
ortada. Bu durum, Ohal döneminde gün yüzüne çıktı. Artık hiçbir üye, “Benim
yanımda sendikam var” diyemiyor ama geçmişte diyordu, öyle zamanlara tanık olundu.
Bugün
sendikal örgütsüzlüğü KESK dayatıyor. Yüce demokratik birey inşası sendikayı bu
duruma taşıdı. Gelinen noktada “üye geri çekildi” söylemi küçük burjuva
ideolojisinin ürünüdür. Bugün hâlen özel okul çalışanları, öğretmenleri canla
başla direniyor. On bin üyeye geleceklerini tahmin etmediklerini söylüyorlar.
Öyle olur, çünkü hak arama uğrunda ödenen bedel ve samimiyet kitleselleştirir.
Ortada
bir sendikacılık yok. Memur Sen değil, KESK eleştirilmelidir. İlki sendikacılık
yapılmaması noktasında kendisine verilen görevi yerine getirirken, ikincisi
kendi zeminini alttan ve içten oyuyor. Özünde ilkini kendi siyasal anlayışı
yönetiyor, ondan farklı hareket edilmiyor ama ikincisi dıştan yönetiliyor.
Dışardan ve dışarının yer aldığı emperyalist ülkelerden sendikanın yukarısına
ideoloji ve fon boca ediliyor. Yukarı da aşağıya tazyik uyguluyor. Bu işleyiş
tam da bir yapısal krize işaret ediyor.
Bir
dönem yönetime giren kişi, her üç yılda bir KESK ile Eğitim Sen genel
merkezinde zikzak görev alarak toplam 12 yıl iş yerlerinden uzak kalıyor,
tepede olmak, ayrı bir statü ve konformizmi getiriyor. Buradan belediyelere,
meclise ve Avrupa’ya yol açılıyor. Ne ilgisi var değil mi?
O
vakit şu soruyu soralım: Yahya Sinvar, hangi ülkede yaşamını kaybetti? Kendi
vatanında mı yoksa mülteciliği “seçtiği” emperyalist ülkelerde mi?
Sendikanın
da solun da açmazı bu. Sınıfsız sömürüsüz düzeni hedeflediğini söyleyen solun
ve sendikanın şefleri emperyalistlerin ülkelerinde yaşıyor, buradaki sendika
genel merkezleri sadece bir gölge. Bizim gölgeyle değil, o suretten gölgeyi
ortaya çıkaran ışığı kapatmamız gerekiyor, yani emperyalizmi, çünkü emperyalizm
çağında anti-emperyalist olmayan hiçbir sendikal hareketin başarıya ulaşma imkânı
yoktur. O ışığı kapatmayı önüne hedef olarak koymayan hiçbir sendikal anlayış,
kitleselleşip hedefine ulaşamaz.
En
başa dönersek, en geri sendikada bile kalınacağı tezi, birey-üye için değil,
kolektif anlayış ve çevre için geçerlidir, çünkü doğrusu “En geri sendikada
bile çalışma yürütülmesi gerektiğidir”. O çalışmayı da sendikal çevre yürütür.
S. Adalı
19
Ekim 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder