Pages

20 Ekim 2024

İdeolojik Depresyon ve Sendikal Narsisizm


En geri sendikada bile kalınacağı tezi, mevcut sendikada kalacak olan çevre için geçerlidir. Bu tez, kişi için tamamen geçerli değildir. En geri sendikada kalınması sendikal hareketi değiştirip ilerletmek içindir. Bunu ancak ideolojik-politik sendikal bir yapı gerçekleştirebilir, bu da program gerektirir.

Bugün sendikasının gidişatından memnun olmayan birçok solcu üye, bu tezi olduğu gibi alıp dile pelesenk olacak şekilde tekrarlayıp sözün içeriğini boşaltıyor. Sorduğunuzda, mücadele ettiğini söylüyor. Doğru, mücadele ediyor fakat bu, bir bireysel mücadele. Bunu biraz daha açmak gerekir.

Bu teze dayanarak sürekli üye kaydeden bir üye olduğunuzu, yönetimle birlikte okulları ziyaret ettiğinizi, mitinglere ve grevlere üyeyi ve emekçileri götürdüğünüzü, etkinlikler için üyeleri bir araya topladığınızı, toplantılara katılıp en sert eleştirileri ve yapıcı çözüm önerilerinizi sunduğunuzu düşünün ki bunu yapan sayısı her ilde on kişiyi geçmez. Peki ama bu ne tür bir sonuç üretmektedir?

Kaydedilen üye, sendikal yönde politize edilerek sendikal bir çevre oluşturuluyor mu? Bu çevre, delege (sendikanın anti demokratik yapısal sorunu) çalışması yapıp yönetime girebiliyor mu? Şube yönetimine girip, sendikal programını genel merkezden ayrı uygulayabiliyor mu? Diğer şehirlere sendikal anlayışını ulaştırıp, genel merkez kongresi için baskı oluşturacak ve genel merkez yönetimine katılacak geniş bir çevreye ulaşabiliyor mu? Bunlardan yarısını yapabilen bir üye örneği henüz görülmedi.

Şube yönetimleri de herhangi bir eleştiride “Hocam, şube toplantısına katılıp eleştirilerinizi bildirin, buradan da genel merkeze iletilir” diyor. Bunun tıptaki karşılığı sakinleştirici ilâç uygulamasıdır.

Güya demokratik merkeziyetçilik varmış tüzüğünde. Üyeyi ihraç ederken güya sendikanın bir hukuku varmış ve kimse kendini dayatamazmış. Peki sendika tüzüğünde olmadığı hâlde bölge illerinde fiilen eşbaşkanlık uygulamasının devam etmesi, tam olarak nasıl değerlendirilebilir? Konu eşbaşkanlık değil, hazır kıta bekleyip hemen “İşte eril, işte şoven” eleştirisi gelemesin çünkü konu iç hukuk yani bugün eşbaşkanlık olur, yarın başka bir uygulama. Ortada bir tüzük yok.

Bugün Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesi kararıyla tahliye edilmesini yüksek sesle dile getirip demokrasicilik oynayanlar ve sendika, “Tüzüğü neden uygulamıyorsunuz?" sorusunu ilgili çevreye yöneltip hiçbir disiplin işlemi ve iç hukuk işletemez ama politikasına ters düşen şube yönetimine kayyum atayıp yedek listeyi yönetime kaydırdığını iddia eder. Bu neye benziyor, istatistik çarpıtmasına, değil mi? Zam değil fiyat güncelleme.

Sendikayı itibarsızlaştırdığı yönünde suçladığı çevrelere disiplin işlemi uygular fakat yönetim ittifakının bileşenlerinden olan İşçi Partisi çevresi, kendi gazetesinde sendika hakkında istediği kavramı manşete taşır.

Sendikadaki başka bir yozlaşma da yönetim bileşeni olan bir sendikal çevre, ittifakın içinde başka bir çevreyle anlaşamıyorsa onu “sendikanın parasını yemekle” suçlar, belgeli olduğunu söyler ama fısıltı gazetesiyle. Dedikodu ve itibarsızlaştırma gibi yoz pratikleri tepeden aşağı yayılır. Sendikaya ait araçlarla özel işini halledenler, para yiyenler, spor salonunda masa kurup mülâkatla yönetime bileşen seçenler...

Bu çürümenin sonu gelmez, çünkü alternatif bir yönetim anlayışı oluşmadı, oluşmaz da. “Komünist” birey (yani tek kişilik sendikal yapı!) tek başına sendikacılık yapmayı emniyet supabı ve güvenli alan diye görürse o hat da hiçbir zaman oluşmaz, çünkü anayasal olup egemenlerin üye aidatını ödediği sendikayı “komünist” birey hâlen hayalini kurduğu parti gibi görüp öyle davranıyorsa her zaman güvenli alana çeker kendini, o hattı oluşturmaya iştirak etmez, tek başına yapı gibi davranarak sendikacılık yapmayı ideolojik-politik mücadele olarak kabul eder. Zaten sendikanın da hedefi birey-üye kurgusu.

Eleştirilen zemine kendini çeken birey, özünde sendikanın adı konmamış programına uygun üye tipidir. Bu sürecin tam karşılığı anarşizmdir. Kolektifin temsilcisi ve doğal bileşeni birey yok ortada. Sendikayı bu yeni anarşizm anlayışı yönetiyor. “Toplantıya gel, bize istediğini söyle” şeklindeki açık ve örtük ileti, tam olarak üyenin çekildiği birey zeminidir. Bu yüzden, en geri sendikada kalınıp kalınmayacağı tartışması yeniden ele alınmalıdır.

Diyalektik, nicel birikimlerin nitel sıçramaları yol açabileceğini söyler. Birey ne kadar üye kaydetse de o nicelliği sendikal bir hatta birleştiremiyorsa tam da yönetimin sendikal anlayışına uygun hareket ediyor. Demokratik yürüyüşe giden çocuğuna “Önde pankartı tutma, arkada kalma, ortada dur” telkinini veren ebeveyn ile bu durum arasında öz bakımından bir fark bulunmuyor. O hattı oluşturmak için hiç kimse yanaşmıyor. Ortada bir umut krizi olsa da sosyalist olduğunu iddia eden kimse, on kişi bile olsa bir üye girişimi başlatmaya yanaşmıyor.

Bu şartlar altında kâğıt üzerinde üye olmayı kabul edenlere saygı duymak gerekir ama hem gidişattan memnun olmadığını, sendikacılık yapılmasını beklediğini, ideolojik düzlemde sendikanın politikalarından rahatsız olduğunu söyleyip hem de sosyalistlikten “ödün vermeyen” birey kurgusu eleştirilmelidir. Peki sen yapmazsan demiyoruz, sen katılmazsan kim değiştirecek? Kimler nasıl birleşecek?

Özetlemeye çalıştığımız tüm bu durumlardan sonra bu yazıya “yapısal sorunlarla” ilgilenmediği yönünde gelecek eleştirilere yanıtımız şudur: İdeolojik olan, davranışı da kültürü de tüzüğü de taktiği de sendikal eylem ve etkinliği de belirler. Şikâyet edilen her çıktı, özünde ideolojik sapmanın sonucudur.

Bir tüzük kongresi yapılmasının kararını her dönem alan sendika, bu kararı 2023 kongresinde de almıştı. Sonuç ne oldu? Ne ortada bir çalışma var ne de kongre tarihi! “İşçi sınıfının gazetesi(!)” de tüzüğe gerek olmadığını, emekçilerin sorunlarının daha derin ve acil olduğunu iddia ediyor. Doğrudur, ne gerek var!

En temel her üyeye bir oy hakkı verildiğinde yönetime girmeniz zorlaşacak, apolitize olmuş eş dostlarınızı uykudan kaldırıp son dakika ikinci liste çıkarsa oy vermeye çağırmak daha kolay. O çağırdığınız eş dost üyelerin hiçbirinin sizin delegeniz olmadığının farkındasınız ama siz bunun adına “okul tutmak” diyorsunuz.

Daha iş yerlerinden genel merkeze doğru hazırlanmış deklarasyon kültürünüz yok. Hiçbir iş yeri temsilciliği ortak deklarasyon sunmadı bugüne kadar. Sorunlar yapısal, çünkü ideolojik olan politik sonucu üretir.

Sendikanın hiçbir üyesi sendikaya tam bir güvenle bağlı değil. Bu gerçek de gün gibi ortada. Bu durum, Ohal döneminde gün yüzüne çıktı. Artık hiçbir üye, “Benim yanımda sendikam var” diyemiyor ama geçmişte diyordu, öyle zamanlara tanık olundu.

Bugün sendikal örgütsüzlüğü KESK dayatıyor. Yüce demokratik birey inşası sendikayı bu duruma taşıdı. Gelinen noktada “üye geri çekildi” söylemi küçük burjuva ideolojisinin ürünüdür. Bugün hâlen özel okul çalışanları, öğretmenleri canla başla direniyor. On bin üyeye geleceklerini tahmin etmediklerini söylüyorlar. Öyle olur, çünkü hak arama uğrunda ödenen bedel ve samimiyet kitleselleştirir.

Ortada bir sendikacılık yok. Memur Sen değil, KESK eleştirilmelidir. İlki sendikacılık yapılmaması noktasında kendisine verilen görevi yerine getirirken, ikincisi kendi zeminini alttan ve içten oyuyor. Özünde ilkini kendi siyasal anlayışı yönetiyor, ondan farklı hareket edilmiyor ama ikincisi dıştan yönetiliyor. Dışardan ve dışarının yer aldığı emperyalist ülkelerden sendikanın yukarısına ideoloji ve fon boca ediliyor. Yukarı da aşağıya tazyik uyguluyor. Bu işleyiş tam da bir yapısal krize işaret ediyor.

Bir dönem yönetime giren kişi, her üç yılda bir KESK ile Eğitim Sen genel merkezinde zikzak görev alarak toplam 12 yıl iş yerlerinden uzak kalıyor, tepede olmak, ayrı bir statü ve konformizmi getiriyor. Buradan belediyelere, meclise ve Avrupa’ya yol açılıyor. Ne ilgisi var değil mi?

O vakit şu soruyu soralım: Yahya Sinvar, hangi ülkede yaşamını kaybetti? Kendi vatanında mı yoksa mülteciliği “seçtiği” emperyalist ülkelerde mi?

Sendikanın da solun da açmazı bu. Sınıfsız sömürüsüz düzeni hedeflediğini söyleyen solun ve sendikanın şefleri emperyalistlerin ülkelerinde yaşıyor, buradaki sendika genel merkezleri sadece bir gölge. Bizim gölgeyle değil, o suretten gölgeyi ortaya çıkaran ışığı kapatmamız gerekiyor, yani emperyalizmi, çünkü emperyalizm çağında anti-emperyalist olmayan hiçbir sendikal hareketin başarıya ulaşma imkânı yoktur. O ışığı kapatmayı önüne hedef olarak koymayan hiçbir sendikal anlayış, kitleselleşip hedefine ulaşamaz.

En başa dönersek, en geri sendikada bile kalınacağı tezi, birey-üye için değil, kolektif anlayış ve çevre için geçerlidir, çünkü doğrusu “En geri sendikada bile çalışma yürütülmesi gerektiğidir”. O çalışmayı da sendikal çevre yürütür.

S. Adalı
19 Ekim 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder