(Yahudiliğe
göre yaradılış altı gün sürer, yedinci gün Yahudi halkına kutsal armağan olarak
verilir ve tanrı dinlenmeye çekilir.)
“Türk
Entelektüelleri” tartışmasının yazarı, bu yazıya gelen eleştirilere yanıtını
bir yazı haline getirip Nupel Tv’de yayınlıyor. Halen eserdeki karakterin
cümlelerini Nazım’ın gerçek düşüncesi diye kabul ediyor. O zaman Anayurt Oteli’nin
başkarakteri Zebercet de aslında Yusuf Atılgan’ın “kayadan”/donuk kişiliğinin
dışavurumu.
Tekrar
ilgili yazıyı tartışmayacağız. Yanıt yazısında yeni bir karmaşa ortaya çıkıyor.
Yazar, eleştirilerden hiçbir şey öğrenmediğinin kibriyle, sürekli bir “ben”
dili kullanıyor. Bunun birden çok nedeni var.
Bugün
sol da dâhil birçok yayın her yazarın yazısının altına bir not düşüyor: “Yazarın
görüşleri kendisini bağlar, yayın politikamızla ilgi kurulamaz, sorumluluk ona
aittir.” Yani “Biz bir kolektif değiliz” deniyor, bu mesaj tam olarak
egemenlere veriliyor. Öyle bir ilkesizlik de yazarlarda sürekli bu “ben” dilini
güçlendiriyor.
Yeni
Yaşam, sorumluluk almamayı ve düşmediği dipnotu sonradan
açıklayınca yazar da onlara da mesaj veriyor: Yazısına yöneltilen
eleştirilerden birinin Yeni Yaşam’ın forum bölümünde yayınlandığını
(Deniz Bakır imzalı yazı) fakat ne öncesinde ne sonrasında bu kişinin bu
platformda yazısının olduğuna vurgu yapıyor. Yani “Beni yalnız bıraktınız, bu
kişi de kim!” tepkisi veriliyor.
Asıl
konuya dönersek, yazarın eleştirilere verdiği yanıtta tartışmaya açık bir iddia
var, mealen şu şekilde: “Yazıma yanıt neden Türk solundan geliyor, neden
edebiyatçılar yanıt vermiyor? Onlardan yanıt beklerdim.” Bunun nedeni
açıklayabiliriz. Bu yazının da konusu bu.
Öncelikle
hem ele alınan şair ve yazarların eserin dışındaki söylemlerini ve yazılarını
eleştirdikten sonra Türk solundan yanıt gelmesinden doğal bir durum olamaz
çünkü aydın tartışması yürütülüyor. Eserin ilgili bölümleri eleştirildikten
sonra neden edebiyatçılardan yanıt gelmediği çıkışı son derece haklı.
Toplumcu
gerçekçi bir şairin metinlerinin ideolojik zeminini ve şaire de aydın kimliğini
kazandıracak etken, onu yetiştiren politik çevredir. Nazım komünist bir
şairdir, onu yetiştiren de ideolojik-politik atmosfer ve partisidir. Bugün
Nazım adına yanıt verecek o parti yok. Geçmiş diye bir şey olması için tarihin
bir noktada birileri için donması gerekir.
Sümerler
buna örnek verilebilir fakat Nazım'ın partisi bugün olmasa da onu sahiplenen
sollar kendi tarihlerini bir bütün olarak ele alıp eleştirilere yanıt
verebilirler. Burada şunu sormak yerinde: Neden özgürlükçü, anarşist,
sosyalist, demokrat kesimin şair ve yazarları bu tartışmaya katılmadı da solun
bir kısmı yanıt verdi? Bu çevrelerin yetiştirdiği bir aydın ve sanatçı yok
mudur? Yok denecek kadar az bugün için.
Şükrü
Erbaş bir dönem vekil adayı oldu radikal demokrasi partisinden, ondan gelen bir
yanıt yok.
Dersim
derelerinin kan aktığını şiirine yansıtan, yakın dönemde bölgede yaşanan
olayları şiirine alan, bu sorunlarla ilgili açıklama yapan Ahmet Telli’den
yanıt yok.
Bölgeyi
ve Kürtleri mitolojik ögeleriyle metinlerinde işleyen daha yakın dönemde
Hizbullah’ın doksanların başında kirli ilişkileri ve işledikleri cinayetleri
roman konusu haline getiren Murathan Mungan’dan ses yok.
Geçtiğimiz
haftalarda Evrensel’e röportaj veren, belediye seçimlerindeki gibi
birlikte ve güçlü durursak muhalefet hattı oluşturabileceğimizi söyleyen Haydar
Ergülen’den ses yok.
Evrensel’den ses
gelmediği gibi sendika başkanlığında anlaşan partiye yakın Birgün
gazetesinden, onların aydın, şair ve yazarlarından da konuya dair eleştirel bir
cümle yok.
Nazım’ın
adını kültür merkezlerine (kafe, meyhanelerine) veren partinin şair ve
aydınlarından ilgili yazıya dair kurulan bir cümle yok.
Bu
liste uzayıp gidebilir. Konu tek başına Nazım’la sınırlandırılamaz. Yeni
müfredata uygun yazılan ders kitaplarında sadece milliyetçi-muhafazakâr kesimin
şairlerine ait metinler yer alıyor. Buna karşı olan sol kesim ve sendikalar ise
bugün Nazım ve Turgut Uyar özelinde bir halkın edebiyatına “ırkçı”, “yaltaklanmacı”,
“sadist” diye saldırılmasına karşı çıkamıyor ama ilericiliği de kültür-sanat
alanını da kimseye bırakmıyor.
Cezaevindeki
politik insanı dışarı çıkarmak için onun yazdığı kitaplara onlarca ödül
dağıtılıyor. Solun ortaya koyduğu kültür-sanat pratiği bu. Kendi insanına
yasak, ambargo, sansür uygular ama bu tür saldırılara hiçbiri karşı duramaz,
tasfiyeciliğin ideolojik yansımaları her alanda görülüyor.
Tüm
bu aydınlar, sanatçılar ve kültür-sanat çevreleri birer CHP çalışanıdır.
Sendikalara başkan olup oradan CHP ve HDP vekili olurlar. Ne hikmetse bu
isimler hiçbir baskı sürecinden yargılanmaz. Onlar en aydın olurlar. Yakın
dönemde yaşamını yitiren Genco Erkal’ın egemenlerin resepsiyonuna katılması ve
Koç ailesinden ödül aldıktan sonra bunun kendisi için çok değerli olduğunu,
hakkında söylenen güzel sözlerin onu gururlandırdığını bu çevreler tartışmaz.
Politik
müzik grubundan alınan eğitimle konservatuara ve öğretmenliğe oradan da
belediye adaylığına ve vekilliğine gidilen yollar da var ama verilen
röportajlarda politik çevreden ayrılma süreci bir tür koruma/korunma açıklaması
ve farklı hat çizme nedenine bağlanır. Türkücüler Nazım’ı, Hasan Hüseyin’i ve
politik şairleri besteler, halk onları sahiplenir fakat hiçbiri de bugün
saldırılar karşısında değerlere sahip çıkmaz. Sonra “nedense” İsmet Özel “şeytanlaştırılır”,
şiirleri bile okunmaz, okutulmaz. Aslında hepsi İsmet Özel’in ardına gizlenir.
Onu aforoz ettikçe tasfiyeciliklerini gizlerler.
İsmet
Özel’in siyasi hattı 1974 gibi erken bir tarihte değişir. Bu tarih, solun
kendisine birden çıkarılan affı sorgulamadığı tarihtir. Bugün solun önemli bir
bölümü de o tarihin ortaya çıkardığı geleneklerin devamıdır. O yüzden İsmet
Özel günah keçisi ilan edilir ama solun değerlerine yönelik saldırılara set
olunamaz. Onunla yola çıkıp yollarını ayıran şairler de bugün tasfiyecilik
içindedir. (İsmet Özel’in geldiği yer ve politik görüşleri eleştiriye açıktır,
eleştirilmelidir.)
Ülkemizde
aydın, şair ve yazar olmanın yolu sol ticaretten geçiyor. Radikal çevrelere
kadar bugünkü yaşanan durum budur. Solun yetiştirdiği, yolu solla kesişip
onların kimlik kazandırdığı bu insanlar, özünde tarihin yükünü taşıyacak güce
sahip değildirler. Burada onları suçlayacak değiliz, asıl sorumlu tutulması
gereken, CHP’nin yedinci oku olan ve kendisine bunu reva gören, halka güvenip
onun derdiyle dertlenmeyen, OHAL geldiğinde soluğu Avrupa’da alan sol
çevrelerdir. Bunların değerleri, ilkeleri ve mücadeleyi sahiplenerek ileriye
taşıyacak ideolojik çizgisi yoktur.
30
yıldır inşa sürecini bitiremeyenler, halka özeleştiri vermeyi zayıflık gören,
eleştiriyi saldırı kabul edip kendine güvensizliğin etkisiyle sekterleşen,
faşistlerle mücadeleyi göze alamayıp kendi insanına beline sakladığı sopayla
gidip kapıyı açması için süre tanıyan, bitmeyen paranoyasıyla pasifizmi
politika bilen, kariyerizmi ve varoluşunu korumaya çalışan sollardan sadece
kendilerine hayır gelir.
Tekrar
aydın tartışmasına dönersek, İsmet Özel şiiri neden bıraktığını şu şekilde
açıklıyor: Ataol Behramoğlu’nun kendisini Yevtuşenko’dan büyük görerek Halkın
Dostları dergisinin adını değiştirmeye çalıştığını iddia ediyor. Ülkenin
geldiği değil “getirildiği” noktada şiirlerini okuyacak “Narodnik” kalmadığını
söylüyor. Bu noktada bir katkı sunmak gerekir: Bingöl Erdumlu, katıldığı bir
YouTube yayınında 74 öncesini kitaptan alıntılar yaparak anlatıyor. Maltepe
Cezaevi’nde kazılan tünelden egemenlerin haberdar olduğunu, hatta emperyalist
subaylara bilgi verildiğini söylüyor. Bu bilgi varsa zaten tünelin
kapatılacağını ama kapatılmamasının “tuhaf” olduğunu vurguluyor. Emperyalist
subayların ve egemenlerin bu bilgiyi ileten bürokrata söylediği şu: “Bırakın
kaçsınlar, zaten dışarıda her adımları izlenecek!”
Evet,
dışarıda her adımları izlendi mi bilinmez ama sonra hepsi yaşamından oluyor.
Sonraki süreçte idamlar da geliyor. Toplu tutuklamalarla cezaevine kapatılan
ardıllar, 2 yıl geçmeden 74 affıyla dışarı çıkarılıyor. Ne hikmetse
arkadaşlarını kaybeden öncü kişiler, yeni siyasi hatlar oluşturup önce kendi
geçmişlerini eleştirip onları aforoz ediyorlar. Sonraki süreçte de 12 Eylül’e
direnemeyip halkı da sokağa çağırmadıkları için anılarında kendilerine
minnettar olan darbeci subaydan bahsediyorlar.
Mahkemelerde
“Biz dergi çevresiyiz, bizi neden bu kadar ciddiye aldınız” diyen şefler, 1991’de
tekrar cezaevlerinden çıkarılıp bu kez de reformist parti kurmalarına alan
açılıyor.
Ortanın
solu olan CHP, tarihi görevini yerine getirerek radikal demokrasi çevresini,
solu ve sendikaları Mayıs seçimlerinde ırkçı partilerle yanına alıyor. Şimdi
her biri CHP’nin yedinci oku, her biri için bitmeyen Şabat günleri.
Sonuç
olarak, bu sol çevrelerin aydın, şair ve yazar yetiştirmesi düşünülemez. Son
elli yılın özeti bundan ibaret. Bir avuç insan kalıyoruz, solun da aforozuna,
saldırılarına, yok sayarak eleştirilerimizi intihallemesine rağmen. İştiraki
yazıyor, sol alıyor ama yok sayıyor çünkü onların yetiştirebileceği insan yok,
olamaz da.
İnsanı
var eden onurlu, ilkeli, dirençli kılan yapı ideolojidir. İdeolojiyi ve tarih
bilincini ancak sınıfsız-sömürüsüz düzen hedefine sahip politik çevre verebilir.
Bugün tek ihtiyacımız, birbirimizi bulmak, dönüştürmek ve güçlenmek. Düzenin
dayattığı solun kabullendiği değerler sistemi, ideoloji ve yaşam biçimiyle
ileriye gidebilmemiz imkânsız.
Yazımızın
kaleme alındığı saatlerde verilen haberlere göre Siyonist keskin nişancının
hedefi olan Ayşenur Ezgi Eygi Filistin’de katledildi. Kendisi bir sosyalist ve
Batı Şeria’ya gidiyor. Antalya doğumlu, Aydın nüfusuna kayıtlı. Eğitim için
gittiği ABD’de Filistin’e destek eylemlerine katılıyor, boynuna taktığı
kefiyeyle mezuniyete çıkıyor. Seni unutmayacağız, adını ve mücadeleni
unutturmayacağız. Senin şahsında yazımızın konusu da daha açık hale geldi.
Terden arındırılmış sollara rağmen sınıfsız-sömürüsüz düzen ideolojisinden ve
mücadelesinden vazgeçmeyeceğiz.
S. Adalı
7
Eylül 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder