5
Eylül 2023 günü Yunanistan’ın Pire Limanı’nda yaşanan acı olay Yunan halkında
öfkeye yol açtı. 36 yaşındaki Antonis Karyotis, bilet alıp[1] Blue Horizon
isimli gemiye bindi, fakat kısa bir süre sonra gemiden indirildi. Yeniden
binmeye çalışınca gemi mürettebatından biri onu durdurdu ve gemiden aşağı
düşmesine neden oldu. Kimsenin yardım etmediği Antonis, boğularak öldü. Pire
yakınlarındaki Nikaia Hastanesi ölümünü doğruladı.
On
nüfuslu yoksul bir Giritli ailenin üyesi olan Karyotis, psikiyatrik bakım
gören, belirli bir çalışma düzeni olmayan biriydi. Psikiyatristi, Karyotis’in
yolda olmanın kendisine huzur verdiğini düşündüğü için sık sık Girit’ten
Atina’ya gittiğini söylüyordu.
Bu
korkunç olayı bazı yolcular kayıt altına aldılar.[2] Epey ilgi gören video,
kamuoyunda infiale yol açtı. Videolarda da görüldüğü üzere, bazı yolcular
vapurun durdurulmasını istedi ama mürettebat bu istekleri sürekli geri
çevirdi.[3]
Akşam
saat 9:13’te Pire sahil güvenlik komutanlığı, geminin kaptanına gemiden bir
adamın düştüğünü söyledi ama buna mürettebattan birinin sebep olduğundan hiç
bahsetmedi.[4]
11
Eylül Pazartesi günü Denizcilik ve Adalar Bakanı Miltiadis Varvitsiotis, yaşanan
trajedi sonrası yaptığı yorumun yol açtığı öfke sebebiyle istifa etti. Open
isimli TV kanalına çıkan bakan[5], orada göz altına alınan mürettebat üyelerine
atıfla, “kurban için yas tutanlar yanında bir de cinayetle suçlanan, düzgün bir
hayatı olan, ücret karşılığı çalışan insanlar için yas tutanlar da var”
demişti.
Sonrasında
bu olay üzerinden Blue Horizon şirketine bağlı limanlarda eylemler yapıldı. Eylemcilerin
birinin elinde taşıdığı dövizlerden birinde “Ölümlere alışmayalım”
yazıyordu.[6]
İşte
bence bugün asıl tartışılması gereken de Yunanistan’daki toplumsal ve politik
altyapı dâhilinde ölümün normalleşmesi. Yaşanan olayın politik ve toplumsal
etkisini anlamak için onu Yunan devletinin politik ve toplumsal düzeyde aldığı
şekli meydana getiren dört temel yapısal faktör bağlamında analiz etmek
gerekiyor. Daha da özelde şunu söylemek mümkün: Yunan devleti, işçileri zararlı
ve ağır koşullara mecbur ederek, tam da Friedrich Engels’in bahsini ettiği
“toplumsal cinayet”i işliyor.[7] İnkâr edilen şiddet görünmez oluyor,
böylelikle şiddet, kurumların başvurduğu bir taktik olarak normalleşiyor.
2008
Sonrası Yaşanan Krizde Şiddetin Irksallaşması
Son
on beş yıl içerisinde Yunanistan’da ırkçı şiddet daha da yoğunlaştı. Bu gelişme,
temelde politik ve ekonomik değişimlerle yakından bağlantılı.[8] 2008’de dünya
genelinde yaşanan resesyon sonucu Yunanistan, hem süresi hem de yol açtığı
yıkımın ölçeği bakımından eşi benzeri görülmemiş bir ekonomik krizle yüzleşti. Avrupa
Birliği ülkeleri içerisinde kriz en ağır darbesini Yunanistan’a indirdi. Ülke,
en uzun ve en ağır krizle boğuşmak zorunda kaldı.[9]
Ardından,
ülkede kamu harcamalarında kesintiye gidildi, kamudaki istihdam oranı
düşürüldü, katma değer vergisi oranları artırıldı, sosyal yardımların miktarı
azaltıldı, bunun sonucunda kitleler yoksullaştı, toplumsal huzursuzluk arttı,
hükümet, muhalefet partileri ve sendikalar arasındaki politik gerilimler arttı,
bunun sonucunda da politik ortam iyice istikrarsızlaştı. Bu bağlam dâhilinde
göçmenlere yönelik olumsuz algı arttı. Yunan toplumunun büyük bir kısmı
göçmenleri istilacılar, iş imkânları konusunda yarışan rakipler olarak görmeye
ve onların Yunanlıların iş bulmasını zorlaştırdığını düşünmeye başladı. Bu
görüş, halk nezdinde iyi yaygınlaştı.[10]
Altın
Şafak, göçmenlere yönelik şiddetteki artışla birlikte büyüdü. Bu şiddet, fiziki
saldırı, mülke saldırı, sözlü saldırı biçimleri aldı. Genelde Asya, Ortadoğu ve
Afrika’dan Müslümanlara ve beyaz olmayan göçmenlere yöneltildi.[11] Ülkedeki
politik yapılar ve kurumlar, şiddet kullanımını sürekli uyguladıkları üç
söylemsel strateji üzerinden meşrulaştırdılar:
1.
Göçmen karşıtı şiddetin sistemle alakalı niteliğini sürekli inkâr etme;
2.
Olayları münferitleştirme;
3.
Kötü muamele iddialarını şüpheli kılma.[12]
Ayrıca
bu kurumlar, göçmenlere yönelik şiddetle ırkçılık arasındaki bağı koparttılar
ve bu şiddeti göçün yol açtığı tehditlere yönelik bir cevap olarak gösterip
meşrulaştırdılar. Göçmenin yol açtığı tehdit karşısında duyulan güvensizliğe ve
korkuya tepki olarak takdim edilen şiddet olaylarına hoşgörüyle yaklaşıldı.
Aynı zamanda bilhassa kriz dönemlerinde neoliberal hükümetlerin başvurdukları
stratejiler devreye sokuldu ve göçmenler gibi marjinal kabul edilen gruplar
hedefe konularak, bunların kendi içlerinde kaynaşıp örgütlenmelerine mani
olundu.[13]
Yunanistan’da
göçmenlerin sayısı arttıkça hükümetin mültecilere yönelik tepkileri ve göçmen
eleştirileri de yaygınlaştı. 2019 seçimleri ardından iktidara gelen Yeni
Demokrasi Partisi, göçü merkeze koyan, güvenlik meselesini temel alan dili
yeniden devreye soktu, ayrıca eleştirileri savuşturma konusunda AB’nin katkı
sunmadığı koşullarda, hükümet bu zafiyetten istifade etti.[14] Dahası hükümet, Türkiye’yle
rekabet edecek kadar güçlü olduğu algısını muhafaza etmek ve suçu Türkiye’nin
üzerine atmak için Türk karşıtı duygulara oynadı.
Son
yıllarda Yunan ekonomisi büyüme işaretleri veriyor olsa da enflasyona
ayarlanmış olan ücretlerin yerinde saydığını söyleyebiliriz.[15] Esasında
ücretler, genelde fiyat artışları baz alındığında epey düştü. Emek piyasasında
bu eğilim iyice güçlendi. İşverenler, yetersiz ücret ödendiği için çalıştıracak
insan bulamadıklarını söylüyorlar. Yunan ekonomisinde, yiyecek hizmetleri,
turizm ve inşaat gibi önemli sektörlerde birçok iş için insan bulunamıyor. Öte
yandan, tüketiciler, fiyat artışlarıyla baş edebilmek için temel ürünleri daha
az almak zorunda kalıyorlar.
Yunanistan,
bugünlerde hukuki sorunlar da yaşıyor.[16] Örneğin hapishanelerde ve göçmen
toplama merkezlerinde yabancılar, insanlık dışı muamelelerle ve zulümle
yüzleşiyorlar. Ayrıca başka ülkelerden gelen insanlar, ırkçı polislerin
saldırılarına uğruyorlar. Hükümet yetkilileri, göçmenlere ve mültecilere
yönelik şiddet[17] olaylarını rapor ediyorlar.[18] STK’lar ve uluslararası
örgütler, hükümetin polis saldırılarını[19] soruşturma konusunda yetersiz
kaldığını, mültecileri zorla geri gönderdiğini, sorumlulardan hesap sormadığını
söylüyorlar.[20]
Bu
sürece paralel olarak, mevcut hükümet, polis sayısını epey arttırdı, bu artış
üzerinden ülke, vatandaş başına düşen polis sayısı bakımından AB ülkeleri
içerisinde dördüncü sıraya yükseldi.[21] Bu gelişme, hapishane nüfusunun
yaklaşık yüzde 60’ının yabancılardan oluştuğu bir dönemde gerçekleşti.[22] Bu
da bize ülkede hukuk düzeninin yerini ceza devletinin aldığını gösteriyor. Bu
devlet, polisin gücünü kullanarak, marjinal ve dezavantajlı kişileri
cezalandırıyor, kontrol altında tutuyor, böylelikle, “yabancı düşman”a karşı
kamuoyunu rahatlatıyor.
Antonis’in
öldürülmesinden birkaç gün sonra gemi mürettebatı arasında hâkim olan ırkçı
yaklaşımları açığa vuran telsiz konuşmaları basına sızdı.[23] Bir yerde geminin
kaptanı, sonradan Yunan olduğu anlaşılan söz konusu yolcuyu yabancı sandığını
söylüyor: “Bileti olmadığını, esmer bir Pakistanlı olduğunu sandım. […]
Dışarıda öylece oturuyor, sonra ikide bir yanıma geliyordu, ama bilet milet
göstermiyordu. Bana sadece ‘seyahat edeceğim’ dedi.”
Ölüm
ve İnkârı
Marx
ve Engels, sermayenin sürekli büyümesinin doğası gereği öldürücü olduğunu, zira
sermayedeki büyümenin işçi sınıfının daha da yoksullaşmasını gerekli kıldığını,
bu sefaletin karşılığında kapitalist sınıfın kendisine servet biriktirdiğini
görmüştü.[24]
Serveti
büyütme arayışı, sermayenin daimi hareketini tayin eden şey. Bu hareket, mali
döngüden daha fazlasını ifade ediyor. Kesintisiz çalışan bir toplumsal
mekanizma olarak serveti büyütme çabası, işçilerin ölümünün dışsal sebebi değil.
O, işlemekte olan bir öldürme süreci olarak anlaşılmalı.”[25]
Yunan
toplumu, ölümlerin sıklıkla yaşandığı bir yer. Artık hapishanelerde insanlar
daha çok ölüyorlar. Her bir ölümün ana sebepleri asla sorgulanmıyor. Mahkûmlar
kendi canlarına kıysa bile kimse, bu tür olaylarla ilgilenmiyor.[26] Bu da ileride
yaşanacak ölümleri önleyecek tedbirlerin alınmasına ve bu olaylardan ders
çıkartılmasına mani oluyor.
Göçmenlerin
kapatıldıkları gözaltı merkezlerinde durum farklı değil. 2021’de Macky Diabate
isimli 44 yaşındaki Gineli adam, Kos adasında gözaltı merkezindeyken, birkaç
gün tedavi talebinde bulunmasına rağmen gerekli cevabı alamadığı için,
karınzarı iltihabı denilen, tedavisi mümkün olan bir hastalık yüzünden hayatını
kaybetti. Bu tür durumlara ek olarak, bu gözaltı merkezlerinde tutulan
göçmenlerin telefonları kurcalanıyor veya bozuluyor ki mevcut durumlarını
belgeleyip kimseyle paylaşmasınlar. Bu da göçmenlerin avukatlarına gerekli
hukuki belgeleri paylaşmalarına ve onların avukatlarından bilgi almalarına mani
oluyor.[27]
Bir
de tabii batan tekneler var. 14 Haziran 2023 günü Adriana isimli balıkçı
teknesi, Pilos sahili açıklarında battı. Sonuçta 600’den fazla insan hayatını
kaybetti. Hayatta kalanlar ve muhabirler, teknenin Yunan sahil koruma botuna
bağlanarak çekildiğini söylüyorlar. Devlet, bu iddiayı yalanladı. Gerekli
belgeler olmamasına rağmen, hayatta kalan insanların telefonlarına el
konuldu.[28]
Hayatta
kalanlarla yirmiden fazla söyleşi gerçekleştirildi. Mahkeme belgeleri ve sahil
koruma müdürlüğündeki kaynakların sözleri incelendi. Böylelikle teknenin
kurtarılma ihtimali varken böylesi bir çaba içine girilmediği, teknedekilere
yardım edilmediği görüldü. Hayatta kalanların tanıklıklarının da ortaya koyduğu
biçimiyle, Yunan sahil koruma memurları, tekneyi sahile çekerken onun batmasına
sebep olmuşlardı.
28
Şubat 2023 günü bir de Yunan tarihinde görülmüş, en fazla ölümün yaşandığı tren
kazasına tanık olundu. Kazada 57 kişi hayatını kaybetti. Soruşturmalar
neticesinde yolcu treninin yanlış hatta geçmesine izin verilmiş, aynı hat
üzerinde yük treni bulunduğuna dair işaretlere dikkat edilmemiş. İlkin
çarpışmayı “trajik bir insani hata” olarak niteleyen başbakan, sonrasında
çarpışma konusunda yaşadığı pişmanlığı dile getirdi ve uygun güvenlik
tedbirleri uygulansaydı, kazanın yaşanmayabileceğini kabul etti.[29]
Yunan
devleti, ayrıca göçmenlerle ilgili, onların canlarına kasteden bir dizi eyleme
imza attı. Geri gönderme hamlesi, bunlardan biri. Devlet, bu hamle dâhilinde
birçok göçmenin hayatını kaybetmesine neden oldu.
Bunun
bir örneği, Ocak 2014’te Farmakonisi’de yaşandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
konuyla ilgili önemli bir karara imza atarak, Yunan yetkililerini gerekli
kurtarma operasyonlarını gerçekleştirmediği ve yaşanan üzücü olay sonrası
soruşturmayı başlatmadığı, özellikle kurbanların ifadelerini almadığı sebebiyle
mahkûm etti.[30] Önceki hükümet de bugünkü hükümet de geri gönderme
uygulamalarına ısrarla başvuruyor ama bunu sonrasında inkâr ediyor. Bu inkâr,
sistematik bir hâl almış olan inkâr kültürünün somut bir simgesi hâline gelmiş
durumda.[31]
İhmal
sonucu yaşanan fiziki ölümlerle yüzleşenler, daha çok işçi sınıfına mensup
kişiler. Göçmenlerin tıkıldığı gözaltı merkezlerinde gerekli tedaviyi görmediği
için ölenler de aynı ihmalin kurbanı. Hapishanelerde ve göçmen gözaltı
merkezlerinde görülen intihar teşebbüsleri de aynı zincirin halkası.
Tren
kazaları ve gemi kazalarında görüldüğü üzere devletin ihmali ölümlere sebep
olabiliyor. Ayrıca devlet, geri gönderme eylemleri üzerinden ölümlere yol
açıyor. Ayrıca devlete çalışan kişiler veya toplumsal kontrolü sağlamakla
görevli kişiler uyguladıkları şiddetle ölümlere sebep olabiliyorlar. Antonis’in
ölümü, bunun somut bir örneği. Yunan devletinin yarattığı, cinayetle sonuçlanan
durumlar, bir yandan, olaylar arasında bağlantı noktası olarak iş gören inkâr
halkasını bir biçimde içeriyor.
Bir
Yunan kanalında verilen haberde, gemideki mürettebatın bir üyesinin yaşadıkları
şeyi kimseye anlatmamalarını tavsiye ettiğine dair lafları işitiliyor: “Şunu
aklınızdan hiç çıkartmayın: Duyduklarımızı, gördüklerimizi kimseye demeyeceğiz”
diyor.[32]
Bu
kaba şiddeti görünmez kılma stratejisi, gemi mürettebatının üyesinin yakalanma
korkusuyla başvurduğu, tesadüfi veya tek seferlik bir şey değil. Bu strateji, toplumun
kıyısında yaşayanları yönetme sürecinde Yunan devletinin başvurduğu, şiddeti
sistematik bir biçimde inkâr etme tarzına işlemiş bir şey. Gemiye binmeye
çalışan yolcunun yabancı (turist olması muhtemel bir tüketici değil de bir
“toplumsal atık”, siyahî bir Pakistanlı) olduğundan şüphe edildiğinde dahi
dizginsiz şiddet önce uygulanıyor, ardından inkâr ediliyor.
Yoksulları
Öldürmenin Biyopolitikası
2015’te
yaşanmış bir olayı anmak gerekiyor: aynı şirkete ait bir gemi, TV spikeri ve
ünlüsü Eleni Menegaki’yi kırk dakika bekledi.[33] 7:50’de kalkması gereken gemi
8:30’da kalktı. Bu olay önemli bir meseleye işaret ediyor: devlet ve aygıtları,
başkalarının hayatlarının heba olmasına izin veriyor veya bu insanları ihmal
edebiliyor ama bazılarının hayatlarını de öncelikli görüyor.
Foucault,
biyopolitika zemininde şunu söylüyor:
“Eskiden beri var olan
birinin canını alma veya bir başkasının yaşamasına izin verme hakkının yerini
başkasının hayatını gözetme veya ölümüne göz yumma yetkisi aldı.”[34]
Elitlerin
çıkarlarını koruma ve bu çıkarların mevzi elde etmesini sağlama çabası,
çoğunlukla istenmeyen ve/veya tehdit unsuru olarak görülen işçilerin ölüme terk
edilmesini veya dışlanmasını içerir.[35] Foucault’nun tespitiyle, “öldürme
eylemi, dolaylı cinayetin her türden biçimini, birini ölümle burun buruna
getirmeyi, bazı insanların ölüm riskini artırmayı, politik ölümü, sınır dışı
etmeyi, geri çevirmeyi vs. içerir. Başka bir ifadeyle, korumaya değer görülen
insanlar, ancak istenmeyen veya tehdit olarak görülenlerin geri çevrilmesi veya
ölüme terk edilmesi üzerinden savunulur.” Foucault devam eder:
“Öldürme eylemi veya
öldürme zorunluluğu, ancak politik hasımlar karşısında elde edilen bir zaferle sonuçlandığında
değil de türün veya ırkın gelişimine yol açması, biyolojik tehdidin yok edilmesini
sağlaması durumunda kabul edilir bir şeydir.”[36]
Foucault’nun
“öldürme” ile ilgili anlayışı, belirli canların dışlanması ve ölüme terk
edilmesi üzerine kuruludur. Burada amaç, korumaya değer görülen canların
korunmasıdır. Foucault’nun bu anlayışı, mevcut Yunan devletinin, birbiriyle
bağlantılı biyopolitik mekanizmalarıyla birlikte, genelde işçi sınıfı, özelde
mahkûmlar, göçmenler, cinsel[37] ve toplumsal cinsiyet azınlıkları gibi
korunmaya değer görülmeyen bireyleri nasıl yok ettiğini anlamamız konusunda
oldukça kıymetli bir zemin sunmaktadır.
Yoksulları
Öldürmek
Yunan
turizmi, ülke ekonomisinde önemli bir rol oynuyor. Turizm, gayrisafi yurtiçi
hâsılasının yüzde 20’sini oluşturuyor.[38] Cennet gibi bir yer olarak takdim
edilen Yunanistan’ın mevcut imajının aksine, özellikle son yıllarda ülkede
sömürü giderek yoğunlaştı. Sömürünün yoğun olarak gerçekleştiği iş pratikleri
ülkeye hâkim hâle geldi.[39] Bu sömürü düzeyi hukuk üzerinden meşrulaştırıldı.
Eylül
2023’te meclis iş kanunu çıkartarak, tam zamanlı çalışanların ikinci bir yarı
zamanlı işe girmelerine ve belirli koşullarda günde 13 saat çalışmalarına izin
verdi.[40] Bu kanun, aynı zamanda işverenlere gerektiğinde işçilerini haftada
altı gün çalışma imkânı sunuyor. Buna ek olarak, işteki ilk yılı içerisinde
çalışan, aksi kabul edilmemişse, tazminatsız veya uyarısız işten
çıkartılabiliyor. Ayrıca kanun, deneme süresini altı aya çıkartıyor ve
işverenlere çalışma şartlarını detaylı olarak aktarma zorunluluğu getiriyor. Bunun
dışında kanun, grevler esnasında iş yerlerini işgal eylemlerini suç ilân
ediyor. Grev esnasında başkalarının çalışmasına mani olanlara asgari altı ay
hapis cezası ve 5.000 avro para cezası verilmesini öngören kanun, özünde grev
hakkının zeminini zayıflatıyor.
İşçiler
için avantajlıymış gibi takdim edilen[41] bu tür kanunlar, çalışma hayatı ile
ilgili kazanılmış hakları gerçekte yüz yılı aşkın bir süre önce Marx’ın tasvir
ettiği dönemdeki düzeye çekiyorlar. Yüz yıldır kapitalistleri “uzun soluklu
sınıf mücadelesi”nin[42] sonucunda elde edilmiş, çalışma saatlerindeki kısıtlamaları
ortadan kaldıracak yöntemler arayıp duruyorlar. Bu noktada kapitalistler şu tür
bir yönteme başvuruyorlar: işçilerin günde toplam on saat çalışmasını ama bu
çalışma sürecinin on beş saate yayılmasını zorunlu hâle getiriyorlar,
böylelikle işçiler daha fazla zaman çalışmış oluyorlar, kanun da ihlal
edilmemiş oluyor.[43]
Mevcut
kapitalist yapılar dâhilinde belirli bireyler, temel insani ihtiyaçlarını
karşılayamıyorlar. Simon Clarke’ın[44] da dile getirdiği biçimiyle, kapitalizm,
“eşyanın üretiminin artı-değer üretimine, temellüküne ve birikimine tabi olduğu
üretim sistemi olarak işliyor.” Böylesi bir düzende eşyanın imal edildiği
süreç, o ürünlere fiiliyatta ihtiyaç duyulup duyulmadığından bağımsız bir
biçimde işliyor. Sonuçta insanın esenliği ve refahı, en iyi hâliyle, kapitalizmde
tali bir mesele hâline geliyor.
Bu
gerçeğin en yalın hâlini Yunan turizminde çalışan işçilerin sefil ve sömürü
üzerine kurulu çalışma koşullarında ve tabii ki Antonis’in ölümünde
görebiliyoruz. Ekonomik zorluklar, turizmde çalışan mevsimlik işçilerin berbat
koşulları kabul etmesine neden oluyor. Rodos adasındaki garsonlar bunun bir
örneği. Adada garsonlar, müşterilerine bellerine kadar suyun içerisinde hizmet
etmek zorunda kalıyorlar.[45]
Kötü
çalışma koşulları, kötü barınma koşulları, gece vardiyaları, peş peşe iki
vardiyada çalışma zorunluluğu, iki ya da üç işi birlikte yapma zorunluluğu,
kayıt dışı çalışma, Yunan turizminde çalışma koşullarının temel özellikleri.[46]
Engels’in
1845’te İngiliz işçi sınıfı ile ilgili söyledikleri, bugün Yunanistan için de
geçerli. Yunan devleti, işçileri ağır çalışma koşullarına mahkûm ediyor,
işçileri kanunun gücünü kullanarak, kaçınılmaz son olarak ölümün eşikte
beklediği berbat koşullarda çalışmaya zorluyor.
Mevcut
iş imkânlarına kıyasla eldeki işgücü fazlasını ifade eden nispi artık nüfusla
ilgili Marksist anlayış, Antonis’in ölümü ile Yunanistan’daki turizm sektöründe
çalışan emekçilerin yüzleştikleri sömürü arasında bağ kurulabileceğini
söylüyor.
Kapitalist
sistemde artı-değer elde etme çabası topluma hâkim olan ana unsur. Bu çaba,
toplumda merhametsizliği ve duyarsızlığı besliyor. Neticede zaman içerisinde bu
hâl kanıksanıyor, yerleşikleşiyor, artı-değer biriktirme dürtüsü, kişilerin
başkalarını araçsallaştırma eğilimlerini besliyor, sonuçta da araçsallaştırmayı
temel alan yepyeni örgütlenme tarzları ortaya çıkıyor. Bu araçsallaştırma
süreci, kapitalistlerin işçileri sömürmesini kapsayarak ilerliyor. İnsanlar,
hedeflerine ulaşmak için başkalarını salt birer araç olarak görme ve o hâle
getirme çabası içine giriyorlar.[47]
Beatrice
Adler-Bolton’ın tespitiyle, “kapitalizm koşullarında çalışırsınız, bir ücret
alırsınız, sonra da bir şeyler satın alabilesiniz diye size hayatta kalma hakkı
verilir.”[48] Antonis, Yunan devletine ve kapitalist sınıfa kâr getirmediği
için, bu hayatta kalma hakkını satın alamadı. Antonis’in denize itildiği an, simgelerle
yüklü bir resim sunuyor. Antonis, finansal birikime mani olduğu için denize
atılıyor, geminin yola çıkmasını, Yunan ekonomisinin işlemesini engellediği
için öldürülüyor.
Bu
koşullarda ihtiyaç duyulan bireyler, devletin ekonomiyi hızla büyütme
potansiyeline yönelik birer tehdit olarak görülüyorlar.
Dead
Kennedys grubunun 43 yıl önce söylediği şarkı bu tehdit algısıyla ilgili
aslında. Alaycı ifadelerle yüklü şarkıda grup, dünyanın en zenginlerinden,
ülkenin ilerlemesi önündeki tek engel olarak gördükleri yoksulları nötron
bombasıyla öldürmelerini istiyor.[49]
Tasarruf
tedbirleri sebebiyle gündelik hayat içerisinde neoliberalizmin dilinin hâkim
hâle gelmesiyle birlikte, “sıradan yurttaşlar”, ihtiyaç sahibi kişileri kıymetli
zamanlarını tüketen unsurlar olarak algılayabiliyorlar.[50] Fakirler, her şeyi
ziyan eden kişiler olarak görülüyor ve bu kişilerin karşısına bireylere ve
çevreye zarar veren sömürü koşullarından kâr elde edenler çıkartılıyor.[51] İnsan
hayatı ve doğa karşısında kârı yücelten anlayışı benimseyenlerde her türden
dışlayıcı tavır, başarı için gerekli olan hâkim görüşe uygun hareket
edemeyenleri umursamama hâlinin tezahürü olarak iş görüyor.
Antonis,
başarı için gerekli olan hâkim görüşe uygun hareket edemeyen insanlardan
biriydi. Ölümü, kıyıya köşeye atılmış, yoksul insanlara yönelik genel
yaklaşımın her yana yayılmış olmasının değil, son on beş yıl içerisinde Yunan
politik ekonomisinde yaşanan, toplumsal cinayetin zeminini teşkil eden tasarruf
tedbirleriyle, ırkçı şiddetle, çalışma hayatına yönelik reformlarla, hukuk
düzenine yönelik büyük ihlallerle bağlantılı olarak yaşanan yapısal
değişikliklerin bir sonucuydu.
Sonrası
“Arzuladığımız
ülkeyi temsil etmeyen utanç verici bir olay bu” diyen başbakan Mitsotakis,
Antonis’i denize atanların hak ettikleri cezayı alacaklarını söyledi.[52]
Oysa
aslında bahsi edilen olay, bugünün Yunanistan’ındaki değerlerle ve önceliklerle
gayet uyumlu bir olay. Muhtemelen suçu asıl işleyen kişi ceza alacak ve bir
süre hapis yatacak. Böylelikle, başbakanının ceza talebi yerine getirilmiş
olacak. Ancak böyle olsa bile adalet yerini bulmayacak. Çünkü yoksulları
öldüren bir devlet, adil bir devlet olamaz.
Filippos Kurakis
8
Aralık 2023
Kaynak
[Filippos
Kurakis, Yunanistan’ın Nafplion şehrinde Asliye Hukuk Mahkemesi’nde Ceza Hukuku
ve Medeni Hukuk Hâkimi Muavini aynı zamanda Atina’daki Panteion
Üniversitesi’nde Krimonoloji Bölümü doktora öğrencisidir.]
Dipnotlar:
[1] Ahmet Gençtürk, “Autistic man's drowning death after crew pushed him off
Greek ferry shocks public, politicians”, 7 Ağustos 2023, AA.
[2]
“Greek ferry passenger 'pushed to his death by crew”, 11 Eylül 2023, Youtube.
[3]
“Blue Horizon”, 7 Eylül 2023, Youtube.
[4]
Marina Rafenberg, “Greece shocked by death of ferry passenger pushed by crew
member”, 22 Eylül 2023, Monde.
[5]
“Greek minister resigns over death of ferry passenger allegedly pushed into sea”,
11 Eylül 2023, Guardian.
[6]
Monde.
[7]
Friedrich Engels, [1845] 2009. The Condition of the Working Class in England.
Oxford: Oxford University Press.
[8]
Anastasia Asimina Papageorgiou, Racist violence in Greece: mistakes of the
past and challenges for the future, Essays in Honour of Nestor Courakis,
Ant. N. Sakkoulas Publications, 2017.
[9]
Örneğin bkz.: Matsaganis M (2018) “Making sense of the Greek crisis, 2010–2016”.
Yayına Hz.: Castells M, Bouin O, Caraça J, Cardoso G, Thompson JB ve Wieviorka
M, Europe’s Crises içinde. Cambridge: Polity, s. 49–69.
[10]
Anna Bailey-Morley ve Christina Lowe, Public narratives and attitudes
towards refugees and other migrants, Greece country profile, 2023.
[11]
Human Rights Watch (2012) Hate on the Streets: Xenophobic Violence in Greece.
New York: Human Rights Watch.
[12]
Lena Karamanidou, “Violence against migrants in Greece: beyond the Golden Dawn”.
Ethnic and Racial Studies, 39(11), 2016, s. 1-20.
[13]
Leonidas Cheliotis, “Behind the veil of philoxenia: The politics of immigration
detention in Greece”. European Journal of Criminology, 10(6), 2013, s. 739
– 740.
[14]
Bailey-Morley ve Lowe, 2023, s. 20.
[15]
Symela Touchtidou, “Cost of living soars in Greece despite economic recovery”,
15 Mayıs 2023, Euronews.
[16]
ABD Dışişleri Bakanlığı, “2022 Country Reports on Human Rights Practices:
Greece” State.
[17]
“Pushbacks, detention and violence towards migrants on Lesbos”, 25 Mayıs 2023, MSF.
[18]
Melissa Pawson, “‘It was hell’: asylum seekers and NGOs allege abuse in Greek
detention”, 23 Şubat 2023, OD.
[19]
ABD Dışişleri Bakanlığı, State.
[20]
“Unwelcome Guests”, 12 Haziran 2013, HRW.
[21]
“Police Officers in Europe”, 14 Aralık 2022, Landgeist.
[22]
“Percentage of prisoners with foreign citizenship in the reporting country,
2020-2021”, Europa.
[23]
Helena Smith, “Crew radio leak increases outrage over Greek ferry passenger
pushed into sea”, 13 Eylül 2023, Guardian.
[24]
Marx [1867] 1990, s. 799, aktaran: Nate Holdren, Social Murder: Capitalism’s
Systematic and State-Organised Killing, in Marxism and the Capitalist State,
2023.
[25]
A.g.e.
[26]
Council of Europe, “Report to the Greek Government on the ad hoc visit to
Greece carried out by the European Committee for the Prevention of Torture and
Inhuman or Degrading Treatment or Punishment (CPT)”, 2 Eylül 2022, RM.
[27]
Elisa Perrigueur, Vera Deleja-Hotko, Franziska Grillmeier, Katy Fallon, “Prisons
in paradise: Refugees detentions in Greece raise alarm”, 22 Ekim 2021, Jazeera.
[28]
“Disparities in Accounts of Pylos Shipwreck Underscore the Need for Human
Rights Compliant Inquiry”, 3 Ağustos 2023, HRW.
[29]
Helena Smith, “‘Greece has derailed’: tens of thousands of protesters ‘rage’
over train disaster”, 8 Mart 2023, Guardian.
[30]
Human Rights Watch, 2022, “European Court Slams Greece Over Deadly Migrant
Pushback”, HRW.
[31]
Stavros Malichudis, “Pushbacks: Eternal Denial of the Greek Government”, 8
Haziran 2020, Solomon.
[32]
Helena Smith, “Crew Radio”, Guardian.
[33]
“Blue Horizon”, 6 Eylül 2023, Toc.
[34]
Michel Foucault, The History of Sexuality, Cilt 1. (Penguin, 1998), s. 138.
[35]
Michel Foucault, Society Must Be Defended (Çeviri: D. Macey) (Penguin,
2004), s. 256.
[36]
A.g.e., s. 257.
[37]
Zack Kostopulo’nun ölümü konusunda bkz.: Helena Smith, “Greek court acquits
four police officers over death of LGBT activist”, 3 Mayıs 2022, Guardian.
[38]
“Greek Tourism at a crossroad”, Haziran 2023, CEE.
[39]
“Severe forms of Labour Exploitation”, 2014, FRA.
[40]
“New labor bill voted in Parliament”, 22 Eylül 2023, Ekathimerini.
[41]
A.g.e.
[42]
Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy. Çev.: Ben Fowkes. Cilt
I. Londra: Penguin Books, [1867] 1990, s. 395.
[43]
A.g.e., s. 403.
[44]
Simon Clarke, Marx’s Theory of Crisis. Londra: Macmillan, 1993, s. 281.
[45]
“Waiter wading above waist into the sea”, 3 Temmuz 2023, Greece.
[46]
“Tourism work being shunned”, 24 Mart 2023, Ekathimerini.
[47]
Holdren, 2023, s. 2.
[48]
Beatrice Adler Bolton, “Deaths Pulled From the Future”, 3 Ocak 2022, Substack.
[49]
Dead Kennedys, “Kill the poor”, Youtube.
[50]
Leandros Kyriakopoulos, “An ambience for indifference: On the ethics of
exclusion and the Greek debt crisis. Proceedings of 3rd International Congress
on Ambiances”. Eylül 2016, Volos, Greece, Cilt. 2, s. 655.
[51]
“Greece Country Briefing”, 18 Şubat 2015, EEA.
[52] Ahmet Gençtürk, “Autistic man's drowning death after crew pushed him off Greek ferry shocks public, politicians”, 7 Ağustos 2023, AA.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder