1980’den
sonra neoliberalizmin yükselişi ve sosyalist ülkelerin çözülüşü, dünyada çoğu
sosyalistte işçi sınıfı iktidarı inşa etme hevesini kırdı, ümidini yok etti.
Sosyalistler, maneviyat bozukluğu içinde, düzeni değiştirmeye yönelen
sınıfsal-siyasal bir hareket olmaktan tedricen uzaklaşarak, sosyalistliği bir
kimliğe dönüştürdü. Egemenler, zaten 1970’li yıllardan itibaren kimlik
siyasetini teşvik edegelmişti. Sosyalistler de bu söylemi benimsedi.
Günümüzde
Türkiye’de sosyalist kimliği diğer kimliklerden ayırt eden başlıca ritüelleri,
faaliyetleri şöyle sıralayabiliriz:
–
Sosyalistlere hitap eden yazılar yazmak, yayınlar yapmak.
–
Grev yapan işçileri ziyaret etmek, onlara destek beyan etmek.
–
En geç 150 yıl evvel Avrupa kapitalizmini tahlil etmiş Marksist kaynaklarla
eğitim yapmak.
–
Başka sosyalist örgütlerle ittifaklar kurup bozmak.
–
Uluslararası sosyalist toplantılara katılmak.
–
Sivil toplum örgütlerinde ve sendikalarda öne çıkmaya, mümkünse bunların
yönetimini ele geçirmeye çalışmak.
–
1 Mayıs mitinglerine katılmak.
–
Sosyalist olmayan partilerin himmetiyle Meclis’e milletvekili sokmaya çalışmak.
Sosyalistlerin,
sosyalist örgütlerin faaliyetleri esas itibariyle budur. Bu faaliyetler, emekçi
kitlelerle bağ kurup onları siyasi bir harekette birleştirmeye elvermez.
Gerçi
grevci işçileri desteklemek, işçilerle bağ kurmaya yönelik bir girişimdir. Ne
var ki Türkiye’de işçilerin önemli bir kısmı grev yapamaz. İşçilerin önemli bir
kısmı küçük işletmelerde çalışmaktadır. Grev yapan işçileri ziyaretlerle işçi
sınıfının grev yapmayan çoğunluğuna ulaşmak zordur. Öte yandan, grev yapan
işçilere yönelik destek ziyaretleri de genellikle organik bir ilişkiye
dönüşmemektedir. Önderlik bir yana, dayanışmanın bile en temel veçhelerinden
biri emekçilerin tüm hayat kavga süreçlerinde yan yana, omuz omuza olup
birbirini dönüştürmektir.
Sosyalistler
bir sendika yönetimini ele geçirdiğinde, genellikle sendikayı kitle örgütü
olarak büyütmek yerine, sendika yönetimini başkasına kaptırmamak için
genişlememesini tercih etmektedir.
Sosyalist
kimlikli örgütlerin eğitim anlayışı da, ritüel mahiyetinde olup sınıfsal bir
yönelimden yoksundur. Üyelerine, sempatizanlarına, 100-150 yıl önce Avrupa
kapitalizmini eleştiren kitaplar okutarak kapitalizmi anlatmaya çalışırlar.
Oysa ki bizim yaşadığımız kapitalizmi anlatmak için en iyi malzeme, Korkut
Boratav’ın, Ümit Akçay’ın, Aziz Konukman’ın ve benzeri araştırmacıların
yazıları; DİSK-AR’ın, İSİG’in ve benzer örgütlerin araştırmalarıdır. Günümüz
Türkiye’sinin ekonomi politiğini bunlar anlatmaktadır. Bu yayınlar, Türkiye’de
egemen sınıfın kim olduğunu, emekçilerin emeğini nasıl doğrudan ve dolaylı
yollardan gasbettiğini ortaya koymaktadır. Sınıf ilişkilerini, sınıfsal
sömürüyü insanlara kendi pratiğinden, deneyiminden örneklerle anlatmak daha
kolay ve mantıklı değil midir?
Sosyalist
kimlik neden sorunludur?
1980’lerden
beri Türkiye’de işçilerin önemli bir kısmı milliyetçi ve muhafazakâr partileri
desteklemektedir. Türkiye’de işçilerin önemli bir kısmı itikat sahibidir.
İşçilerin önemli bir kısmı milliyetçi, muhafazakâr veya dindar bir kimlik
benimsemektedir. Bu insanlar muhafazakâr-milliyetçi söyleme güvenmekte, bu
söylemde huzur bulmaktadır. Kapitalist zulmün verdiği sıkıntılara bu söylemin
verdiği umutla katlanmaya çabalamaktadırlar. Aynı şey, çıkarları büyük ölçüde
işçilerle örtüşen küçük esnaf, küçük sanatkâr, alt kadrolardaki memurlar için
de söylenebilir.
Gerçek
şu ki, 1980’lerden sonra, modernleşmenin toplumları özgürlüğe ve refaha
ilerletmekte olduğuna dair iddiası inandırıcı olmaktan çıkmıştır. Onun için
emekçiler bu akıl dışı adaletsiz düzende yaşantılarına modernleşmenin vaatleri
dışında bir anlam vermeye çalışmaktadır.
Türkiye’de
sosyalistlerin görevi, değişik eğilimlerde bulunan emekçileri ortak çıkarları
etrafında egemen sınıfa karşı siyasi eylemde birleştirmeye çalışmaktır.
Ne
var ki sosyalistliğe kimlik olarak sarılan kişi, bu görevi yapamaz.
Çünkü aydınlanmacı-modernleşmeci kimlikli kişinin, muhafazakâr-milliyetçi
kimlikli işçi, esnaf ve memur ile kimlik çatışması yaşaması
kaçınılmazdır.
Bu
çatışma, işçiyi zihninde dinci, gerici, faşist olarak yaftalayarak ona tepeden
bakmakla başlar. Selamlaşma, el sıkıp sıkmama ve kılık kıyafet gibi konularda
işçileri yadırgatan davranışlarla devam eder. İşçiyi, inançlarından
vazgeçirerek ‘bilinçlendirmeye’ çabalamakla ilerler.
Marksist
külliyat hakkında dogmatik bir tartışmaya girmekten kaçınmakla birlikte şu
husus vurgulanmalıdır: Kendilerini Marksizme nispet eden ve dinî inanç
düşmanlığını Marksizm’in bir rüknü, ana sütunu olarak gören birçok sosyalist,
Marx ile Engels’in Alman İdeolojisi başlıklı çalışmalarında materyalizmi
fikir savaşlarıyla yaymaya çalışan idealist muarızlarını nasıl yerin dibine
batırdıklarından habersiz görünmektedir. Marx ile Engels, din duygusunun
altında yatan maddi ilişkiler değişmeden bu duygularda herhangi bir
değişikliğin olmayacağını savunmuştur. Gerçi maddi ilişkilerin değişmesiyle
dinî inançların tamamen ortadan kalkacağı savı ilerlemeci arızalarla maluldür.
Yine de günümüz Türkiye sosyalistlerinin kaba materyalist pozisyonunun dindar
kitlelerle ilişki kurabilme imkânını sunması açısından Marks ve Engels’in
savunduğundan daha elverişsiz olduğu açıklıkla ifade edilebilir.
Kaldı
ki bugün bölgemizde Direniş Cephesi’nin emperyalizme karşı duruşu, eşitlik ve
adalet yolunda mücadelede seküler–mütedeyyin ayırımının anlamsızlığını gözler
önüne sermektedir. Farklı dinlere inanan, farklı mezheplere mensup olan yahut
hiçbir dine inanmayan insanlar, İsrail’in işgaline ve katliamlarına karşı
silahla direnmek yahut meydanlarda hükümetlerini İsrail’e karşı adım atmaya
zorlamak için bir araya gelebilirken, bu insanların sermayenin küresel düzeyde
yaşamları kolonize edişine ve katı sömürüsüne karşı bir araya gelemeyeceğini
düşünmek ancak kimlikçi savrulmalarla açıklanabilir.
Sosyalizmi
kimlik olarak inşa etmek, onu toplumda bir alt-kültür hâline getirmiştir.
Sosyalist alt-kültür, mekânlarıyla, literatürüyle, müziğiyle bir ‘mahalle’dir.
Bu mahalle, İhsan Eliaçık’ın çevresindeki Antikapitalist Müslümanlar’ı dahi
sosyalist olarak görmemektedir. Kürt Hareketinin Demokratik İslam Kongresi gibi
dindar Kürt emekçilerini muhatap almaya çalışan etkinliklerine Türkiye
sosyalistlerinin ‘laisist’ eleştirileri de bu mahalleci bakış açısını
yansıtmaktadır. Kimlikçi sosyalistler, tarih boyunca dinlerin sınıf mücadelesi
alanı olduğu; egemenlerin dini baskı ve sömürüye alet ettiği kadar, tarih
boyunca mazlumların da eşitsizliğe ve sömürüye karşı dinden aldıkları güç ve
ilhamla isyan ve mücadele ettikleri gerçeğini görmezden gelmektedir. Sorun, on
dokuzuncu yüzyıldan bu yana sosyal tarih bilgimizdeki artışın ve geçen yüzyılda
biriken sosyal-siyasi deneyimlerin görmezden gelinmesinden kaynaklanmaktadır.
Bunun neticesinde insanlığın toplumcu-eşitlikçi tarihsel birikiminin ve bu doğrultudaki
güncel arayışlarının geniş bir toplamı olan sosyalizm, Marksizm’i de kapsayarak
aşan bir kavram olması gerekirken muğlak bir ‘bilimsellik’ atfıyla kitabî bir
Marksizm yorumuna hapsedilmektedir.
Sosyalist
alt-kültürün, farklı kimlikli mazlumlara yönelik insanî görev şuuru zayıftır.
Sosyalist kimlikte güçlü olan güdü, aynı kimlikli insanlarla dayanışmaktır.
Böyle olunca sosyalistler Türkiye siyasi hayatında marjinal gruplardan ibaret
kalmaktadır.
İşçilere
ve emekçilere karşı görev duygusu olan insan, egemen sınıfın katmerli
sömürüsüne maruz kalan tüm işçilere ve emekçilere kimlik/kültür/inanç
ayrımı yapmadan hitap etmenin ve onları siyasi eylemde birleştirmenin yolunu
arar.
Cem Somel
Ali Altıntaş
11 Mayıs 2024
Kaynak: Yeni Pencere
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder