Son belediye seçimi ardından şu sorulmalı:
CHP kuyrukçuluğu dışında başka siyaseti olmayan
sosyalist hareket, belediye şahsında inşa edilmiş CHP iktidarıyla ve genel
iktidara ortak edilmiş CHP’yle mücadele etmeye hazır mı? İşçinin, yoksulun,
ezilenin cevabını en çok merak ettiği soru bu olmalı.
*
* *
Mavi Vatan meselesinin tartışıldığı günlerde CNNTürk’e
bir emekli tuğgeneral çıktı. Ekranlarda daha önce görmediğimiz bu isim, sürece
dair görüşlerini aktardıktan sonra, “Hükümet, İsrail’le anlaşmak zorunda.
Anlaşmazsa doğacak sonuçlara katlanır” dedi. Alenen, aba altından darbe sopası
salladı. Sonra bu adamı gören olmadı.
İlerleyen süreçte AKP’nin İsrail’le arası “düzeldi”.
Ticaret, üstelik Gazze katliamı günlerinde, iyice yoğunlaştı. Bu sefer
muhtemelen o tuğgenerali konuşturan irade, el altından “AKP İsrail’le iş
yapıyor, gemiler gidiyoor” haberlerini kendi gazetecileriyle servis etmeye
başladı.
O gazetecilerden biri, solun yeni dönemde kavga
etmeyeceğinin ispatı olarak görülecek şeyler söylüyor. “Kutuplaşmayacağız”[1]
diyen gazeteci şahsında sol, dün “asacağız, yargılayacağız” derken, bugün
“barış zamanı” diyor. Başkanından randevu talep eden Özgür Özel gibi konuşuyor.
Herkes, plana ve senaryoya bağlı. Laflar sanki aynı ağızdan çıkıyor.
Metin Göktepe gibi lanse edilen Metin Cihan, yaptığı
haberleri kişisel niyetinin ve iradesinin ürünüymüş gibi takdim etmek adına,
bir gün “Filistin için ne yapabilirim?” diyerek uyandığından bahsediyor.
Kendince hikâye uyduruyor. Sanki o bilgilere tek başına, tek tek limanları
gezip araştırma yaparak ulaşmış gibi bir izlenim yaratıyor. Oysa birilerinin
borazanı olan bu tür gazeteci ve akademisyenler, 7 Ekim sabahı ve sonrası
belirli odaklardan gelen emirle, “Bize ne Kudüs’ten, Filistin’den, Gazze’den.
İki emperyalist güç savaşıyor, yesinler birbirlerini” dediler. Ama kimi
mevzular üzerinden İsmail Saymaz’ın yıldızlaştırılmasında olduğu gibi bu
gazeteciler, hemen suyun başına oturtuluyorlar. Ellerine dosyalar teslim
ediliyor. Her sabah onların tvitlerini okuyoruz. Bir itiraz var zannediyoruz.
Rahatlıyoruz. Bir şey yapmış olma hissiyle hayata devam ediyoruz. Esasında
AKP’ye geri adım attırdığı düşünülen devlet-sermaye çalışmasına figüran
oluyoruz. Sonra o Metin Cihan, Can Dündar ve Erk Acarer’in yanına oturuyor.
Sahne tamamlanıyor.
Başına kutsal hale geçirilmiş olan gazeteci Metin
Cihan, bu seçim “zafer”i ardından, “gerginlik siyaseti son buldu” diyor. O,
siyasetin tam da gererek, kutuplaşarak, bölerek yapıldığı gerçeğini örtbas
ediyor. “Saray” lafına takılmış olması, onun dümdüz bir CHP’li olduğunu ele
veriyor.
Bizi hakikate bu gazeteci-akademisyen güruhu
götüremez, o görülmeli. Çünkü AKP, İsrail’le ilişkiyi tümüyle kesmiş olsaydı,
bu gazeteciler-akademisyenler, bu sefer de Nevşin Mengü ve Fatih Altaylı ile
birlikte “Antisemitist bunlaar, Yahudi düşmanı bunlaar!” korosuna dâhil
olacaklardı. Dün AKP'nin batıyla, sermayeyle, güç odaklarıyla ilişkileri
bozduğunu ağlayarak haykıranların, “faiz kararı Batı ile ilişkimizi bozar”
diyenlerin, “popülist otoriterizm Batı’yla ilişkilerimize zarar veriyor” diye feveran
edenlerin bugün söylediklerine itibar etmemek, bu tür gazetecilerin ve
akademisyenlerin o İsrail’e giden, oradan buraya gelen gemilerin sahiplerine
çalıştığını görmek gerekiyor.
Çünkü eskiden bu ülkede İsrail büyükelçisi vurulurdu, en
azından büyükelçilik taşlanırdı, şimdi tüm nefreti AKP yutuyor. AKP, İsrail'e
kalkan oluyor.
* * *
Bahsi edilen koronun üyesi olan Siyonist İbrahim
Varlı[2], matematik bilmiyor. “Siyasal İslam” gibi gerçekte karşılığı olmayan
bir kavramla düşünen bu liberal, siyasal İslam’ın yenildiğini söylüyor ama o
kategoride ele aldığı YRP’nin oylarıyla AKP’nin oylarını toplayamıyor. Solu
işte bu cehalet yönetiyor.
Haritada Filistin’in yeri göstermekten aciz olan ama
nasılsa “Ortadoğu” uzmanı olarak pazarlanan Varlı, bir Siyonist, çünkü “İsrail
yıkılmalı” diyen FHKC gibi güçlere “Yahudi düşmanı, antisemitist” diyor. Oysa
bu, ancak Siyonistlerin ve Siyonist uşaklarının ağzından dökülebilecek bir laf.
Bugün gemi haberlerini en çok da bu uşaklar paylaşıyor. Bu uşaklara prim
vermemek gerekiyor.
* * *
Sandığa gitmeyen bir AKP’liyle yapılan sohbette[3],
eleştirinin birinci maddesinin Filistin, ikincisinin ekonomi, üçüncüsününse
kayırmacılık olduğu söyleniyor. AKP seçmeni, politik bir kitle olarak, geri
çekilip partisine tokat atıyor. Sohbet edilen taksici de bunu söylüyor. O
açıdan, Fatih Altaylı’nın korosuna katılıp “aha şimdi erime başladı” demenin
bir anlamı yok.
AKP’deki erimenin emeklilere verilmeyen destekle
ilgisi üzerinde duruluyor. Kredi faizlerinin yüksekliğinden dem vuruluyor. Ama
kimse, seçimi gerçekten kazanmak isteyen partinin tıpkı EYT gibi bu konularda
da gerekli adımı neden atmadığı, ticareti neden azaltmadığı, neden mazot
yardımı ve maaş zammı yapmadığı sorularını sormuyor. Nebati ekonomisinden
bahsediliyor, neden Şimşek’i kovup gene popülist siyasete dönülmediğini kimse
sorgulamıyor. AKP’nin düşük profilli ve zayıf adayları tercih etmesi üzerinde
kimse durmuyor.
Özünde seçim sathı, seçilen adaylarla, yürütülen
propagandayla, kitlenin seferber edilmeyişiyle, güven verilmemesiyle CHP’ye
terk ediliyor. Bu terkin anlamını sorgulamak gerekiyor. Belki de Erdoğan,
solcular kadar önemsemiyor bu belediye seçimini. O da belki de “Oh, 2018’e dek
seçim yok, bu programla yürümeye devam edelim” Güler Sabancı gibi düşünüyor.
Sabancı’ya körleşen sol, AKP’yi Erdoğan’ın, ülkeyi AKP'nin tek başına yönettiğini
zannediyor. Boş politika, bilinci de belirliyor.
Sol, karşı-Öznelik büyütülünce kendisi de büyüyecek
yanılsamasına kapılıyor. O yönetimin icrasında kendisinin rolü ve payı olduğunu
görmüyor. Büyüdüğünü sandıkça, o sandıkta küçülüyor. İçinde düne kadar sağcı
bellediği unsurlar mevzileniyor, güçleniyor. Solun içindeki sağ büyüyor. Eskiden
Fethullahçıların köşelerinde dediği gibi, “sol merkeze çekiliyor.” O merkezi
kimse sorgulamıyor.
Devlete ve burjuvaziye ait her türlü konuda olduğu
gibi kendi körlüğünü kitleselleştirmek, meşrulaştırmak, solun işi.
* * *
* * *
Bu düzlemde TKP, “bu devleti emperyalistlere,
patronlara ve tarikatlara terk etmeyeceğini” söylüyor. Bunlardan ari, saf bir
devlet olduğu izlenimi ve imajı yaratmak, emekçi kitleleri devlete bağlamak
için uğraşıyor. Ona verilen görev bu.
Bu saf devlet anlayışı, bölünmeleri, ayrışmaları,
birleşme imkânlarını ve dağılma noktalarını da göremiyor. Yekpare madde,
doğalında diyalektiğe körleşiyor. TKP’nin en önemli kusuru, küçük burjuva
idealizmine kul köle olması. Defne ve Kadıköy’de sattığı hayal, o idealizmin
ürünü.
Kuyrukçu sosyalist sol, CHP’ye teslim oldu. “1977’de,
devrimin harlandığı momentte CHP neden iktidar yapıldı?” sorusunu veya “1974
affıyla çıkan kişiler, o örgütleri nasıl ve neden kurdu, sonra hepsinin şefi,
neden gidip CHP’li oldu?” sorularını sormadığı gibi, bugün de “Belediyeler
neden CHP’ye terk edildi?” sorusunu sormayacak.
12 Eylül’e giden süreçte 1977’deki seçim zaferini
sınıfsal-politik analize tabi tutmayanlar, bugünü de sınıfsal-politik açıdan
anlama ihtiyacı duymayacaklar. 1980’de devlete ve burjuvaziye teslim olanlar,
gene olacaklar. Geçmişte olduğu gibi bugün de bu seçim siyasetinin ve
kuyrukçuluğun kirini 1 Mayıs-Taksim yalanlarıyla örtbas etmek isteyecekler. Ama
gene bir emirle Maltepe’ye, AKP’nin emrettiği dolgu alana koşacaklar.
Çünkü o, CHP’den tevarüs etmiş olan, maddeden azade, diyalektikten uzak, “iyilik benden, kötülük düşmandan” anlayışının esiridir. Bu anlayış, kendi öznelik balonunu düşmanıyla şişirmenin derdindedir. İyi ve kötünün ötesini göremez.
Bugün nedense kimse, her şeye kadir olan Erdoğan’dan,
milyonlarca Afgan’a ve Suriyeliye oy kullandırtan, trafoya kedi sokan, ıslak
tutanaklara müdahale eden, astığı astık kestiği kestik, koyun kitlesi olan,
herkesi parayla satın alan AKP’den bahsetmiyor. Zaferin sebebi kendisi,
yenilginin sebebi tabii ki başkası. O nedenle, kendisinin ve zaferinin, belirli
bir nesnelliğin gerilimli olguları olarak, teşrih masasına yatırılmasına izin
vermiyor. Esasında bu öznelcilik ve benmerkezcilik çürütüyor. Hakikate körleştiriyor.
* * *
Kürt siyaseti ne derse desin, bir önceki seçimde
okunan Öcalan mektubu, İmamoğlu’nu işaret ediyordu. Bugün de muvazaalı bir
hamleyle Başak Demirtaş kenara itilmiş, daha doğrusu, o hamleyle Kürt kitlesi
seçime kilitlenmiş, toparlanmış, AKP’ye yarar diye düşünülen katılım
oranlarındaki düşüşe mani olunmuş, CHP’ye vermeyecek azınlığın oyu alınmış,
geri kalan kitle, açıktan veya sessizce CHP’ye yönlendirilmiştir.
Bugün Köz’ün, “burjuva partisi” olarak görmediği, “işçi
partisi” dediği DEM’in bu hamlesini yargılamaya hakkı yok. Komintern âlimleri,
burjuva siyasetinin figüranı olmayı “seçmişlerdir.” DEM partisinin başkanının
üyesi olduğu örgüt, “İmamoğlu’na destek açıklaması” yapmıştır. Yani, eşbaşkan
bile kendi partisine oy vermemiştir. Partinin kimi bileşenleri de bu kervana
dâhil olmuştur. Bu burjuva siyaset manevralarını sorgulamayan bir
Marksizm-Leninizm yoktur, yok hükmündedir.
HKP, İmamoğlu’nun İngiliz-ABD eliyle pişirildiğini
söyler, ama “Kılıçdaroğlu değil İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı olsun” der. Bu,
solun çaresizliğidir.
* * *
Seçim şahsında, CHP kitlesinin sırtındaki “hiç
kazanmıyoruz” yükü alınmış, İmamoğlu’yla girilen yola TÜSİAD ve devlet eliyle
onay verilmiştir. Oradan dönüş yoktur. İmamoğlu ve Erdoğan, aynı projenin
parçasıdır.
Bugün CHP kitlesinin ağzındaki kekrelik, Erdoğan
düşmanlığı ile tanımlı politik varlıklarının önemli ölçüde boşluğa düşmesiyle
ilgilidir. “Zafer”i tam olarak kutlayamamalarının nedeni, belki de budur.
Erdoğan heyulası ve balonu öyle büyütülmüştü ki CHP denilen özne de kendisini o
büyüklükte tanımlıyordu. Öznenin gerçekte bir karşılığı yoktu. Artık o balon
patlamış, CHP öznesinin anlamı ve değeri de kalmamıştır. Karşılarında eskiden
her şeye kadir, büyük bir güç vardı ve o gücü ancak CHP gibi güçlü yapı yıkabilirdi.
Bu yanılsamayla yaşanıyordu.
Bugün neyse ki o her şeye kadir, kudretli güç olarak
Erdoğan balonu, patlamıştır. Bin odasında türlü fırıldağın döndüğü saray,
çökmüştür. O balonla birlikte şişmiş olan CHP balonu da hava kaçırmaya
başlamıştır. Boşluğa düşecek halk kitlelerini örgütleyecek, onlardaki öfke ve
derde örgütlenecek bir iradeye ise rastlanmamaktadır.
Bu boşa sallanan yumruk, patlayan balon, sosyalist
hareketi de vuracaktır. Tüm sol, ömrünün önemli bir kısmını basit bir belediye
çalışanı ve zabıtası olmayı içlerine sindirmekle geçirecektir.
Bu kitleye devrimci bir çentik atmayı bile başaramayan
sosyalist hareket, onun rüzgârına teslim olmuştur. Yelkenler yırtılmıştır.
Liman, gene düzenin limanıdır. Belediyeler, şirket vasıflarıyla, dönüşümün
basit bir aracıdır. Orada sosyalizm hayali görenler, kitleleri ve kendilerini
kandırmışlardır. Bu hayalperest kuyrukçu sol, emekçi halkın afyonudur.
Eren Balkır
2 Nisan 2024
Dipnotlar:
[1] Metin Cihan, “Kutuplaşma”, 1 Nisan 2024, X.
[2] İbrahim Varlı, “Örgütlemişler Baharı: Siyasal
İslamcıların Sonbaharı”, 1 Nisan 2024, Birgün.
[3] Sevilay Yılman, “Taksici”, 1 Nisan 2024, X.
[4] “Yalancı Bahar”, 1 Nisan 2024, Sol.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder