1.
Sonuç
8
Mart’ı geride bıraktık. Taksim’de feministler ve LGBT hareketi gece mitingini
(yürüyüşü) gerçekleştirdi. Bu yılki sloganları ise kadınların kurtuluşunun
feminizmde olduğu yönündeydi. Bu slogana göre kadının kurtuluşu sınıfsız
sömürüsüz düzende değil, sömürünün devam ettiği ve kadın patronların olduğu
düzende. Peki hangi çevreler Taksim’deydi?
* * *
TİP
vekili Kadıgil, katıldığı bir televizyon programında, kendisinin “İstanbullu
bir ‘kadın’ olarak” CHP’nin büyükşehir belediyesi adayına oy vereceğini
söylüyor. Buradaki “kadın” olma vurgusu önemli. O, feminist hareketin rahle-i
tedrisatından geçmiş bir kadın. Parti olamadıklarını da itiraf ediyor, çünkü
bütün TİP’liler olarak değil, TİP olarak seçmen ve “gönüllülerine” çağrıda
bulunduklarını söylüyor.
* * *
İşçi
sınıfının biricik gazetesi de her yıl feminist hareketin 8 Mart Taksim
çağrısını duyuruyor. Her ne kadar sınıfsal açıdan feminizmi eleştiren yazılar
kaleme alsalar da pratikte kitle dinamizmine umut bağlıyor ve feminist
hareketle LGBT hareketini sınıf mücadelesinde birleştireceğini iddia ediyor.
* * *
Geçtiğimiz
günlerde Bursa Muhalif gazetesinde çalışan emekçi kadınlar işten
çıkarılınca Koza Kadın Derneği ve bileşenleri de ilgili gazeteyi eleştiren
açıklamalar yapıyor. Taciz, mobbing iddiaları üzerinden gazeteyi kıskaca
alıyor. Karşılıklı yapılan sosyal medya açıklamaları dikkate alındığında,
radikal demokrasi hareketi, kendi bileşeni olan çevreyi engebe olarak görerek
kadın sopası üzerinden yolu düzleştirmeye çalışıyor. Hiçbir aykırı sesin kendi
içinden çıkmasına müsaade etmiyor, çünkü emperyalizmin politikaları hayata
geçiriliyor. Ortadoğu’da kadın hareketini tarih yapıcı özne haline getirme
projesi adım adım işliyor. Müttefik olan sol çevre ve yayın da artık engel
olarak görülüyor ama solun meclise girmek için geliştirdiği “ilkeli ittifak”
söyleminin içinin ne kadar boş olduğunu hayat doğruluyor. Bursa Eğitim-Sen’in
yönetimi aynı çevrelere yakın ittifaklardan oluşuyor ve şimdilik sendika kadın
meclisleri “amasız/fakatsız” sessizliğe bürünerek kırılan kolu yen içinde
bırakıyor.
* * *
CHP’li
belediyeler de kurumlarında çalışan kadın emekçilerine 8 Mart izni veriyor.
Feminist hareketin bir talebi bu şekilde karşılık görerek 8 Mart emekçi değil,
kadınlar günü olarak perçinleniyor. Farklı sınıflardan tüm kadınlar
eşitleniyor. Eğer 8 Mart emekçi kadınlar günü olarak tatil edilecekse 1 Mayıs’ın
ne anlamı kalıyor? Eğer dünya kadınlar günü olarak tatil edilecekse o zaman
emekten azade şekilde sınıf uzlaşmacılığı ortaya çıkar.
* * *
Süreçte
dikkat çeken başka bir çevre de Gazete Yolculuk’ta yer alan 8 Mart
çağrısı. Bu çevreye yakın kadınların feminist gece yürüyüşüne katılacağı, 10
Mart’ta da Filistinli kadınlarla dayanışmak için İsrail Konsolosluğu önünde
düzenleyecekleri protestoya kadınları çağırdığı açıklanıyor. Geliştirilen
söylemde “beden” kavramı öne çıkıyor. “Saygın adamları korku basacak” deniyor.
Bu söz, Gazapizm’e ait. İlgili gazeteye yakın müzik grubu ve kültür merkezi
var. Gazapizm’e atıf yapmak yerine kendi emeğiniz olan müzik üretimlerinden
faydalanabilirsiniz ama siz de Z kuşağı ve feministlere ulaşarak onları sınıf
mücadelesi lehine dönüştüreceğinizi mi düşünüyorsunuz? Eğer öyleyse 10 Mart’ta
kaç kadınla açıklama yaptınız ki gece yürüyüşü size güç kattı? Bu durum, tam
olarak ideolojik savrulmadır ki içinden geldiği geleneği sürdürmeye çalışanlar
için doğru bir yol değildir. Süreç bir şekilde onu reddedenleri de içine
alıyor.
* * *
1
Mayıs’ın gelişi 8 Mart’tan belli oluyor. 8 Mart etkinlikleri, fabrikalarda,
atölyelerde, tarlalarda yapılmadığı sürece “en çok kadın çalışan istihdam
ediyoruz” diyerek aynı zamanda kadın işçileri sömüren tekstil kapitalisti
firmayla sol aynı çizgide buluşur.
2.
Neden
Bu
noktaya gelinmesinin bir nedeni de solun ideolojik bunalımının ortaya çıkardığı
sosyal(ist) anksiyetedir. Bu kaygı, somut durumlara bakarken farklı tepkilerle
tezahür ediyor.
Sol,
LGBT hareketine emperyalizm bağlamında yöneltmesi gereken sınıfsal eleştirisini,
cinsiyetçi görünme kaygısıyla geri çekiyor. Bu geri çekiliş, yerini teslimiyete
ve ilkesizliğe bırakıyor.
Sol,
milliyetçi görüneceğim diye Kürt hareketini emperyalizm bağlamında ele almaktan
vazgeçiyor. İlkeyle kitleyi takas ediyor. Kitleye bakınca ilke ve değerden
vazgeçiyor.
Sol,
feminist hareketin sınıfsal bağlarını sorgulamıyor. Eleştiri yazısı kaleme
alıyor ama 8 Mart özelinde tüm bu eleştirileri hayata geçiremiyor. O tertip
komitesinin belirlediği renkler dışında bir renkle ne pankart ne de flama
açabiliyor. Kitle içinde tükenmeyi, ona karşı mücadele etmeye yeğ tutuyor.
Solda
kadınlar arasındaki sınıflar ayrım olgusu rafa kaldırıyor. Örneğin bir
mahallede kadın pazarlayıp uyuşturucu satan bir kadının sözlü olarak defalarca
uyarılması “taciz” midir? Feminist hareketin yaya koyduğu ok “taciz”dir. O ok
da hizaya getirilmek istenen bir çevreye zamanı geldiğinde feministler eliyle
attırılır. Bu yönden feminist hareket satrançtaki kaledir. O kale de Kürt
hareketini korur. Zayıf düşüldüğünde oraya sığınılır, eleştirildiğinde kadın
öne çıkarılır. O kalede sendikalar, partiler, yayıncılık dizayn edilir. Bu
nedenle feminist hareket, emperyalizmle iş tutmakta beis görmeyen radikal
demokrasi partisinin güdümündedir. Patriyarka değil partiyarka işletilmektedir,
halk sınıfları aleyhine.
Parti,
feminist hareket aracılığıyla sendikalara kadar her yerde sözü, kararı ve
yetkiyi ele geçirmeye çalışıyor. Öyle ki İstanbul büyükşehir belediyesi için
belirledikleri kadın aday, Gezi’de yitirdiklerimizin anmasına gidiyor. Yanına
da sendika eşbaşkanı kadınları alıyor. Filistin’de katledilen on binin
üzerindeki çocuğa sahip çıkmayanların bizim çocuklarımızı anması çarpıtmadan
ibaret, çünkü seçim yaklaşıyor.
Solun
yaşadığı sosyal(ist) anksiyete, onun kitlelerle bağ kuramamasına yol açıyor.
Bunun temel nedeni, ideolojiye ve kavgaya dair inanç yitimi. Erkeğe, işçiye,
emekçiye, Sünni’ye, Türk’e, alkol almayana kapıyı kapatıyor. Ondan harekete
geçmesini talep eden sınıfa da “anarşist” diyor.
Tarihsel
Zorunluluk ve Görev
Bugün
sınıflar mücadelesi çetin bir şekilde ilerliyor ama burjuvazi ve egemenler
lehine. Bu süreci tersine çevirecek tek güç, en yüce değer olan emekten doğan
meşruiyet. Bir kitaplık sohbeti yapınca arama motorunda karşımıza kitaplık reklâmı
geliyorsa yaşadığımız durum, 21. yüzyılın emperyalistler aleyhine gelişebilecek
dinamizmden duyulan korkunun sonucudur. Bütün bu kuşatılmışlığa rağmen en meşru
hakkımız olan sınıf mücadelesini büyütmek ve geliştirmek zorundayız. Kadını,
erkeği, Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’yi, Alevi’yi, Sünni’yi, tüm kimlikleri sınıf
hattında birleştirmek zorundayız.
Mücadelenin
önünde uyandırılan kaygılar Filistin direnişiyle aşıldı, tüm dünya halkları bu
gerçeği gördü. Direniş, savunma şeklinde gerçekleşmedi, bu ayrıntı önemli.
Kadını, erkeği ve farklı inançları vatan mücadelesinde birleştirdi. Solun ve
feministlerin “ama Hamas" söylemi, kaygının değil direnişi bölmenin
çabası. Bu çaba, en başta Filistinli kadınlara ve çocuklara ihanettir. Kadınlar
ve çocuklar da direnişin safında ve destekçisi. Onlar, Siyonizmin çizmesi
altında ezilmeyi reddediyor. Bu yüzden batının ve doğunun CHP’si bir barikat
olarak aşılmak zorunda, çünkü ezilenin ve sömürülenin öfkesini teskin eden bir
sola, “Hiç yoktan iyidir/Ehven-i şer” mantığıyla ihtiyaç duymuyoruz. Asıl onlar
var diye sınıf mücadelesi ilerlemiyor, o mücadeleye gölge düşürüyor. Bunun için
de emperyalizm çağında 8 Mart’ın yolu Filistin’den, 1 Mayıs’ın yolu Anadolu’dan
geçiyor.
S. Adalı
12
Mart 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder