“Devrimcilerin devrimcileşmesi, kitlelerin
devrimcileşmesi için belirleyici önkoşuldur.”
[Rudi Dutschke]
Ülkedeki sosyalist hareketin 71 kopuşuna kadarki temel sorunlarından biri, pratikten alabildiğine kopuk oluşu, belli nedenselliklere saklanıp ya da bunları bahane edip, devrimci bir çıkış ve savaş bağlamı yaratma konusunda gerekli olan eylemlilik anlayışından uzak olmasıdır.
Bu pasifist konumlanma sosyalist hareketin
şehirlerde dar bir entelektüel çevrede sıkışıp kalmasına, Kemalist rejime
soldan destek vermesine (kaldı ki Kemalistler, sosyalistleri hiçbir zaman
müttefik görmediler) ve bu bağlamda, teorik olarak devrimci
Marksist anlayıştan uzak, “burjuva solu” başlığı altında tarif edebileceğimiz bir tarzda var
olmasına sebep olmuştur.
Sosyalist hareketin mevcut konumuna belli ölçülerde
eleştirel bakan Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli gibi isimlerse teorisyenliğin ötesine, yani pratik bir savaşçılığa geçiş yapamamaları, teorilerinde de her ne
kadar çatışmalı olsalar da TKP’den taşıdıkları sosyal şoven, pasifist yönleri
tam anlamıyla aşamamaları, ikircikli bir durumda kalmalarına sebep olmuştur.
71’se sosyalist hareketin pasifist duruşunu gerçek anlamda kıran bir kopuş
yaratmıştır.
71 kopuşunun önderlerinden olan Mahir Çayan, gerek
ulusal bağlamdaki eylemleri uluslararası devrimci mücadelenin de bağlamı içine
katabilmesi (Elrom eylemi üzerinden Filistin mücadelesiyle kurulan bağ) gerek
Sibel Erkan’ın rehine alındığı eylemde olduğu gibi pasifizmin tüm söylemsel
kategorilerinden sıyrılarak şiddeti her yönüyle devrimci pratiğin içine katması
gerekse de dönemin uluslararası devrimci teorilerinin belli parçalarında
bulunan kategorileri bütünsel bir devrimci teoride birleştirip derinleştirmesiyle
(suni denge, şehir-kır gerillası diyalektiği, yeni sömürgecilik, evrim-devrim
dönemlerinin iç içeliği) güçlü bir kuramsal ve pratik miras bırakmıştır.
Bu yazıda, Mahir Çayan’ın dönemsel olarak gelişim
çizgisini ve bugün Mahir’in devrimci mirasını nasıl okumak gerektiğini ele
alacağım.
Erken Dönem
Mahir Çayan’ın erken dönemi olarak 1969’da Türk
Solu, sonrasındaysa Aydınlık Sosyalist Dergi’de olan ve 71’deki
kopuşa kadar olan süreci değerlendirebiliriz. Bu dönem, Dev Genç’in militan ve
çekirdek kadrosu olarak Mihri Belli etrafında konumlanan Mahir Çayan ve
arkadaşları TİP’in pasifist, devrimciliği demokrasicilik mücadelesine
indirgeyen barışçıl-parlamentarist geçiş anlayışına karşı devrimci bir şema
yaratmaya çalışmışlardır. Ancak bu şema, yaşanılan ortamın doğası gereği,
zaaflı doğmuştur. Bunun nedenleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Hareketin sözcüsü konumundaki Mihri Belli’nin,
Mao’nun tezlerinden esinle oluşturduğu ama içinde milliyetçi ve reformist
zaaflar taşıyan MDD anlayışının yetersizliği;
2. Tarihsel olarak TKP’den kaynaklanan
Kemalist-aydınlanmacı hastalıkların bünyede hâlâ varlığını sürdürmesi.
Mahir Çayan, ilk yazılarında TİP yöneticisi Sadun Aren
ve Emek yazarlarından Kenan Somer ile tartışmalarında iki nokta üzerine
yoğunlaşır. Birincisi, TİP’in sosyalist devrim tezi ve bu bağlamda Mahir’in
“yanına alabileceği, tarafsızlaştırabileceği güçleri karşıya atmak olarak”[1]
tanımladığı durumun etkisi üzerinedir. İkincisiyse sosyalist devrim tezinin
barışçıl geçiş üzerinden ele alınmasıdır. Mahir, ikinci başlıkta devrimci bir
çıkış kurmuş, emperyalizmin nükleer silâhlarda dâhil olmak üzere yoğun bir
şekilde silâhlanmaya gittiği, üçüncü dünya halklarının kurtuluş iradesine karşı
işgal politikalarını harekete geçirdiği, kendi içindeki demokratik hareketlere
de faşizmi toplumsal alanda yeniden ortaya çıkartarak saldırdığı bir süreçte
barışçıl geçişin bir hayalden ibaret olduğunu, Marx’ın on dokuzuncu yüzyıl
İngiltere ve Amerika’sı için yaptığı analizlerin günümüzde hiçbir geçerliliği
olmadığını net bir şekilde açıklamıştır.
Birinci başlık, yani “yana alınacak veya
tarafsızlaştırılacak güçlerin karşıya atılması” bölümü ise içinde teorik
zaaflar bulunduran bölümdür. Teorik zaafın nedeni, birincisi düşmanının
dışsallaştırılması, ikincisi içte var olmayan bir sınıfa dair girilen
beklentilerdir. Açarsak; düşmanın dışsallaştırılması, soyut bir antiemperyalizm
ve bağımsızlık söylemi kurularak proletaryanın içteki tekelci burjuvaziye karşı
bilinçlendirme noktasında eksik bırakılmasıdır.
TİP’in SD formülasyonu, ezilen halk kitlesi arasında
ittifak ağını kurma noktasında eksiktir ama düşmanın somutlanması bağlamında
daha nettir (buna karşılık, TİP gerekli mücadele hattını kurmaz). Mahir
Çayan’ın ise antiemperyalist söylemi öncelik alması ve tekelci burjuvaziye
vurgu yapmaması somut-pratikteki düşmanın üstünü kapamaktadır. Öyle ki Mahir;
“fabrika işçinin, toprak köylünün” sloganındaki “fabrika işçinin” bölümünü
önümüzdeki devrimin sloganı olmadığı için eleştirmektedir.[2] Bu tutum ise
niteliği belirsiz küçük burjuvalar ve çekirdek hâlinde olduğu düşünülen “milli”
burjuvazi için yapılmaktadır. Mahir’in erken dönemdeki MDD yazılarında
anti-oligarşik bir söylemi oturtmaması eksik yönüdür.
Mahir’in küçük burjuvazi konusunu ele alışı ise
Kemalizm tespitleriyle iç içedir. Bu tespitlerde ise tarihsel TKP’den kalan
aydınlanmacı anlayışın yarattığı zaafların yansıması vardır. Mahir erken dönem
yazılarında, Kemalizmin “sağ-sol diye metafizik bir ayrıma tutulmasını”[3]
eleştirerek, Kemalizmin sağ-sol olarak ayrılamayacağını, Kemalizmin sol
olduğunu ancak küçük burjuvazinin veya asker-sivil aydın zümrenin kendi içinde
sağ-sol diye ayrılabileceğini belirtmiştir. Kemalizmi ise “küçük burjuva devrimciliğinin
işgal altındaki bir ülkede emperyalizme karşı isyan bayrağı”[4] ve küçük
burjuva milliyetçiliği olarak tanımlamıştır. Diğer yandan, Kemalizmin belirli
bir iktisat politikası olmadığını, “emek ve sermaye arasında bocaladığını”
söylemiştir.
Bu tespitlerle ilgili öncelikli olarak sondan
başlarsak; Kemalizmin belirli bir iktisat politikası olmadığı doğru değildir.
Kemalizm, İzmir İktisat Kongresi’nde ve sonraki yıllarda ortada olduğu gibi
açık bir şekilde kapitalizmin inşasından ve sermayeden yana konum almıştır.
1923-32 arasında sermayenin kendi eliyle gelişimini beklemiş, otuzlu yıllardaysa
devletin kapitalist gelişime aktif bir şekilde dâhil olmasıyla sermayeyi
güçlendirmeye çalışmıştır. Otuzlu yıllarda işletilen devletçi politikaların
emekten yana konum almak ya da bocalamak değil, sermaye birikim sürecini devlet
kredileri ve yatırımları eliyle hızlandırma gayesiyle alakası vardır.
Kemalizmin bu süreçte 1927’de Adana-Nusaybin Demiryolu grevinde Fransız
şirketine direnen işçilere ateş açarak yaptığı saldırı, 1 Mayıs yasakları, devrimciler
üzerinde oluşturduğu baskılar da sınıf karakterini açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Kemalizmin küçük burjuva devrimcisi olduğu ve
antiemperyalistliği konusunu da ele alırsak; Kemalizm küçük burjuva devrimcisi
değil reformisttir. Kemalizmin ne üretim ilişkileri ne de politik iktidar
düzleminde gerçekleştirdiği devrimci bir dönüşüm vardır. Üretim ilişkileri
açısından bakarsak; 1923’den çok önce burjuvazi üretim ilişkilerinde egemen
konuma gelmişti. Cumhuriyetle birlikte burjuva üretim ilişkileri daha da
geliştirildi. Politik iktidar açısından bakarsak; 1908’de gerçekleşen İkinci
Meşruiyet (bir devrim aranıyorsa buraya bakılmalı) ve sonrasında Bab-ı Ali
baskınıyla zaten burjuvazi politik iktidarı da ele geçirmiş, feodal Osmanlı
hanedanının varlığı sadece simgesel konuma düşmüştü. 1923 ile birlikte bu simgesel
olgu kalkıp, fiili olan resmileşti. Ama niteliksel bir değişim olmadı bu.
Dolayısıyla Cumhuriyet, Marksist tarihsel okuma
açısından burjuvazinin reform sürecidir. Devrim değil. Kemalistler de bu
burjuva reform sürecinin yürütücüleri olmuşlardır. Devrimci değil reformist
oldukları gibi, muğlak bir tanım olan küçük burjuvayla değil, doğrudan burjuva
karakterleriyle tanımlanmalıdırlar.
Mahir de erken dönem yazılarının aksine, son dönem
yazılarında bu yönde bir yenileme yapmıştır zaten: “1919-23 harekâtı reformist
burjuvazinin harekâtıydı.”[5] Ancak bu tespitine rağmen Cumhuriyet’i devrim
olarak tanımlamaya devam etmiştir. Antiemperyalizm meselesine gelirsek;
Kemalizm antiemperyalist değil, tam tersi, savaşın ortalarından itibaren
emperyalizmle uzlaşarak ülkenin yeniden sömürgeleşmesinin yolunu açandır.
Emperyalist bir dönemde kapitalizmin ulusal ekonomileri ortadan kaldırıp tüm
ekonomileri küresel olarak bütünleştirdiği bir çağda kapitalist yolu seçmek
yeniden sömürgeleşmeyi kabul etmekti, öyle de oldu. Dolayısıyla emperyalizm
çağında Kemalizme “milli burjuva” sıfatı biçmek, kapitalizmin olduğu bir ülkede
bağımsızlık ve milli ekonomi aramak gerçekçi değildir.
Son olarak, Kemalizmi “antiemperyalizm (milli
kurtuluşçuluk)” ve “laiklik” ekseninde okuyup bu payeler üzerinden sol bir rol
biçmek, dar bir bakış açısıdır. Kemalizm, yukarıda açıkladığımız gibi,
antiemperyalist değildir. Laik olması ise onu solcu yapmaz. Kürdistan’da
yürüttüğü işgal politikaları ve katliamlar, Dersim soykırımlarıyla sömürgeci
bir iktidardır Kemalizm. Bunun yanında, yoksul köylüler, işçiler ve
sosyalistler üzerinde daimi bir baskı politikası yürütmüştür. Bu nedenlerle
Kemalizm, başından beri emperyalizme bağımlı, sömürgeci ve faşist bir iktidar
olarak var olmuştur.
Birçok noktada tarihsel TKP ve TİP’in düzene bağlanan
bakış açısından bir kopuş gerçekleştiren Mahir, Kemalizm konusunda bunu
yapamamıştır. Mahir’in yarım bıraktığını İbrahim Kaypakkaya tamamlar. Yine de
THKP-C’yi ve genel olarak 71’i devrimci öznelerin ilk kuruluş süreci olarak
okursak, içinde eskiden kaynaklı birtakım zaaflar taşınması normaldir. Bunu
geliştirmesi gerekenler, onların mirasını bayrak alanlardır.
Bu zaafların olabileceğini Mahir de açıkça
belirtmiştir.
“Bu
hareket, revizyonizmin uzun yıllar etkin olduğu bir ortamda yeşermiş, gelişmiş
ve güçlenmiştir. O yüzden işler ne kadar sıkı tutulursa tutulsun, başlangıçta,
şu veya bu ölçüde, bu ortamın izlerini içinde taşıyacaktır. Tersini düşünmek
idealizmdir. Bu kalıntılar, savaş içinde, savaşıla savaşıla atılacaktır.”[6]
71 Kopuşu: Devrimciliği Netleştirme
71’le birlikte pratik ve teorik kopuş net olarak
sağlanır. Mihri Belli’ye dair mücadele yöntemi konusunda legalite ve şehri esas
alması, örgütsel bağlamda Menşevik demokratizmden kopamaması ve bunların sonucu
olarak, küçük burjuva zümrelerden (askeri darbe) beklentilerle, devrimcilikten
uzak bir proletarya söylemi arasında yalpaladığı konusunda eleştiri getiren
Mahir, devrimci bir çıkışın oluşumuna önderlik eder. Pratikte, THKP-C’nin
kurulumu ve şehir gerillası eylemleri başlarken, teorik olarak da geliştirilen
yeni kavramsallaştırmalarla devrimciliğin teorik olarak dayanacağı zemin
kurulur. Bunu, Mao ve Che’de bulunan teorinin bağımsız bir alandan çıkarılıp
devrimci politikaya zemin hazırlaması için kullanılan bir şematizme olumsal
anlamda dönüştürülmesi olarak değerlendirebiliriz.
Bu dönüşümde ilk somutlanan düşmanın dışsallıktan
çıkarılmasıdır. MDD tezinde bulunan “milli burjuvazi” kavramsallaştırması terk
edilmiş, emperyalizmin üçüncü bunalım döneminde geliştirdiği yeni sömürgeci
metotta feodal sınıfların yerine yerel tekelci burjuvaziyi hâkim kıldığı ve bu
sınıf üzerinden kurulan ekonomik ağla emperyalizmin ülkenin en ücra köşelerine
ulaşarak içselleştiği belirtilmiştir.[7]
Sonuç olarak, antiemperyalist ve antifeodal devrim
söylemi ile çelişkiyi doğrudan emperyalizm ile halk arasında alarak düşmanı
dışsallaştıran söylem terk edilmiş, düşmanı içselleştiren ve somutlayan “baş
çelişkinin oligarşi ile tüm halk arasında olduğu” tespiti yapılıp, emperyalizm
oligarşinin içinde yer alması üzerinden karşıtlaştırılmıştır.[8]
Düşmanı ve savaşılacak hedefi oligarşi ve onun kolluk
kuvvetleri üzerinde somutlayan Mahir Çayan, emperyalizmin içselleşip, gizli
işgal altında tuttuğu bir ülkede oligarşi ve emperyalizmin kitleler nezdinde
gerçek yüzünü ortaya çıkaracak, yani suni dengeyi dağıtacak yegâne olgunun
silâhlı propaganda olduğunu söylemiştir. Silâhlı propaganda, Osmanlı’dan beri
var olan ve Cumhuriyet döneminde tek parti diktasıyla pekiştirilen merkezî
devlet otoritesini sarsarak devletin tanrısallığını yok edecek, diğer yandan,
devrimcilere propagandalarını yapma ve gerçekleri açıklama yolunda silâhların
sarsıcı etkisiyle normalde ulaşabilecekleri toplumsallıktan çok daha fazla alan
açacaktır. Silâhlı mücadelede öncü savaşın şehirde başlatılarak, devamında kıra
geçişin yapılacağı diyalektik yöntem, evrim-devrim aşamalarının reddedilerek
devrimciliğin doğrudan inşa edilmesi, emperyalist kapitalizmin bir yandan
sosyalist kamp, diğer yandansa bilişsel devrimin etkisiyle ABD öncülüğünde
yaşadığı bütünselleşme ve yeni sömürgecilik, kökeni batı yeni solunda bulunan
Mao ve Che’nin de kullandığı kitlelerin ekonomik ve ideolojik hegemonya
üzerinden pasifleştirildiği “Suni Denge” kavramı ve Gramsci-Althusser’den esin
taşıyan hegemonya anlayışı üzerinden Mahir Çayan, emperyalizmin
üçüncü bunalım dönemine özgü anti-sömürgeci bir kuramı inşa etmiştir. Mao’nun
devrimci kuramı, devrimci politikayı verili anda var edebilmek için kullanması
gibi, o da bu kuramını devrimci sıçramayı var etmek için kullanmıştır.
Çayanist Kurama Bugünden Bakmak
Çayanist kuram, açtığı temel başlıklarda bugünün
devrimcileri için (halk savaşı, suni denge, silahlı propaganda, emperyalizmin
içsel bir olgu olması) yol göstermeye devam etmektedir. Halk savaşına giden
yolda Latin Amerika devrimcileri ve Carlos Marighella’dan esinlenerek
şehirlerde başlatılan öncü savaşı ve silâhlı propagandayı ekleyen ama halk
savaşının gerçekleşeceği asıl alan olarak kıra işaret eden Mahir Çayan’ın
çizgisini bugünün sömürge devrimcileri Nikaragua devrimi, El Salvador ve Kuzey
İrlanda iç savaşları deneyimlerinde görüldüğü üzere, kentin çeperlerinin halk
savaşının gerçekleşeceği asıl mevzi olarak geliştirebilmelidir. Suni denge
kavramı, günümüzde yaşanan tüm adaletsizliklere ve sömürüye rağmen insanların
neden bunlara karşı harekete geçmediği, silâhlı propaganda ise bu bağlamda
insanları harekete geçirecek, devletin kitleler üzerinde baskı ve ideolojik
aygıtlarıyla kurduğu hegemonyayı kırabilecek bir gerçeklik olarak varlığını
korumaktadır.
Emperyalizmin içsel bir olgu olması ve yeni
sömürgecilik kavramsallaştırmaları da günümüzde emperyalizmin emtia, eşya,
tüketim nesneleri, teknolojiyi kullanım biçimi ve ideolojik şekillendirmeler
üzerinden kurduğu uluslararası sömürgeci ağ, bu sömürgeci ağın ortak
mekanizmaları ve içsel çatışmalarının sınırlarını kavramak açısından hâlâ
işlevselliğini korumaktadır.
Sonuç olarak;
Mahir Çayan’ın geliştirdiği sömürge devrimciliği
pratik ve kavramsallaştırmalarıyla bugün Kürdistan’da kırılan suni denge ve
örgütlü mücadelenin çok gerisine düşmüş TDH açısından yeniden incelenmeyi ve
devrimci bir bağlamda geliştirilmeyi gerektirmektedir. Gerek pratikte Elrom
eylemi gibi silâhlı propaganda açısından etkili eylemler ve bunların suni
dengeyi kırmadaki rolü gerekse de teorik olarak emperyalizmin altmışlarda
girdiği yeni evreyi okuyarak geliştirilen çözümlemeler devrimciler açısından
bir başlangıç özelliğini korumaya devam etmektedir.
Bekir Sami Paydak
2 Nisan 2017
Dipnotlar:
[1] Mahir Çayan, Toplu Yazılar, s. 22.
[2] A.g.e., s. 25.
[3] A.g.e., s. 112.
[4] A.g.e., s. 111.
[5] A.g.e., s. 329.
[6] A.g.e., s. 192.
[7] A.g.e., s. 286.
[8] A.g.e., s. 289.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder