Pages

30 Mart 2024

Mahir Çayan ve Sömürge Devrimciliği

Devrimcilerin devrimcileşmesi, kitlelerin devrimcileşmesi için belirleyici önkoşuldur.
[Rudi Dutschke]

 

Ülkedeki sosyalist hareketin 71 kopuşuna kadarki temel sorunlarından biri, pratikten alabildiğine kopuk oluşu, belli nedenselliklere saklanıp ya da bunları bahane edip, devrimci bir çıkış ve savaş bağlamı yaratma konusunda gerekli olan eylemlilik anlayışından uzak olmasıdır. 

Bu pasifist konumlanma sosyalist hareketin şehirlerde dar bir entelektüel çevrede sıkışıp kalmasına, Kemalist rejime soldan destek vermesine (kaldı ki Kemalistler, sosyalistleri hiçbir zaman müttefik görmediler) ve bu bağlamda, teorik olarak devrimci Marksist anlayıştan uzak, “burjuva solu” başlığı altında tarif edebileceğimiz bir tarzda var olmasına sebep olmuştur.

Sosyalist hareketin mevcut konumuna belli ölçülerde eleştirel bakan Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli gibi isimlerse teorisyenliğin ötesine, yani pratik bir savaşçılığa geçiş yapamamaları, teorilerinde de her ne kadar çatışmalı olsalar da TKP’den taşıdıkları sosyal şoven, pasifist yönleri tam anlamıyla aşamamaları, ikircikli bir durumda kalmalarına sebep olmuştur. 71’se sosyalist hareketin pasifist duruşunu gerçek anlamda kıran bir kopuş yaratmıştır.

71 kopuşunun önderlerinden olan Mahir Çayan, gerek ulusal bağlamdaki eylemleri uluslararası devrimci mücadelenin de bağlamı içine katabilmesi (Elrom eylemi üzerinden Filistin mücadelesiyle kurulan bağ) gerek Sibel Erkan’ın rehine alındığı eylemde olduğu gibi pasifizmin tüm söylemsel kategorilerinden sıyrılarak şiddeti her yönüyle devrimci pratiğin içine katması gerekse de dönemin uluslararası devrimci teorilerinin belli parçalarında bulunan kategorileri bütünsel bir devrimci teoride birleştirip derinleştirmesiyle (suni denge, şehir-kır gerillası diyalektiği, yeni sömürgecilik, evrim-devrim dönemlerinin iç içeliği) güçlü bir kuramsal ve pratik miras bırakmıştır.

Bu yazıda, Mahir Çayan’ın dönemsel olarak gelişim çizgisini ve bugün Mahir’in devrimci mirasını nasıl okumak gerektiğini ele alacağım.

Erken Dönem

Mahir Çayan’ın erken dönemi olarak 1969’da Türk Solu, sonrasındaysa Aydınlık Sosyalist Dergi’de olan ve 71’deki kopuşa kadar olan süreci değerlendirebiliriz. Bu dönem, Dev Genç’in militan ve çekirdek kadrosu olarak Mihri Belli etrafında konumlanan Mahir Çayan ve arkadaşları TİP’in pasifist, devrimciliği demokrasicilik mücadelesine indirgeyen barışçıl-parlamentarist geçiş anlayışına karşı devrimci bir şema yaratmaya çalışmışlardır. Ancak bu şema, yaşanılan ortamın doğası gereği, zaaflı doğmuştur. Bunun nedenleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Hareketin sözcüsü konumundaki Mihri Belli’nin, Mao’nun tezlerinden esinle oluşturduğu ama içinde milliyetçi ve reformist zaaflar taşıyan MDD anlayışının yetersizliği;

2. Tarihsel olarak TKP’den kaynaklanan Kemalist-aydınlanmacı hastalıkların bünyede hâlâ varlığını sürdürmesi.

Mahir Çayan, ilk yazılarında TİP yöneticisi Sadun Aren ve Emek yazarlarından Kenan Somer ile tartışmalarında iki nokta üzerine yoğunlaşır. Birincisi, TİP’in sosyalist devrim tezi ve bu bağlamda Mahir’in “yanına alabileceği, tarafsızlaştırabileceği güçleri karşıya atmak olarak”[1] tanımladığı durumun etkisi üzerinedir. İkincisiyse sosyalist devrim tezinin barışçıl geçiş üzerinden ele alınmasıdır. Mahir, ikinci başlıkta devrimci bir çıkış kurmuş, emperyalizmin nükleer silâhlarda dâhil olmak üzere yoğun bir şekilde silâhlanmaya gittiği, üçüncü dünya halklarının kurtuluş iradesine karşı işgal politikalarını harekete geçirdiği, kendi içindeki demokratik hareketlere de faşizmi toplumsal alanda yeniden ortaya çıkartarak saldırdığı bir süreçte barışçıl geçişin bir hayalden ibaret olduğunu, Marx’ın on dokuzuncu yüzyıl İngiltere ve Amerika’sı için yaptığı analizlerin günümüzde hiçbir geçerliliği olmadığını net bir şekilde açıklamıştır.

Birinci başlık, yani “yana alınacak veya tarafsızlaştırılacak güçlerin karşıya atılması” bölümü ise içinde teorik zaaflar bulunduran bölümdür. Teorik zaafın nedeni, birincisi düşmanının dışsallaştırılması, ikincisi içte var olmayan bir sınıfa dair girilen beklentilerdir. Açarsak; düşmanın dışsallaştırılması, soyut bir antiemperyalizm ve bağımsızlık söylemi kurularak proletaryanın içteki tekelci burjuvaziye karşı bilinçlendirme noktasında eksik bırakılmasıdır.

TİP’in SD formülasyonu, ezilen halk kitlesi arasında ittifak ağını kurma noktasında eksiktir ama düşmanın somutlanması bağlamında daha nettir (buna karşılık, TİP gerekli mücadele hattını kurmaz). Mahir Çayan’ın ise antiemperyalist söylemi öncelik alması ve tekelci burjuvaziye vurgu yapmaması somut-pratikteki düşmanın üstünü kapamaktadır. Öyle ki Mahir; “fabrika işçinin, toprak köylünün” sloganındaki “fabrika işçinin” bölümünü önümüzdeki devrimin sloganı olmadığı için eleştirmektedir.[2] Bu tutum ise niteliği belirsiz küçük burjuvalar ve çekirdek hâlinde olduğu düşünülen “milli” burjuvazi için yapılmaktadır. Mahir’in erken dönemdeki MDD yazılarında anti-oligarşik bir söylemi oturtmaması eksik yönüdür.

Mahir’in küçük burjuvazi konusunu ele alışı ise Kemalizm tespitleriyle iç içedir. Bu tespitlerde ise tarihsel TKP’den kalan aydınlanmacı anlayışın yarattığı zaafların yansıması vardır. Mahir erken dönem yazılarında, Kemalizmin “sağ-sol diye metafizik bir ayrıma tutulmasını”[3] eleştirerek, Kemalizmin sağ-sol olarak ayrılamayacağını, Kemalizmin sol olduğunu ancak küçük burjuvazinin veya asker-sivil aydın zümrenin kendi içinde sağ-sol diye ayrılabileceğini belirtmiştir. Kemalizmi ise “küçük burjuva devrimciliğinin işgal altındaki bir ülkede emperyalizme karşı isyan bayrağı”[4] ve küçük burjuva milliyetçiliği olarak tanımlamıştır. Diğer yandan, Kemalizmin belirli bir iktisat politikası olmadığını, “emek ve sermaye arasında bocaladığını” söylemiştir.

Bu tespitlerle ilgili öncelikli olarak sondan başlarsak; Kemalizmin belirli bir iktisat politikası olmadığı doğru değildir. Kemalizm, İzmir İktisat Kongresi’nde ve sonraki yıllarda ortada olduğu gibi açık bir şekilde kapitalizmin inşasından ve sermayeden yana konum almıştır. 1923-32 arasında sermayenin kendi eliyle gelişimini beklemiş, otuzlu yıllardaysa devletin kapitalist gelişime aktif bir şekilde dâhil olmasıyla sermayeyi güçlendirmeye çalışmıştır. Otuzlu yıllarda işletilen devletçi politikaların emekten yana konum almak ya da bocalamak değil, sermaye birikim sürecini devlet kredileri ve yatırımları eliyle hızlandırma gayesiyle alakası vardır. Kemalizmin bu süreçte 1927’de Adana-Nusaybin Demiryolu grevinde Fransız şirketine direnen işçilere ateş açarak yaptığı saldırı, 1 Mayıs yasakları, devrimciler üzerinde oluşturduğu baskılar da sınıf karakterini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Kemalizmin küçük burjuva devrimcisi olduğu ve antiemperyalistliği konusunu da ele alırsak; Kemalizm küçük burjuva devrimcisi değil reformisttir. Kemalizmin ne üretim ilişkileri ne de politik iktidar düzleminde gerçekleştirdiği devrimci bir dönüşüm vardır. Üretim ilişkileri açısından bakarsak; 1923’den çok önce burjuvazi üretim ilişkilerinde egemen konuma gelmişti. Cumhuriyetle birlikte burjuva üretim ilişkileri daha da geliştirildi. Politik iktidar açısından bakarsak; 1908’de gerçekleşen İkinci Meşruiyet (bir devrim aranıyorsa buraya bakılmalı) ve sonrasında Bab-ı Ali baskınıyla zaten burjuvazi politik iktidarı da ele geçirmiş, feodal Osmanlı hanedanının varlığı sadece simgesel konuma düşmüştü. 1923 ile birlikte bu simgesel olgu kalkıp, fiili olan resmileşti. Ama niteliksel bir değişim olmadı bu.

Dolayısıyla Cumhuriyet, Marksist tarihsel okuma açısından burjuvazinin reform sürecidir. Devrim değil. Kemalistler de bu burjuva reform sürecinin yürütücüleri olmuşlardır. Devrimci değil reformist oldukları gibi, muğlak bir tanım olan küçük burjuvayla değil, doğrudan burjuva karakterleriyle tanımlanmalıdırlar.

Mahir de erken dönem yazılarının aksine, son dönem yazılarında bu yönde bir yenileme yapmıştır zaten: “1919-23 harekâtı reformist burjuvazinin harekâtıydı.”[5] Ancak bu tespitine rağmen Cumhuriyet’i devrim olarak tanımlamaya devam etmiştir. Antiemperyalizm meselesine gelirsek; Kemalizm antiemperyalist değil, tam tersi, savaşın ortalarından itibaren emperyalizmle uzlaşarak ülkenin yeniden sömürgeleşmesinin yolunu açandır. Emperyalist bir dönemde kapitalizmin ulusal ekonomileri ortadan kaldırıp tüm ekonomileri küresel olarak bütünleştirdiği bir çağda kapitalist yolu seçmek yeniden sömürgeleşmeyi kabul etmekti, öyle de oldu. Dolayısıyla emperyalizm çağında Kemalizme “milli burjuva” sıfatı biçmek, kapitalizmin olduğu bir ülkede bağımsızlık ve milli ekonomi aramak gerçekçi değildir.

Son olarak, Kemalizmi “antiemperyalizm (milli kurtuluşçuluk)” ve “laiklik” ekseninde okuyup bu payeler üzerinden sol bir rol biçmek, dar bir bakış açısıdır. Kemalizm, yukarıda açıkladığımız gibi, antiemperyalist değildir. Laik olması ise onu solcu yapmaz. Kürdistan’da yürüttüğü işgal politikaları ve katliamlar, Dersim soykırımlarıyla sömürgeci bir iktidardır Kemalizm. Bunun yanında, yoksul köylüler, işçiler ve sosyalistler üzerinde daimi bir baskı politikası yürütmüştür. Bu nedenlerle Kemalizm, başından beri emperyalizme bağımlı, sömürgeci ve faşist bir iktidar olarak var olmuştur.

Birçok noktada tarihsel TKP ve TİP’in düzene bağlanan bakış açısından bir kopuş gerçekleştiren Mahir, Kemalizm konusunda bunu yapamamıştır. Mahir’in yarım bıraktığını İbrahim Kaypakkaya tamamlar. Yine de THKP-C’yi ve genel olarak 71’i devrimci öznelerin ilk kuruluş süreci olarak okursak, içinde eskiden kaynaklı birtakım zaaflar taşınması normaldir. Bunu geliştirmesi gerekenler, onların mirasını bayrak alanlardır.

Bu zaafların olabileceğini Mahir de açıkça belirtmiştir.

“Bu hareket, revizyonizmin uzun yıllar etkin olduğu bir ortamda yeşermiş, gelişmiş ve güçlenmiştir. O yüzden işler ne kadar sıkı tutulursa tutulsun, başlangıçta, şu veya bu ölçüde, bu ortamın izlerini içinde taşıyacaktır. Tersini düşünmek idealizmdir. Bu kalıntılar, savaş içinde, savaşıla savaşıla atılacaktır.”[6]

71 Kopuşu: Devrimciliği Netleştirme

71’le birlikte pratik ve teorik kopuş net olarak sağlanır. Mihri Belli’ye dair mücadele yöntemi konusunda legalite ve şehri esas alması, örgütsel bağlamda Menşevik demokratizmden kopamaması ve bunların sonucu olarak, küçük burjuva zümrelerden (askeri darbe) beklentilerle, devrimcilikten uzak bir proletarya söylemi arasında yalpaladığı konusunda eleştiri getiren Mahir, devrimci bir çıkışın oluşumuna önderlik eder. Pratikte, THKP-C’nin kurulumu ve şehir gerillası eylemleri başlarken, teorik olarak da geliştirilen yeni kavramsallaştırmalarla devrimciliğin teorik olarak dayanacağı zemin kurulur. Bunu, Mao ve Che’de bulunan teorinin bağımsız bir alandan çıkarılıp devrimci politikaya zemin hazırlaması için kullanılan bir şematizme olumsal anlamda dönüştürülmesi olarak değerlendirebiliriz.

Bu dönüşümde ilk somutlanan düşmanın dışsallıktan çıkarılmasıdır. MDD tezinde bulunan “milli burjuvazi” kavramsallaştırması terk edilmiş, emperyalizmin üçüncü bunalım döneminde geliştirdiği yeni sömürgeci metotta feodal sınıfların yerine yerel tekelci burjuvaziyi hâkim kıldığı ve bu sınıf üzerinden kurulan ekonomik ağla emperyalizmin ülkenin en ücra köşelerine ulaşarak içselleştiği belirtilmiştir.[7]

Sonuç olarak, antiemperyalist ve antifeodal devrim söylemi ile çelişkiyi doğrudan emperyalizm ile halk arasında alarak düşmanı dışsallaştıran söylem terk edilmiş, düşmanı içselleştiren ve somutlayan “baş çelişkinin oligarşi ile tüm halk arasında olduğu” tespiti yapılıp, emperyalizm oligarşinin içinde yer alması üzerinden karşıtlaştırılmıştır.[8]

Düşmanı ve savaşılacak hedefi oligarşi ve onun kolluk kuvvetleri üzerinde somutlayan Mahir Çayan, emperyalizmin içselleşip, gizli işgal altında tuttuğu bir ülkede oligarşi ve emperyalizmin kitleler nezdinde gerçek yüzünü ortaya çıkaracak, yani suni dengeyi dağıtacak yegâne olgunun silâhlı propaganda olduğunu söylemiştir. Silâhlı propaganda, Osmanlı’dan beri var olan ve Cumhuriyet döneminde tek parti diktasıyla pekiştirilen merkezî devlet otoritesini sarsarak devletin tanrısallığını yok edecek, diğer yandan, devrimcilere propagandalarını yapma ve gerçekleri açıklama yolunda silâhların sarsıcı etkisiyle normalde ulaşabilecekleri toplumsallıktan çok daha fazla alan açacaktır. Silâhlı mücadelede öncü savaşın şehirde başlatılarak, devamında kıra geçişin yapılacağı diyalektik yöntem, evrim-devrim aşamalarının reddedilerek devrimciliğin doğrudan inşa edilmesi, emperyalist kapitalizmin bir yandan sosyalist kamp, diğer yandansa bilişsel devrimin etkisiyle ABD öncülüğünde yaşadığı bütünselleşme ve yeni sömürgecilik, kökeni batı yeni solunda bulunan Mao ve Che’nin de kullandığı kitlelerin ekonomik ve ideolojik hegemonya üzerinden pasifleştirildiği “Suni Denge” kavramı ve Gramsci-Althusser’den esin taşıyan hegemonya anlayışı üzerinden Mahir Çayan, emperyalizmin üçüncü bunalım dönemine özgü anti-sömürgeci bir kuramı inşa etmiştir. Mao’nun devrimci kuramı, devrimci politikayı verili anda var edebilmek için kullanması gibi, o da bu kuramını devrimci sıçramayı var etmek için kullanmıştır.

Çayanist Kurama Bugünden Bakmak

Çayanist kuram, açtığı temel başlıklarda bugünün devrimcileri için (halk savaşı, suni denge, silahlı propaganda, emperyalizmin içsel bir olgu olması) yol göstermeye devam etmektedir. Halk savaşına giden yolda Latin Amerika devrimcileri ve Carlos Marighella’dan esinlenerek şehirlerde başlatılan öncü savaşı ve silâhlı propagandayı ekleyen ama halk savaşının gerçekleşeceği asıl alan olarak kıra işaret eden Mahir Çayan’ın çizgisini bugünün sömürge devrimcileri Nikaragua devrimi, El Salvador ve Kuzey İrlanda iç savaşları deneyimlerinde görüldüğü üzere, kentin çeperlerinin halk savaşının gerçekleşeceği asıl mevzi olarak geliştirebilmelidir. Suni denge kavramı, günümüzde yaşanan tüm adaletsizliklere ve sömürüye rağmen insanların neden bunlara karşı harekete geçmediği, silâhlı propaganda ise bu bağlamda insanları harekete geçirecek, devletin kitleler üzerinde baskı ve ideolojik aygıtlarıyla kurduğu hegemonyayı kırabilecek bir gerçeklik olarak varlığını korumaktadır.

Emperyalizmin içsel bir olgu olması ve yeni sömürgecilik kavramsallaştırmaları da günümüzde emperyalizmin emtia, eşya, tüketim nesneleri, teknolojiyi kullanım biçimi ve ideolojik şekillendirmeler üzerinden kurduğu uluslararası sömürgeci ağ, bu sömürgeci ağın ortak mekanizmaları ve içsel çatışmalarının sınırlarını kavramak açısından hâlâ işlevselliğini korumaktadır.

Sonuç olarak;

Mahir Çayan’ın geliştirdiği sömürge devrimciliği pratik ve kavramsallaştırmalarıyla bugün Kürdistan’da kırılan suni denge ve örgütlü mücadelenin çok gerisine düşmüş TDH açısından yeniden incelenmeyi ve devrimci bir bağlamda geliştirilmeyi gerektirmektedir. Gerek pratikte Elrom eylemi gibi silâhlı propaganda açısından etkili eylemler ve bunların suni dengeyi kırmadaki rolü gerekse de teorik olarak emperyalizmin altmışlarda girdiği yeni evreyi okuyarak geliştirilen çözümlemeler devrimciler açısından bir başlangıç özelliğini korumaya devam etmektedir.

Bekir Sami Paydak
2 Nisan 2017

Dipnotlar:
[1] Mahir Çayan, Toplu Yazılar, s. 22.

[2] A.g.e., s. 25.

[3] A.g.e., s. 112.

[4] A.g.e., s. 111.

[5] A.g.e., s. 329.

[6] A.g.e., s. 192.

[7] A.g.e., s. 286.

[8] A.g.e., s. 289.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder