Pages

08 Mart 2024

Devrimci Kadın

Hâkim gence sorar, “Ne iş yapıyorsun?” diye. Genç de cevaplar, “Devrimciyim, başka da bir işim yok” der.

Bu kısa ve öz cevap, ait olduğu sınıfa, ezilen halklara bağlılığın, fedakârlığın en samimi en doğal hâlidir.

Lâkin bu günlerde devrimcilik, utanılacak, sıkılacak içi boş bir aktiviteden ibaret gibi sunuluyor. Zira sınıflar ortadan kalkmış, Reel Sosyalizm çökmüş, nihayet sosyal kapitalizm tesis edilmiştir. Sosyalizmde ısrar eden, fazlasını isteyen kişi, şımarıklık değilse bile, yüz yıl öncesine saplanıp kalmış bir fosil, yeni dünya düzenini, onun yarattığı refahı görmeyen bir kördür.

Feministlerin, bilcümle ilerici kadının kullandığı “solcu abi” ve “kadınların kimseye sosyalizm borcu yoktur” söylemi, her ne kadar devrimci erkeklere, “solcu abiler” kavramı ile taş atma, atıfta bulunma gibi görünse de bu gerici söylemlerin asıl hedefi, ezilen işçi emekçi kadınlar ve devrimci siyasi kadınlardır.

İşçi emekçi kadınları “ben bilmem eşim bilir” diyen kişiler görüp küçümseyen burjuva elitist kadınlar ve kurumları, devrimci politik kadınlara doğrudan söyleyemeyeceklerini “solcu abiler” üzerinden söylüyorlar. Devrimci politik kadınları aşağılayan bu tutumda gericiliği “solcu abi” temsil ediyor. O, soyut düşüncenin somuta, imgenin simge alanına taşınmış hâlidir.

Bu kavramın sahiplerinin gözünde devrimci politik kadınlar, sanki “solcu abiler”inin sözünden çıkmayan, onlar ne derse onu yapan, düşünce ve pratikleri ile hiçbir etkileri ve işlevleri bulunmayan, feodal toplumsal ilişkilerde görüldüğü üzere, devrimci fikirleri başkalarının baskısı ile benimsemiş, bu kabullenişi de boyun eğip kaderine razı gelerek gerçekleştiren, “ben bilmem solcu abim bilir” diyen kişilerdir.

Devrimci politik kadın, önce “solcu abi” kavramı, sonra da savunmuş olduğu politik ideolojik çizgisi üzerinden eleştiriliyor, böylelikle, esasen sosyalizm kibirli bir yaklaşımla hedefe konuluyor.

Neticede feminist, her şeyi kendisinde başlatıp kendisinde bitiren tipik bir küçük burjuva olarak, psikolojik bir rahatsızlık anlamında megalomaninin tuzağına düşmüştür. Lâkin hiçbir hastalık, hiçbir eylem-pratik, kendiliğinden meydana gelmez. Bu hastalık, bu kibirli kesimin burjuva ideolojik-teorik çizgisinde dışavuran sosyal pratiğinin ve söyleminin bir neticesidir.

Cümleye “solcu abiler” diye başlayan ve cümlenin sonunda asıl amacını ve niyetini hiç gizleme, saklama gereği duymadan, utanma nedir bilmeden, “kadınların kimseye sosyalizm borcu yoktur” diyen feministler, her seferinde devrimci kadınları aşağılamanın bir yolunu buluyorlar. Zira onların gözünde ezilenlerin ezileni olarak kadın, sadece onların ideolojik-teorik çizgisini kabul etmek, sözüm ona o “ilerici kadın kurumları”nda mevzilenmesi gereken bir metadan ibarettir. Kadın, onların sözünden katiyen çıkmamalı, başka bir şey düşünmemelidir. Aksini iddia edenler, feministlerin gözünde, “solcu abiler”in kandırdıkları, kullandıkları, beyni yıkanmış kişilerdir. Sermayenin psikolojik savaşına ait argümanlarına sarılan bu kesim, illaki devrimci politik kadınları “kadın olduklarını unutmuş kişiler” olarak fişleyecektir.

Öte yandan, eleştiriler karşısında daha yokuşu dahi çıkmadan yorulmuş taklidi yapan, kaçak dövüşüp her eleştiriyi “devlet dili”, “erkek egemen dili”, “eril dil” deyip işin içinden sıyrılan feministlerin sermaye ve ideologlarının psikolojik argümanlarına yaslanıp saldırmaları gerçekten de manidardır.

“Erkek, deyim yerindeyse, kadının işgücünü, onu ömür boyu koruma karşılığında sömüren sorumlu aile işvereniydi” diyen Clara Zetkin yoldaş, sömürünün toplumun en küçük birimi olan ailede başlayıp devam ettiğini ve toplumsal bir süreç olduğunu söyler. Ne parçadan müstakil bir bütün yaratır ne de bütünden sadece kendi istediğini alma yanlışına düşer.

Clara Zetkin basitten karmaşığa geçiş yapar, tüm diyalektiği tarihsel-sınıfsal boyutu ile ele alır, her çelişkide olduğu kadınla ilgili çelişkiyi de bütün boyutlarıyla ortaya koyar. Devrimci kadın, mevcut üretim tarzı ve ilişkilerini maddi yaşam koşullarını bu koşulları belirleyen altyapı ve üstyapı ile aile içinde başlayan sömürüyü ve kadına biçilen rolü açıklar. Bu sonucu yaratan sebepleri ve sonuçları izah eder, bunu da yeterli görmez, o sonuçları değiştirip dönüştürmenin gerekliliği üzerinde durur. Çünkü Marks’ın dediği gibi “anlamak yetmez, değiştirmek lazımdır”.

Diğer yandan, burjuva kadınsa hüküm süren üretim ilişkileri ve üzerinde tepindiği özel mülkiyet kaynaklı çelişkiler yumağına bakıp sadece aile içindeki sömürüyü görür. Böylece hem sosyal sorumluluk projelerini yerine getirmenin mutluluğunu yaşar, hem de üretim araçlarının mülkiyetinin kimde olduğunu unutturur.

Bu bağlamda, sömürünün her türlüsüne maruz kalan kadın için devrim/sosyalizm, kişisel bir tercihten ziyade tümüyle bir zorunluluktur. Bu, sınıf kardeşi olan erkek işçi-emekçi için de geçerlidir. Gelgelelim erkek işçinin sosyo ekonomik çelişkilerinin ortadan kalkması ve insanca yaşaması için devrim ve sosyalizm ne kadar lazım ise ezilenin ezileni olarak kadın için iki kat lazımdır ve o, erkek işçiden daha fazla haklı ve meşru gerekçelere, sebeplere sahiptir.

Bu sebepleri doğuran, kapitalist üretim ilişkilerini ve bu ilişkilerin yarattığı yoz kültürü, kadını meta ve obje kılan sosyo-ekonomik yapıyı parçalayıp atmak, başta işçi-emekçi kadınların, en nihayetinde de tüm insanlığın bir görevidir. Bu görev, işçi sınıfının yerine getireceği bir görevdir.

Söz konusu görev, feministlerin kaba ve düz mantıkla iddia ettikleri gizi, iki veya daha fazla kişinin arasındaki bir alacak-verecek meselesinden kaynaklanmaz. Bu görev, canlı-cansız ayrımı yapmaksızın, her şeyi ve herkesi sömüren, daha fazla kâr, daha fazla tüketim ve üretim için insanların başka insanları sömürdüğü, hayatta kalmak için sömürüye ve zulme sebep olan sistemden ve sermayenin boyunduruğundan kurtulma ile ilgili bir meseledir.

Tarihsel, sınıfsal ve siyasal haklılığımızla, doğayı, toplumu ve tarihi anlama, çözme ve değiştirme yöntemimiz olan diyalektik-tarihsel materyalizmle, emperyalist-kapitalist sistemin altyapısı ve üstyapısının şekil verdiği gerici politikaların hangi üretim tarzına ve hangi ideolojiye dayandığını somut bilgi, belge ve tecrübelerle, bilimsel düzlemde ortaya koymalıyız. Özgürlüğün, zorunluluğun kavranması olduğunu, değişimin bu zorunluluğun bilinciyle gerçekleştirilebileceğini bilmeliyiz. Tüm bu bilgi birikiminin ışığında, herkese özgürlük, eşitlik, adalet, refah vaat edip duranların aksine, yaşadığımız toplumun proletarya ve burjuvazi, mülksüzleşenler ve mülksüzleştirenler, ezenler ve ezilenlerden meydana geldiğini görmeliyiz.

Biz, işçi sınıfının, ezilen halkların içindeki cinsiyet, kimlik, millet, inanç ve kültür gibi hususlarla ilgili farklılıklarını bulanıklaştırmadan, kimi vakit öğrenen, kimi vakit öğreten, halkın ve sınıfını öznesi olan, devrimci abileri, devrimci ablaları, devrimci kardeşleri ile haklı ve meşru bir davanın yolunda kararlılıkla ve emin adımlarla yürüyen, ülkesini kalbinde yaşayan, ufkunda ise dünya olan devrimcileriz.

Bugün herkes, artısı-eksisi ile günahı-sevabı ile insanca yaşanabilecek bir dünya düzeni için, kendi imkân ve özellikleri dâhilinde, sosyalizm kurulana dek sosyalizme ve insanlığa bir şekilde borçludur.

İnsanın insanı sömürdüğü, her gün daha fazla çürüyen, yıkılmaya yüz tutmuş olan bu çürümüş emperyalist/kapitalist sistemi ve onun yerli işbirlikçilerine ait devlet aygıtını yıkmayı insanlık açısından bir borcu biliriz. Ve biz, bu borcu ve diyeti ödemeye hazırız. Peki siz, “kadınların kimseye sosyalizm borcu yoktur” diyenler, siz hazır mısınız?

Serkan Yıldırım
17 Aralık 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder