Son
yirmi-otuz yıllık dönemde Batı toplumlarında insanların yaşama ve çalışma
tarzları ile emekleriyle ortaya koydukları ürünlerin dağıtılma yolları önemli
ölçüde değişti. Bu değişimler, esas olarak teknolojik değişimin değil, politik
kararların neticesi. Bugün birçok alanda bize vaat edilenin tam zıttı gelişmeler
yaşanıyor.
Neoliberalizmin
rekabet edebilirlik üzerine kurulu, uzun süre küreselleşmeyi, ekonomik liberalizmi
ve özelleştirmeleri meşrulaştırılmak için kullanılan ilmihali, adil rekabeti
geri plana itti. Piyasaların aklına yönelik körü körüne inanç, büyük ve her
şeye hâkim şirketlerin ve aşırı güç biriktirmiş dijital tekellerinin ortaya
çıkmasına neden oldu. Bugün bu tekeller ve şirketler, pazardaki diğer tüm
unsurları haraca bağlamış durumda ve pratiğiyle demokrasiyi ortadan kaldırıyor.
Dinamik
bir ekonomi yerine kamuoyuna zarar veren ve bizim gerçekten önem arz eden
sorunlarımızı çözüme kavuşturmamızı neredeyse imkânsızlaştıran işletme
modellerine tonla para yatıran tembel bir ekonomi çıktı ortaya.
Ekonominin
ve Toplumun Yeniden Feodalleşmesi
Bugün
Batılı ülkeleri asıl tanımlayan şey, artan eşitsizlikler ve derinleşen
yoksulluk. Toplumda bir arada yaşama imkânı, yerini güvensizliğin ve düşmanlığın
tanımladığı, birbirine düşman ama bir arada varolan farklı alanlara bıraktı. Bu
alanlarda insanlar, kendi âleminde yaşıyor, özel hayatlarında pek bir araya
gelmiyorlar.
Zengin
sınıfların kendilerini tecrit etmeleri ve eğitim alanındaki imtiyazlara el
koymaları sebebiyle yaşamsal fırsatlar, bir kez daha kökenin belirlenimine tabi
hâle geldi. Artık insanların kişisel performanslarının ve çabalarının bir önemi
yok. Daha fazla özerklik ve özgürlük kazanmak yerine hepimiz, ekonomiyle
toplumun yeniden feodalleştiği sürece tanıklık ettik. Bu da toplumun büyük bir
kısmını daha bağımlı ve daha esir kıldı.
Bu
gelişim sürecinin asıl kaybedenleri, avam. Lise veya üniversite diploması
olmayan sıradan insanlar, eskiden güvenceleri olan, iyi ücretler alan,
gelişmekte olan iş kollarında gerçek fırsatlara kavuşan işçiler, gün boyu onca
ter dökmesine rağmen açlık sınırında yaşayan hizmet sektöründeki düşük ücretli
işçiler.
Bir
de tabii avantajdan çok dezavantajlarla yüzleşen zanaatkârlar, serbest meslek
sahipleri ve tüccarlar var. Geçmişinde imtiyazlı bir hayatı olmamış ama
sonrasında akademiye dâhil olmuş birçok genç bugün geçinemiyor, büyük kısmı
geçici işlerde, düşük maaşlara çalışıyor. Sol partiler saf değiştirdikleri için
bugün emekçiler, bilhassa düşük ücretliler, politik alanda her türden
temsiliyetten mahrum hâlde.
Eskiden
sol, sunduğu imajı dâhilinde, yüksek eğitim imkânına kavuşmamış, hayatın daha
az güldüğü, zengin ailelerden gelmeyen insanlardan yana dururdu. Bugün “Sol”
denilen etiket, genelde akademideki orta sınıfı ve onun biçimlendirip
desteklediği çıkarları ifade diyor. Oysa bu sınıf, üst sınıfla birlikte, son otuz
yıllık dönemde yaşanan değişimlerden en çok kazanan kesim.
Bu
kesim, küreselleşmenin, AB’ye entegrasyon sürecinin, göçlerin, kısmen de ekonomik
açıdan liberal olan statükonun ekmeğini çok yedi. Eskiden sol partilere oy
veren seçmen kitlesi için hayatı daha da içinden çıkılmaz bir hâle sokan söz
konusu gelişme süreci, bir yandan da kentlerde yaşayan, akademi yüzü görmüş
kesimin güçlenip imtiyazlı bir konuma gelmesini mümkün kılacak koşulları
oluşturdu.
Akademik
Orta Sınıfın Çıkarları
Bugün
sol liberalizm, akademik orta solun dilinden dökülen büyük anlatı. Sol liberalizm,
bu sınıfın değerlerinin, yaşamsal pratiğinin ve çıkarlarının yansıması. Tam da
bu sebeple, sol liberalizm, son otuz yılın hikâyesini ilerleme ve özgürleşme tarihi
olarak görüyor ve bu dönemi kazananların gözüyle okuyor.
Sol
liberalizmin merkezinde, modern kentli akademisyenlerin yaşam tarzına damga
vuran bireyci ve kozmopolit değerlerin olmasının sebebini burada aramak
gerekiyor. Sırf bu yüzden çeşitliliğe ve kotalara vurgu yapıyorlar. İyi ücretlerin
ödendiği işler için verilen mücadelede imtiyazlı kadınlara ve azınlıklara daha
iyi fırsatlar sunulmasını istiyorlar.
Öte
yandan, yoksul kadınlar ve göçmenlerin yoksul çocukları kimlik politikasına
dair tartışmalardan zerre istifade etmiyorlar. Bugün otuz yıl öncesine kıyasla kariyer
basamaklarını tırmanma ve az çok iyi bir hayata sahip olma imkânına daha az
sahipler.
Bu
kesimlerin durumunun kötüleşmesinin bir sebebi de kimlik politikası. Ülkedeki nüfusu
kökene ve cinsel tercihe gören bölen, azınlıklarla çoğunluk arasında uzlaşmanın
mümkün olmadığı bir karşıtlık inşa edenler, içsel bağlılığı ve dayanışmayı
ortadan kaldırıyorlar.
Birlikte
olma fikrinin ve güvenin olmadığı koşullarda ücret mücadeleleri asla başarıya
ulaşamıyor. Birlik ve ortak kimlik anlayışı yoksa demokrasi ve refah devleti en
önemli temelinden mahrum kalıyor. Toplum bilinci yoksa, toplumsal hayatın
önemli alanlarını ticaret mantığından kopartma konusunda kamu sektörüne yetki
ve otorite bahşeden kamu yararından da söz edilemiyor.
Bireyciliği
ve kozmopolitizmi toplumun kılavuzu, ilericiliğin köşe taşı hâline getiren sol
liberalizm, artık kişisel tercihlerin ve yaşam tarzlarının basit bir ifadesi
olmaktan çıkmış, politik bir ifade hâlini almıştır. Her şeyin ötesinde bu tür
değerler, ulus-devletin sınırları içerisinde örgütlü olan bir refah devletinin
meşruiyetini ve demokrasiye dair cumhuriyetçi anlayışı ortadan kaldırmak için pekâlâ
kullanılabilir.
Bu
değerlerin inşa ettiği nizamdan beslenen ekonomik liberalizm, küreselleşme ve
toplumsal kesintiler, bunları ilerici değişimler olarak gösteren bir anlatıya
kolaylıkla yedirilebilir. Ulusal yalnızlığı, taşraya has dar kafalılığı,
baskıcı cemaat ilişkilerini temel alan anlatının karşısına, kozmopolitizm,
bireysel özgürleşme ve kendini gerçekleştirme üzerine kurulu anlatı çıkartılıyor.
Akademi
Dışı Kitlelere Yönelik Tahkir
Akademi
dışı kitleler, sol liberallerin mesajlarına tepki geliştirirler. Bu tepkinin
sebebi, ilgili kitlenin modası geçmiş fikirlere ya da sağcı fikirlere bağlı
olması değil, sol liberalizmin bu sınıflara mensup insanlara hakaret etmesidir.
Burada esasen alt sınıfların toplumsal haklarına yönelik bir saldırı söz konusudur.
Zira sol liberalizm, akademi dışı kitlelerin elindeki refahın ve güvenliğin onlardan
sökülüp alınmasını ilerici modernleşme olarak görüp yüceltir. Yaşanan değişime
onay verir.
Burada
bir yandan da sol liberal anlatının ahlaken küçümsediği, gerici görüp aşağıladığı
değerlere ve yaşam tarzlarına yönelik bir saldırı söz konusudur. Çünkü toplumda,
geleneksel toplumun yön verdiği değerler ve adalet fikri hâlen daha canlıdır. Bu
fikir ve değerler, hem işçi sınıfında hem de geleneksel orta sınıfta ve hizmet
sektöründeki temel mesleklerde hâlâ caridir. Akademi dışı kitlelerin kullandığı
dili sol liberalizmin küçümsemesinin sebebi, bu dilin politik doğruculuğun en
yeni ve en tuhaf şartlarını yerine getiremiyor olmasıdır.
Kendisini
toplumsal düzeyde terk etmiş, kültürel düzlemde hor gören bir partiye kimse
destek olmaz. Tam da bu sebeple sol liberalizm, eski kitle desteğinden zamanla
mahrum kalmış, akademi dışı sınıflardan aldığı oyları günbegün kaybetmiştir. Birçok
işçi ve düşük gelirli, sırtlarını kendilerini hayal kırıklığına uğratan
siyasete dönmüş, bir kısmı da bugün öfkeyle ve alternatif yokluğu yüzünden,
gidip sağa oy verir hâle gelmiştir.
Sağın
politik gelişiminin en önemli sebebi, sol liberalizmin son dönemde önerilen
politikalarla çöpe atılan ya da hayatları giderek kötüleşen insanlara cazip bir
program sunamıyor oluşudur. Bu insanların toplumsal çıkarlarıyla, bunun
yanında, onların değerleriyle bağ kurabilen bir programa ihtiyaç vardır.
Toplumsal
çıkarlar ve değerler birlikte ele alınmalıdır, zira ikisi birbiriyle
bağlantılıdır. Geleneksel topluma ait değerler ne gericidir ne de demode,
bilâkis, bu değerler, toplumsal eşitliği ve piyasanın yol açtığı sonuçların
düzeltilmesi ile ilgili politikanın en önemli zeminidir. Küresel kapitalizmin ilerici
yeni yorumuna denk düşen sol liberalizmin değerlerinden farklı olarak müşterek
değerler, fiiliyatta gemi azıya almış piyasa toplumuna ilerici bir alternatif
sunabilmek için gerekli kılavuzdur.
Toplumun
Değerlerine Saygı
Kitabımızın
ikinci bölümünde, halkın çoğunluğunun kimliğini oluşturmaya devam eden,
toplumca yön verilmiş değerleri tanıyan, geleceğe yönelik programın köşe
taşları aktarıldı. Bu program, toplumsal değerlere yönelik hürmeti ve saygıyı
temel almalı, yenilikçi ekonomi ve hakiki meritokrasi talebini karşılayacak
toplumsal değişimleri önerebilmeli. Bu programın uygulamaya konulması durumunda
büyük çoğunluğun yaşam koşulları iyileşecektir.
Sadece
emekçiler, hizmet sektörü çalışanları ve geleneksel orta sınıf değil, sayıları
giderek artan düşük gelirli akademisyenler, hatta akademik orta sınıfın belirli
kısımları da daha iyi koşullarda yaşayacaktır.
Kişisel
yaşam tarzları özel meseledir, artık hiçbir şekilde politikleştirilmemelidir. Bu
tarzlar, yaşanılan ortama, eğitime, mesleğe ve tabii ki finansal araçlara
tabidir. Akademisyenler, akademi dışı insanlardan hep farklı bir hayat
sürmüşlerdir.
Yüksek
eğitim üzerinden edinilmiş vasıflara sahip insanlar, geleneksel toplumlardaki
insanlara kıyasla bağımsızlığa ve özerkliğe daha fazla değer verirler. Bu insanlar
yerleşik değil, gezgindirler. Farklı kültürlere aşinadırlar. Bu sebeple, kendilerini
pek kendi kültürleriyle tanımlamazlar.
Weimar
Cumhuriyeti’nde bile kent hayatı ve solcu aydınların değerleri, işçi sınıfının
kültüründen ve yaşam tarzından fersah fersah uzaktı. Fakat o dönemin solcu
aydınları, sol partilere verdikleri desteğin bu partilerin kendi kültürel
değerlerini benimsemesine bağlı olduğunu hiçbir zaman söylemediler, bu partiler,
kendi değerlerine iman etsin diye uğraşmadılar.
Eğer
bugün de sol liberal akademisyenler, kendi yaşam tarzlarının ilerici yaşam için
ölçüt hâline gelmesini sağlamanın, başka değerlere inanan, farklı dünya
görüşlerine bağlı olan insanları küçük görmenin kendilerine has birer hak
olmadığını idrak ederlerse, çok şey kazanırlar.
Sahra Wagenknecht
[Kaynak: Die Selbstgerechten: Mein Gegenprogramm für Gemeinsinn und Zusammenhalt, Campus Verlag, Frankfurt/New York 2021, s. 330-334.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder