Theodor
Herzl, 1896 yılında yazdığı Der Judenstaat’ta[1] (“Yahudi Devleti”)
Filistin’de kurulacak bir Yahudi devletine dair Siyonist vizyonunu ortaya
koyarken, planının hem “mevcut egemen otorite”, yani Osmanlı sultanı, hem de
yeni devletin “himayesi altında” ortaya çıkıp varlığını sürdüreceğini söylüyor,
onun Avrupalı sömürgeci güçler için faydalı bir girişim olacağına vurgu
yapıyordu:
“Sultan
Hazretleri bize Filistin’i verirse, Türkiye’nin mali sorunlarını çözmeyi teklif
edebiliriz. Avrupa için, orada Asya’ya karşı bir kale duvarının parçasını
oluşturur, barbarlığa karşı uygarlığın ileri karakolu olarak hizmet ederdik.”
Bugün
politik Siyonizmin kurucusu olarak anılan Herzl, Avusturya-Macaristanlı bir
avukat, yazar ve gazeteciydi. Herzl, Siyonist planının bu ilk ifadesinde
hareketini belirgin ölçüde Avrupa yerleşimciliğiyle tanımlı bir proje olarak
konumlandırıyordu: Osmanlı hükümetinden istediği şeyse topraktı. Osmanlıların
dolaylı yollardan satarak devredeceği bu toprak, Yahudi egemenliğinin tesisi
için kullanılacaktı. Daha da önemlisi, uygulanacak politikanın yön verici
ideolojik modeli ve hamisi, Avrupa olacaktı.
Sürecin
ve politikanın iç yüzünü ortaya koyan İsrail: Sömürgeci-Yerleşimci Bir
Devlet mi? isimli öncü çalışmasında Fransız Marksist tarihçi ve sosyolog
Maxime Rodinson, Herzl’in önermelerinin “sömürgeci bir olgu” olarak, Siyonizmin
apaçık tezahürü olduğunu tespit ediyor:
“Siyonizmi Avrupa’nın
emperyalist politikaları çerçevesine oturtmak için bundan daha iyi bir kaynak
bulunamazdı.”[2]
Her
ne kadar Herzl, Babıali ile doğrudan görüşmeler yoluyla Filistin’i elde etmeye
çalışsa da, ittifakını başından beri ve kesin olarak emperyalist Avrupa ile kurmuştu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’dan çekilmekte olduğu, kamuoyunda iyi bilinen
bir kamu borcu krizinin çilesini çektiği ve içte imparatorluk otoritesine
yönelik gelişen milliyetçi itirazlarla birlikte daha da zayıfladığı bir
dönemde, Herzl’in hareketini konumlandırması, yalnızca varsayılan bir ideolojik
akrabalık açısından açıklanamaz; o, aynı zamanda dönemin dünya gücünün merkezi
olarak kabul ettiği şeyin yanındaydı. Rodinson, konuyla ilgili şunları
söylüyor:
“Siyonist perspektif,
kaçınılmaz olarak, Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu’na, büyük güçlerin rekabeti
nedeniyle tamamen parçalanması ertelenen, ama bu arada her türlü müdahaleye,
baskıya ve tehdide maruz kalan bu ‘hasta adama’ yönelik saldırısı çerçevesi
dâhilinde geliştirildi. Bir emperyalist ortamdan söz edeceksek bu, tam da
Siyonizmin geliştiği ortamdır.”
Herzl'e
göre, bu güçlerin desteği, ancak Siyonist davanın “onlar için bir anlam ifade
etmesi”, başka bir deyişle, gerçekleşmesinin kendi çıkarlarına hizmet ettiğini
görmeleri hâlinde garanti edilebilirdi. İşte bu nedenle Herzl’in benzer diğer
sömürgeleştirme projelerinin izinden giden Avrupalı yerleşimci bir sömürge
girişimi olduğuna dair Siyonizm tasviri, onun Hıristiyan-sömürgeci Avrupa’ya
tanıtılmasında kilit nokta hâline geldi. Rodinson’ın ifadesiyle:
“Siyonistlerdeki
Avrupacılık, onların planlarını, her bir gücün kendi hesabına geliştirdiği
Avrupa yayılmacılığı denilen aynı hareketin parçası olarak takdim etmelerini
sağladı.”
Gerçekten
de yazıları ve konuşmaları boyunca Herzl, Siyonist fikri özünde sömürgeci bir
fikir, yani Avrupa ve hatta tüm “medeni” dünya için kazanımlar içeren bir fikir
olarak sunuyordu: Kitabında “Dünya bizim özgürlüğümüzle özgürleşecek,
zenginliğimizle zenginleşecek, büyüklüğümüzle yücelecek” diyordu. 1899’da
Londra’da yaptığı bir konuşmada, uygarlaştırma misyonu denilen sömürgeci dilini
yineliyor, bu dili emperyalist Britanya’nın özel çıkarlarına bağlıyordu:
“Biz, kültürü Doğu’ya
taşımak istiyoruz. Ayrıca Avrupa, bizim bu çalışmamızdan bir kez daha kazançlı
çıkacak. Yeni ticaret yolları yaratacağız ve bu yollarla Asya’da mülklere sahip
olan İngiltere’den daha fazla kimse ilgilenmeyecek. Hindistan’a giden en kısa
yol Filistin’den geçiyor.”
Konuşmasının
devamında Herzl, Siyonist hareketin Britanya’nın öncülük ettiği ilerleme ve
sanayinin yeni ruhuyla hareket edeceğini söylüyordu:
“Kıtadan gelen zavallı bir
barbar olarak İngilizlere ilerleme ve sanayi hakkında ne söyleyebilirim ki?
Onlar, tüm teknik başarılarda bizden üsttedir, tıpkı sömürgeci yayılmanın
gerekliliğini ilk görenlerin onların büyük politikacıları olması gibi. İşte tam
da bu sebeple Büyük Britanya bayrağı her denizin üzerinde dalgalanıyor.”
Herzl,
konuşmasını, İngiliz dinleyicilerine ortak sömürgeci-ilerici bakış açısını
temel alan şu çağrıyı yaparak bitiriyordu:
“Dolayısıyla, ben burada,
İngiltere’de sömürgeci bir fikir olarak Siyonist fikrin kolaylıkla ve
çabucak idrak edilmesi, onun sömürgeciliğin en modern biçimi
olduğunun anlaşılması gerektiğini düşünüyorum.”
Bir
yıl sonra Herzl, bu çağrısını Londra’da toplanan dördüncü Siyonist Kongresi’nin
açılış konuşmasında yineledi:
“İngiltere, kudretli
İngiltere, yedi denizi teftiş eden gözleriyle özgür İngiltere bizi ve
arzularımızı anlayacaktır.”
Herzl’in
retoriğinde ilerleme, uygarlık ve sömürgecilik kavramları, o dönem için
alışılmadık bir şekilde bir araya geliyordu: Büyük Britanya’yı modernitenin
öncüsü olarak nitelendirilmesine neden olan, tam da onun sahip olduğu uçsuz
bucaksız imparatorluktu. Sömürgelerdeki sömürü konusunda elde ettiği başarı,
İngiltere’nin teknolojik ve ticari ilerlemesinin bir tezahürüydü. Herzl’in sık
sık dile getirdiği İngiliz hayranlığı da burada yatıyordu.[3] Herzl’in Der
Judenstaat’ta ısrarla vurguladığı gibi, onun Siyonist “toprak mülkiyeti” ve
Yahudi yerleşimi planı, “bilimsel ilkelere” göre gerçekleştirileceğinden,
İngiliz modelini takip edecekti; Siyonizm, “en modern biçimiyle” sömürgecilik
olacaktı. Bu yeni yaklaşımı, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Kaliforniya’daki
eski, kaotik ve “yağmacı” altın arama girişimlerini, “artık romantik
serserilerin olmadığı, bunun yerine, aklı başında jeologların ve mühendislerin
altın endüstrisini yönettikleri” İngilizlere ait Güney Afrika kolonisi
Transvaal’daki yeni gelişen altın madenciliği sanayii ile kıyaslayarak örneklendirmekteydi.
Herzl konuşmasını şu şekilde bitiriyordu:
“Dolayısıyla, Yahudiler
için yeni topraklar araştırılmalı, bu topraklar bugün yapılacak her türden
yardımla temellük edilmeli.”
Herzl
bununla da kalmadı. Yeni Yahudi devleti, zamanla sadece Büyük Britanya’yı
değil, tüm Avrupa’yı ve hatta “Yeni Dünya”yı en modern ulus olarak geride
bırakacaktı. İlk kez 1902’de yayımlanan ve kitapta Filistin'de bir Yahudi devleti
(“commonwealth”) olarak tanımlanan şeyin yaratılışını ve doğasını ayrıntılarıyla
özetleyen ütopik Siyonist romanı Altneuland’da (“Eski Yeni Ülke”), bu
devlete gelen Avrupalı ziyaretçiler, Doğu’nun ortasındaki bu toprak parçasında “en
güncel teknik aletleri” bulduklarında şaşırıyorlardı. Ülkenin son teknoloji
ürünü elektrikli tren ağı karşısında şaşkına dönen ziyaretçilerden biri, yıllar
önce Amerika’ya göç etmiş bir Alman asilzadesi (aslında kendisinden “Amerikalı”
olarak bahsediliyor) şunu söylüyordu: “Siz çok kurnaz bir milletsiniz. Siz, son
model makinelerle gezerken, bizi eski hurda demirlerle baş başa bıraktınız!”
Topluluğun
yönetim organı olarak işlev gören ve manidar bir şekilde “Yeni Toplum” olarak
adlandırılan topluluğun temsilcileri arasında bir mimar, bir bilim insanı ve
bir doktor, kısacası Herzl’in başarılı bir modern kolonizasyonun merkezine
yerleştirdiği teknokratlar bulunmaktadır. Bu temsilciler, sıra kendilerine
geldiğinde, “kuşkucu” misafirlerine, gördüklerinin yeni olmadığını, yalnızca “daha
önce var olan şeylerin yeni düzenlenmiş hâli” olduğunu açıklıyorlar. Avrupa’nın
“eski düzeninde” bu yeni gelişmeler ve yöntemler “düzensiz ve uyumsuzdur”; buna
karşılık Filistin’de, “kalıtsal sakıncaları olmayan”, yani “kalıtsal yüklerden
tamamen arınmış”, gerçekten yeni bir toplum inşa edilebilir:
“Baştan başlamanın en
büyük avantajlarından biri de buydu. Burada her şey, ilkel ve bakımsız bir
durumda olduğu için, en modern teknik aletleri hemen kurmak mümkün olmuştu.
Şehir planlamasında da aynı durum geçerliydi [...]; demiryollarının inşasında,
kanalların kazılmasında, tarımın ve sanayinin topraklarda kurulmasında da benzer
bir süreç işlemişti. Ülkeye akın eden Yahudi yerleşimciler, tüm medeni dünyanın
deneyimlerini de beraberlerinde getirmişlerdi.”
Yahudi
yerleşimcilerden biri şunu söylüyor: “Şimdi Filistin örnek bir ülke”. Herzl
daha Der Judenstaat’ta, gelecekteki yaratımının hem en yeni bilimin hem
de en yeni sosyo-politik fikirlerin uygulanacağı bir “deneysel ülke ve model
ülke” olduğunu vurgulamıştı. Altneuland’ın Yeni Toplumu, Herzl’in
kapitalizm ve sosyalizm arasında ideal bir orta yol olarak kavramsallaştırdığı birbirine
bağlı kooperatiflerden oluşan sisteme ya da “mutualizme” dayanıyordu: “Burada
birey, ne kapitalizmin değirmen taşları arasında öğütülmektedir, ne de başını sosyalist
tesviyeye kurban vermektedir.”
Çarpıcı
bir şekilde, “Yeni Toplum” ifadesi, Altneuland’ın orijinal Almanca
baskısında İngilizce hâliyle yer almaktadır. Gerçekten de Herzl, Siyonist
kariyeri boyunca ısrarla temel Siyonist örgütler olarak bir “Yahudiler Cemiyeti”
ve “Yahudi Şirketi” önerecektir. Burada Herzl, birden fazla dil bilmesine ve
İngilizce bu diller içerisinde en hâkim dil olmamasına rağmen, metinde nedense tuhaf
bir biçimde terimlerin İngilizce karşılıklarını kullanmaktadır. Ayrıca bu
kurumların Londra’da kurulacağı düşünülürse, Herzl’in bu ifadelerin İngilizce
hâllerini kullanması, esasında onun yakından incelediği İngiliz sömürgecilik
tarzını taklit etme isteğinin bir başka kanıtıdır. Bu yönelim, hükümetin
belirli bir bölgenin keşfi, ticareti ve/veya yerleşimi için bir şirkete imtiyaz
verdiği “imtiyazlı şirket” şeklindeki İngiliz kolonizasyon modelindeki
ısrarında çok açık bir şekilde öne çıkmaktadır. Altneuland’da Yahudi devletini
yaratan araç, bir “anonim şirket”, “Filistin'in Kolonizasyonu için kurulan Yeni
Cemiyet” idi; ancak daha sonra, bize söylendiğine göre bu şirket, kooperatif “Yeni
Cemiyet'e evrildi. Herzl, hikâyede Hristiyan Avrupa-Amerika’nın eleştirel,
bazen de tepeden bakan sesi olarak işlev gören Alman-Amerikan aristokrat
karakteri Kingscourt ağzından, bu yaklaşımı kanıtlanmış ve pragmatik bir yöntem
olarak över: “Tarihte kolonizasyon için bu tür anonim şirketler birçok kez
kurulmuşlardır.” Bu anlamda “Doğu Hindistan Şirketi tümüyle kötü bir deneyim
değildir.”[4] Böylesi bir şirketi her türden Yahudi yerleşimi için önkoşul
olarak gören yaklaşımı, onu bu tür bir destek ve himaye olmaksızın derhal kolonizasyon
çalışmalarına başlama çağrısı yapan pratik Siyonistlerle karşı karşıya
getirmektedir.
On
dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında “Afrika için
Mücadele” olarak adlandırılan yıllarda, sözleşmeli şirket sömürgeci sömürü için
en popüler araç hâline gelmiş ve sömürgeciliğin önemli oyuncularının büyük bir
kısmı tarafından benimsenmişti. Bunu dikkate alan Herzl’in gözünde, Siyonist
girişimi için hangi Avrupalı gücün kendisiyle sözleşme imzalayacağının bir
önemi yoktu. Herzl, 1898 Eylül’ünde Viyana’daki Alman büyükelçisiyle yaptığı ve
Kayzer II. Wilhelm’le bir görüşme ayarlamayı umduğu görüşmede, büyükelçiye
Britanya’nın sömürgeci gücüne rağmen, aslında imparatorluk sponsoru olarak
Almanları tercih edeceğini söylüyordu. Günlüğüne şunları not etmişti:
“[…] Sanırım [Büyükelçi]
üzerinde en güçlü etkiyi şu sözlerimle bıraktım: ‘Elimizde bir hareket var; güçlerden
birinin ya da diğerinin bunu destekleyeceğini umuyorum. Başlangıçta bunun
İngiltere olacağını düşünmüştüm. Tabiatı gereği İngiltere harekete illaki destek
sunacaktır. Ama Almanya’nın desteğini alsaydık, benim için daha da hoş olurdu.
Günümüz Yahudileri, ağırlıklı olarak Alman kültürüne sahiptirler. Ama bunu
Alman Büyükelçiliği’nde çalıştığım için değil, gerçek olduğu için söylüyorum. İki
Basel Kongresi’nin resmi dili, bunun kanıtı.”
Kişisel
geçmişi nedeniyle Herzl’in içine en çok da “Alman kültüründe kök salmış Yahudi
devleti” fikrini sindirdiği tespiti, kesinlikle doğru. Ancak öte yandan, Yahudilerdeki
baskın Alman karakterine dair iddiası, gerçek olmaktan ziyade, hüsnükuruntudan
ibaretti.[5] Herzl, Siyonist planın gerçekleşmesi için gerekli sayıyı sağlaması
gerektiğini bildiği Doğu Avrupa Yahudilerinin çok farklı ve yaygın kültürünün
son derece farkındaydı. Herzl’in “Ostjuden”e (Doğu Avrupa Yahudilerine
atıfta bulunmak için sıklıkla aşağılayıcı bir şekilde kullanılan bir terim, “Doğu
Yahudileri” anlamına geliyor) karşı tutumu oldukça kararsızdı: Onlar, Herzl
için “Yahudi sorununun” hem nedenini hem de çözümünü temsil ediyordu. Onlar,
yoksullukları ve gördükleri zulümler sebebiyle, ulusal restorasyon çabasını
sürdüren ve bu nedenle Yahudi ulusal karakterinin taşıyıcıları olan yoksul
kardeşleri, “dilenciler ve açlar”dı. Aynı zamanda, Herzl’in gözünde onları geri
kalmış, kusurlu ve reforma muhtaç kılan da tam olarak 'Yahudilikleriydi” (başka
bir ifadeyle, Musevilikleriydi). Hatta Herzl, bazı Yahudilerin reforma tabi
tutulamayacak hâlde olduğuna inanıyordu. Bu kişilerdeki yozlaşma, ona göre
tümüyle farklı bir ırka mensup olduklarının alametiydi.
Nora Scholtes
[Kaynak:
“ ‘Bulwark against Asia: Zionist Exclusivism and Palestinian Responses”, 2015
Kent Üniversitesi Postkolonyalizm Çalışmaları Doktora Tezi]
Dipnotlar:
[1] Der Judenstaat: Text und Materialien, 1986 bis heute. Yayına Hz.:
Ernst Piper. Philo Verlag, 2004.
[2]
1967 tarihli “Sömürgeci Bir Olgu Olarak İsrail” başlıklı makalesinde Rodinson,
Siyonizmi ve İsrail’i sömürgecilik, daha da özelde, yerleşimci sömürgecilik
bağlamına oturtan ilk “Batılı” akademisyen olarak çıkar karşımıza. Makalenin
özgün Fransızca hâli Les Temps Modernes dergisinin Haziran 1967 tarihli “İsrail-Arap
Çatışması” başlıklı özel sayısında yayımlanır. 1973’te makale İngilizce olarak Israel:
A Colonial-Settler State? başlıklı kitaba alınır. Burada makalenin 1973
tarihli İngilizce baskısına atıfta bulunulmaktadır.
[3]
Mark Levene’in çıkarımına göre, “bildiğimiz kadarıyla Herzl, Britanya’ya,
özellikle sanayisine, ticaretine ve yayılmacı dünya gücüne yönelik merak ve
ilgisini hiç saklamayan bir isimdi.” [“Herzl, the Scramble, and a Meeting that
Never Happened: Revisiting the Notion of an African Zion”. “The Jew” in
Late-Victorian and Edwardian Culture: Between the East End and East Africa.
Yayına Hz.: Eitan Bar-Yosef ve Nadia Valman. Basingstoke: Palgrave Macmillan,
2009. 212.] Desmond Stewart [Herzl: Artist and Politician. Londra:
Hamish Hamilton, 1974] ve Eitan Bar-Yosef [“A Villa in the Jungle: Herzl,
Zionist Culture, and the Great African Adventure”. Theodor Herzl: From
Europe to Zion. Yayına Hz.: Mark H. Gelber ve Vivian Liska. Tübingen: Max
Niemeyer, 2007. s. 85-102.] de kendi çalışmalarında benzer ifadelere başvuruyorlar.
Ayrıca bkz.: Steven Beller, “Herzl’s Anglophilia”, Yayına Hz.: Robertson ve
Timms, Theodor Herzl and the Origins of Zionism, s. 54-61.
[4]
Kimi iddialara göre Herzl, Kingscourt’u yazarken aklında Kayzer II. Wilhelm
vardı. Yahudi yerleşimi öncesi Friedrich ve Kingscourt’un Filistin’e ilk ziyareti
esnasında Kingscourt bu çorak toprakların dönüştürülebileceğine dair inancını
dile getiriyor: “Bu ülke, harika bir geleceğe sahip olacaksa ona gölge ve su
lazım.” Bu cümlenin aynısını Kayzer, 1898’de Filistin’de yapılan toplantıda
Herzl’e söylüyor. (Bkz.: Herzl, Altneuland: Ein Roman von Theodor Herzl.
Yayına Hz.: Goldberg ve Seelig, 1962, s. 33-34.) Romanda Kingscourt’un cümlesi,
bir yandan da Siyonist plana otorite sahibi Avrupalı bir ismin onay verdiğini
ifade ediyor, oysa Herzl ile Kayzer arasındaki diyalogun alt metni başka bir
şey söylüyor. 1967’deki bir sayısında bu görüşmeyi kapağına taşıyan Der
Spiegel dergisi, bu temasın Herzl açısından utanç verici bir olay olarak
cereyan ettiğini söylüyor. Daha önce İstanbul’da yaptıkları ilk toplantıda
Siyonist lidere Osmanlı Sultanı ile görüşme ayarlanması konusunda Kayzer tarafından
güvence verilmişken, Kayzer, bu sefer hava durumuna dair yüzeysel bir açıklamada
bulunarak Herzl’i başından savıyor. Makalede iki adam arasındaki diyalog şu
şekilde aktarılıyor: “Hava çok sıcak, ama ülkenin de bir geleceği var. Buranın suya,
hem de çok suya ihtiyacı var”. Herzl, bu söze itaatkâr bir üslupla şu cevabı
veriyor: “Evet, Haşmetmeapları, buraya büyük kanallar açmak lazım.” (“Mächtige
Legende”, Spiegel]. Yukarıda alıntılanan, Altneuland
kitabının 1962 tarihli İsrail baskısında kullanılan bir fotoğraf, bu diyalogu
resmediyor. Fotoğrafta at üzerindeki Kayzer hareket hâlindeyken, yanda ayakta
duran Herzl ile konuşurken görünüyor.
[5] Herzl, kendisini kültürel açıdan Alman kabul ediyor, bu şekilde kalmayı arzuluyordu. Ama öte yandan, Daniel Boyarin’in Unheroic Conduct: The Rise of Heterosexuality and the Invention of the Jewish Man isimli çalışmasında dile getirdiği biçimiyle, Siyonist Herzl’in Yahudileri Avrupa dışındaki bir ya da birkaç ülkeye yerleştirmesi, kendisi gibi Yahudileri de asimile edecek, onların Avrupa toplumlarına tam anlamıyla dâhil olmalarını sağlayacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder