“Amerikan emperyalizmi Filistin halkının baş düşmanıdır”
(1978)
Son
dönemde iki yalanın her yanı kuşattığına şahit oluyoruz ve bu iki yalan da akıl
dışılıktan, üstünkörü aktarılan tarih dışı hikâyelerden ve emperyalizme karşı
verilen ulusal kurtuluş mücadelelerini anlamaya yönelik ilgisizlikten neşet
ediyor. İlk yalanda, Binyamin Netanyahu’nun Filistin ulusundaki bölünmüşlüğü
muhafaza etmek ve Gazze’deki hareketi güçlendirmek için şu veya bu şekilde
Hamas’la birlikte komplo kurduğu; ikinci yalanda ise İsrail’in ve ona bağlı
asalak lobinin Amerika’yı akıl dışı savaş tellâllığına sürüklediği söyleniyor.
“Lobi”,
aslında bu yalan söyleme işini eskiden beri yapıyor. Körfez’deki egemen
sınıflar, ABD’nin elindeki savunma-maliye şemsiyesi altında kâr için
birleştikleri gerçeğini örtbas etmek için bu türden ucuz yalanlara
sarılıyorlar. Bu yalanlar, Filistin hareketini yok etmek için istihbaratın
beslediği antisemitlerin, Nazilerin ve Amerika’nın çökeceğine dair endişeleri
olan John Mearsheimer gibi profesörlerin ağzından çıkıyor. New Left Review’de
çıkan “Emperyalist Niyetler”[1] isimli makalede dile getirilen “İsrail’e
yönelik desteğin tarihsel planda her türden makul politik hesabın sınırını
aştığı”na dair uyarı da benzer bir yerden besleniyor (Marksistler, bir halkı
yok eden sınıfın kulağına, yaptıkları hesabın hükümsüz olduğunu fısıldamayı ne
zamandır iş bellediler?)
“Netanyahu
Hamas’a yardım etti” yeni bir masal, ama bu masal, seksenlerde “ABD ile
İsrail’in Marksistlerin öncülük ettiği Fetih türünden Filistin güçlerine
Hamas’ı tercih ettiğine” dair eskiye ait gerçeği ve Netanyahu’nun Hamas’a
2014’ten beri mali düzlemde manevra yapma imkânı verdiğine dair yeni gerçeği
güya temel alan tuhaf bir vehimden ibaret. Bu anlatılan hikâyelerin kökenlerini
ilerleyen kısımda ele alacağız. Şimdilik bunların muhtevasına bakalım.
İsrail,
ABD’nin bugüne dek yaptığı en iyi yatırım. İsrail, Batı’nın gücünün en saf
ifadesi olarak, militarizmi, emperyalizmi, yerleşimci sömürgeciliği, istihbarat
faaliyetlerini, ırkçılığı tek bünyede birleştirmiş, ideolojik zafiyeti, yüksek
kârlar getiren savaşma iradesini ve ileri teknolojiye dayalı gelişmeyi temel
alarak oluşmuş yıkım, ölüm ve kaos canavarı. 1948-1949’da elde ettiği zaferden
beri ABD’li plancılar, ülkeyi Arapların askeri ve politik emellerini kontrol
altına alacak bölgesel bir askeri güç olarak gördüler.[2] Fransız
emperyalizminin Arap coğrafyasında yıldızının söndüğü koşullarda ABD İsrail’le
müttefik oldu, buradan, İngiltere ve İsrail ile birlikte 1956’da
gerçekleştirdiği saldırıyla Nasırcı Mısır’a darbe indirmek istedi, Siyonizmin
1967’de sınırdaş olduğu ülkelerdeki radikal Arap milliyetçiliğine karşı
yürüttüğü savaşta onu teçhizatlandırdı. ABD’nin izin verdiği savaş, Suriye’de
Baas şahsında gerçekleşmiş olan Marksizm-Leninizmle Arap milliyetçiliği
arasındaki kaynaşmayı dağıttı[3], Nasırcı milli kalkınma projesini darmaduman
etti. İsrail, ayrıca efendileri için faydalı olan bir suikastçı olarak iş
gördü. Bu süreçte Mehdi Ben Barka ve Gassân Kenefâni gibi devrimci aydınları
katletti.
1970
sonrası ABD’nin İsrail’e yaptığı askeri yardım, ülkeyi eşi benzeri olmayan bir
değere dönüştürdü: İsrail, artık Amerika’nın deniz aşırı silâh fabrikası, Arap
coğrafyasındaki barışı, istikrarı ve bölgesel kalkınma imkânlarını ortadan
kaldıran bir güç, dünya genelinde karşı istihbaratın yıkıcı aracı, bölgedeki
artığı yutan, onu bitmek bilmeyen savunma ve saldırı amaçlı silâhlara akıtan,
onun toplumun ve halkın refahına, ayrıca askeri olmayan kalkınma amacıyla
harcanmasına mani olan bir kara delik. ABD, İsrail’in yapılan askeri yardımı
ülke içerisinde tutmasına, o yardım sayesinde askeri-sınai imkânlar[4]
açısından devasa bir güç inşa etmesine izin verdi. Öte yandan, ABD sermayesinin
ülkeye akışı daha da hızlandı. İsrail’in yüksek eğitim görmüş işgücünden
savunma sektöründe istifade edilirken, diğer sektörlerde Filistinli alt sınıf
mensupları yoğun bir sömürüye maruz bırakıldılar. Bu hizmet karşılığında İsrail,
dünya genelinde gerici güçleri silâhlandırdı.[5] Arjantin, Brezilya ve Şili
gibi ülkelerde Nikaragua’daki solcu hükümetle mücadele eden kontralara silâh
yüklü gemilere kısıtlama getirilmesine dönük kongre faaliyetlerine mani
oldu[6], Güney Afrika’daki ırk ayrımcısı rejime gelişmiş silâhlar gönderdi.[7] Dünya
ölçeğinde İsrail, küresel kapitalizmin politik mimarisini korudu. Onun ABD’deki
kolu İftira ve İnkârla Mücadele Birliği, Siyonist kapitalistlerin baskı
faaliyetlerine dönük yatırımlarının ilk örneklerini sundu[8] ve bu noktada
ırkçılık, Siyonizm ve ırk ayrımcılığı karşıtı hareketlere ve Amerikalı Araplara
yönelik kapsamlı casusluk faaliyeti yürüttü.
Bu
dönem boyunca ABD ile İsrail arasındaki özel ilişki, daha da sıkılaştı, emperyalizmin
Libya’dan[9] Lübnan’a[10] kadar tüm acımasızlığıyla yürüttüğü tüm vekâlet savaşları
ve uyguladığı yaptırımlar kalkınmacılık anlayışını ortadan kaldırdı, cumhuriyetçi
arzuları hükümsüz kıldı, Marksizmi bölgeden büyük ölçüde sildi. Körfez, Mısır
ve Lübnan küresel ve bölgesel birikim sürecinin düğüm noktaları hâline geldikçe
sınıflararası eşitsizlikler arttı. İsrail’in cumhuriyetçiliğe ve devrime karşı savaş
yürüterek dünya genelinde işleyen birikim sürecini besleme tercihi, bir yandan
da ABD egemen sınıfına hizmet etti.
Oslo
olarak bilinen ve SSCB’nin dağılışı ve Baasçı Irak’ın kuşatılması sonrası
dayatılan “barış süreci”, Sovyetler sonrasında ABD projesi önündeki stratejik
engelleri ve sürtünme noktalarını etkisiz kılmak veya ortadan kaldırmak
suretiyle “tarihin sonu”nu somutlama çabasının bir parçası olarak, Batı Şeria
ile Gazze Şeridi’ndeki askeri işgal koşullarında yeni sömürgeci neoliberalizmi
inşa etme çabasıydı. Filistin diasporasından gelen sermayenin yanında Filistin
Yönetimi’nin dâhil olduğu rüşvet çarkı da ABD’nin devlet inşasını öngören
ajandasının önemli parçaları hâline geldi. İsrail sermayesi, ABD’nin
küreselleşme projesinin ulusötesi bileşeni olarak önemli bir yere sahip oldu ve
bu sermaye, yüksek teknolojiye dayalı karşı istihbaratın büyük bir kısmının
üretilmesinde kullanıldı.
Oslo,
emperyalizmin Sovyetler sonrasında düşmandan kalan izlerin temizlenmesine dönük
operasyonlara yöneldiği koşullarda, terör listelerindeki isimlerin[11] politik
manada ortadan kaldırılması için kullanılan mekanizmaların hukuki vektörü
olarak iş gördü. Bugün direniş kapsamında yürütülen operasyonların önemli bir
kısmının altında imzası olan ve Oslo’ya itiraz eden Hamas, İslami Cihad ve FHKC
gibi güçler, Filipinler ve Kolombiya’daki silâhlı komünist isyancılarla birlikte
terör listelerine eklendi. İran, Devrim Muhafızları Ordusu[12] üzerinden, tüm
bir devlet olarak listeye dâhil edildi. Yardım sektörünün dirilttiği STK’lara
kadrolarını kaptırdıkça Filistin partilerinin kitlelerle bağları koptu.
Filistin’de kalkınma süreci, apolitik bir yönetişim meselesi ve bu yönde
işletilen bir sürece indirgenip yozlaştı, her şeyden kopuk bir proje
çalışmasına dönüştü.
Her
ne kadar bu dönemde ABD egemen sınıfının akıttığı paralarla İsrail, küresel
karşı-istihbaratın merkezi hâline gelse de inşa edilen duvarlar, onca gözetleme
faaliyeti, polis takibi ve sorgusu, bunun yanında, ABD eliyle yürütülen
operasyonlar Filistin dosyasını bir türlü kapatıp rafa kaldıramadılar. Silâhlı
direniş, yolsuzluk karşıtı mücadele ve sivil topluma yardım sunan kurumların
oluşturduğu ağ[13] sayesinde Hamas, 2006’da Filistin seçimlerini kazanacak meşruiyete
ulaştı. Kısa süre içerisinde ülke dışındaki politik kanat, ABD’nin en gelişkin
vekili Katar tarafından kuşatılsa da Gazze’deki askeri kanat, İran, Lübnan ve Suriye’deki
müttefikleriyle ilişkilerini daha da derinleştirdi. Öte yandan, İsrail Savunma
Güçleri’nin 2006’da Lübnan’da Hizbullah’a karşı aldığı yenilgi, yeni yönelim
için gerekli zemini teşkil etti.[14] Gelen silâhlar, alınan eğitimler ve
paralar, Körfez medyasının mezhepçi Sünni vekil güçlere mensup milislerle ilgili
ideolojik telkinleri, hep birlikte, direnişin etrafında oluşmuş ortaklaşma
zeminini ortadan kaldırdı, 2011’den itibaren de bölgedeki kalkınma sürecinin
tasfiyesine ve devletlerin çöküşüne son veren gelişmelerle birlikte bu güçler
arasındaki bağlar iyice gevşedi.[15]
Ayrım
çizgileri, 2011’de ABD’nin Suriye’ye karşı vekil güçleriyle birlikte yürüttüğü
savaşla birlikte ortaya çıktı.[16] Bu süreçte Hamas’ın politik liderliği Şam’dan
çıkartılıp Katar’a gönderildi. Bu süreçte ABD’nin amacı, asimetrik güce
kavuşmuş silâhlı direniş hareketlerinin içini boşaltmak, ayrıca, Özgür Suriye
Ordusu’nu veya başka milis güçleri silâhlandırmak ya da açık savaş yürütmekti.
Bu savaşa yaptırımlar ve İran ile Suriye’nin teşkil ettiği lojistik kanallarını
kesmekle ilgili adımlar da eşlik etti.
12
yıl süren bölgesel savaşta 100.000 Arap öldü, Yemen ve Suriye şehirleri bombalandı,
ateşe verildi, 2008/9, 2012, 2014 ve 2021’de olmak üzere Gazze’de dört kez
savaş yaşandı ve bu savaşlar 7 Ekim saldırılarına yol açtı. Gazze’de direniş, halka
kendisinin Suudi Arabistan, İsrail ve ABD arasındaki yakınlaşmanın ve normalleşme
sürecinin dışsal maliyeti olduğunu anlattı. O halka dediler ki “siz kendiniz
için bir şey yapmadığınız sürece Gazze için kimse kılını kıpırdatmayacak. Her
yanı sarmış olan kuşatma kırılamayacak.”
“Netanyahu
Hamas’a yol verdi” tespiti üzerine kurulu, gerçeği çarpıtan yalan, esasında bir
gerçeği temel alıyor. Bu süreçte Netanyahu, Hamas’la Katar’da dolaylı olarak
temas kurdu ve ona Gazze’de çalışacak misafir işçiler için izin uygulamasının
önünü açtı. Bu sayede güney nispeten sakinleşti. Bu ortam, Hamas’ın Netanyahu
ile kurduğu işbirliğinin veya ateşkesin uygulanmasının sonucu değil, Filistin
direnişinin bir başarısının sonucuydu. Bu sayede yüzeyden bakıldığında her şey
durağan ve sakinmiş gibi görünürken, yerin altında her şey hızlı hareket
ediyor, güçlü bir savunma altyapısı inşa ediliyordu. Bu açıdan “Hamas gücünü
İsrail’in kurduğu komploya borçlu” diyen yalanın aksine Hamas, halkının
milliyetçi arzularını ifade eden bir örgüt.
Bu
kuyruklu yalan, bir yandan da Netanyahu’nun Ramallah’ta Filistin Yönetimi ile
barış anlaşması için yapılması gereken görüşmelerden kaçmak istediğini
söylüyor. Bu yalanı atanlar, esasında yeni sömürgeci Filistin Yönetimi’nin
devlet inşası ve Filistin’in egemenliği için gerekli bir güç olduğunu söylemiş
oluyorlar. Esasında özellikle böylesi günlerde kadife eldivenmiş gibi görünen Filistin
Yönetimi, Batı Şeria’da yeni sömürgecilikle işbirliği içerisinde hareket eden
demirden eldiven. Yönetim, İsrail’le koordinasyon içerisinde hareket ediyor. Bu
özelliği dâhilinde 2021’de Nizar Banat gibi işbirlikçiliğe karşı çıkan
kadrosunu öldürebiliyor. Filistin Yönetimi, Katar’ın İsrail’le ilişkileri
normalleştirmeye yönelik gizli adımlarına da bölgeye dayattığı, direniş projenin
dişlerini sökmeyi öngören ajandasına da[17] yakın duruyor.
7
Ekim, işte bu sürecin ürünü. Gazze ve civarında yaşanan gelişmelere buradan
bakmak gerekiyor. Lübnan, Irak, Yemen ve İran’ı içine alan bölgede sistem
karşıtı veya egemenlik yanlısı milislere ve cumhuriyetçi ordulara tanık
olunuyor. Emced Selamet’in ifadesiyle, “Bölge genelinde direniş güçlerini
incelediğimizde, karşımıza çıkan temel faktörlerden birisi de halkın bu güçleri
kucaklıyor, bu güçler üzerinden harekete geçiyor oluşudur. Direniş eksenindeki
güçlerin harekete geçirdiği en önemli unsurlardan biri de insanı da içerecek
biçimde, maddi kaynaklardır.”[18]
Peki
bu direniş denilen gücün içindeki insanlar kimlerden oluşuyor, bu güç neyi
ifade ediyor?
1.
Burada gezegendeki stratejik düzlemde en dezavantajlı konumda bulunan, en
yoksul insanların elde ettiği başarıdan söz ediyoruz. Yoksullaştırılmış, kuşatma
altındaki Gazze’de Kassam savaşçılarının büyük bölümü yetim. Hapishane koşullarında,
geri kalmışlığın çilesi dâhilinde halk direnişi elindeki cephaneliği
güçlendirme imkânı buldu ve nüfusunun yüzde 1,5’ini gerilla gücüne dönüştürerek,
dünyada eşi benzeri olmayan bir yapıya evrildi. Bu gerilla gücü bugün 30 ilâ 40
bini buluyor.
2.
Direniş ideolojik bağlılığı tesis etti, halkı için canını feda etmeyi isteyen
insanlar yarattı, teknoloji konusunda gösterdiği maharetle yeraltı tünelleri, “cephe
gerisi” ve gerilla savaşı için gerekli olan fiziki stratejik derinlikle nükleer
güce sahip devletle boy ölçüşebilecek silâh kapasitesine ulaştı. Sırtlarını dağlara
yaslayan bu gerillalar, kişi başına GSYH’si epey yüksek olan bir düşmanı felç
etti. Cephaneliği milyar dolarları bulan İsrail’in yıllık kişi başına düşen
geliri 52.000 dolar.
3.
7 Ekim operasyonunu gerçekleştiren direniş, Sovyetler sonrasında düzen karşıtı
güçleri imha, yok etme, susturma prosedürlerinin devrede olduğu, yaptırımların
uygulandığı, terör listelerinin hazırlandığı, yardım adıyla yürütülen
tedbirlerin devreye sokulduğu dünyaya, disiplinli ve yeni bir milli hareketin
başını kaldırmasına hiçbir gücün mani olamayacağına dair bir örneklik sundu.
4.
Gazze’deki halk direnişi, “Direniş” kelimesinin anlamını değiştirdi, onu
silâhlı erkeklerin dünyasının ötesine taşıdı. O halkın doktorları, hastalarını
terk etmeme pahasına ölüme yürüdüler, şehrin kuzeyinde kadın ve erkekler beyaz
fosfor saldırısına rağmen evlerinden ayrılmadılar. ABD ve İsrail eliyle
yürütülen imha harekâtını asıl kışkırtan da yurttaşların milli projeye olan
bağlılıklarıydı.[19] Bu bağlılık sebebiyle memurlar, hastane ve okul idarecileri,
tüm Gazze halkıyla birlikte hedef alındı. Burada mesele, sadece zulüm uygulamak
değil, Hamas’ın halk içerisinde sahip olduğu iradeyi kırmaktı.
5.
Bu başarılar üzerinden Filistin direnişi, İsrail denilen yerleşimci-kapitalist
mülkiyet yapıları, askerileşmiş birikim sürecini, dünyanın karşı-istihbarat
teknolojisi için teşkil edilmiş atölyesini ve petrodolarların, hazine bonosu ve
tahvili satışlarının ve silâh imalatının inşa ettiği bölgesel baskı aygıtını tehdit
etti. Kapitalist birikim, emek sömürüsü ve genele teşmil edilmiş emtia değiş
tokuşu üzerinden tıkır tıkır işleyen bir süreç. Bu süreç pürüzsüz şekilde
işlesin diye şiddet ve şiddet araçları devreye sokuluyor, insani olan her şey
şeyleştiriliyor, tekelci birikim sürecine ait mekanizma muhafaza edilsin ve
işler kılınsın diye politik kararlar alınıyor, insan hayatı, giderek daha fazla
sayıda Arap, küresel kapitalizmin çarkları arasında heder oluyor.
Tekellerin
iktidarı açısından bakıldığında, Filistin direnişinden başka endişe verici
unsurlar da var. Bu direniş, aslında yeryüzünde en yoksul halkları kucaklayan
bölgesel halk direnişinin bir parçası. Kişi başına düşen GSYH’si 677 dolar olan
Yemen halkı 200.000 silâhlı adamıyla ABD/Körfez İşbirliği Konseyi’ne bağlı
paralı askerlerini her gün dayaktan geçiriyor. Açıktan Amerika ve İsrail
karşıtı bir ideolojiyi savunan, önemli bir cephaneliğe sahip olan, savaş
sahasında ciddi deneyim edinmiş Yemenliler, Arap milliyetçiliğinin altın çağını
anımsatan devrimci cumhuriyetçilik bayrağını taşıyorlar. Suriye, büyük bedeller
ödeyerek, zirvede olduğu dönemde yüz binleri bulan ABD’ye bağlı vekil güçleri
tecrit etmeyi bildi. Direniş için gerekli lojistik ve malzeme akışıyla alakalı
koridorları muhafaza etti. Bugün Hizbullah bünyesinde bulunan en az 100.000
silâhlı adam, 2006’dakinden daha gelişkin ve daha deneyimli bir seçkin melez
savaş gücü hâline gelmiş durumda.
Yeni
sömürgeci otoriter devletlerin de onları besleyen ABD’nin de adaletin ve
cumhuriyetçiliğin dilini konuşan, bu devletlerin destekçilerine silâh doğrultan,
işçi sınıfından gelme milisleri tabii ki tolere edecek değildi. Doğal olarak ABD,
İngiltere, Almanya, Fransa ve onların Körfez’deki ve Arap coğrafyasındaki
valileri, kendilerini kuşatan Arap halkına mensup milislerin saldırıları karşısında
İsrail’e destek verdiler.
İsrail,
bölgede hegemonik güçler arası uzlaşmayla değil de Apaçi helikopterlerinin ve
Merkava tanklarının uyguladığı zulümle işlemekte olan emperyalist düzenin temel
taşı olduğu için Gazze’de yaşananlar buluttan dökülen yağmur kadar doğal. Politik
ve askeri açıdan Batı’nın onu yeryüzünden söküp atmak ve bir daha Filistinliler,
Araplar ve Üçüncü Dünya halkları başlarını kaldırmasınlar diye akla hayale sığmayacak
bir dehşeti yaşatmak yönünde verdiği tepki de gayet doğal.
Belki
de 7 Ekim operasyonu, İsrail devletinin dünya ölçeğinde işleyen birikim
sürecindeki merkezi rolünün ortadan kalkmasına neden oldu. Arap işçi sınıfında
Sovyetler sonrası sermayenin tüm dünya genelinde dayattığı ideolojik yenilginin
bir parçası olan yenilgi hâli de son buldu. İsrail’e ait bir askeri uçak vurulduğu
vakit caydırıcılık yerini yenilgi hâline bırakır ki İsrail de bu tür bir
durumda caydırıcı gücünün ortadan kalktığını açıktan kabul eder.
Bu
açıdan bakıldığında, Batılı kapitalist devletlerin yol açtıkları riskler,
onların konuşma ve toplanma özgürlüklerine karşı dayattıkları faşist kural ve
düzenlemeler, soykırıma verdikleri destek, Filistin’in silâhlı milislerinin yeryüzünden
sökülüp atılmadığını gördüklerinde içine düştükleri çaresizlik, o devletlerdeki
sosyopatlık göz önüne alındığında, gayet mantıklı, makul ve olağan şeyler. Tekeller
bu mantığı kendisini savunmaya çalışırken kullanıyor, o bilinci tekelleri göğü
sarmış yangından koruyor. Bu, mezarları dolduran, çocukları yetim bırakan,
kıtaların kesiştiği noktada sonuna yaklaşmış olan bir mantık. Filistin, o şehriyle,
kamplarıyla ve halkıyla, bu sona işaret ediyor.
Max Ajl
29
Kasım 2023
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Oliver Eagleton, “Imperial Designs”, 3 Kasım 2023, NLR.
[2]
Irene Gendzier, “US Policy in Israel/Palestine, 1948: The Forgetten History”,
15 Mart 2011, Wiley.
[3]
Raymond Hinnebusch, Syria: Revolution From Above, Routledge, 2001, s. 46. Books.
[4]
Larry Lockwood, “Israel’s Expanding Arms Industry”, Yaz 1972, Jstor.
[5]
Benjamin Beit-Hallahmi, The Israel Connection: Who Israel Arms and Why, 1987,
Pantheon Books. Books.
[6]
Margo Gutierrez ve Milton Jamail, “Israel in Central America”, Mayıs-Haziran
1986, Merip.
[7]
Aluf Benn, “How South Africa’s Apartheid Regime Saved Israel’s Defense
Industry”, 10 Aralık 2013, Haaretz.
[8]
“The Business of Backlash: The Attack on the Palestinian Movement and Other
Movements for Social Justice”, Ijan.
[9]
Matteo Capasso, “War, Waste, and the Destruction of Libya”, 27 Aralık 2022, Security.
[10]
Nathaniel David George, “A Third World War: Revolution, Counterrevolution, and
Empire in Lebanon, 1967-1977”, 5 Aralık 2019, Rice.
[11]
Charlotte Kates, “Criminalizing Resistence”, 27 Ocak 2014, Jacobin.
[12]
Patrick Wintour, “Biden to Keep Iran’s Revolutionary Guards on Terrorist List,
Israel Claims”, 25 Mayıs 2022, Guardian.
[13]
Sara Roy, “Hamas and Civil Society in Gaza: Engaging the Islamist Social Sector”,
Princeton.
[14]
Seymour M. Hersh, “The Redirection”, 25 Şubat 2007, Newyorker.
[15]
Ali Kadri, Arap Development Denied: Dynamics of Accumulation by Wars of
Encroachment, Anthem Press, Mart 2015, Anthem.
[16]
Patrick Donovan Higgins, “Gunning for Damascus: The US War on the Syrian Arap
Republic”, 19 Nisan 2023, Tand.
[17]
“Qatari Prime Minister Says His Nation Does Not ‘Have A War with Israel”, 27
Ağustos 2023, TOI.
[18]
Amjad Salama, “ean bidayat alkalam fi mahdar almuajahat alkubraa”, 18 Ekim
2023, Akhbar.
[19] Jonathan Ofir, “Influential Israeli National Security Leader Makes the Case for Genocide in Gaza”, 20 Kasım 2023, Mondoweiss.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder