Pages

04 Aralık 2023

Filistin’i Yanlış Okumak

“Amerikan emperyalizmi Filistin halkının baş düşmanıdır” (1978)


Son dönemde iki yalanın her yanı kuşattığına şahit oluyoruz ve bu iki yalan da akıl dışılıktan, üstünkörü aktarılan tarih dışı hikâyelerden ve emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş mücadelelerini anlamaya yönelik ilgisizlikten neşet ediyor. İlk yalanda, Binyamin Netanyahu’nun Filistin ulusundaki bölünmüşlüğü muhafaza etmek ve Gazze’deki hareketi güçlendirmek için şu veya bu şekilde Hamas’la birlikte komplo kurduğu; ikinci yalanda ise İsrail’in ve ona bağlı asalak lobinin Amerika’yı akıl dışı savaş tellâllığına sürüklediği söyleniyor.

“Lobi”, aslında bu yalan söyleme işini eskiden beri yapıyor. Körfez’deki egemen sınıflar, ABD’nin elindeki savunma-maliye şemsiyesi altında kâr için birleştikleri gerçeğini örtbas etmek için bu türden ucuz yalanlara sarılıyorlar. Bu yalanlar, Filistin hareketini yok etmek için istihbaratın beslediği antisemitlerin, Nazilerin ve Amerika’nın çökeceğine dair endişeleri olan John Mearsheimer gibi profesörlerin ağzından çıkıyor. New Left Review’de çıkan “Emperyalist Niyetler”[1] isimli makalede dile getirilen “İsrail’e yönelik desteğin tarihsel planda her türden makul politik hesabın sınırını aştığı”na dair uyarı da benzer bir yerden besleniyor (Marksistler, bir halkı yok eden sınıfın kulağına, yaptıkları hesabın hükümsüz olduğunu fısıldamayı ne zamandır iş bellediler?)

“Netanyahu Hamas’a yardım etti” yeni bir masal, ama bu masal, seksenlerde “ABD ile İsrail’in Marksistlerin öncülük ettiği Fetih türünden Filistin güçlerine Hamas’ı tercih ettiğine” dair eskiye ait gerçeği ve Netanyahu’nun Hamas’a 2014’ten beri mali düzlemde manevra yapma imkânı verdiğine dair yeni gerçeği güya temel alan tuhaf bir vehimden ibaret. Bu anlatılan hikâyelerin kökenlerini ilerleyen kısımda ele alacağız. Şimdilik bunların muhtevasına bakalım.

İsrail, ABD’nin bugüne dek yaptığı en iyi yatırım. İsrail, Batı’nın gücünün en saf ifadesi olarak, militarizmi, emperyalizmi, yerleşimci sömürgeciliği, istihbarat faaliyetlerini, ırkçılığı tek bünyede birleştirmiş, ideolojik zafiyeti, yüksek kârlar getiren savaşma iradesini ve ileri teknolojiye dayalı gelişmeyi temel alarak oluşmuş yıkım, ölüm ve kaos canavarı. 1948-1949’da elde ettiği zaferden beri ABD’li plancılar, ülkeyi Arapların askeri ve politik emellerini kontrol altına alacak bölgesel bir askeri güç olarak gördüler.[2] Fransız emperyalizminin Arap coğrafyasında yıldızının söndüğü koşullarda ABD İsrail’le müttefik oldu, buradan, İngiltere ve İsrail ile birlikte 1956’da gerçekleştirdiği saldırıyla Nasırcı Mısır’a darbe indirmek istedi, Siyonizmin 1967’de sınırdaş olduğu ülkelerdeki radikal Arap milliyetçiliğine karşı yürüttüğü savaşta onu teçhizatlandırdı. ABD’nin izin verdiği savaş, Suriye’de Baas şahsında gerçekleşmiş olan Marksizm-Leninizmle Arap milliyetçiliği arasındaki kaynaşmayı dağıttı[3], Nasırcı milli kalkınma projesini darmaduman etti. İsrail, ayrıca efendileri için faydalı olan bir suikastçı olarak iş gördü. Bu süreçte Mehdi Ben Barka ve Gassân Kenefâni gibi devrimci aydınları katletti.

1970 sonrası ABD’nin İsrail’e yaptığı askeri yardım, ülkeyi eşi benzeri olmayan bir değere dönüştürdü: İsrail, artık Amerika’nın deniz aşırı silâh fabrikası, Arap coğrafyasındaki barışı, istikrarı ve bölgesel kalkınma imkânlarını ortadan kaldıran bir güç, dünya genelinde karşı istihbaratın yıkıcı aracı, bölgedeki artığı yutan, onu bitmek bilmeyen savunma ve saldırı amaçlı silâhlara akıtan, onun toplumun ve halkın refahına, ayrıca askeri olmayan kalkınma amacıyla harcanmasına mani olan bir kara delik. ABD, İsrail’in yapılan askeri yardımı ülke içerisinde tutmasına, o yardım sayesinde askeri-sınai imkânlar[4] açısından devasa bir güç inşa etmesine izin verdi. Öte yandan, ABD sermayesinin ülkeye akışı daha da hızlandı. İsrail’in yüksek eğitim görmüş işgücünden savunma sektöründe istifade edilirken, diğer sektörlerde Filistinli alt sınıf mensupları yoğun bir sömürüye maruz bırakıldılar. Bu hizmet karşılığında İsrail, dünya genelinde gerici güçleri silâhlandırdı.[5] Arjantin, Brezilya ve Şili gibi ülkelerde Nikaragua’daki solcu hükümetle mücadele eden kontralara silâh yüklü gemilere kısıtlama getirilmesine dönük kongre faaliyetlerine mani oldu[6], Güney Afrika’daki ırk ayrımcısı rejime gelişmiş silâhlar gönderdi.[7] Dünya ölçeğinde İsrail, küresel kapitalizmin politik mimarisini korudu. Onun ABD’deki kolu İftira ve İnkârla Mücadele Birliği, Siyonist kapitalistlerin baskı faaliyetlerine dönük yatırımlarının ilk örneklerini sundu[8] ve bu noktada ırkçılık, Siyonizm ve ırk ayrımcılığı karşıtı hareketlere ve Amerikalı Araplara yönelik kapsamlı casusluk faaliyeti yürüttü.

Bu dönem boyunca ABD ile İsrail arasındaki özel ilişki, daha da sıkılaştı, emperyalizmin Libya’dan[9] Lübnan’a[10] kadar tüm acımasızlığıyla yürüttüğü tüm vekâlet savaşları ve uyguladığı yaptırımlar kalkınmacılık anlayışını ortadan kaldırdı, cumhuriyetçi arzuları hükümsüz kıldı, Marksizmi bölgeden büyük ölçüde sildi. Körfez, Mısır ve Lübnan küresel ve bölgesel birikim sürecinin düğüm noktaları hâline geldikçe sınıflararası eşitsizlikler arttı. İsrail’in cumhuriyetçiliğe ve devrime karşı savaş yürüterek dünya genelinde işleyen birikim sürecini besleme tercihi, bir yandan da ABD egemen sınıfına hizmet etti.

Oslo olarak bilinen ve SSCB’nin dağılışı ve Baasçı Irak’ın kuşatılması sonrası dayatılan “barış süreci”, Sovyetler sonrasında ABD projesi önündeki stratejik engelleri ve sürtünme noktalarını etkisiz kılmak veya ortadan kaldırmak suretiyle “tarihin sonu”nu somutlama çabasının bir parçası olarak, Batı Şeria ile Gazze Şeridi’ndeki askeri işgal koşullarında yeni sömürgeci neoliberalizmi inşa etme çabasıydı. Filistin diasporasından gelen sermayenin yanında Filistin Yönetimi’nin dâhil olduğu rüşvet çarkı da ABD’nin devlet inşasını öngören ajandasının önemli parçaları hâline geldi. İsrail sermayesi, ABD’nin küreselleşme projesinin ulusötesi bileşeni olarak önemli bir yere sahip oldu ve bu sermaye, yüksek teknolojiye dayalı karşı istihbaratın büyük bir kısmının üretilmesinde kullanıldı.

Oslo, emperyalizmin Sovyetler sonrasında düşmandan kalan izlerin temizlenmesine dönük operasyonlara yöneldiği koşullarda, terör listelerindeki isimlerin[11] politik manada ortadan kaldırılması için kullanılan mekanizmaların hukuki vektörü olarak iş gördü. Bugün direniş kapsamında yürütülen operasyonların önemli bir kısmının altında imzası olan ve Oslo’ya itiraz eden Hamas, İslami Cihad ve FHKC gibi güçler, Filipinler ve Kolombiya’daki silâhlı komünist isyancılarla birlikte terör listelerine eklendi. İran, Devrim Muhafızları Ordusu[12] üzerinden, tüm bir devlet olarak listeye dâhil edildi. Yardım sektörünün dirilttiği STK’lara kadrolarını kaptırdıkça Filistin partilerinin kitlelerle bağları koptu. Filistin’de kalkınma süreci, apolitik bir yönetişim meselesi ve bu yönde işletilen bir sürece indirgenip yozlaştı, her şeyden kopuk bir proje çalışmasına dönüştü.

Her ne kadar bu dönemde ABD egemen sınıfının akıttığı paralarla İsrail, küresel karşı-istihbaratın merkezi hâline gelse de inşa edilen duvarlar, onca gözetleme faaliyeti, polis takibi ve sorgusu, bunun yanında, ABD eliyle yürütülen operasyonlar Filistin dosyasını bir türlü kapatıp rafa kaldıramadılar. Silâhlı direniş, yolsuzluk karşıtı mücadele ve sivil topluma yardım sunan kurumların oluşturduğu ağ[13] sayesinde Hamas, 2006’da Filistin seçimlerini kazanacak meşruiyete ulaştı. Kısa süre içerisinde ülke dışındaki politik kanat, ABD’nin en gelişkin vekili Katar tarafından kuşatılsa da Gazze’deki askeri kanat, İran, Lübnan ve Suriye’deki müttefikleriyle ilişkilerini daha da derinleştirdi. Öte yandan, İsrail Savunma Güçleri’nin 2006’da Lübnan’da Hizbullah’a karşı aldığı yenilgi, yeni yönelim için gerekli zemini teşkil etti.[14] Gelen silâhlar, alınan eğitimler ve paralar, Körfez medyasının mezhepçi Sünni vekil güçlere mensup milislerle ilgili ideolojik telkinleri, hep birlikte, direnişin etrafında oluşmuş ortaklaşma zeminini ortadan kaldırdı, 2011’den itibaren de bölgedeki kalkınma sürecinin tasfiyesine ve devletlerin çöküşüne son veren gelişmelerle birlikte bu güçler arasındaki bağlar iyice gevşedi.[15]

Ayrım çizgileri, 2011’de ABD’nin Suriye’ye karşı vekil güçleriyle birlikte yürüttüğü savaşla birlikte ortaya çıktı.[16] Bu süreçte Hamas’ın politik liderliği Şam’dan çıkartılıp Katar’a gönderildi. Bu süreçte ABD’nin amacı, asimetrik güce kavuşmuş silâhlı direniş hareketlerinin içini boşaltmak, ayrıca, Özgür Suriye Ordusu’nu veya başka milis güçleri silâhlandırmak ya da açık savaş yürütmekti. Bu savaşa yaptırımlar ve İran ile Suriye’nin teşkil ettiği lojistik kanallarını kesmekle ilgili adımlar da eşlik etti.

12 yıl süren bölgesel savaşta 100.000 Arap öldü, Yemen ve Suriye şehirleri bombalandı, ateşe verildi, 2008/9, 2012, 2014 ve 2021’de olmak üzere Gazze’de dört kez savaş yaşandı ve bu savaşlar 7 Ekim saldırılarına yol açtı. Gazze’de direniş, halka kendisinin Suudi Arabistan, İsrail ve ABD arasındaki yakınlaşmanın ve normalleşme sürecinin dışsal maliyeti olduğunu anlattı. O halka dediler ki “siz kendiniz için bir şey yapmadığınız sürece Gazze için kimse kılını kıpırdatmayacak. Her yanı sarmış olan kuşatma kırılamayacak.”

“Netanyahu Hamas’a yol verdi” tespiti üzerine kurulu, gerçeği çarpıtan yalan, esasında bir gerçeği temel alıyor. Bu süreçte Netanyahu, Hamas’la Katar’da dolaylı olarak temas kurdu ve ona Gazze’de çalışacak misafir işçiler için izin uygulamasının önünü açtı. Bu sayede güney nispeten sakinleşti. Bu ortam, Hamas’ın Netanyahu ile kurduğu işbirliğinin veya ateşkesin uygulanmasının sonucu değil, Filistin direnişinin bir başarısının sonucuydu. Bu sayede yüzeyden bakıldığında her şey durağan ve sakinmiş gibi görünürken, yerin altında her şey hızlı hareket ediyor, güçlü bir savunma altyapısı inşa ediliyordu. Bu açıdan “Hamas gücünü İsrail’in kurduğu komploya borçlu” diyen yalanın aksine Hamas, halkının milliyetçi arzularını ifade eden bir örgüt.

Bu kuyruklu yalan, bir yandan da Netanyahu’nun Ramallah’ta Filistin Yönetimi ile barış anlaşması için yapılması gereken görüşmelerden kaçmak istediğini söylüyor. Bu yalanı atanlar, esasında yeni sömürgeci Filistin Yönetimi’nin devlet inşası ve Filistin’in egemenliği için gerekli bir güç olduğunu söylemiş oluyorlar. Esasında özellikle böylesi günlerde kadife eldivenmiş gibi görünen Filistin Yönetimi, Batı Şeria’da yeni sömürgecilikle işbirliği içerisinde hareket eden demirden eldiven. Yönetim, İsrail’le koordinasyon içerisinde hareket ediyor. Bu özelliği dâhilinde 2021’de Nizar Banat gibi işbirlikçiliğe karşı çıkan kadrosunu öldürebiliyor. Filistin Yönetimi, Katar’ın İsrail’le ilişkileri normalleştirmeye yönelik gizli adımlarına da bölgeye dayattığı, direniş projenin dişlerini sökmeyi öngören ajandasına da[17] yakın duruyor.

7 Ekim, işte bu sürecin ürünü. Gazze ve civarında yaşanan gelişmelere buradan bakmak gerekiyor. Lübnan, Irak, Yemen ve İran’ı içine alan bölgede sistem karşıtı veya egemenlik yanlısı milislere ve cumhuriyetçi ordulara tanık olunuyor. Emced Selamet’in ifadesiyle, “Bölge genelinde direniş güçlerini incelediğimizde, karşımıza çıkan temel faktörlerden birisi de halkın bu güçleri kucaklıyor, bu güçler üzerinden harekete geçiyor oluşudur. Direniş eksenindeki güçlerin harekete geçirdiği en önemli unsurlardan biri de insanı da içerecek biçimde, maddi kaynaklardır.”[18]

Peki bu direniş denilen gücün içindeki insanlar kimlerden oluşuyor, bu güç neyi ifade ediyor?

1. Burada gezegendeki stratejik düzlemde en dezavantajlı konumda bulunan, en yoksul insanların elde ettiği başarıdan söz ediyoruz. Yoksullaştırılmış, kuşatma altındaki Gazze’de Kassam savaşçılarının büyük bölümü yetim. Hapishane koşullarında, geri kalmışlığın çilesi dâhilinde halk direnişi elindeki cephaneliği güçlendirme imkânı buldu ve nüfusunun yüzde 1,5’ini gerilla gücüne dönüştürerek, dünyada eşi benzeri olmayan bir yapıya evrildi. Bu gerilla gücü bugün 30 ilâ 40 bini buluyor.

2. Direniş ideolojik bağlılığı tesis etti, halkı için canını feda etmeyi isteyen insanlar yarattı, teknoloji konusunda gösterdiği maharetle yeraltı tünelleri, “cephe gerisi” ve gerilla savaşı için gerekli olan fiziki stratejik derinlikle nükleer güce sahip devletle boy ölçüşebilecek silâh kapasitesine ulaştı. Sırtlarını dağlara yaslayan bu gerillalar, kişi başına GSYH’si epey yüksek olan bir düşmanı felç etti. Cephaneliği milyar dolarları bulan İsrail’in yıllık kişi başına düşen geliri 52.000 dolar.

3. 7 Ekim operasyonunu gerçekleştiren direniş, Sovyetler sonrasında düzen karşıtı güçleri imha, yok etme, susturma prosedürlerinin devrede olduğu, yaptırımların uygulandığı, terör listelerinin hazırlandığı, yardım adıyla yürütülen tedbirlerin devreye sokulduğu dünyaya, disiplinli ve yeni bir milli hareketin başını kaldırmasına hiçbir gücün mani olamayacağına dair bir örneklik sundu.

4. Gazze’deki halk direnişi, “Direniş” kelimesinin anlamını değiştirdi, onu silâhlı erkeklerin dünyasının ötesine taşıdı. O halkın doktorları, hastalarını terk etmeme pahasına ölüme yürüdüler, şehrin kuzeyinde kadın ve erkekler beyaz fosfor saldırısına rağmen evlerinden ayrılmadılar. ABD ve İsrail eliyle yürütülen imha harekâtını asıl kışkırtan da yurttaşların milli projeye olan bağlılıklarıydı.[19] Bu bağlılık sebebiyle memurlar, hastane ve okul idarecileri, tüm Gazze halkıyla birlikte hedef alındı. Burada mesele, sadece zulüm uygulamak değil, Hamas’ın halk içerisinde sahip olduğu iradeyi kırmaktı.

5. Bu başarılar üzerinden Filistin direnişi, İsrail denilen yerleşimci-kapitalist mülkiyet yapıları, askerileşmiş birikim sürecini, dünyanın karşı-istihbarat teknolojisi için teşkil edilmiş atölyesini ve petrodolarların, hazine bonosu ve tahvili satışlarının ve silâh imalatının inşa ettiği bölgesel baskı aygıtını tehdit etti. Kapitalist birikim, emek sömürüsü ve genele teşmil edilmiş emtia değiş tokuşu üzerinden tıkır tıkır işleyen bir süreç. Bu süreç pürüzsüz şekilde işlesin diye şiddet ve şiddet araçları devreye sokuluyor, insani olan her şey şeyleştiriliyor, tekelci birikim sürecine ait mekanizma muhafaza edilsin ve işler kılınsın diye politik kararlar alınıyor, insan hayatı, giderek daha fazla sayıda Arap, küresel kapitalizmin çarkları arasında heder oluyor.

Tekellerin iktidarı açısından bakıldığında, Filistin direnişinden başka endişe verici unsurlar da var. Bu direniş, aslında yeryüzünde en yoksul halkları kucaklayan bölgesel halk direnişinin bir parçası. Kişi başına düşen GSYH’si 677 dolar olan Yemen halkı 200.000 silâhlı adamıyla ABD/Körfez İşbirliği Konseyi’ne bağlı paralı askerlerini her gün dayaktan geçiriyor. Açıktan Amerika ve İsrail karşıtı bir ideolojiyi savunan, önemli bir cephaneliğe sahip olan, savaş sahasında ciddi deneyim edinmiş Yemenliler, Arap milliyetçiliğinin altın çağını anımsatan devrimci cumhuriyetçilik bayrağını taşıyorlar. Suriye, büyük bedeller ödeyerek, zirvede olduğu dönemde yüz binleri bulan ABD’ye bağlı vekil güçleri tecrit etmeyi bildi. Direniş için gerekli lojistik ve malzeme akışıyla alakalı koridorları muhafaza etti. Bugün Hizbullah bünyesinde bulunan en az 100.000 silâhlı adam, 2006’dakinden daha gelişkin ve daha deneyimli bir seçkin melez savaş gücü hâline gelmiş durumda.

Yeni sömürgeci otoriter devletlerin de onları besleyen ABD’nin de adaletin ve cumhuriyetçiliğin dilini konuşan, bu devletlerin destekçilerine silâh doğrultan, işçi sınıfından gelme milisleri tabii ki tolere edecek değildi. Doğal olarak ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve onların Körfez’deki ve Arap coğrafyasındaki valileri, kendilerini kuşatan Arap halkına mensup milislerin saldırıları karşısında İsrail’e destek verdiler.

İsrail, bölgede hegemonik güçler arası uzlaşmayla değil de Apaçi helikopterlerinin ve Merkava tanklarının uyguladığı zulümle işlemekte olan emperyalist düzenin temel taşı olduğu için Gazze’de yaşananlar buluttan dökülen yağmur kadar doğal. Politik ve askeri açıdan Batı’nın onu yeryüzünden söküp atmak ve bir daha Filistinliler, Araplar ve Üçüncü Dünya halkları başlarını kaldırmasınlar diye akla hayale sığmayacak bir dehşeti yaşatmak yönünde verdiği tepki de gayet doğal.

Belki de 7 Ekim operasyonu, İsrail devletinin dünya ölçeğinde işleyen birikim sürecindeki merkezi rolünün ortadan kalkmasına neden oldu. Arap işçi sınıfında Sovyetler sonrası sermayenin tüm dünya genelinde dayattığı ideolojik yenilginin bir parçası olan yenilgi hâli de son buldu. İsrail’e ait bir askeri uçak vurulduğu vakit caydırıcılık yerini yenilgi hâline bırakır ki İsrail de bu tür bir durumda caydırıcı gücünün ortadan kalktığını açıktan kabul eder.

Bu açıdan bakıldığında, Batılı kapitalist devletlerin yol açtıkları riskler, onların konuşma ve toplanma özgürlüklerine karşı dayattıkları faşist kural ve düzenlemeler, soykırıma verdikleri destek, Filistin’in silâhlı milislerinin yeryüzünden sökülüp atılmadığını gördüklerinde içine düştükleri çaresizlik, o devletlerdeki sosyopatlık göz önüne alındığında, gayet mantıklı, makul ve olağan şeyler. Tekeller bu mantığı kendisini savunmaya çalışırken kullanıyor, o bilinci tekelleri göğü sarmış yangından koruyor. Bu, mezarları dolduran, çocukları yetim bırakan, kıtaların kesiştiği noktada sonuna yaklaşmış olan bir mantık. Filistin, o şehriyle, kamplarıyla ve halkıyla, bu sona işaret ediyor.

Max Ajl
29 Kasım 2023
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Oliver Eagleton, “Imperial Designs”, 3 Kasım 2023, NLR.

[2] Irene Gendzier, “US Policy in Israel/Palestine, 1948: The Forgetten History”, 15 Mart 2011, Wiley.

[3] Raymond Hinnebusch, Syria: Revolution From Above, Routledge, 2001, s. 46. Books.

[4] Larry Lockwood, “Israel’s Expanding Arms Industry”, Yaz 1972, Jstor.

[5] Benjamin Beit-Hallahmi, The Israel Connection: Who Israel Arms and Why, 1987, Pantheon Books. Books.

[6] Margo Gutierrez ve Milton Jamail, “Israel in Central America”, Mayıs-Haziran 1986, Merip.

[7] Aluf Benn, “How South Africa’s Apartheid Regime Saved Israel’s Defense Industry”, 10 Aralık 2013, Haaretz.

[8] “The Business of Backlash: The Attack on the Palestinian Movement and Other Movements for Social Justice”, Ijan.

[9] Matteo Capasso, “War, Waste, and the Destruction of Libya”, 27 Aralık 2022, Security.

[10] Nathaniel David George, “A Third World War: Revolution, Counterrevolution, and Empire in Lebanon, 1967-1977”, 5 Aralık 2019, Rice.

[11] Charlotte Kates, “Criminalizing Resistence”, 27 Ocak 2014, Jacobin.

[12] Patrick Wintour, “Biden to Keep Iran’s Revolutionary Guards on Terrorist List, Israel Claims”, 25 Mayıs 2022, Guardian.

[13] Sara Roy, “Hamas and Civil Society in Gaza: Engaging the Islamist Social Sector”, Princeton.

[14] Seymour M. Hersh, “The Redirection”, 25 Şubat 2007, Newyorker.

[15] Ali Kadri, Arap Development Denied: Dynamics of Accumulation by Wars of Encroachment, Anthem Press, Mart 2015, Anthem.

[16] Patrick Donovan Higgins, “Gunning for Damascus: The US War on the Syrian Arap Republic”, 19 Nisan 2023, Tand.

[17] “Qatari Prime Minister Says His Nation Does Not ‘Have A War with Israel”, 27 Ağustos 2023, TOI.

[18] Amjad Salama, “ean bidayat alkalam fi mahdar almuajahat alkubraa”, 18 Ekim 2023, Akhbar.

[19] Jonathan Ofir, “Influential Israeli National Security Leader Makes the Case for Genocide in Gaza”, 20 Kasım 2023, Mondoweiss.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder