Pages

16 Aralık 2023

Ezilenlerin İktidarı

Devletle aynı düzlemde durup onun safında olan da ona karşı konumlanan da aynı sözleri sarf ediyor. Devrim ayıracı, alttaki, rüşeym hâlindeki “ezilenlerin devleti-iktidarı” ile alakalıdır. Gördüklerine iman edenler, görünmeyeni değersiz kılmak zorundadırlar. Biçim mutlaklaşmaya, burjuva siyaset zorunlu hâle gelmeye mecburdur.

Yerin bir karış altına işaret eden Marx’ın yüzeye çıkartılması, pazar tezgâhlarında sergilenmesi, afişe edilmesi, mevcut iktidar ilişkileri içerisinde, doğal bir sonuçtur. Bu pratik, görünene yüce anlamlar yükler. Bağlamı burjuvaziden yana kurar. Değeri onun pazarına göre belirler. Artık görünmeyen alttakiler değersizleşirler, bağlar kopar, anlamını yitirir.

Siyaset, ideoloji ve teori, akademiden gazete bürolarına, oradan da örgüt koridorlarına akar. O koridorların mazlum-sömürülen hayatın çilesiyle, derdiyle, öfkesiyle bir bağı kalmaz. Burjuvazi ve devlet, kendisini o koridorlarda örgütler. Direncini, mevziini oralarda teşkil eder.

Devrimin ve sınıfın girmediği o koridorlarda bireyi yaldızlayan oyunlar sergilenir. Vicdan geçmişi temizler, kudretli geleceğe yelken açılır. Bugün yaşananda devrime ve sınıfa artık yer yoktur. Bu ikisi, en fazla, burjuvazi ölçüsünde dile dolanır.

Bu açıdan, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, öncesi ve sonrası ile, devrimsiz veya karşı-devrimci bir yerden değerlendiriliyor. Bir kesim, Fethullah rüzgârına örgütleniyor; bir kesimse Tayyip’in çekildiği Türkiye sınırlarına kapanıyor.

Kenan Alpay gibi isimlerin Kemalizm eleştirileri, Misak-ı Milli analizleri, büyüme arzusundaki Türkiye, burjuvazinin niyetleriyle uyumludur. Özünde kemalizmle birlikte ve ona öykünerek, aynı ülke geleceğe taşınıyor. “Araplarla ilişkimizi kesiyorlar”dan başka bir şey söylemiyorlar. Araplardan kastı İslam değil, prenslerin, kralların petrodolarlarıdır.

Darbe teşebbüsü, Talat Aydemir darbesine benzetiliyor. Demek ki bir 27 Mayıs zaten gerçekleşmiştir. Bu, muhtemelen Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu gündür. 15 Temmuz akşamı yaşananlar karşısında “27 Mayıs darbesi gerçekleşiyor” diye sevinenler, karşı-devrimci bir yerde duruyorlar. Sol, 27 Mayıs’a uzanan dönemde Menderes ve arkadaşlarıyla dergi çıkartan ecdadını unutmuş görünüyor. O ecdada 27 Mayıs’la açılan nefes borusu kutsanıyor, bugüne bir ölçü olarak dayatılıyor.

Hepimizi bir 27 Mayıs beklentisi içerisine sokanların devrim gibi bir şeye imanları kalmamıştır veya zaten böyle bir iman, hiç söz konusu olmamıştır. Bu kişiler, o gece “AKP kitlesi, sürüdür, korkaktır, Tayyip’in çağrısına kulak vermez” yorumunu bu yerde durdukları için yaptılar. Teorileri de politikaları da kemalizme ve devlete endekslidir, onun sınırlarına tabidir. Onun kuludur. Rahimlerinin duvarlarını çatlatacak hiçbir şeye tahammülleri yoktur.

Sovyetler’le kurulan devletlerarası ilişkilerde adam yurduna koyulanlar, siyaset yapma imkânı bulanlar, bu imkâna Sovyetler’in devrimini burada silmek karşılığında kavuşabilmişlerdir. İlerlemeyen devrim, burjuvazinin ilerlemesine bağlanmıştır.

Darbe teşebbüsünde halkın direncini alaya alanlar, bu ilerleme adına düşünüyorlar. Sahada sadece gerici, IŞİD’ci, İBDA’cı kara bir güruh görebilmişlerdir. Saldıkları korku ile sosyalistleri, Alevileri ve Kürdleri devletin ve burjuvazinin koltuğunun altına sığınmaya çağırmışlardır. Kendinden menkul bir varlığa indirgenmek suretiyle, sosyalistler, Aleviler ve Kürdler, burjuvazinin ve devletin az ve özel siyasetinden medet umacak kıvama getirilmişlerdir. Kendinden menkul, az ve özel bir sosyalizm de, Alevilik de, Kürdlük de devletsiz ve burjuvazisiz yapamayacağına kani olmuştur.

Sol Alevilikten söz etmekte, AKP’nin Diyanet-MİT işbirliği ile camileri seferber etmesine kızmakta, bu durumu mülk edindiğini düşündüğü Alevilere bir sopa olarak sallamakta, ama nedense tarihsel-politik bir hareket olarak Aleviliğe asla örgütlenmeyi düşünmemektedir.

Sol, ancak ABD’nin Ortadoğu’suna, CHP’nin “Müslüman”ına ve kemalizmin “Alevi”sine meyledebilmektedir. ABD’ye düşman Ortadoğu, CHP’ye düşman Müslüman ve kemalizme düşman Alevi, zira onun da düşmanıdır.

Alevi cemleri, o tarihsel-politik örgütlenmenin bir tezahürüdür. Soyut, tarihdışı atıflar, benzeştirmeler, o mücadelenin ve örgütlenmenin bağlamsızlaştırılması amacını güder. Yani Aleviliğin dişlerinin sökülmesi, solun da işine gelmektedir. O cemde bekçi vardır, ama sol oraya örgütlenmediği için o bekçideki politik anlamı görmez, oradaki 12 hizmetin solda hiçbir karşılığı yoktur. Devlete ve demokrasiye yakınlaşanların o 12 hizmeti tasfiye etmesi zorunludur.

Bu devlet ve demokrasi, özünde bir savaş çağrısı olarak yeniden örgütlenebilen ezana ve camiye düşmandır. Olmak zorundadır. Devrim ve ona bağlı bir teolojik unsur olarak “cennet kavgası” alay konusu edilmektedir. Biraz geri çekilip bakıldığında, Tayyip Erdoğan’a verilen rol tam da budur: o bir imge, simge ve bilgi olarak, kendisini dayatmaktadır. Böylelikle ezilenlerin uçsuz bucaksız ummanından kaçmak, tek çözümmüş gibi gelmektedir.

Genel kabule göre, buradan çıkışımız Tayyip’in ölmesi ise eğer, kendinden menkul tüm kurguların da ölmesi gerekir. Bizimki yaşasın diye Tayyip’e kızmanın manası yoktur. Tayyip öfkesi, kolektifleşmeyle değil, bireyselleşmeyle alakalıdır. Dolayısıyla, devrimin ihtiyaç duyduğu kolektif dinamikler, onun elinde lime lime olmaktadırlar.

Bu aşamada Tayyip’in kontrol ettiğini düşündüğü kitledeki sınıfsal-politik ve devrimci-politik gerilimlere de örgütlenmek gerekir. Bizim için aslolan, burjuva siyasetindeki yüzde ellilik dilimlenme değil, burjuvazinin hâkim olduğu koşullarda, komünist siyaset için gerekli çatlakları bulup oralardan güç biriktirerek ilerlemektir.

Bu açıdan, kime ait olduğunun gayet iyi bilindiği derneklere atılan Molotof’un politik açıdan sorgulanması zorunludur. Önce “o istihbarat nereden ve niye geliyor?” diye sorulmalıdır. Müslüman’ın bir, kolektif ve diri olma araçları yok edilince, kendinden menkul sosyalistlere alan açılacak zannı, beyhudedir. O Molotof’lar, ne olursa olsun, ne tür bir anlam yüklenirse yüklensin, bir’e, kolektif’e ve dirime fırlatılmaktadır. Bunlar kendinden değil, hakikatten menkul komünist siyaset için de zaruridir.

Devrimsiz olmak, bu zarureti görmemek demektir. Devrimsiz olanlar, son üç yıldır Fethullah’ın düdüğünü öttürmüş, darbe çığırtkanlığı yapmış, darbe teşebbüsünün başarısız olacağını görünce “işçi sınıfı”nı anımsamıştır. İşçi sınıfı, bir sığınak olarak yeniden istismar edilmektedir. Sadece araziye sürülecek mayın eşeği olarak görülen işçiler, duruma göre, kiri pası örten bir halıya dönüştürülmektedirler.

“Sınıf devrimcileri” sınıflı ve sınıfî olamazlar; sadece mevcut karışıklığı sadeleştirmek, kendilerine işaret etmek, kafa bulanığını gizlemek, öznelliğini şişirmek, azı çokmuş gibi göstermek için sınıfı kullanırlar. Sınıftan umudunu kesenlerle sınıfçılık yapanları çok ince bir çizgi ayırır.

Biri diğerinin arazisinde ajanlık yapar. Ya işçilik burjuvazinin eğretilemesidir ya da burjuvalık işçi sınıfının en yüce biçimidir. Bir kesim, bugün sokağa çıkan AKP kitlesi ile temas kurmanın gerekli olduğundan bahsetmektedir. Bu, bazı solcuların 2003 sonrasında Ortadoğu’yu keşfetmeleri ve Ortadoğululaşmaktan dem vurmalarına benzemektedir. Onların “Ortadoğu” dediği, esasen Amerika’nın Ortadoğu’sudur. Amerika buraya gelmese, bunlar ağızlarına “Ortadoğu” kelimesini almaları mümkün değildir. Bugün keşfedilen Müslüman da burjuvanındır, burjuvalaşmıştır. Onunla o yüzden ilişki kurulmaktadır. 

Geçmişte Bekaa’ya giden devrimciler de anı kitaplarına hapsedilmiştir. Filistin’le Türkiye dolayımı ile ilişki kurulmuş ya da öznel iradenin en yüce biçimi olması sebebiyle o coğrafyaya anlam yüklenmiştir. Bu iki yaklaşım da kesişmektedir. Filistin’de olduğunu düşünen kimi isimler, bugün Türkiye devletine ve burjuvazisine hizmetkâr olan Ortadoğu uzmanlarıdır. Ateşten kaçmak için onun yanına sığınılmış, Filistin’in tedrisatına alan açılmamış, Filistinleşen ülke içi dinamikler, Sabra-Şatilla sonrası, tekrar Avrupa’ya bağlanmıştır. Bazı örgütlerin Kaddafi’nin paralı askeri olarak Afrika’ya gittiğinden bile söz edilmektedir. Filistin pratiği, Batı düzlemine yaklaştığı ölçüde anlam kazanmıştır. Bu pratik o düzlemden, filikadan uzaklaştıkça, Avrupa’nın gemisine binilmiştir.

Bugün “ilişki kurmak gerek” dedikleri kitle ise CHP’yle hizalanmış bir kitledir, CHP’nin ve kemalizmin kurgusudur. Onlarla ilişki kurulması gerektiğinden bu sebeple söz edilmektedir. Sözlerinin, eylemlerinin akacağı bir eşdüzlem oluştuğunu görmektedirler. Buradan da sözü ve eylemi ayarlamanın yollarına bakılmaktadır.

Benzer bir durum, 6 Ekim 1993’te bir grup TDKP gerillasını öldüren PKK için de söz konusudur. 3 Kasım 1993 günü “Kürdistan’a Türk sosyalistlerinin girişi yasaklanmıştır” diyen PKK, aradan yirmi yıl sonra o örgütlere kucak açmıştır. Demek ki yirmi yılda köprünün altından çok su akmıştır. Uygun düzlem gereken seviyeye ulaşınca, akış gerçekleşmiştir. Burada “PKK Ortadoğululaştığı momentten uzaklaşıyor mu?” sorusu gündeme gelmektedir. Zira hâlâ o Türk sosyalistleri için PKK, “geri, milliyetçi, küçük burjuva ve ‘bölücü’ bir örgüttür.”

Ezilenlerin iktidarı, yukarıya çıkmış, oradan bakan, öznelliğini devlet ve burjuvazi ile kurmuş öznelerin eseri olamaz. Ezilenlerin içinden kimi bölüklerin belirli bir seviye atlaması suretiyle yaşanan yakınlaşmalara aldanmamak gerekir.

Eren Balkır
İştirakî
Dergisi Sayı 10
s. 75-78.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder