ChatGPT
ve dil öğrenme makinelerinin devreye girmesi karşısında teknolojiye iyimser
yaklaşan görüşlerin daha da çoğaldığına tanık oluyoruz. Bir analizci, bize
yapay zekânın ekonomi sahasında üretkenliği artırma konusunda muazzam bir
potansiyele sahip olduğunu söylüyor ve önermesini desteklemek adına, ChatGPT
kullanımıyla üretkenlikte büyük bir artış yaşandığını ortaya koyan, kısa süre
önce kaleme alınmış bir MIT çalışmasından alıntı yapıyor. Araştırmaya göre,
üretkenlik artışı en çok da 21-40 yaş arası kişilerde gözlemleniyor.
ChatGPT’nin
kullanıcı sayısı, tarihin gördüğü diğer uygulamaların kullanıcı sayılarına
kıyasla, hızla arttı ve 100 milyonu gördü. Uygulamanın benimsenmesindeki bu hız,
sadece bireysel kullanıcılarla da sınırlı değil. Bain & Company gibi büyük
şirketler, strateji danışmanlığı işinde üretken yapay zekâyı kullanabilmek için
uygulamanın sahibi OpenAI ile anlaşmalar imzalıyor, öte yandan, Expedia gibi
şirketlerse uyumlu ek yazılımlarla ChatGPT’yi sistemlerine entegre ediyorlar.
Peki
bu ChatGPT, kapitalizm için oyunun kurallarını değiştirecek, çığır açıcı bir
güç mü?[1]
MIT
iktisat bölümünde profesör olarak çalışan Daron Acemoğlu, hızla yayılan yapay
zekâ dâhil, tüm yeni teknolojinin ekonomik ve toplumsal etkileri konusunda
uzman bir isim. Kendisine Nobel Ödülü’nün habercisi olarak görülen John Bates
Clark ödülü verildi.
Ama
o, teknoloji konusunda iyimser bir isim değil. Araştırmaları sanayi devrimi
gibi teknolojide önemli değişikliklere yol açan gelişmelerin tüm işçi sınıfının
ücretlerini aşağıya çektiğini ortaya koyuyor. Financial Times’a verdiği
son mülâkatta[2] Acemoğlu, “sermayenin kısıtlamaların bulunmadığı koşullarda
dilediği her şeyi ele geçirdiğini, teknolojinin hayra da şerre de kullanılabilecek
bir alet olduğunu” söylüyor. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren gelişen
teknolojiye işaret eden Acemoğlu, şu tespiti yapıyor:
“Evet ilerledik, ama bu
ilerlemenin uzun süre kalıcı olacak, devasa maliyetleri de oldu. Yüzlerce yıl
işçi sınıfı, serbestiyet imkânının az olduğu, daha fazla hiyerarşiye tabi
olduğu, sağlık ve yaşam koşullarının kötüleştiği, düşük ücretlerin ödendiği
ağır koşullara mahkûm oldu. Bu mahkûmiyetten iktisadın belirli bir yasasının
neticesinde değil, sendikaların, ilerici siyasetin, en nihayetinde iyi
kurumların önemli bir rol oynadıkları, halkı temel alan toplumsal mücadele
sayesinde kurtulduk. Ayrıca teknolojik değişimin seyrettiği yolun salt otomasyondan
uzaklaşması da önemli katkılar sundu.”
Bu
yorumlar, Friedrich Engels’in on dokuzuncu yüzyılın ortalarında sanayi
devriminin zirvede olduğu koşullarda teknolojinin etkisi konusunda ulaştığı
sonuçları aksettiriyor. O dönemde Engels, makineleşmenin iş imkânlarını ortadan
kaldırdığını, ama bir yandan da yeni sektörlerde yeni iş imkânlarını
yarattığını söylüyor.[3] Marx ise bu süreci 1850’de şu şekilde tarif ediyor:
“İktisatçılardaki
iyimserliğin ciddiye almadığı kimi gerçek olgular var: makineler atölyeden
işçileri kovduğunda, o işçiler emek pazarına savrulup atılırlar. Onların emek
pazarındaki varlığı ile birlikte kapitalist sömürünün tasarrufunda olan işgücü miktarı
da artar. […] İşçi sınıfının yerini alan makineler, en ürkütücü sonuçlara yol açar.
[…] Makineler, sanayinin belirli bir kolunda istihdam edilmiş işçilerin belirli
bir kısmını işsiz bıraktığında, yedekteki kişiler de yeni istihdam kanallarına
sevk edilir ve başka sanayi kollarının emrine sunulur. Bu geçiş sürecinde ilk
başta mağdur olanlarsa açlık çeker ve ölür.” [Grundrisse].
Burada
Marx, otomasyonun güvencesiz işlerin artmasını beraberinde getirdiğini, uzun
vadede eşitsizlikleri artırdığını söylüyor.
Acemoğlu
da Engels ve Marx’ın çıkarımlarına benzer çıkarımlara ulaşıyor:
“Kanaatimce bir iktisatçı
olarak yapılması gereken şeylerden biri de aynı anda iki çelişkili fikre sahip
olmak. Yani, teknoloji büyümeyi sağlayabilir, ama aynı zamanda, en azından uzun
süre, kitleleri zenginleştiremez. Teknolojik ilerleme, insani gelişmenin en
önemli dürtüsüdür, ama bu noktada sürecin otomatik işlemediği gerçeği
unutulmamalıdır.”
Kapitalist
üretim tarzında kâr, toplumsal ihtiyaç değildir. Burada bir çelişki söz
konusudur. Bu açıdan, “teknolojik ilerlemeden fayda sağlayan sermaye ile emek
arasında matematiğe dayalı model oluşturma ve niteliği esas alan bir anlayış
geliştirme, kolay bir iş değildir.”
Gerçekten
de öyle.
Acemoğlu’nun
eşitsizlik ve otomasyonla ilgili yürüttüğü kapsamlı araştırma[4] 1980’den beri
eşitsizliklerdeki artışın yarısından fazlasının otomasyondan kaynaklandığını,
otomasyonun ücretleri baskıladığını, robotla kolayca yapılacak işlerin
ücretleri aşağıya çektiğini ortaya koyuyor. Son otuz yıl içerisinde otomasyon,
gelirlerdeki eşitsizliği daha da derinleştirdi. Gelirlerdeki eşitsizlikte
birçok faktör rol oynadı: özelleştirmeler, sendikaların yaşadığı çöküş, devlet
kontrolünün kaldırılması ve imalatla ilgili işlerin küresel güney denilen
bölgeye kaydırılması. Fakat bu faktörler içerisinde otomasyon önemli bir unsur.
Gayrisafi yurtiçi hâsıladaki pay büyük ülkelerde düşme eğilimine girerken,
eşitsizlikler arttı, birçok işçi, bilhassa üniversite ve yüksek okul mezunu
olmayan erkekler, kazançlarının hızla düştüğüne tanık oldular.
Acemoğlu,
kapitalizm koşullarında tüm otomasyon teknolojisinin emeğin üretkenliğini
gerçekte artırmadığını söylüyor.[5] Bunun nedeni, şirketlerin bu teknolojileri esas
olarak, pazarlama, muhasebe veya fosil yakıt teknolojisi gibi, o teknolojilerin
kâr oranını artıracağı, ama bir bütün olarak ekonomi açısından üretkenliği
artırmadığı veya toplumsal ihtiyaçları karşılamada işlevsel olmadığı alanlarda
kullanıyor olması.
“Büyük teknoloji
şirketleri, insanın yerini alacak algoritmaların kullanımının merkezde durduğu
teknolojiler ve işletme pratikleri konusunda özel bir yaklaşıma sahipler. Google
gibi şirketlerin geçmişte General Motors gibi büyük işletmelerin kullandığı
işçi sayısından on kat daha az insan istihdam etmeleri asla tesadüf eğil. Bu,
büyük teknoloji şirketlerinin iş imkânı yaratmayı değil de o işleri
otomatikleştirmeyi temel alan işletme modelinin bir sonucu.”
Acemoğlu,
otomasyonun özellikle Büyük Resesyon (2008-2012) ve Kovid krizinden beri iş
pratiğinin geleceği konusunda daha da zararlı bir hâl aldığını söylüyor:
“Basit bir ifadeyle, Amerikan
ekonomisinin sahip olduğu teknoloji portföyü dengesini az çok yitirdi, bu süreç,
işçilerin, özellikle az eğitimli işçilerin hilâfına işledi.”
Acemoğlu,
ABD’de ücretler arası eşitsizliklerde yaşanan artışın yarısından fazlasının,
hatta belki de dörtte üçünün otomasyonla ilgili olduğunu söylüyor:
“Örneğin otomasyon, ücret
yapısında yüzde 50 ilâ 70 oranında değişikliğe yol açarken, şirketlerin vergi
gibi sebeplerle yurtdışında faaliyet yürütmeleri olgusu, yüzde 5 ilâ 7 oranında
değişikliğe sebep oluyor. Eldeki kanıtlar, robotların veya yapay zekânın herkesin
tümüyle işsiz olacağı bir geleceği meydana getireceğine dair, insanları paniğe
sürükleyen görüşleri destekler nitelikte değiller. Bizim asıl, Amerikan
ekonomisinin iş imkânları, bilhassa ilkokul, ortaokul ve lise diploması olan
işçilere yüksek ücretler ve kariyer inşa etme fırsatları sunan iyi iş imkânları
yaratma becerisi konusunda endişelenmemiz gerekiyor.”
Acemoğlu,
ayrıca otomasyonun ABD’de yol açtığı etkilere dair analizini diğer büyük kapitalist
ekonomilere de uyguluyor.
Acemoğlu,
ABD Kongresi’ndeki konuşmasında şu açıklamayı yapıyor:
“Amerika’nın ve dünyanın
elindeki teknoloji, otomasyonu temel alan işletme modeli ve küçük işyerleri
üzerinde duran, çok büyük ve çok başarılı bir avuç teknoloji şirketinin aldığı
kararlar üzerinden biçimleniyor.”
Devletin
yapay zekâ araştırmalarına ayırdığı para azalırken, yapay zekâ araştırmaları,
toplumsal ihtiyaçları karşılayacak şeylere değil, bir avuç çokuluslu şirketin
kârını artıracak şeylere odaklanıyor:
“Devletin araştırmalara
ayırdığı paranın gayrisafi yurtiçi hâsıla içerisindeki payı düşüyor, bu para,
daha çok vergi indirimlerine ve şirketlere sunulan desteklere teksif ediliyor. Antibiyotikler,
sensörler, modern motorlar ve internet gibi yirminci yüzyılın dönüştürücü
teknolojilerinin her yerinde devletin parmak izi var. Bu teknolojileri devlet
fonladı ve satın aldı, yürütülen araştırmaların gündemini hep devlet belirledi.
Bu, az çok bugün için de geçerli.”
Kapitalizm
koşullarına yapay zekâ için geliştirilen işletme modeli tam da bu.
Acemoğlu,
herkese temel gelir gibi teknoloji kaynaklı eşitsizliklerle mücadele konusunda
başvurulan geleneksel politikalardan uzak duruyor, çünkü bu tür politikaların önemli
bir nitelik arz eden güç dağılımını muhafaza ettiğini, para kazananları yukarı
çekerken, diğerlerine kırıntıları layık gördüğünü, sistemi bir anlamda daha da
hiyerarşik kıldığını” söylüyor.
Bunun
yerine şu öneriyi dillendiriyor:
“Bence bir marangozun,
bahçıvanın, elektrikçinin veya yazarın sahip olduğu beceriler, tüm insanlığın
elde ettiği kazanımlardır. Bence bizim bu becerileri ve sunulan katkıları
yukarı çekmeye çalışmamız gerekiyor. Teknoloji bu işi hâlledebilir, ama bunun
için teknolojinin bu insanların yerini almasına ve bu işleri
otomatikleştirmesine gerek yok. Bize lazım gelen, o insanlara daha iyi aletler,
daha iyi bilgiler ve daha bir teşkilât yapısı sunarak onların üretkenliklerini
artırmak.”
Gelgelelim,
bir yandan da Acemoğlu, mevcut ABD yönetimine iman etmiş bir isim. “Biden’ın
Franklin D. Roosevelt’ten beri başa geçmiş en işçi yanlısı başkan olduğunu”
söylüyor.
Acemoğlu,
bir yandan da işçilerin sesini duyuracağı bir ortamın yaratılması gerektiğini
söylüyor. “Ama bu ortamın ille de mevcuttaki sendikal yapıdan ibaret olmasına
gerek yok” diyor. Bu noktada Acemoğlu, ABD’deki neoliberal rejime değil, kamu
ve özel sektörün emekle birlikte çalışmasını öngören “Alman modeli”ne işaret
ediyor.
Acemoğlu’nun
daha hayırlı olduğunu düşündüğü seçenekse şu şekilde:
“Gidip evrimci psikoloji
çalışmalarını okuyorsunuz veya sizden daha zengin, daha güçlü olmak isteyen
insanlarla konuşuyorsunuz, sonra tek yolun bu olduğunu düşünüyorsunuz. Ama sonra
gidip antropologları dinliyorsunuz, onlar da size insanlığın büyük bir bölümünün
eşitlikçi avcı-toplayıcı tarza uygun yaşadığını söylüyor ki bunun nesi kötü?”
Otomasyonun
toplumsal ihtiyaçların giderilmesinde kullanılacağı eşitlikçi bir toplum, otomatiğe
bağlanmış üretim araçlarının elbirliğiyle müştereken sahiplenilmesine ihtiyaç
duyuyor. Ortak mülkiyet ve planlama koşullarında yapay zekâ, iş imkânlarını ve
geçim kaynaklarını azaltmak şöyle dursun, herkesin emek harcadığı saatlerin
miktarını aşağı çeker. İşte asıl çığır açıcı olan da budur.
Michael Roberts
30 Mayıs 2023
Kaynak
[1]
Michael Roberts, “AI-GPT: A Game Changer?”, 8 Nisan 2023, ER.
[2]
Rana Foroohar, “Economist Daron Acemoglu”, 19 Mayıs 2023, FT.
[3]
Michael Roberts, Engels: His Contribution to Political Economy, 2020 s.
54-57.
[4]
Peter Dizikes, “Study: Automation Drives Income Inequality”, 21 Kasım 2022, MIT.
[5] Michael Roberts, “The Future of Work III: Automation”, 4 Temmuz 2022, ER.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder