Sosyolojik
ve politik gerekçelere bağlı olarak komünist hareket, CHP güdümünden ve
gölgesinden kurtulamıyor. CHP’nin “aydınlanmış ilerici” ailelerinin çocukları
içerisinden kadro devşiriliyor. Bu çocuklar, yaş aldıkça, doğalında CHP ajanı
hâline geliyorlar. Ahmak, geri, akılsız, marjinal ve yanlış buldukları komünist
fikriyatı değersizleştirip çöpe atmak için uğraşıyorlar. Daha doğrusu, komünist fikriyat, ürktükleri yoksul ve işçi kitlelerle buluşmasın diye ön alıyorlar. Köşeler kapıldıktan, dünyalık
biriktirildikten sonra komünist fikriyata karşı verilen kavga da anlamını
yitiriyor.
CHP
solculuğu, TKP’nin iç ve dış bağlarının kesildiği yerde varoluyor. Sosyalizmi
bu topraklara layık görmüyor. Tüm dinamikleri tasfiye ediyor. Ezilenin,
sömürülenin ideolojik bayraklarını bir bir yırtıyor. Yirmilerdeki sınıf
mücadelesinde proleter kavgayı ezmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Bunun
için, halkı cezbedecek şeyleri, komünist hareketin önünü almak adına,
benimsiyor. Programına dâhil ediyor. Bugün TKP ve ÖDP gibi yapılar, bu gasp ve talana
ilericilik ve devrimcilik atfediyorlar. Kars-Erzurum şuralarından Halk İştirakiyyun’a
ve Halk Zümresi’ne, hatta Yeşilordu’ya varana dek elde edilmiş tüm mevzilerin
birikimini kendi sınıfsal süzgecinden geçiren CHP, bu birikimi, kendi sınıfsal çıkarları
gereği, temellük ve mass ediyor. Alacağını alıyor, posasını atıyor.
CHP
solculuğu, proletaryayı ancak burjuvazinin yedeği, hizmetkârı, ev kölesi olarak
tanıyabiliyor. Bu solculuk, özünde Marx’ın sözünü ettiği “proletaryasız sosyalizm isteyen”
burjuva sosyalizmi olarak varolabiliyor. Proletaryadan aslında burjuvaziye
işaret etmek, onu yaldızlamak için söz ediyor. Kapitalist ilerlemeyi ve
modernleşmeyi yüceltmek, böylece burjuvaziyi baş köşeye yerleştirmek için
“proletarya”dan, o da yalandan, bahsediyor. Esasen CHP solculuğu, proleter gerçeği ve o
gerçeğin devrimci imkânlarını tasfiye etmek için çalışıyor.
CHP
solculuğu, Marx’tan başlayarak tüm komünist yazını haset ve kıskançlıkla ele
alıyor. Ondaki burjuvaziden tevarüs etmiş olduğunu düşündüğü fikirlere el koyuyor. Hep
Marksistlerden teoride ve pratikte üstün olduğunu ispatlamak için uğraşıyor.
Üstünlüğün ölçüsü, tabii ki burjuvazi. Batı’da Marksizme ve komünizme karşı
mücadele yürüten devletlerin, istihbarat kurumlarının ve düşünce kuruluşlarının
ürettiği tüm fikriyat, CHP kanalıyla ülkeye taşınıyor.
CHP
solcuları, devrimci, sosyalist ve komünist örgütlere birer ajan olarak sızıyorlar.
Bu örgütleri CHP’ye, olmadı burjuvaziye mecbur kılmak, kul etmek için
uğraşıyorlar. CHP, Koç ve askerle bağlantı üzerinden tanımlanıyor. Sol örgütler,
bu bağlantıdaki ideolojik değişikliklere göre gömlek değiştiriyorlar.
Orhan Gökdemir de, Merdan Yanardağ da bu türden birer CHP ajanı. Kişisel varlıklarıyla özel bir derdimiz yok. Bu tür isimler, CHP ajanlığının tüm özelliklerini ortaya koyuyorlar, derdimiz bu.
TKP, o CHP
kanalına girdikçe Gökdemir'i baş köşeye yerleştirdi. Geçmişte ucundan
kıyısından Kemalizm eleştirisi yapan kadrolarını gece pusu kurup dövdürttü.
Çünkü TKP, birilerinin emriyle, 1920’nin resmi TKP’si olmaya, onun AB çizgisine uygun biçimine evrilmeye karar vermişti.
Gökdemir,
1950’den önce devletin komünistlere hiç kötü davranmadığı yalanını bu düzlemde
söyleme ihtiyacı duydu. Mustafa Suphi’ye rakı ısmarlayıp onu öfkesinden
vazgeçirebileceğini bu ideolojik bağlantı dâhilinde vaat etti. Bir antikomünist
olarak Orhan Gökdemir, bugün TKP’ye akın eden eski İşçi Partililerin sırtına
yastık koymakla görevli. OdaTV gastecilerinin kuryelik pratiğiyle belirleniyor
siyasetleri.
Gökdemir, “Sosyalist
Güç Birliği’nin Tarz-ı Siyaseti”[1] başlıklı yazısını muhtemelen alafranga
tuvaletinde otururken yazmış. Suyun üzerinde yüzen eserine bakmış, demiş ki
“dur ben, bunlara ithafen bir yazı yazayım. Neticede benim gibi birine ait!”.
Yazının
bir yerinde cumhuriyeti tuvalete, sifonun ipini devlete, suyun üzerinde yüzen
boklarını da üç tarz-ı siyasete benzetiyor. Kuburdaki “anafor” yüzünden başı
dönüyor. Liberalizm, kendi bokuna şiirler yazıyor olmak demek ki.
“Cumhuriyet
yıkıldı” diyor Gökdemir ve partisi. Çünkü herhangi bir şey yıkılmasın diye dövüşecek tıynet yok
onda. Herhangi bir şeyin sorumluluğunu üstlenecek feraset ve basirete de sahip
değil. Sadece bir CHP ajanı olarak her şeyin içini boşaltmakla yükümlü. “Eşitlikçi
cumhuriyet, sosyalist düzen, işçi sınıfı iktidarı”, umurunda değil. Bunları
görse Batı’ya iltica eder. İşçinin öfkesine tanık olsa, kaçacak delik arar. Ona
verin belediyelerden birkaç maaş, otel odalarında tvit atsın, rakısını
yudumlasın, ondaki solculuk bu kadar! Enver Aysever ve Orhan Gökdemir gibilerin mayası bu.
Her
CHP ajanı gibi utanması da yok. Çünkü Marx’ın ifadesiyle “utanmak devrimcidir.”
Bu utanmazlıkla, Orhan Gökdemir, komünizm tarz-ı siyasetinden dem vuruyor ve
onun “devleti değil, halkı-emekçileri kurtarmayı hedefleyen tek siyaset tarzı”
olduğunu söylüyor. Kimse de sormuyor: “o savunduğun cumhuriyet, burjuva devlet
değil mi?” Yıllardır yalandan da olsa o devleti savunuyor. O devlete hizmet
ediyor. Ona kol kanat geriyor. O devletin bir kanadından gelen haberlerle
dünyalık biriktiriyor.
Gökdemir,
kendisine verilen görev gereği, halkın, emekçilerin kurtuluşu için mücadele
eden insanların tasfiye edildiği, katledildiği, susturulduğu gerçeği örtbas
etmeye çalışıyor. Sonra da o kurtuluş davasını burjuvazi adına temellük etme
çabası içine giriyor. Görevini başarıyla ifa ediyor.
1917
devriminden başlayarak, Anadolu’da belirli kanallar açılmış, kimi ilişkiler
kurulmuş, sovyet gerçeği, önemli mevziler elde etmiş. Eski TKP, bu zamana kadar
kendi basiretsizliğini ve beceriksizliğini örtbas etmek için sağcı ve liberal
tarihçilerle el ele vererek, ilk dönemde Anadolu’da elde edilen mevzilere
küfretmeyi, onların üzerini örtmeyi seçmiş. Eski TKP’li yazarlar, 2000’lerin
başında o mevzileri önemsiz görürken, Mustafa Suphiler’e “hırsız”, “Ermeni
katili” dedikleri sempozyumlar düzenlerken, bugün tarihsel belgelerin peşine
düşme gereği duymuşlar. Bu değişim, ihtiyatla ele alınmalı, ama tabii ki
önemsenmeli. Belgeleri çarpıtmadıkları sürece, sorun yok.
Bu
tartışmalar, bugün Orhan Gökdemir’e komünist tarz-ı siyasetten, iştirakçilikten
bahsetmek zorunda bırakıyor. Ama o, aslında İştirakiyyun Fırkası’nı “gayri
ciddi, sırf kendisine çıkar sağlamak üzere bir parti kuran, milliyetçiliğe
aykırı, başka güçlere (Sovyetler’e) casusluk eden bir yapı”[2] olarak gören
paşasına kulluk ediyor. Paşası, meclisteki solcuların seçtiği Nâzım Bey’i
istifa ettirmek için baskı uyguluyor. Hatta gerekirse Yunan’a karşı verilen
mücadeleyi baltalama tehdidini savuruyor. Bunun üzerine Nâzım Bey istifa etmek
zorunda kalıyor.
Bugün
Orhan Gökdemir, paşayı savunmayana “sosyalist” demiyor. Onun gibiler “paşayı
eleştiren, ya İslamcıdır ya liberal” diyerek bağırıyorlar. Bağırarak, hakikati
örtbas edebileceklerini sanıyorlar. Bu tür kişilere “ajan”dan başka bir şey
dememek gerekiyor. Çünkü sosyalizmi ağaların-paşaların çıkarlarına göre yeniden
tanımlıyorlar. Onu o ağaların-paşaların dişine uygun kıvama getiriyor.
Proletaryasız sosyalizm, ağaları paşaları hiç rahatsız etmiyor. Burjuvaziyi
yüceltmek, onun birikimini mutlak ve kutsal kabul etmek adına, yalandan
“proletarya”dan bahsedenler, sosyalizm mücadelesini burjuvaların ayak izlerine
ve iradelerine mahkûm etmek için uğraşıyorlar.
Geçmişte
Avrupa ile ilişkiler dâhilinde, sırf vitrin boş kalmasın diye TİP kuranlar, “aman
ha, partimizde komünist yok” diyenler, bugün de AB ile ilişkiler dairesinde “aman
ha, bizim tatlı su komünistlerimizin partisi yok” diyen bir TKP kuruyorlar. Dolayısıyla, mücadele de Avrupa’daki ağaların-paşaların çıkarlarına göre biçimleniyor. Bu, CHP
solculuğunun eseri. Bu solculuk, devrimci, sosyalist ve komünist örgütlere
sızıyor, sızdığı yeri çürütüyor.
Gökdemir
ve partisi, yalandan Kılıçdaroğlu ve CHP eleştirisi yapıyor, ama seçimde ona oy
vermekten başka bir siyaseti bulunmuyor. Yazıda bahsi edilen, gerçekte
varolmayan Sosyalist Güç Birliği’nin bileşeni olan ÖDP, çoktan CHP adayı kim
olursa olsun ona oy vereceğini açıkladı. Gökdemir de bunu biliyor, bahsini
ettiğimiz yazıyı, ergen gördükleri güç birliği bileşenlerine parmak sallamak,
kendisine mecbur etmek, dize getirmek için yazıyor. Birlik içerisindeki örgütlerle el ele tutuşup sandığa gidecekler ve altılı masanın işaret ettiği adaya oy verecekler. Başka siyasetleri ve yolları yok. O yol ve siyasetse Dünya Bankası'na ve IMF'e çıkıyor.
Bunların
hâkim oldukları sendikalarda eğitim uzmanlığı yapan profesör, “IMF’ten borç
alınsın. IMF’ten başka kurtuluş yolumuz yok. Bunun tabii ki bir acı reçetesi
olacak” diyebiliyor.[3] O reçetenin çilesini işçi-emekçinin çekecek olması, o
profesörü ve solu zerre ilgilendirmiyor. O Sosyalist Güç Birliği’nin iktisatçı
Hayri Kozanoğlu, “IMF’in yoksul dostu” olduğunu söylüyor. Oysa IMF, emperyalist
bir silâh olarak kullanılıyor, işçinin-emekçinin iradesini sıfırlamak için
uğraşıyor. Esasen ülkeyi, devleti, cumhuriyeti kurtarmayı dert edinenler,
işçiyi emekçiyi hiçbir şekilde umursamıyorlar.
Devleti,
cumhuriyeti kurtarmayı düşünen, bundan başka bir teori ve siyaset üretmeyenler,
ne ezileni, ne de sömürüleni düşünüyorlar. Ezilen ve sömürülen, devlet ve
cumhuriyet için bir sürprize, bir şoka, beklenmedik bir sıçramaya imza atmasın
diye uğraşıyorlar. Bu nedenle, milletten, dinden, gerçekten ve tarihten kopuk,
soyut, izole, steril bir halktan ve sınıftan dem vuruyorlar. O “sınıf”
dedikleri şey, kendi liberal bireyliklerinin basit bir mecazından ve kılıfından
ibaret. Gerçek sınıfla bir alakası yok. Bu tür solcular, o bağ kurulmasın, varolan bağlar kopsun diye varlar.
Eren Balkır
28
Kasım 2022
Dipnotlar:
[1] Orhan Gökdemir, “Sosyalist Güç Birliği’nin Tarz-ı Siyaseti”, 26 Kasım 2022,
Sol.
[2]
Mustafa Kemal Atatürk, “Mecliste Görülen Aykırı Eğilimler ve Nazım Bey’in
İçişleri Bakanlığı’na Seçilmesi Karşısında”, Atatürk Ansiklopedisi, Atam.
[3]
Hikmet Adal, “İktisatçı Gaye Yılmaz Söyleşisi”, 11 Ağustos 2020, Bianet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder