Pages

01 Aralık 2022

Sifon


Sosyolojik ve politik gerekçelere bağlı olarak komünist hareket, CHP güdümünden ve gölgesinden kurtulamıyor. CHP’nin “aydınlanmış ilerici” ailelerinin çocukları içerisinden kadro devşiriliyor. Bu çocuklar, yaş aldıkça, doğalında CHP ajanı hâline geliyorlar. Ahmak, geri, akılsız, marjinal ve yanlış buldukları komünist fikriyatı değersizleştirip çöpe atmak için uğraşıyorlar.  Daha doğrusu, komünist fikriyat, ürktükleri yoksul ve işçi kitlelerle buluşmasın diye ön alıyorlar. Köşeler kapıldıktan, dünyalık biriktirildikten sonra komünist fikriyata karşı verilen kavga da anlamını yitiriyor.

CHP solculuğu, TKP’nin iç ve dış bağlarının kesildiği yerde varoluyor. Sosyalizmi bu topraklara layık görmüyor. Tüm dinamikleri tasfiye ediyor. Ezilenin, sömürülenin ideolojik bayraklarını bir bir yırtıyor. Yirmilerdeki sınıf mücadelesinde proleter kavgayı ezmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Bunun için, halkı cezbedecek şeyleri, komünist hareketin önünü almak adına, benimsiyor. Programına dâhil ediyor. Bugün TKP ve ÖDP gibi yapılar, bu gasp ve talana ilericilik ve devrimcilik atfediyorlar. Kars-Erzurum şuralarından Halk İştirakiyyun’a ve Halk Zümresi’ne, hatta Yeşilordu’ya varana dek elde edilmiş tüm mevzilerin birikimini kendi sınıfsal süzgecinden geçiren CHP, bu birikimi, kendi sınıfsal çıkarları gereği, temellük ve mass ediyor. Alacağını alıyor, posasını atıyor.

CHP solculuğu, proletaryayı ancak burjuvazinin yedeği, hizmetkârı, ev kölesi olarak tanıyabiliyor. Bu solculuk, özünde Marx’ın sözünü ettiği “proletaryasız sosyalizm isteyen” burjuva sosyalizmi olarak varolabiliyor. Proletaryadan aslında burjuvaziye işaret etmek, onu yaldızlamak için söz ediyor. Kapitalist ilerlemeyi ve modernleşmeyi yüceltmek, böylece burjuvaziyi baş köşeye yerleştirmek için “proletarya”dan, o da yalandan, bahsediyor. Esasen CHP solculuğu, proleter gerçeği ve o gerçeğin devrimci imkânlarını tasfiye etmek için çalışıyor.

CHP solculuğu, Marx’tan başlayarak tüm komünist yazını haset ve kıskançlıkla ele alıyor. Ondaki burjuvaziden tevarüs etmiş olduğunu düşündüğü fikirlere el koyuyor. Hep Marksistlerden teoride ve pratikte üstün olduğunu ispatlamak için uğraşıyor. Üstünlüğün ölçüsü, tabii ki burjuvazi. Batı’da Marksizme ve komünizme karşı mücadele yürüten devletlerin, istihbarat kurumlarının ve düşünce kuruluşlarının ürettiği tüm fikriyat, CHP kanalıyla ülkeye taşınıyor.

CHP solcuları, devrimci, sosyalist ve komünist örgütlere birer ajan olarak sızıyorlar. Bu örgütleri CHP’ye, olmadı burjuvaziye mecbur kılmak, kul etmek için uğraşıyorlar. CHP, Koç ve askerle bağlantı üzerinden tanımlanıyor. Sol örgütler, bu bağlantıdaki ideolojik değişikliklere göre gömlek değiştiriyorlar.

Orhan Gökdemir de, Merdan Yanardağ da bu türden birer CHP ajanı. Kişisel varlıklarıyla özel bir derdimiz yok. Bu tür isimler, CHP ajanlığının tüm özelliklerini ortaya koyuyorlar, derdimiz bu. 

TKP, o CHP kanalına girdikçe Gökdemir'i baş köşeye yerleştirdi. Geçmişte ucundan kıyısından Kemalizm eleştirisi yapan kadrolarını gece pusu kurup dövdürttü. Çünkü TKP, birilerinin emriyle, 1920’nin resmi TKP’si olmaya, onun AB çizgisine uygun biçimine evrilmeye karar vermişti.

Gökdemir, 1950’den önce devletin komünistlere hiç kötü davranmadığı yalanını bu düzlemde söyleme ihtiyacı duydu. Mustafa Suphi’ye rakı ısmarlayıp onu öfkesinden vazgeçirebileceğini bu ideolojik bağlantı dâhilinde vaat etti. Bir antikomünist olarak Orhan Gökdemir, bugün TKP’ye akın eden eski İşçi Partililerin sırtına yastık koymakla görevli. OdaTV gastecilerinin kuryelik pratiğiyle belirleniyor siyasetleri.

Gökdemir, “Sosyalist Güç Birliği’nin Tarz-ı Siyaseti”[1] başlıklı yazısını muhtemelen alafranga tuvaletinde otururken yazmış. Suyun üzerinde yüzen eserine bakmış, demiş ki “dur ben, bunlara ithafen bir yazı yazayım. Neticede benim gibi birine ait!”.

Yazının bir yerinde cumhuriyeti tuvalete, sifonun ipini devlete, suyun üzerinde yüzen boklarını da üç tarz-ı siyasete benzetiyor. Kuburdaki “anafor” yüzünden başı dönüyor. Liberalizm, kendi bokuna şiirler yazıyor olmak demek ki.

“Cumhuriyet yıkıldı” diyor Gökdemir ve partisi. Çünkü herhangi bir şey yıkılmasın diye dövüşecek tıynet yok onda. Herhangi bir şeyin sorumluluğunu üstlenecek feraset ve basirete de sahip değil. Sadece bir CHP ajanı olarak her şeyin içini boşaltmakla yükümlü. “Eşitlikçi cumhuriyet, sosyalist düzen, işçi sınıfı iktidarı”, umurunda değil. Bunları görse Batı’ya iltica eder. İşçinin öfkesine tanık olsa, kaçacak delik arar. Ona verin belediyelerden birkaç maaş, otel odalarında tvit atsın, rakısını yudumlasın, ondaki solculuk bu kadar! Enver Aysever ve Orhan Gökdemir gibilerin mayası bu.

Her CHP ajanı gibi utanması da yok. Çünkü Marx’ın ifadesiyle “utanmak devrimcidir.” Bu utanmazlıkla, Orhan Gökdemir, komünizm tarz-ı siyasetinden dem vuruyor ve onun “devleti değil, halkı-emekçileri kurtarmayı hedefleyen tek siyaset tarzı” olduğunu söylüyor. Kimse de sormuyor: “o savunduğun cumhuriyet, burjuva devlet değil mi?” Yıllardır yalandan da olsa o devleti savunuyor. O devlete hizmet ediyor. Ona kol kanat geriyor. O devletin bir kanadından gelen haberlerle dünyalık biriktiriyor.

Gökdemir, kendisine verilen görev gereği, halkın, emekçilerin kurtuluşu için mücadele eden insanların tasfiye edildiği, katledildiği, susturulduğu gerçeği örtbas etmeye çalışıyor. Sonra da o kurtuluş davasını burjuvazi adına temellük etme çabası içine giriyor. Görevini başarıyla ifa ediyor.

1917 devriminden başlayarak, Anadolu’da belirli kanallar açılmış, kimi ilişkiler kurulmuş, sovyet gerçeği, önemli mevziler elde etmiş. Eski TKP, bu zamana kadar kendi basiretsizliğini ve beceriksizliğini örtbas etmek için sağcı ve liberal tarihçilerle el ele vererek, ilk dönemde Anadolu’da elde edilen mevzilere küfretmeyi, onların üzerini örtmeyi seçmiş. Eski TKP’li yazarlar, 2000’lerin başında o mevzileri önemsiz görürken, Mustafa Suphiler’e “hırsız”, “Ermeni katili” dedikleri sempozyumlar düzenlerken, bugün tarihsel belgelerin peşine düşme gereği duymuşlar. Bu değişim, ihtiyatla ele alınmalı, ama tabii ki önemsenmeli. Belgeleri çarpıtmadıkları sürece, sorun yok.

Bu tartışmalar, bugün Orhan Gökdemir’e komünist tarz-ı siyasetten, iştirakçilikten bahsetmek zorunda bırakıyor. Ama o, aslında İştirakiyyun Fırkası’nı “gayri ciddi, sırf kendisine çıkar sağlamak üzere bir parti kuran, milliyetçiliğe aykırı, başka güçlere (Sovyetler’e) casusluk eden bir yapı”[2] olarak gören paşasına kulluk ediyor. Paşası, meclisteki solcuların seçtiği Nâzım Bey’i istifa ettirmek için baskı uyguluyor. Hatta gerekirse Yunan’a karşı verilen mücadeleyi baltalama tehdidini savuruyor. Bunun üzerine Nâzım Bey istifa etmek zorunda kalıyor.

Bugün Orhan Gökdemir, paşayı savunmayana “sosyalist” demiyor. Onun gibiler “paşayı eleştiren, ya İslamcıdır ya liberal” diyerek bağırıyorlar. Bağırarak, hakikati örtbas edebileceklerini sanıyorlar. Bu tür kişilere “ajan”dan başka bir şey dememek gerekiyor. Çünkü sosyalizmi ağaların-paşaların çıkarlarına göre yeniden tanımlıyorlar. Onu o ağaların-paşaların dişine uygun kıvama getiriyor. Proletaryasız sosyalizm, ağaları paşaları hiç rahatsız etmiyor. Burjuvaziyi yüceltmek, onun birikimini mutlak ve kutsal kabul etmek adına, yalandan “proletarya”dan bahsedenler, sosyalizm mücadelesini burjuvaların ayak izlerine ve iradelerine mahkûm etmek için uğraşıyorlar.


Geçmişte Avrupa ile ilişkiler dâhilinde, sırf vitrin boş kalmasın diye TİP kuranlar, “aman ha, partimizde komünist yok” diyenler, bugün de AB ile ilişkiler dairesinde “aman ha, bizim tatlı su komünistlerimizin partisi yok” diyen bir TKP kuruyorlar. Dolayısıyla, mücadele de Avrupa’daki ağaların-paşaların çıkarlarına göre biçimleniyor. Bu, CHP solculuğunun eseri. Bu solculuk, devrimci, sosyalist ve komünist örgütlere sızıyor, sızdığı yeri çürütüyor.

Gökdemir ve partisi, yalandan Kılıçdaroğlu ve CHP eleştirisi yapıyor, ama seçimde ona oy vermekten başka bir siyaseti bulunmuyor. Yazıda bahsi edilen, gerçekte varolmayan Sosyalist Güç Birliği’nin bileşeni olan ÖDP, çoktan CHP adayı kim olursa olsun ona oy vereceğini açıkladı. Gökdemir de bunu biliyor, bahsini ettiğimiz yazıyı, ergen gördükleri güç birliği bileşenlerine parmak sallamak, kendisine mecbur etmek, dize getirmek için yazıyor. Birlik içerisindeki örgütlerle el ele tutuşup sandığa gidecekler ve altılı masanın işaret ettiği adaya oy verecekler. Başka siyasetleri ve yolları yok. O yol ve siyasetse Dünya Bankası'na ve IMF'e çıkıyor.

Bunların hâkim oldukları sendikalarda eğitim uzmanlığı yapan profesör, “IMF’ten borç alınsın. IMF’ten başka kurtuluş yolumuz yok. Bunun tabii ki bir acı reçetesi olacak” diyebiliyor.[3] O reçetenin çilesini işçi-emekçinin çekecek olması, o profesörü ve solu zerre ilgilendirmiyor. O Sosyalist Güç Birliği’nin iktisatçı Hayri Kozanoğlu, “IMF’in yoksul dostu” olduğunu söylüyor. Oysa IMF, emperyalist bir silâh olarak kullanılıyor, işçinin-emekçinin iradesini sıfırlamak için uğraşıyor. Esasen ülkeyi, devleti, cumhuriyeti kurtarmayı dert edinenler, işçiyi emekçiyi hiçbir şekilde umursamıyorlar.

Devleti, cumhuriyeti kurtarmayı düşünen, bundan başka bir teori ve siyaset üretmeyenler, ne ezileni, ne de sömürüleni düşünüyorlar. Ezilen ve sömürülen, devlet ve cumhuriyet için bir sürprize, bir şoka, beklenmedik bir sıçramaya imza atmasın diye uğraşıyorlar. Bu nedenle, milletten, dinden, gerçekten ve tarihten kopuk, soyut, izole, steril bir halktan ve sınıftan dem vuruyorlar. O “sınıf” dedikleri şey, kendi liberal bireyliklerinin basit bir mecazından ve kılıfından ibaret. Gerçek sınıfla bir alakası yok. Bu tür solcular, o bağ kurulmasın, varolan bağlar kopsun diye varlar.

Eren Balkır
28 Kasım 2022

Dipnotlar:
[1] Orhan Gökdemir, “Sosyalist Güç Birliği’nin Tarz-ı Siyaseti”, 26 Kasım 2022,
Sol.

[2] Mustafa Kemal Atatürk, “Mecliste Görülen Aykırı Eğilimler ve Nazım Bey’in İçişleri Bakanlığı’na Seçilmesi Karşısında”, Atatürk Ansiklopedisi, Atam.

[3] Hikmet Adal, “İktisatçı Gaye Yılmaz Söyleşisi”, 11 Ağustos 2020, Bianet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder