Şimdi
Jacques Sadoul vakasına bir bakalım. Telgraflarda sürekli tekrarlanması
sayesinde Yüzbaşı Jacques Sadoul’un ismini artık tüm dünya biliyor. Bu isim o
kadar da kötü anılmıyor ama. O, kendi döneminin insanlarından daha fazla ilgiyi
ve dikkati hak ediyor.
Henri
Barbusse’e göre o, “kendi çağının en parlak simalarından biri.” Ateş romanının
yazarına göre Sadoul, en çok sevmemiz gereken savaşçılardan birisi. Savaş
Konseyi karşısında onu savunan avukatı André Barthon ise Sadoul’un “insandaki
vicdanın ulaştığı en önemli zirve” olduğuna inandığını söylüyor.
Ekim
1919’da Savaş Konseyi, Sadoul’u ölüme mahkûm etti. Aynı konsey, 1925’te
kendisini serbest bıraktı. Ama Sadoul, meclisteki çoğunluk eliyle affedilen
Caillaux gibi affedilmedi. Aynı askerî mahkeme, onu bir gün önce suçlu
bulurken, ertesi gün suçsuz buldu. Sadoul’u ıslah etme çalışması, Caillaux’yu
ıslah etme çalışmasından daha eksiksiz ve daha kusursuz işledi.
Peki
Sadoul’un “suç”u neydi?
Sadoul,
Orleans’daki askerî hakimlere şunu söylemişti: “Benim tek suçum, üstüm olan
Noulens’e doğruları tüm çıplaklığıyla söylemiş olmamdır.” Onun tek suçu,
hakikati söylemiş olmasıydı.
Sadoul,
1917’de Kutsal Birlik hükümetine bağlı levazımat ve teçhizat bakanı Albert
Thomas’ın dostu ve yardımcısı olarak Rusya’ya gönderildi. O günlerde Kerenski
hükümeti, son günlerini yaşıyordu. Kerenski’nin kaderi, Müttefik güçlerin asli
meselelerinden biriydi. O, devrim sürecine hükmetme ve onu yönetme konusunda
gerekli kudretten yoksun olduğunu ispatlamıştı. Dolayısıyla Kerenski’nin Rus cephesini
yeniden organize edip canlandırması imkânsızdı.
Noulens’in
elçi olarak görev yaptığı Fransız büyükelçiliği, esasen dünya insanı olan,
kariyerlerini diplomat olarak inşa etmiş isimlerden meydana geliyordu.
Düzenlenen balolarda ışıl ışıl parıldayan, ortama iyi ayak uyduran bu insanlar,
devrimin biçimlendirdiği bir ülkeye pek yakışmıyorlardı. Dolayısıyla elçilik,
yeni ruhla kuşanmış, aklı zihni gayet huzursuz, başkalarını etkileyecek
fikirler ortaya atan insanlara ihtiyaç duyuyordu. Bu insanlar, kalabalıkların
ruh hâlini anlamalı, sezmeliydi. Onlar, halka sıcak olan, alanlarda
dolaşabilen, devrimin insanları ve fikirleriyle baş etmeyi bilen biri
olmalıydı.
Ilımlı
fikirlere sahip bir sosyalist olarak Yüzbaşı Jacques Sadoul, bu koşulları
yerine getiren bir isimdi. Kendisi, Sosyalist Parti’nin üyesiydi. Fakat o
dönemde Sosyalist Parti, bakanlar kurulu içerisinde belirli bir güce ve yere
sahipti. Burjuvaziyle işbirliği içerisine girmiş çok sayıda insan yetiştirmiş
olan bu Sosyalist Parti okulunda Sadoul gibi entelektüeller de yetişmişti.
Aslen avukat olan Sadoul, askerlik mesleğini ifa ediyordu. Bu sebeplere bağlı
olarak Fransız hükümeti, elçilikte çalışacak politik ataşe görevi için
Sadoul’un gayet uygun olduğuna hükmetti.
Ama
sonra Ekim Devrimi gerçekleşti. O günden sonra Sadoul, Kerenski türünden ölçülü
hareket eden demokrat isimlere değil, Lenin ve Trotskiy gibi cüretkâr ve güçlü
isimlere yakın durdu. Oysa bu isimler, eski rejime dost olan, onun
salonlarından çıkmayan elçiliğin nefret ettiği kişilerdi.
Noulens
ve diğer elçilik görevlileri, o dönemde Rus aristokrasisiyle anlaşma
içerisindeydiler. Bu insanlar, sovyet hükümetinin kısa süre içerisinde
iktidardan uzaklaşacağını düşünüyorlardı. Bunlara göre Ekim Devrimi, Rusların
sağduyusuyla yarattıkları, ama İtilaf Devletleri’nin yürüttüğü diplomasi
sayesinde yalnızlaşıp dinecek bir fırtınadan ibaretti.
Bu
süreçte Sadoul, elçiliği bilgilendirmek için boş yere çaba harcadı. Büyükelçi
Noulens, Bolşeviklerin yeni Rus rejiminin yaratıcıları olduklarını görmüyor, göremiyordu.
Sadoul, Rusya’nın Almanya’yla ayrı bir anlaşma imzalamasına mani olmak adına,
Sovyetler’le bir anlaşma yolu bulmaya çalışırken, Noulens, en aptal ve olur
olmaz vaatlere kanmış karşı-devrimcileri kurdukları komploları uygulama
konusunda cesaretlendirmeye çalışıyordu. Kanaatine göre, İtilaf Devletleri’nin
Bolşeviklerle müzakere süreci içerisine girmemesi gerekiyordu. Oysa kendi
hükümetlerinin dağılma ve çöküş sürecine girdiği İtilaf Devletleri’nin derdi, o
hükümetleri güçlendirecek kişilere yardım etmekti.
Brest
Litowsk Anlaşması’nın arifesinde Sadoul, büyükelçisini Sovyetler’e savaşa devam
etmesi için gerekli ekonomik ve teknik araçları sunması konusunda ikna etmek
için uğraştı. Yerinde ve zamanında söylenmiş tek bir söz, Almanlarla imza
edilecek ayrı barış anlaşmasını durdurabilirdi. Bolşevik liderler, Almanların
belirledikleri ağır şartlara mecburen teslim oldular. Oysa başka bir ihtimal
olsa, savaşan kesimler arasında imza edilecek âdil bir barış anlaşması için
mücadele yürütmeyi tercih ederlerdi.
Her
şeyin ötesinde Trotskiy, Sadoul’un savunduğu anlaşmanın imzalanmasından
yanaydı. Ama o ahmak büyükelçi, bu durumu anlayacak, algılayacak durumda
değildi. Bolşevik devrimin, iyi ya da kötü, tarihsel bir gerçek olduğunu
görmedi. Sadoul’un ülkeye gönderdiği raporların hükümeti etkilemesinden korkan
Büyükelçi Noulens, bu raporların telgraf yoluyla Fransa’ya gönderilmesine mani
oldu.
Ama
Sadoul’un raporları, Fransa’ya gene de ulaştı. Sadoul, Bakan Albert Thomas’la
ayrıca Longuet, Lafont ve Pressemane gibi sosyalist vekillerle sık sık
yazışıyordu. Üstelik bu mektuplardan Başbakan Clemenceau da haberdardı. Buna
karşılık, söz konusu mektuplar, başbakanın Sovyetler’e yönelik düşmanlığını
zerre azaltmadı. Neticede Clemenceau da Büyükelçi Noulens ile aynı kanaatteydi.
Buna göre, Bolşeviklerin iktidarda kalması mümkün değildi. Kaybetmek, onların
alınyazısıydı, zaruriydi ve acilen gerçekleşmesi gereken bir neticeydi.
Clemenceau,
Büyükelçi’yle anlaştı. Sadoul, bu anlaşma sonrası iktidarın tüm gazabını
üzerine çekti. Elçilik, ondan kurtulmak için Sadoul’u görevli olarak Sibirya’ya
göndermeyi düşündü. Elçiliğin amacı, Sadoul’un bağımsız bir insan olarak
yaptığı samimi değerlendirmeleri cezalandırmaktı. İçinde bulunulan ağır
koşullar emretmese bile o, gene aynı şeyi yapardı.
Yüzbaşı
Sadoul, Bolşevik fırtınanın ortasında bir paratoner işlevi gördü. Elçilik, onun
gölgesinde, onun arkasına saklanarak, yeni rejime karşı manevra yapma imkânı
buldu. Bolşevikler karşısında bir tür güvence hâlini alan Sadoul, önemli
hizmetlerde bulundu. Ama oynanan oyun, sonradan ortaya çıktı. Elçilik, Rusya’yı
terk etmek zorunda kaldı.
Bu
esnada devrim, Sadoul’u iyiden iyiye ele geçirdi. İlk baştan beri Sadoul,
devrimin tarihsel bağlamının bilincindeydi. Hâlen daha demokrat olan ve bu
ideolojiye göre hareket eden Sadoul, devrimin yöntemini kabule hazır değildi.
Müttefik
ülkelerdeki demokrasilerin Sovyetler’e yönelik yaklaşımı, Sadoul’daki
demokrasiye dair o son yanılsamaları da dağıttı. Ona göre, eskiden Çar’ın
Asyatik despotizmine müttefik olan cumhuriyetçi Fransa ve liberal İngiltere,
proletaryanın devrimci diktatörlüğüne öfke kusuyordu.
Devrimin
liderleriyle temas kurması, onların cesaretini ölçmesini sağladı. Medeniyetin
redde tabi tuttuğu Lenin ve Trotskiy, Sadoul’un gözünde ve vicdanında istisnai
önemi haiz iki adamdı. Rusların ruhunu sarsmış olan hissiyata kendisini
kaptıran Sadoul, zaman içerisinde devrime teslim oldu.
Temmuz
1918’de dostları Longuet, Thomas, Barbusse ve Romain Rolland’a şunları
yazıyordu:
“Birçok Fransız yoldaşımız
gibi ben de savaştan önce reformist bir sosyalisttim, akıllı bir evrim sürecine
sıcak bakan biriydim, tek tek işçilerin durumunu iyileştirecek, maddi ve manevi
kaynaklarını artıracak, onların örgütlerini takviye edip gücüne güç katacak
reformların kararlı bir destekçisiydim. Birçokları gibi ben de toplumsal
barışın içerisinde (kapitalist bir rejimde toplumsal barıştan bahsetmek ne
kadar mümkünse artık!), kaçınılmaz olarak kaotik, maliyetli ve kanlı, kötü bir
biçimde yürütülmüş devrimci bir krizin yenilmeye mahkûm olduğunu düşünüp,
devrimcilik denilen sorumluluğa hep tereddütle yaklaşırdım. Her şeyden önce,
şiddetin düşmanı olarak biz, zaman içerisinde o alabildiğine makul olan
Marksist geleneklerden uzaklaştık. Bizdeki pişmanlık nedir bilmeyen evrimcilik,
bizi araçlarla amaçları, yani reformla üretim ve mübadele araçlarının genel
manada toplumsallaştırılmasını birbirine karıştırmamıza neden oluyordu. Bu
sebeple, kendimizi yegâne kabul edilebilir sosyalist taktik olan devrimci
taktikten uzak tutup, onu görmeyecek bir yere savrulduk. Artık yaptığımız
hataları düzeltmenin vaktidir.”
Noulens
ve yardımcıları, Fransa’da Sadoul’u sadakatsiz bir memur olarak görüp
eleştirdiler. Artık onun elini kolunu kesmek, Fransa’yı idraksizlikle suçlayan
kişi olarak gösterip hükümsüz kılmak gerekiyordu. Clemenceau, mahkemenin
kurulmasını emretti. Bu noktada Sosyalist Parti, Sadoul seçimlerde vekil adayı
yaptı. Böylelikle halk, suçlanan kişinin affedilmesini sağlayacak çalışmaya
davet edildi. Seçimde insanlar coşkuyla oy kullandılar. Başbakan, bunun üzerine
Sadoul’un yetkilerini elinden almaya karar verdi. Askerî mahkeme, kendisini
isyankârlıkla suçladı ve 7 Kasım 1919 günü ölüme mahkûm etti.
Sadoul,
Rusya’da kalmak durumundaydı. Başbakan Herriot’nun çıkarttığı af, senatoda
tartışıldı ve kapsamı daraltıldı. Caillaux ve Marty gibi isimleri etkileyen af,
Sadoul’un hayrına olmadı. Sadoul, boynundaki idam yaftasıyla dolaşmaya devam
etti. Ama her şeye rağmen, artık Fransa’ya dönme vaktinin geldiğini düşündü.
Davası konusunda yeterli bilgiye sahip olan halkın kendisini savunacağına
inanıyordu.
Paris’e
geldiğinde, polis peşine düştü. Tutuklandı. Sol, bu gelişmeyi gösterilerle
protesto etti. Bunun üzerine hükümet, Sadoul’un af kapsamında olmadığını
söyledi. Ardından Sadoul, davasının yeniden görülmesini istedi. Geçen Ocak
ayında askerî mahkemeye çıkan Sadoul, bir duruşmada kendisinin davalı değil,
davacı olduğunu söyledi. Savunma yerine taleplerini sıraladı.
Peki
yanlış yapan kimdi? Şurası muhakkak ki yeni Rus rejiminin kaya gibi sağlam
olduğunu öngören, kısa sürede çökmeyeceğini önceden dile getiren, Fransa-Rusya
arasında kurulacak işbirliğini savunan, her iki halkın kendi hükümetlerini
seçme hakkına saygı duyan, diplomatik ilişkilerin bir an önce başlaması
gerektiğini söyleyen Sadoul değildi yanılan.
Yanlış
olan, Sadoul değil, Noulens’di. Sadoul davası, bir şekilde Noulens davasına
dönüştü. Savaş Konseyi, davayı yeniden açmayı ve Sadoul’u kefaletle serbest
bırakmayı kabul etti. Ardından da beraat ettiğini, aklandığını duyurdu. Tarih,
bu kararı zaten çok önceden vermişti.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder