Pages

02 Mart 2022

Neofeodalizm: Kapitalizmin Sonu mu?


I.

2019 tarihli Capital is Dead [“Sermaye Öldü”] isimli kitabında McKenzie Wark şu soruyu soruyor: “Peki ya şu an kapitalizm koşullarında değil de ondan daha beter bir düzende yaşıyorsak?

Bu kışkırtıcı, bugüne dek mutlak bellediğimiz şeyleri ayaklar altına alan, rahatsız edici soru, antikapitalistleri hiç üzerinde kafa yormadıkları, kapitalizmin bir uzanımı hakkında düşünmeye zorluyor.

Eskiden kapitalizmi komünizmin izleyeceği düşünülürdü, komünizm burada olmadığına göre biz hâlen daha kapitalizm koşullarında yaşamıyor muyuz yani? Bu soru cevaplanmadığı ölçüde politik analize de mani oluyor. Tarihsel determinizmin katı yorumuna karşı çıkıyorsak eğer, bizim kapitalizmin niteliksel açıdan farklı bir şeye dönüşme ihtimalini de göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

Wark’un sorusu bizi düşünsel bir pratiğe davet ediyor aslında. Hepimizi kapitalizmin daha kötü bir şeye dönüştüğünü ortaya koyan eğilimleri görmeye zorluyor.

Son on yıl içerisinde gündeme gelen “neofeodalizm” kavramı, genellikle aşırı eşitsizlikle, genele yayılmış güvencesizlikle, tekellerin gücüyle ve devlet düzeyinde yaşanan değişikliklerle ilişkilendiriliyor.

Liberter ekonomist Tyler Cowen’ın dünyada kalıcılaşan aşırı eşitsizliğe, otomasyona dayalı ekonomiye yönelik vurgusundan istifade eden muhafazakâr coğrafyacı Joel Kotkin, ABD’nin gelecekte kitlesel serfliğe doğru evrileceği öngörüsünde bulunuyor. Bu düzende mülksüz alt sınıflar, yüksek gelirli kişilerin ihtiyaçlarının giderilmesi noktasında kişisel asistan, eğitimci, çocuk bakıcısı, aşçı, temizlikçi vs. olarak hizmet etmek suretiyle hayatta kalmaya çalışacaklar. Bu neofeodal kâbustan uzak durmanın yegâne yolu ise Amerika’daki varoşlarda insanların ev sahibi olmasını, yollarının açık tutulmasını sağlayan istihdam düzeyi yüksek sektörlere, inşaat, emlak, petrol, doğal faz ve otomobil, ayrıca şirketlerin elindeki tarım işletmelerine teşvikler verip bu sektörleri düzenlemeci müdahalelerden ari tutmak.

Friedrich Hayek’in sosyalizme yönelik saldırısı dâhilinde üzerinde durduğu serflik denilen hayaletten farklı olarak, Kotkin düşmanı bizzat kapitalizmin içinde arayıp buluyor. Yüksek teknoloji, finans ve küreselleşme, kimi yönlerden sanayi kapitalizminin zuhur ettiği kaotik döneme nazaran hareket önündeki güçlü engelleriyle daha çok feodal yapıya benzeyen yeni bir toplumsal düzen meydana getiriyor. Bu liberterlerde ve muhafazakârlarda karşımıza çıkan muhayyilede feodalizm, eskiden düşman olarak görülen komünizmin yerini alıyor. Merkezîleşmenin yol açtığı tehdidin yanında özel mülkiyete yönelik tehdit de komünizm bağlamında kullanılan ideolojik unsurlar olarak yeniden gündeme getiriliyor.

Bir dizi teknoloji yorumcusu, fosil yakıtlara ve kenar mahallelere onay vermeseler bile, liberterlerin ve muhafazakârların teknolojinin günümüzdeki feodalleşme sürecinde oynadığı role ilişkin eleştirilerini paylaşıyor.

2010’da epey ses getirmiş olan kitabı You Are Not a Gadget’ta [“Sen Bir Alet Değilsin”] teknoloji yazarı Jaron Lanier, internetin köylülerinin ve efendilerinin ortaya çıktığı tespitinde bulunuyor. Bu mevzu, bir avuç teknoloji şirketinin daha zengin, daha istismarcı olması, sahiplerini çalıştırdıkları işçilerin ucuz emeği, kullanıcılarının ücretsiz emeği ve iş imkânı sunuyor diye şehirlerin yaptıkları vergi indirimleri sayesinde milyarderler hâline getirmesi ile birlikte daha fazla gündeme gelmeye başladı. Apple, Facebook, Microsoft, Amazon ve (Google’ın kardeş kuruluşu) Alphabet’in toplam değeri, ABD, Çin, Almanya ve Japonya dışında kalan ülkelerin her birinin servetinden daha büyük. Bu teknoloji devlerinin veya ağalarının ulaştığı etki ve ekonomik ölçek, egemen olduğu iddiasındaki birçok devletin etkisinden ve ölçeğinden daha büyük. Evgeny Morozov, bu şirketlerin ulaştıkları hâkimiyet düzeyi üzerinden “feodalizmin hiper modern formu oluştu” yorumunu yapıyor.

Albert-László Barabási ise özgür seçim, büyüme ve tercihe bağlı ilişkilenme pratiklerinin tayin ettiği karmaşık ağlardan oluşan yapıya dair analizinde neofeodalizm meselesine dayanak oluşturan süreçleri açıklığa kavuşturuyor. Yazara göre bu ağlar, insanların gönüllü bir biçimde birbirleriyle bağlar kurdukları veya tercihlerde bulundukları yerler. Site başına düşen link sayısı zamanla artıyor, insanlar başkalarının sevdiği şeyleri seviyorlar (Mesela Netflix öneri sistemi, tam da bu tespiti temel alıyor.)

Karmaşık ağlardaki link dağılımının ardından güçlünün hukuku devreye giriyor. Bu hukuk bağlamında en popüler olan konu iki kat daha fazla tık alıyor, ona daha fazla link veriliyor. Aynı durum, üçüncü sıradaki için de geçerli. Böylece dağıtım eğrisinin sonundaki konular önemsizleşiyor. “Kazanan hepsini alır” veya “kazanan daha fazla etkiye sahip olur” kanunu dağıtım sürecini biçimlendiriyor. En üstteki en alttakinden çok daha fazlasına sahip oluyor. Dağıtım, zaman içerisinde çan eğrisi şeklini almıyor. Uzun bir kuyruk biçimini alıyor. Bu düzende bir iki milyardere bir milyar güvencesiz işçi düşüyor.

Karmaşık ağların mevcut yapısı, herkesi içermeyi, kucaklamayı öngören pratikleri davet ediyor. Ağa daha fazla konu başlığı girildikçe, en üsttekiler daha fazla ödül kazanıyor. Rekabet kızışıyor. Dikkat, kaynak, para, iş, yani ağa biçim veren her şey için rekabet ediliyor. Böylece özgür seçim, büyüme ve tercihe bağlı ilişkilenme, hiyerarşiyle neticeleniyor. Güçlünün hukukunun belirleyici olduğu dağıtım sürecinde en üsttekiler en alttakilere kıyasla daha fazla şeye sahip oluyorlar.

Bu hukuk, ille de gerçekleşmek zorunda değil. Onun durdurulması mümkün. Ama bunun için politik iradeye, iradenin uygulanabilmesi için de kurumsal güce ihtiyaç var. Oysa yirminci yüzyılın neoliberal politikaları, özgür seçimi, büyümeyi ve tercihe bağlı ilişkilenme pratiklerini durdurmak şöyle dursun onları mümkün kılan koşulları yaratmak için çabaladılar.

Quinn Slobodian’ın Globalists: The End of Empire and the Birth of Neoliberalism [“Küreselciler: İmparatorluğun Sonu ve Neoliberalizmin Doğuşu”] isimli çalışması, neoliberalizmin dünya ticaretini geliştirmek adına ulus-devletlerin ekonomileri üzerindeki otoritesini kırma stratejisinden bahsediyor. Küresel Güney’in sömürgecilik sonrası döneme yeni geçen ülkelerinin tazminatlar, kendi doğal kaynakları üzerinde egemenlik tesis etme, emtia fiyatlarını istikrara kavuşturma ve ulusötesi şirketleri düzenlemelere tabi kılma ile ilgili taleplerinin tehdidini hisseden yetmişlerin neoliberalleri, “ulusal hükümetlerin otoritelerini ortadan kaldırmaya çalıştılar.” Neoliberaller, düzenleme meselesini farklı düzeylerde ele alan bir yaklaşımı ve sermayenin hükümetleri disipline ettiği, ama kendisinin demokratik kontrolden muaf olduğu rekabetçi federalizmi savundular. Slobodian’ın incelediği bu neoliberallerden olan Hans Willgerodt’un ifadesiyle, “yeni rekabetçi federalizm, devletin egemenliğini federal yapılarla paylaşmasına, ayrıca uluslararası hukuka bağlı olmasına ihtiyaç duyuyordu.”

Albena Azmanova’nın Capitalism on Edge [“Kapitalizm Eşikte”] isimli çalışması, neoliberalizmin kökenlerine odaklanmak yerine, pratikte neoliberalizmin güvencesizliğin hâkim olduğu yeni bir tür kapitalizme yol açtığı yolları ortaya koyuyor. Deregülasyonu ve küresel serbest ticareti dayatan politikaların beklenmedik sonuçlara yol açtığı görülüyor. Dünya piyasası “ticaret anlaşmaları ile ulusötesi üretim ağlarına entegre olan ulusal ekonomiler sistemine dönüşüyor.” Bu ağların ulusal ekonomilere yaptığı katkının belirsiz ve müphem olması sebebiyle ulusal ekonomilerin rekabet etme becerisini muhafaza etmesi en önemli politik mesele hâline geliyor. Rekabet etme becerisi devletin hedefi olarak rekabetin kendisinin ve büyümenin yerini alıyor, bu da devletlerin oyun sahasının kendisini veya tekellerin sökülüp atılmasını değil de belirli ekonomik aktörlere, bilhassa kâr amacıyla dünyadaki rekabet sahasında gayet iyi performans ortaya koyacak konuma sahip olanlara yardım yapmayı öne almalarına neden oluyor. Özel sektörün her daim kamusal fonlardan yararlandığını kabul eden Azmanova, kamusal otoritenin şirketlere bu imtiyazı bağışladığı yeni bir kapitalizm biçimi üzerinde duruyor. Devletler, tekellerin belini kırmak için sürece asla müdahale etmiyorlar. Hatta bilâkis, onlara yol açıp ödüller dağıtıyorlar.

Tekellerin belirli sektörlerde birikmesi, eşitsizliğin yoğunlaşması ve devletin piyasaya tabi hâle gelmesi ile birikim süreci de dönüşüyor, bu dönüşümse emtia üretimi kadar kira, borç ve güç aracılığıyla da gerçekleşiyor. Azmanova’nın da vurguladığı biçimiyle, rekabetten ari tutulan, enerji, demiryolu, geniş bant hizmetleri gibi ekonomi sektörlerinin özelleştirilmesi, sahiplerine “imtiyazlı rantiye statüsü” kazandırıyor. Dünya ölçeğinde ise bilgi ve teknoloji sektörlerinde fikri mülkiyet hakları üzerinden elde edilen kira gelirleri, emtia üretiminden elde edilen gelirleri aşıyor.

ABD’de finans hizmetlerinin GSYİH’ye katkısı, mamul ürünlerin yaptığı katkıdan daha fazla. Sermaye, üretim alanına yatırım yapmıyor. Kira olarak tüketilip yeniden dağıtılıyor. Değerleme süreçleri fabrikanın dışına taşıyor, gözetim, baskı ve şiddete tabi, alabildiğine karmaşık, spekülatif ve istikrarsız devreler dâhilinde işliyor.

Kapitalizm kendisini neofeodalizme dönüştürüyor.

II.

“Neofeodalizm” kavramını kullanmamız, günümüzde haberleşmeye veya ağlara dayanan kapitalizmin Avrupa feodalizminin tüm özelliklerini yeniden ürettiğini söylüyoruz anlamına gelmiyor. Esasında tarihçilerin de başarıyla ortaya koyduğu biçimiyle, tek bir Avrupa feodalizmi fikri tümüyle kurgudan ibaret. Farklı baskılara karşı kıta genelinde farklı feodalizmler gelişmiş.

Bugünün kapitalizmini feodalleştiren eğilimler açısından ele almak, iç içe geçen dört özelliğe sahip yeni sosyo-ekonomik yapıyı açıklama imkânı sunacaktır. Bu dört özellik şu şekildedir: Parsellenmiş egemenlik, yeni lordlar ve köylüler, hinterlandizasyon ve felâketçilik.

Parsellenmiş Egemenlik

Tarihçi Perry Anderson ve Ellen Meiksins Wood, egemenliğin parselizasyonunu Avrupa feodalizminin ana özelliği olduğunu söylüyor. Feodal toplum, Roma İmparatorluğu’nun başındaki idarenin “devletin yatayda ve dikeyde parçalı bir yapı olarak işlediği farklı yetki alanlarından oluşan bir yamalı bohçaya izin vermesiyle ortaya çıkıyor. Yerelliklerdeki düzenlemeler farklı biçimler alıyor, örneğin lordlarla krallar, ayrıca lordlarla vassallar arasında sözleşmeye dayalı ilişkiler kuruluyor ve bu ilişkiler bölgesel idareyi tamamlıyor. Hakemlik müessesesi hukuk düzeninin yerini alıyor. Legalite ile illegalite arasındaki ayrım silikleşiyor. Feodal lordlar, yasal baskı üzerinden köylülerden artığı aldığı ölçüde politik otorite ile ekonomik güç iç içe geçiyor. Baskı yasal, çünkü yetki alanları dâhilinde köylülere tatbik edilecek hukuka lordlar karar veriyor. Wood’un ifadesiyle, “Bunun sonucunda emeğin özel kişilerce sömürülmesi pratiği, kamunun idare, yargı ve kolluk gücü sahasında oynadığı rol ile birleşiyor.”

Neofeodalizmde ise toplumun doğrudan politik olan yönü kendisini yeniden ortaya koyuyor. Küresel finans kurumları ve dijital teknoloji platformları borçları, serveti dünyanın en yoksul kesiminden en zengin kesimine dağıtmak için kullanıyorlar. Ulus-devletler, belirli özel şirketlere arka çıkıp onları koruyorlar. Politik güç ekonomik güçle birlikte ve o olarak pratiğe dökülüyor, sadece vergiler değil, cezalar, rehinler, varlıklara el koyma pratikleri, lisanslar, patentler, yargı pratiği ve sınırlar bu uygulamanın sahası hâline geliyorlar. Aynı zamanda ekonomik güç, ondan devletin tayin ettiği hukukun menzili dâhilinde ondan istifade edenlere koruma sağlıyor. Dünyadaki servetin yüzde onu vergiden kaçmak adına offshore hesaplara akıtılıyor. Şehirler ve devletler, Apple, Amazon, Microsoft, Facebook ve Google/Alphabet ile birer egemen devletmiş gibi ilişki kuruyorlar. Onlarla müzakere yürüten devletler, bu şirketleri etkilemeye çalışıyorlar, ayrıca onların kabul ettikleri şartlar üzerinden bu şirketlerle işbirlikleri kuruyorlar. Para sıkıntısı çeken belediyeler, halkın parasına doğrudan el koymak adına, yeni ceza sistemleri geliştiriyorlar, yoksulun sırtına ağır yükler bindiriyorlar.

Punishment Without Crime [“Suçsuz Cezalandırma”] isimli kitabında Alexandra Natapoff, ABD’deki hapishane sisteminde kabahatler kanununun kapsamının oynadığı muazzam rolden bahsediyor. Yoksullar, siyahîler, uydurma suçlarla tutuklanıyorlar, karşı çıkmaları gereken cezaları çekmek, hapiste yatmak istemeyen insanlar ikna edilip suçu kabule zorlanıyorlar. Suçun kabul edilmesi sicile işlenmekle kalmıyor, ayrıca cezaya çarptırılan insanlar, o ücretleri ve cezaları ödeyemedikleri için bir kez daha cezalandırılıyorlar.

Michael Brown’ın katledilmesi sonrası Missouri’nin Ferguson kasabasında yaşanan isyan dalgası kapsamında adaletsizliğin ve yasal hâle gelmiş yasadışılığın kısa bir özetine tanık olmuştuk: “Şehirdeki mahkeme ve polis teşkilâtı, düşük gelirli Afrikalı-Amerikalılardan milyonlarca dolar alıyordu.” Buna karşın polise “gelirleri artırmak için tutuklama yapmaları ve ceza kesmeleri talimatı verildi.” Tıpkı feodal lordlara bağlı yardakçılar gibi polis de halkın elindeki değerlere el koymak için güç kullandılar.

Yeni Lordlar ve Köylüler

Feodal ilişkileri asıl tanımlayan unsur, köylülerin lordlar tarafından sömürülmesini mümkün kılan temel eşitsizliktir. Perry Anderson sömürücü tekelleri lordların kontrolündeki su değirmenlerine benzetir. Bu düzende köylüler, buğdayını lordun değirmeninde öğütmeye, bunun karşılığında para ödemeye mecburdur. Dolayısıyla köylüler kendilerine ait olmayan toprağı ekip biçmekle kalmazlar aynı zamanda, Marx’ın ifadesiyle, feodal lordun üretim sürecinin ve tüm toplumsal hayat sürecinin hem yöneticisi hem de efendisi olduğu koşullar altında yaşamak zorundadır. Kârın emtia üretimi aracılığıyla işçilerden elde edilen artık değere dayandığı kapitalist düzenin aksine feodalizmde değeri lordlar tekel, baskı ve kira yoluyla elde ederler.

Bugünün dijital platformları yeni su değirmenleri, o platformların milyarder sahipleri yeni lordlar, onlar için çalışan binlerce işçi ve onları kullanan milyarlarca insan ise yeni köylülerdir.

Teknoloji şirketleri, işgücünün küçük bir kısmını istihdam etmelerine rağmen muazzam bir etkiye sahiptirler, veri temini, veri madenciliği ve veri kullanımı gibi alanlarla ilgili tüm sektörleri bu şirketler biçimlendirirler. Az sayıda işçiyi çalıştırması, dijital teknolojinin düzeni yeniden feodalleştirme eğiliminin somuttaki bir göstergesidir. Bu düzende sermaye birikimi emtia üretimi ve ücretli emekten ziyade hizmetler, kiralar, lisanslar, ücretler, ücretsiz yapılan (çoğunlukla katılım maskesi ardında gerçekleşen) işler ve doğal bir kaynak olarak ele alınan veriler üzerinden sağlamaktadır. Kendilerini aracılar olarak konumlandıran platformlar, kullanıcı faaliyetleri için gerekli zemini teşkil ederler, ayrıca kişiler arası ilişkilerin kurulması için gerekli koşulları belirlerler.

Google alabildiğine yoğun ve değişen bir bilgi ortamında bilginin bulunmasını mümkün kılar. Amazon, ürünleri kolayca bulmamızı, fiyatları kıyaslamamızı, eski ve adı sanı bilinmeyen satıcılardan ürün almamızı sağlar. Uber, yabancıların aynı araçta yolculuk etme imkânı sunar. Airbnb aynı işi evler ve apartmanlar için yapar. Tüm bu şirketlerse devasa veri üretimi ve dolaşımına tabidirler.

Platformlar, sadece veriye bağımlı olmakla kalmazlar ayrıca o verileri üretirler de. Platformları kullanan insan sayısı arttıkça, bu platformlar daha güçlü ve daha etkili hâle gelmekte, nihayetinde parçası oldukları ortamı dönüştürmektedirler.

Platformlar değere iki kat daha fazla el koyma imkânına sahiptir. Köylülerin başka tercihi olmadığı için mecburen kullandıkları su değirmenlerinden farklı olarak platformlar bankalar, kredi kartları, telefonlar ve yollar türünden kullanılması gereken bir araç olarak takdim ederler, aynı zamanda bu platformlar kullanıldıkça sahiplerine veri üretirler. Kullanıcılar hizmet için para öderler, bunun yanında platform bir de hizmet kullanımı üzerinden üretilen verileri toplar. Bulut platformları kiraları ve verileri tıpkı parsellenmiş topraktan alınan kira gibi toplar.

Uber ve Airbnb bu konuda uç örneklerdir. Bu şirketler hiçbir şeyin sahibi değildir, sadece kendi bakımından, eğitiminden ve araçlarından sorumlu olan, şirket bünyesinde çalışmayan işgücünden istifade etmektedir. Kişi kendi aracı, kişisel kullanım için değildir. O para kazanmak için vardır. Bir kişinin dairesi yaşamak değil kiralanmak içindir. Uber ve Airbnb isimli platformların başındaki lordların elinde sermaye ve veri biriksin diye kişisel mülkler birer araç hâline gelmekte, böylece tüketim maddeleri birikim araçları olarak yeni bir içeriğe kavuşmaktadır. Bu köylüleşme eğilimi, yani kişinin üretim aracına sahip olduğu ama emeğiyle platform sahibinin sermayesini artırdığı bu yönelim kesinlikle neofeodaldir.

Teknoloji devleri sömürücüdür. Tıpkı haraç düzeninde olduğu gibi burada da teknoloji devlerinden kesilen vergiler kısılır ve para toplumdan kesilir. Bu şirketler yüzünden kiralar yükselir, emlak fiyatları artar, ucuz evler, küçük işletmeler silinir, düşük gelirli insanların sayısı artar.

Shoshana Zuboff’un “gözetim kapitalizmi” ile ilgili incelemesi, teknolojik feodalizmin askerlik hizmetleri ile ilgili boyutuna ışık tutuyor. Geçmişte krallarla işbirliği kuran lordlar gibi Facebook ve Google da güçlü devletlerle işbirliği kurmakta, bu güçlü devletlerin hukuken toplayamadıkları bilgileri onlarla paylaşmaktadır.

Neticede bugün ağlar üzerine kurulu teknolojilerin bilgi toplama ve kaynakları sömürme ile ilgili yönü alabildiğine yaygınlaşmış, kaçınılmaz hâle gelmiş, her yere izinsiz girme imkânına kavuşmuş durumdadır.

Bugünkü düzeni düz manada köylüler ve lordlar dönemi olarak niteleyemeyiz elbette ama zenginle fakir arasındaki uçurumun derinleştiği koşullarda şirketleri, sahiplerini ve toprak ağalarını koruyan hukuk düzeninin de katkısıyla işçi sınıfını ve alt sınıfları yoksullaştırdığını, belirli alanlara hapsettiğini görmek gerekmektedir.

Hinterlandizasyon

Neofeodalizmin üçüncü bir özelliği, canlı ve korunaklı merkezleri çevreleyen tarımsal ve ıssız art bölgelerden oluşan ve feodalizmi andıran bir mekânsallıktır. Bunu aynı zamanda şehir ve ülke, kentsel ve kırsal, kent komünleri ve çevredeki kırsal kesim arasındaki bir bölünme veya daha soyut olarak, dışarısı ile duvar örülmüş bir içerisi arasında neyin güvende neyin tehlikede, kimin refah içerisinde kimin tehlikede olduğunu belirleyen bir ayrım olarak da nitelendirebiliriz.

Wood, orta çağ şehirlerinin en temelde “krallar, imparatorlar ve papalar için yürütülen ticaret ve finansal hizmetler aracılığıyla zenginleşmiş hâkim sınıflardan” oluşan oligarşiler olduğunu söyler. “Kırsaldan şu veya bu şekilde servet elde ederek onun üzerinde kolektif bir hâkimiyet kurdular” diyen Wood, ayrıca şehirlerin dışında, dayanılmaz koşullarla karşı karşıya kalarak yaşamak ve çalışmak için yeni yerler arayan, ancak çoğu zaman çaresiz kalan göçebeler ve göçmenlerden söz eder.

ABD hinterlantları, uzun süre kendilerinin ve çocuklarının hayatlarının gerçekten daha iyi olabileceği ümidiyle oyalanmış kapitalist bir geçmişe dair hayallerin mekânlarıdır. Onları daha ucuz emek gücü için geride bırakan endüstriyel bir kapitalizmin kalıntıları arasında hinterlantlar, neofeodalizmin yeni, yoğunlaşmış sömürüsü için olgunlaşmış durumdadır. Artık şeyleri yapmıyor olan hinterlantlardaki insanlar, depolar, çağrı merkezleri, dolar mağazaları ve fast food ile kendilerini idame ettiriyorlar.

Phil A. Neel’in son kitabı Hinterland, Çin, Mısır, Ukrayna ve ABD’nin ortaklaştığı benzer yönelimleri aktarırken, hepsinde aşırı yüklenmenin eşiğinde terk edilmiş virane arazileri ve şehirleri olan bölgelerle karşılaşılabileceğinden bahseder.

Siyasi olarak, hinterlantların çaresizliği, şehirler dışındaki kişilerin, bazen çevresel sorunlar (hidrolik kırılma ve boru hattı mücadeleleri), bazen karadaki sorunlar (özelleştirme ve kamulaştırma), bazense hizmetlerin azaltılması (hastane ve okul kapanması) etrafında şekillenen hareketlerde kendini açıkça gösterir. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki silâh politikası hinterlantları kentlere karşı konumlandırmaktadır. Ayrıca kentler ve hinterlantlar arasındaki ayrımın şehirler içerisinde yeniden üretildiğini de söyleyebiliriz. Bu durum, hem yoksul alanların terk edilmesi hem de kapitalist soylulaştırmanın toprak gaspı içinde yok edilmesinde kendini gösterir. San Fransisko, Seattle, New York, Los Angeles örneklerini düşünürsek, bir şehir zenginleşirken giderek daha fazla insan evsizleşmektedir.

Toplumsal yeniden üretime artan ilgi hinterlandizasyona, yani yaşanabilir bir hayatın temel koşullarını yeniden üretme kapasitesinin kaybına karşılık gelmektedir. Bu durum, artan intihar oranları, anksiyete ve uyuşturucu bağımlılığı, azalan doğum oranları, düşük yaşam beklentisi ve Amerika Birleşik Devletleri’nde psikotik bir toplumsal kendini yok etme hâli olan toplu silâhlı saldırılarda gözlenebilir. Bu, çöken altyapılar, içilemeyen sular ve nefes alınamayacak düzeyde havalarda da görülebilir. Hinterlantlar, insanların vücutları ve kara parçaları üzerine yazılmaktadır. Hastane ve okulların kapanması ve temel hizmetlerin azalmasıyla hayat daha umutsuz ve belirsiz hâle gelmektedir.

Felâketçilik

Son olarak, neofeodalizm boğucu bir felâket hissiyatına bağlı olarak güvensizliği ve kaygıyı da beraberinde getiriyor. Güvensiz hissetmek içinse geçerli nedenler var. Eşitsizliğin giderek arttığı ve ısınmakta olan bir gezegende, toplumsal artık değere kapitalistler tarafından el konulmasının başlı başına bir felâket olduğunu kimse inkâr edemez.

Apokaliptik bir güvensizlik hâlini bir arada tutan ve güçlendiren gevşek ve mistik bir neofeodal ideoloji, okült, tekno-pagan ve anti-modernliğin bağrında şekilleniyor gibi gözüküyor. Örnekler arasında Jordan Peterson’ın mistik Jungculuğu ve Alexander Dugin’in Atlantis ve Hyperborea’sının mitik jeopolitiğini sayabiliriz. Keza PayPal’ın milyarder kurucusu Peter Thiel gibi özgürlüğün demokrasiyle bağdaşmadığını savunan, teknoloji sektöründeki yeni-gericilerin yükselişine de dikkat çekebiliriz.

2012’deki bir derste Thiel, feodalizm ile yenilikçi teknoloji şirketleri arasındaki bağlantıyı açıklıyordu: “Hiçbir kurucu ya da CEO’nun mutlak gücü yoktur. Var olan durum, daha ziyade arkaik bir feodal yapıya benzer. İnsanlar, en tepedekileri her türlü güç ve yetenekle donatır ve daha sonra işler ters gittiğinde de, onları suçlarlar.” Diğer Silikon Vadisi kapitalistleriyle birlikte Thiel, servetini demokratik yaptırımlara karşı korumakla ilgilendiği için, vergilendirmeden kaçmak adına denizde yaşam ve uzay kolonizasyonu gibi göç ve tecrit stratejilerini savunuyor. Aşırı kapitalizm, neofeodalizmin radikal âdem-i merkeziyetçiliğine kadar uzanıyor.

Neofeodal yarılmanın diğer tarafındaki insanlar arasında ise, anksiyete ve güvensizlik hissiyatı; umutsuz ve bitimsiz bir ıstırabı yatıştırmak için kullanılan (uyuşturucu, alkol ve yiyecekler gibi) şeylerden daha az gündemdedir. Emily Guendelsberger, iş yerindeki sürekli teknolojik gözetimin neden olduğu stresi anlatırken, kotaları karşılayamayan, birkaç saniye geç kalan veya sıkça lavaboyu kullanan insanların işten atılma riskini örnek veriyor. “Depresyon ve anksiyete”, bunlar gibi tekrara dayalı, düşük kontrollü, yüksek stresli; teknolojik olarak gözetim altında olan bir çalışma biçimine bağlı işlerle doğrudan ilişkilidir. Ücret hırsızlığının yaygınlaşması sonucunda esnek ve değişken ödemeli diye alkışlanmakta olan belirsiz mesai saatleri, stresli ve hissizleştiricidir. Neofeodal felâket, bireysel ölçek kadar aile ve yerel ölçek de gerçekleşebilir. Birkaç nesil daha bu toplumsal felâketleri yaşadığında ise iklim değişikliği konusunda harekete geçmek daha zor olacaktır.

III.

Bugünkü güvencesiz kapitalizmimizi post-kapitalist, neofeodal bir şey olarak düşünmenin ne gibi bir yararı vardır? Neofeodalizm hipotezi, Kotkin gibi muhafazakârlar için neyi savunmak istediklerini (karbon kapitalizmi ve Amerikan yaşam tarzı) ve kime karşı savaşmaları gerektiğini (orta sınıf üzerinden kendilerini zenginleştiren kapitalist elitlere, yani yeşilci ileri teknoloji girişimcileri ve onların finans alanındaki müttefikleri) belirlemelerine yardımcı oluyor. Neofeodalizm, kapitalist sınıfın fosil yakıtlar, gayrimenkul ve büyük tarım alanları gibi belirli bölümlerine yönelik işçi sınıfının desteğini sağlamayı hedefleyen bir teşhisin parçasıdır.

Sol görüşlüler açısından neofeodalizm kavramı, politik çatışmanın ilk elden neoliberalizmden kaynaklandığını anlamamızı sağlar. Bugünkü büyük yüzleşme, demokrasi ve faşizm arasında gerçekleşmemektedir. Bu formülasyon liberaller arasında popüler olmasına rağmen, finansörler, medya ve emlak grupları, karbon ve teknoloji milyarderleri gibi oligarkların gücü göz önüne alındığında pek de mantıklı görünmez. Günümüze, yükselen faşizmin tehdit ettiği demokrasiler olarak bakmak, küresel olarak şebekelenmiş iletişim kapitalizminin azdırdığı yaygın öfke ve hoşnutsuzluğa dikkat çevirmemizi engelliyor. Sağa yönelen politikleşmenin temelinde ekonomi yatmaktadır. Karmaşık ağlar, aşırı eşitsizliği ve kazananın payın hepsini veya en çoğunu kazandığı türden dağılımları üretiyor. Sağa yöneliş ise eşitsizliğin derinleşmesinin bir karşılığı olarak karşımıza çıkıyor. Solun zayıf olduğu veya ana akım medya ve kapitalist siyasi partiler tarafından siyasi görünürlüğünün engellendiği bir ortamda, halkın öfkesi sisteme saldırmaya istekli başka kesimler aracılığıyla ifade kanalları buluyor. Şu anda, ‘bu başkaları’ aşırı sağcılar.

Dolayısıyla neofeodalizm üzerine düşünmek, bizi aşırı ekonomik eşitsizliğin siyasal toplum ve kurumlar üzerindeki etkisiyle yüzleşmeye zorlar. Milyonlarca insan iklim göçmenlerine dönüşürken ve beklentileri giderek zayıflayıp yalnızca hayatta kalma mücadelesi verirken, milyarderlerin trilyonlarca dolarlık servetleri ile satın aldıkları topraklarda kendilerini tecrit ettiği gerçeğini gündeme almamızı sağlar.

Neofeodalizm bahsi, aynı zamanda emek ilişkilerindeki bir değişikliğe işaret eder. Sosyal demokrasi, emek ve sermaye arasındaki bir uzlaşmaya dayanıyordu. Küresel Kuzey’in çoğunda örgütlü emek bir parça iyi yaşam standardı karşılığında işbirliğine açık bir işçi sınıfı sunuyordu. Emeğin yenilgisi ve buna müteakip, refah devletinin parçalanması, kapitalist sömürü ile uzlaşmayı hedefleyen bir stratejinin iflas ettiğini kanıtlamış olmalı. Yine de bazı sosyalistler, sanki kapitalistler stok yapmayı üretimden daha cazip kılan piyasa mantığına tabi değillermiş de yalnızca incelik olsun diye teslim oluyorlarmış gibi daha kibar ve daha uysal bir kapitalizm umutlarını sürdürüyorlar.

Neofeodal hipotez bize, kapitalizmin sürdürülmesi üzerine kurulacak olan herhangi bir emek mücadelesinin başarısızlığa uğrayacağını gösteriyor. Kapitalizm ise zaten çoktan daha kötü bir şey hâline geldi bile.

Küresel Kuzey’in hizmet ağırlıklı ekonomilerinde çoğunluk, hizmet sektöründe çalışmaktadır. Bazıları, telefonlarının, bisikletlerinin, arabalarının ve evlerinin kişisel mülk olarak karakterlerini kaybederek üretim araçlarına veya rant elde etme araçlarına dönüştürüldüğü bir tablo ile karşı karşıya. Başkalarının sahip olduğu platformlara bağlı olan tüketim kalemleri ve hayatın sürdürülmesi için gerekli olan araçlar, artık platform sahiplerinin birikiminin birer aracı. Çoğumuz, yalnızca yüksek kazançlıların ihtiyaçlarına hizmet ederek hayatta kalabilen mülksüz bir alt sınıfı oluşturuyoruz.

Çalışma İstatistikleri Bürosu tarafından yayımlanan bir rapor, önümüzdeki on yıl içinde en fazla artacak iş alanının sağlık sektörü değil, insanlara banyo yaptırmak ve onları temizlemek gibi bakımları üstlenecek olan kişisel bakım yardımcılığı olacağını belirtiyor. Yönetici sınıfın (temizleyiciler, aşçılar, bakkallar, kasiyerler, teslimatçılar, depo personeli ve diğerlerinden oluşan) muazzam bir hizmet sektörüne bağımlı olması, işçilerin güçlerini yönlendirebilecekleri zayıf noktalar ile yeni mücadele alanlarına işaret ediyor. Hemşireler, Amazon işçileri ve diğerlerinin grevleri, varlıklıların hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları araçlara erişimlerini engelleyerek onların kendilerine muhtaç olduğu gerçeğini hedef alıyor. Eğer kapitalist dönemdeki emek mücadeleleri üretim meselesine öncelik verdiyse neofeodalizm döneminde ise hizmet meselesine önem veriyor.

Son olarak, neofeodalizm çağdaş solun temel bir zayıflığını tespit etmemize imkân sağlıyor. En çok geçerliliği olan sol fikirler, neofeodalizme karşı koymaktan ziyade onu onaylayan fikirlerdir. Yerelcilik parselleşmeyi teşvik eder. Teknoloji ve platform yaklaşımları hiyerarşiyi ve eşitsizliği pekiştirir. Belediyecilik, hinterlandizasyon ile bağlantılı olarak kent-kır ayrımını tasdik eder. Geçim ve hayatta kalmaya yönelik vurgular, köy ekonomilerinin gezegenin sadece kentlerde yaşayan yarısı için değil (Kuzey Amerikalıların yüzde 82’si ve Avrupalıların yüzde 74’ü), aynı zamanda iklim değişikliği, savaş ve ticari arazi hırsızlığı nedeniyle yerinden edilen milyonlar için de mantıklı olabileceğini ileri sürer. Öte yandan hinterlantlarda yaşayanların pek çoğu, tarımsal işle hayatta kalamayacakları politik, kültürel, ekonomik ve iklimsel koşullarla karşı karşıyadır. Evrensel Temel Gelir savunulamaz bir ‘hayatta kalma’ yaklaşımıdır. Bu yaklaşım, hinterlantlardaki insanların hayatlarını ancak idame ettirebilecekleri, şehirdeki insanların ise ev sahiplerine teslim etmelerine zar zor yetecek bir gelir vaat etmektedir. Felâketçilik, önümüzdeki birkaç yüz yıl önemli değilmişçesine, umut etmeyi ve çabalamayı aşağılayan, günümüze has, her şeye boş yere itiraz eden, olumsuz yaklaşan tavra yol açar.

Hepsi bir arada düşünüldüğünde, güncel sol fikirler, geçimlik tarım ve el emeği peynir üretimi yapan küçük gruplar önermektedirler. Bu, belki de şehirlerin uç bölgelerinde hayatını sürdürmeye çalışan kapalı yerleşimlerin, kent bostanlarının ya da dronla çalışan teknoloji işçilerinin tecrübe ettikleri şeylerdir. Bu tür gruplar, yaşamlarını müşterek bir şekilde yeniden üretirler, ancak yeniden ürettikleri müşterekler, zorunlu olarak küçük, yerel ve sayıları zorunlu olarak sınırlı olduğu ölçüde münhasır ve özlemleri yaygın olmaktan ziyade kültürel olarak spesifik olduğu içinse elittir.

Düşük ücretli veya ücretsiz emekle uğraşan insanlardan oluşan çok uluslu bir işçi sınıfının kurtuluşuna demirlemiş bir bakış açısının aksine neofeodalizm kavramını popüler sol sahasında kullananlar, bir işçi sınıfı göremezler. Bazı solcuların “çalışma sonrasını hayal etmek lâzım” dediği koşullarda iş denilince akla, romantik ve risksiz tarım faaliyetleri veya “maddi olmayan emek” anlamında teknoloji çalışmaları geliyor. Şimdiye kadar, çağrı merkezinde çalışanların maruz kaldığı ağır ve sıkıcı çalışma biçimi ve bunun yanı sıra Facebook gibi sitelerdeki yasadışı, rahatsız edici içeriklerin gözetimi için gösterilen emeğin travma tetikleyici karakteri “maddi olmayan emek” fikrinin yetersizliğinin reddedilemez olduğunu göstermiş olmalı. Ayrıca çalışma meselesini aşan tahayyüllerin, toplumsal yeniden üretim ve bunun için gerekli olan envai çeşit emeği, altyapının üretimini ve devamlılığını, bunun temelini oluşturan devlet organizasyonunu yok saydığı benzer bir şekilde görünür olmalıdır.

Neofeodalizm hipotezi, bu hâliyle popüler sol fikirlerin hem cazibesini hem de zayıflığını görmemize imkân sağlıyor. Bu fikirlerin cazip gelmelerinin sebebi, baskın bir duyguya hitap etmelerindendir. Bu baskın his neofeodalizm eğilimlerinin bir ifadesi olduğu içinse zayıftırlar.

Tıpkı kapitalizm altında feodal ilişkiler nasıl devam ediyorsa, neofeodalizm altında da kapitalist üretim ve sömürü ilişkileri devam eder. Aradaki fark ise kamulaştırma, tahakküm ve zor gücü gibi kapitalist olmayan unsurların işgücü piyasasında serbest ve eşit aktörlerin ancak bir kurguda bir araya gelebileceğini düşündürecek kadar güçlenmiş olmasıdır. Bu rant ve borç birikiminin kârdan daha fazla olduğu ve böylelikle bir işin ücret ilişkisini giderek aşmakta olduğu anlamına gelir.

Peki kapitalizm küresel olduğunda ne olur? Dijital ağlar ve kişiselleştirilmiş kitlesel medya aracılığıyla insan yaşamının özelliklerini üreterek, kapatarak ve “kazarak” kendi içine kapanır. Bu kendi kendini yeme hâli, çoğunluğun hinterlantlarda başıboş dolaştığı, giderek ruhsuzlaştığı koşullarda, yeni lordlar ve yeni serfler, muazzam servetler ve aşırı eşitsizlik ayrıca bu eşitsizliği güvence altına alan parsellenmiş egemenlik üretir.

Jodi Dean
12 Mayıs 2020
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder