I.
2019
tarihli Capital is Dead [“Sermaye Öldü”] isimli kitabında McKenzie Wark
şu soruyu soruyor: “Peki ya şu an kapitalizm koşullarında değil de ondan daha
beter bir düzende yaşıyorsak?
Bu
kışkırtıcı, bugüne dek mutlak bellediğimiz şeyleri ayaklar altına alan,
rahatsız edici soru, antikapitalistleri hiç üzerinde kafa yormadıkları,
kapitalizmin bir uzanımı hakkında düşünmeye zorluyor.
Eskiden
kapitalizmi komünizmin izleyeceği düşünülürdü, komünizm burada olmadığına göre
biz hâlen daha kapitalizm koşullarında yaşamıyor muyuz yani? Bu soru
cevaplanmadığı ölçüde politik analize de mani oluyor. Tarihsel determinizmin
katı yorumuna karşı çıkıyorsak eğer, bizim kapitalizmin niteliksel açıdan
farklı bir şeye dönüşme ihtimalini de göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
Wark’un
sorusu bizi düşünsel bir pratiğe davet ediyor aslında. Hepimizi kapitalizmin
daha kötü bir şeye dönüştüğünü ortaya koyan eğilimleri görmeye zorluyor.
Son
on yıl içerisinde gündeme gelen “neofeodalizm” kavramı, genellikle aşırı
eşitsizlikle, genele yayılmış güvencesizlikle, tekellerin gücüyle ve devlet
düzeyinde yaşanan değişikliklerle ilişkilendiriliyor.
Liberter
ekonomist Tyler Cowen’ın dünyada kalıcılaşan aşırı eşitsizliğe, otomasyona
dayalı ekonomiye yönelik vurgusundan istifade eden muhafazakâr coğrafyacı Joel
Kotkin, ABD’nin gelecekte kitlesel serfliğe doğru evrileceği öngörüsünde
bulunuyor. Bu düzende mülksüz alt sınıflar, yüksek gelirli kişilerin
ihtiyaçlarının giderilmesi noktasında kişisel asistan, eğitimci, çocuk
bakıcısı, aşçı, temizlikçi vs. olarak hizmet etmek suretiyle hayatta kalmaya
çalışacaklar. Bu neofeodal kâbustan uzak durmanın yegâne yolu ise Amerika’daki
varoşlarda insanların ev sahibi olmasını, yollarının açık tutulmasını sağlayan
istihdam düzeyi yüksek sektörlere, inşaat, emlak, petrol, doğal faz ve
otomobil, ayrıca şirketlerin elindeki tarım işletmelerine teşvikler verip bu
sektörleri düzenlemeci müdahalelerden ari tutmak.
Friedrich
Hayek’in sosyalizme yönelik saldırısı dâhilinde üzerinde durduğu serflik
denilen hayaletten farklı olarak, Kotkin düşmanı bizzat kapitalizmin içinde
arayıp buluyor. Yüksek teknoloji, finans ve küreselleşme, kimi yönlerden sanayi
kapitalizminin zuhur ettiği kaotik döneme nazaran hareket önündeki güçlü
engelleriyle daha çok feodal yapıya benzeyen yeni bir toplumsal düzen meydana
getiriyor. Bu liberterlerde ve muhafazakârlarda karşımıza çıkan muhayyilede
feodalizm, eskiden düşman olarak görülen komünizmin yerini alıyor.
Merkezîleşmenin yol açtığı tehdidin yanında özel mülkiyete yönelik tehdit de
komünizm bağlamında kullanılan ideolojik unsurlar olarak yeniden gündeme
getiriliyor.
Bir
dizi teknoloji yorumcusu, fosil yakıtlara ve kenar mahallelere onay vermeseler
bile, liberterlerin ve muhafazakârların teknolojinin günümüzdeki feodalleşme
sürecinde oynadığı role ilişkin eleştirilerini paylaşıyor.
2010’da
epey ses getirmiş olan kitabı You Are Not a Gadget’ta [“Sen Bir Alet
Değilsin”] teknoloji yazarı Jaron Lanier, internetin köylülerinin ve
efendilerinin ortaya çıktığı tespitinde bulunuyor. Bu mevzu, bir avuç teknoloji
şirketinin daha zengin, daha istismarcı olması, sahiplerini çalıştırdıkları
işçilerin ucuz emeği, kullanıcılarının ücretsiz emeği ve iş imkânı sunuyor diye
şehirlerin yaptıkları vergi indirimleri sayesinde milyarderler hâline getirmesi
ile birlikte daha fazla gündeme gelmeye başladı. Apple, Facebook, Microsoft,
Amazon ve (Google’ın kardeş kuruluşu) Alphabet’in toplam değeri, ABD, Çin,
Almanya ve Japonya dışında kalan ülkelerin her birinin servetinden daha büyük.
Bu teknoloji devlerinin veya ağalarının ulaştığı etki ve ekonomik ölçek, egemen
olduğu iddiasındaki birçok devletin etkisinden ve ölçeğinden daha büyük. Evgeny
Morozov, bu şirketlerin ulaştıkları hâkimiyet düzeyi üzerinden “feodalizmin
hiper modern formu oluştu” yorumunu yapıyor.
Albert-László
Barabási ise özgür seçim, büyüme ve tercihe bağlı ilişkilenme pratiklerinin
tayin ettiği karmaşık ağlardan oluşan yapıya dair analizinde neofeodalizm
meselesine dayanak oluşturan süreçleri açıklığa kavuşturuyor. Yazara göre bu
ağlar, insanların gönüllü bir biçimde birbirleriyle bağlar kurdukları veya
tercihlerde bulundukları yerler. Site başına düşen link sayısı zamanla artıyor,
insanlar başkalarının sevdiği şeyleri seviyorlar (Mesela Netflix öneri sistemi,
tam da bu tespiti temel alıyor.)
Karmaşık
ağlardaki link dağılımının ardından güçlünün hukuku devreye giriyor. Bu hukuk
bağlamında en popüler olan konu iki kat daha fazla tık alıyor, ona daha fazla
link veriliyor. Aynı durum, üçüncü sıradaki için de geçerli. Böylece dağıtım
eğrisinin sonundaki konular önemsizleşiyor. “Kazanan hepsini alır” veya
“kazanan daha fazla etkiye sahip olur” kanunu dağıtım sürecini biçimlendiriyor.
En üstteki en alttakinden çok daha fazlasına sahip oluyor. Dağıtım, zaman
içerisinde çan eğrisi şeklini almıyor. Uzun bir kuyruk biçimini alıyor. Bu
düzende bir iki milyardere bir milyar güvencesiz işçi düşüyor.
Karmaşık
ağların mevcut yapısı, herkesi içermeyi, kucaklamayı öngören pratikleri davet
ediyor. Ağa daha fazla konu başlığı girildikçe, en üsttekiler daha fazla ödül
kazanıyor. Rekabet kızışıyor. Dikkat, kaynak, para, iş, yani ağa biçim veren
her şey için rekabet ediliyor. Böylece özgür seçim, büyüme ve tercihe bağlı
ilişkilenme, hiyerarşiyle neticeleniyor. Güçlünün hukukunun belirleyici olduğu
dağıtım sürecinde en üsttekiler en alttakilere kıyasla daha fazla şeye sahip
oluyorlar.
Bu
hukuk, ille de gerçekleşmek zorunda değil. Onun durdurulması mümkün. Ama bunun
için politik iradeye, iradenin uygulanabilmesi için de kurumsal güce ihtiyaç
var. Oysa yirminci yüzyılın neoliberal politikaları, özgür seçimi, büyümeyi ve
tercihe bağlı ilişkilenme pratiklerini durdurmak şöyle dursun onları mümkün
kılan koşulları yaratmak için çabaladılar.
Quinn
Slobodian’ın Globalists: The End of Empire and the Birth of Neoliberalism
[“Küreselciler: İmparatorluğun Sonu ve Neoliberalizmin Doğuşu”] isimli
çalışması, neoliberalizmin dünya ticaretini geliştirmek adına ulus-devletlerin
ekonomileri üzerindeki otoritesini kırma stratejisinden bahsediyor. Küresel
Güney’in sömürgecilik sonrası döneme yeni geçen ülkelerinin tazminatlar, kendi
doğal kaynakları üzerinde egemenlik tesis etme, emtia fiyatlarını istikrara
kavuşturma ve ulusötesi şirketleri düzenlemelere tabi kılma ile ilgili
taleplerinin tehdidini hisseden yetmişlerin neoliberalleri, “ulusal
hükümetlerin otoritelerini ortadan kaldırmaya çalıştılar.” Neoliberaller,
düzenleme meselesini farklı düzeylerde ele alan bir yaklaşımı ve sermayenin
hükümetleri disipline ettiği, ama kendisinin demokratik kontrolden muaf olduğu
rekabetçi federalizmi savundular. Slobodian’ın incelediği bu neoliberallerden
olan Hans Willgerodt’un ifadesiyle, “yeni rekabetçi federalizm, devletin
egemenliğini federal yapılarla paylaşmasına, ayrıca uluslararası hukuka bağlı
olmasına ihtiyaç duyuyordu.”
Albena
Azmanova’nın Capitalism on Edge [“Kapitalizm Eşikte”] isimli çalışması,
neoliberalizmin kökenlerine odaklanmak yerine, pratikte neoliberalizmin
güvencesizliğin hâkim olduğu yeni bir tür kapitalizme yol açtığı yolları ortaya
koyuyor. Deregülasyonu ve küresel serbest ticareti dayatan politikaların
beklenmedik sonuçlara yol açtığı görülüyor. Dünya piyasası “ticaret anlaşmaları
ile ulusötesi üretim ağlarına entegre olan ulusal ekonomiler sistemine
dönüşüyor.” Bu ağların ulusal ekonomilere yaptığı katkının belirsiz ve müphem
olması sebebiyle ulusal ekonomilerin rekabet etme becerisini muhafaza etmesi en
önemli politik mesele hâline geliyor. Rekabet etme becerisi devletin hedefi
olarak rekabetin kendisinin ve büyümenin yerini alıyor, bu da devletlerin oyun
sahasının kendisini veya tekellerin sökülüp atılmasını değil de belirli
ekonomik aktörlere, bilhassa kâr amacıyla dünyadaki rekabet sahasında gayet iyi
performans ortaya koyacak konuma sahip olanlara yardım yapmayı öne almalarına
neden oluyor. Özel sektörün her daim kamusal fonlardan yararlandığını kabul
eden Azmanova, kamusal otoritenin şirketlere bu imtiyazı bağışladığı yeni bir
kapitalizm biçimi üzerinde duruyor. Devletler, tekellerin belini kırmak için
sürece asla müdahale etmiyorlar. Hatta bilâkis, onlara yol açıp ödüller
dağıtıyorlar.
Tekellerin
belirli sektörlerde birikmesi, eşitsizliğin yoğunlaşması ve devletin piyasaya
tabi hâle gelmesi ile birikim süreci de dönüşüyor, bu dönüşümse emtia üretimi
kadar kira, borç ve güç aracılığıyla da gerçekleşiyor. Azmanova’nın da
vurguladığı biçimiyle, rekabetten ari tutulan, enerji, demiryolu, geniş bant
hizmetleri gibi ekonomi sektörlerinin özelleştirilmesi, sahiplerine “imtiyazlı
rantiye statüsü” kazandırıyor. Dünya ölçeğinde ise bilgi ve teknoloji
sektörlerinde fikri mülkiyet hakları üzerinden elde edilen kira gelirleri,
emtia üretiminden elde edilen gelirleri aşıyor.
ABD’de
finans hizmetlerinin GSYİH’ye katkısı, mamul ürünlerin yaptığı katkıdan daha
fazla. Sermaye, üretim alanına yatırım yapmıyor. Kira olarak tüketilip yeniden
dağıtılıyor. Değerleme süreçleri fabrikanın dışına taşıyor, gözetim, baskı ve
şiddete tabi, alabildiğine karmaşık, spekülatif ve istikrarsız devreler
dâhilinde işliyor.
Kapitalizm
kendisini neofeodalizme dönüştürüyor.
II.
“Neofeodalizm”
kavramını kullanmamız, günümüzde haberleşmeye veya ağlara dayanan kapitalizmin
Avrupa feodalizminin tüm özelliklerini yeniden ürettiğini söylüyoruz anlamına
gelmiyor. Esasında tarihçilerin de başarıyla ortaya koyduğu biçimiyle, tek bir
Avrupa feodalizmi fikri tümüyle kurgudan ibaret. Farklı baskılara karşı kıta
genelinde farklı feodalizmler gelişmiş.
Bugünün
kapitalizmini feodalleştiren eğilimler açısından ele almak, iç içe geçen dört
özelliğe sahip yeni sosyo-ekonomik yapıyı açıklama imkânı sunacaktır. Bu dört
özellik şu şekildedir: Parsellenmiş egemenlik, yeni lordlar ve köylüler,
hinterlandizasyon ve felâketçilik.
Parsellenmiş
Egemenlik
Tarihçi
Perry Anderson ve Ellen Meiksins Wood, egemenliğin parselizasyonunu Avrupa
feodalizminin ana özelliği olduğunu söylüyor. Feodal toplum, Roma
İmparatorluğu’nun başındaki idarenin “devletin yatayda ve dikeyde parçalı bir
yapı olarak işlediği farklı yetki alanlarından oluşan bir yamalı bohçaya izin
vermesiyle ortaya çıkıyor. Yerelliklerdeki düzenlemeler farklı biçimler alıyor,
örneğin lordlarla krallar, ayrıca lordlarla vassallar arasında sözleşmeye
dayalı ilişkiler kuruluyor ve bu ilişkiler bölgesel idareyi tamamlıyor.
Hakemlik müessesesi hukuk düzeninin yerini alıyor. Legalite ile illegalite
arasındaki ayrım silikleşiyor. Feodal lordlar, yasal baskı üzerinden
köylülerden artığı aldığı ölçüde politik otorite ile ekonomik güç iç içe
geçiyor. Baskı yasal, çünkü yetki alanları dâhilinde köylülere tatbik edilecek
hukuka lordlar karar veriyor. Wood’un ifadesiyle, “Bunun sonucunda emeğin özel
kişilerce sömürülmesi pratiği, kamunun idare, yargı ve kolluk gücü sahasında
oynadığı rol ile birleşiyor.”
Neofeodalizmde
ise toplumun doğrudan politik olan yönü kendisini yeniden ortaya koyuyor.
Küresel finans kurumları ve dijital teknoloji platformları borçları, serveti
dünyanın en yoksul kesiminden en zengin kesimine dağıtmak için kullanıyorlar.
Ulus-devletler, belirli özel şirketlere arka çıkıp onları koruyorlar. Politik
güç ekonomik güçle birlikte ve o olarak pratiğe dökülüyor, sadece vergiler
değil, cezalar, rehinler, varlıklara el koyma pratikleri, lisanslar, patentler,
yargı pratiği ve sınırlar bu uygulamanın sahası hâline geliyorlar. Aynı zamanda
ekonomik güç, ondan devletin tayin ettiği hukukun menzili dâhilinde ondan
istifade edenlere koruma sağlıyor. Dünyadaki servetin yüzde onu vergiden kaçmak
adına offshore hesaplara akıtılıyor. Şehirler ve devletler, Apple, Amazon,
Microsoft, Facebook ve Google/Alphabet ile birer egemen devletmiş gibi ilişki
kuruyorlar. Onlarla müzakere yürüten devletler, bu şirketleri etkilemeye
çalışıyorlar, ayrıca onların kabul ettikleri şartlar üzerinden bu şirketlerle
işbirlikleri kuruyorlar. Para sıkıntısı çeken belediyeler, halkın parasına
doğrudan el koymak adına, yeni ceza sistemleri geliştiriyorlar, yoksulun
sırtına ağır yükler bindiriyorlar.
Punishment
Without Crime [“Suçsuz Cezalandırma”] isimli kitabında
Alexandra Natapoff, ABD’deki hapishane sisteminde kabahatler kanununun
kapsamının oynadığı muazzam rolden bahsediyor. Yoksullar, siyahîler, uydurma
suçlarla tutuklanıyorlar, karşı çıkmaları gereken cezaları çekmek, hapiste
yatmak istemeyen insanlar ikna edilip suçu kabule zorlanıyorlar. Suçun kabul
edilmesi sicile işlenmekle kalmıyor, ayrıca cezaya çarptırılan insanlar, o
ücretleri ve cezaları ödeyemedikleri için bir kez daha cezalandırılıyorlar.
Michael
Brown’ın katledilmesi sonrası Missouri’nin Ferguson kasabasında yaşanan isyan
dalgası kapsamında adaletsizliğin ve yasal hâle gelmiş yasadışılığın kısa bir
özetine tanık olmuştuk: “Şehirdeki mahkeme ve polis teşkilâtı, düşük gelirli
Afrikalı-Amerikalılardan milyonlarca dolar alıyordu.” Buna karşın polise
“gelirleri artırmak için tutuklama yapmaları ve ceza kesmeleri talimatı
verildi.” Tıpkı feodal lordlara bağlı yardakçılar gibi polis de halkın elindeki
değerlere el koymak için güç kullandılar.
Yeni
Lordlar ve Köylüler
Feodal
ilişkileri asıl tanımlayan unsur, köylülerin lordlar tarafından sömürülmesini
mümkün kılan temel eşitsizliktir. Perry Anderson sömürücü tekelleri lordların
kontrolündeki su değirmenlerine benzetir. Bu düzende köylüler, buğdayını lordun
değirmeninde öğütmeye, bunun karşılığında para ödemeye mecburdur. Dolayısıyla
köylüler kendilerine ait olmayan toprağı ekip biçmekle kalmazlar aynı zamanda,
Marx’ın ifadesiyle, feodal lordun üretim sürecinin ve tüm toplumsal hayat
sürecinin hem yöneticisi hem de efendisi olduğu koşullar altında yaşamak
zorundadır. Kârın emtia üretimi aracılığıyla işçilerden elde edilen artık
değere dayandığı kapitalist düzenin aksine feodalizmde değeri lordlar tekel,
baskı ve kira yoluyla elde ederler.
Bugünün
dijital platformları yeni su değirmenleri, o platformların milyarder sahipleri
yeni lordlar, onlar için çalışan binlerce işçi ve onları kullanan milyarlarca
insan ise yeni köylülerdir.
Teknoloji
şirketleri, işgücünün küçük bir kısmını istihdam etmelerine rağmen muazzam bir
etkiye sahiptirler, veri temini, veri madenciliği ve veri kullanımı gibi
alanlarla ilgili tüm sektörleri bu şirketler biçimlendirirler. Az sayıda işçiyi
çalıştırması, dijital teknolojinin düzeni yeniden feodalleştirme eğiliminin
somuttaki bir göstergesidir. Bu düzende sermaye birikimi emtia üretimi ve
ücretli emekten ziyade hizmetler, kiralar, lisanslar, ücretler, ücretsiz
yapılan (çoğunlukla katılım maskesi ardında gerçekleşen) işler ve doğal bir
kaynak olarak ele alınan veriler üzerinden sağlamaktadır. Kendilerini aracılar
olarak konumlandıran platformlar, kullanıcı faaliyetleri için gerekli zemini
teşkil ederler, ayrıca kişiler arası ilişkilerin kurulması için gerekli
koşulları belirlerler.
Google
alabildiğine yoğun ve değişen bir bilgi ortamında bilginin bulunmasını mümkün
kılar. Amazon, ürünleri kolayca bulmamızı, fiyatları kıyaslamamızı, eski ve adı
sanı bilinmeyen satıcılardan ürün almamızı sağlar. Uber, yabancıların aynı
araçta yolculuk etme imkânı sunar. Airbnb aynı işi evler ve apartmanlar için
yapar. Tüm bu şirketlerse devasa veri üretimi ve dolaşımına tabidirler.
Platformlar,
sadece veriye bağımlı olmakla kalmazlar ayrıca o verileri üretirler de.
Platformları kullanan insan sayısı arttıkça, bu platformlar daha güçlü ve daha
etkili hâle gelmekte, nihayetinde parçası oldukları ortamı dönüştürmektedirler.
Platformlar
değere iki kat daha fazla el koyma imkânına sahiptir. Köylülerin başka tercihi
olmadığı için mecburen kullandıkları su değirmenlerinden farklı olarak
platformlar bankalar, kredi kartları, telefonlar ve yollar türünden
kullanılması gereken bir araç olarak takdim ederler, aynı zamanda bu
platformlar kullanıldıkça sahiplerine veri üretirler. Kullanıcılar hizmet için
para öderler, bunun yanında platform bir de hizmet kullanımı üzerinden üretilen
verileri toplar. Bulut platformları kiraları ve verileri tıpkı parsellenmiş
topraktan alınan kira gibi toplar.
Uber
ve Airbnb bu konuda uç örneklerdir. Bu şirketler hiçbir şeyin sahibi değildir,
sadece kendi bakımından, eğitiminden ve araçlarından sorumlu olan, şirket
bünyesinde çalışmayan işgücünden istifade etmektedir. Kişi kendi aracı, kişisel
kullanım için değildir. O para kazanmak için vardır. Bir kişinin dairesi
yaşamak değil kiralanmak içindir. Uber ve Airbnb isimli platformların başındaki
lordların elinde sermaye ve veri biriksin diye kişisel mülkler birer araç
hâline gelmekte, böylece tüketim maddeleri birikim araçları olarak yeni bir
içeriğe kavuşmaktadır. Bu köylüleşme eğilimi, yani kişinin üretim aracına sahip
olduğu ama emeğiyle platform sahibinin sermayesini artırdığı bu yönelim
kesinlikle neofeodaldir.
Teknoloji
devleri sömürücüdür. Tıpkı haraç düzeninde olduğu gibi burada da teknoloji
devlerinden kesilen vergiler kısılır ve para toplumdan kesilir. Bu şirketler
yüzünden kiralar yükselir, emlak fiyatları artar, ucuz evler, küçük işletmeler
silinir, düşük gelirli insanların sayısı artar.
Shoshana
Zuboff’un “gözetim kapitalizmi” ile ilgili incelemesi, teknolojik feodalizmin
askerlik hizmetleri ile ilgili boyutuna ışık tutuyor. Geçmişte krallarla
işbirliği kuran lordlar gibi Facebook ve Google da güçlü devletlerle işbirliği
kurmakta, bu güçlü devletlerin hukuken toplayamadıkları bilgileri onlarla
paylaşmaktadır.
Neticede
bugün ağlar üzerine kurulu teknolojilerin bilgi toplama ve kaynakları sömürme
ile ilgili yönü alabildiğine yaygınlaşmış, kaçınılmaz hâle gelmiş, her yere
izinsiz girme imkânına kavuşmuş durumdadır.
Bugünkü
düzeni düz manada köylüler ve lordlar dönemi olarak niteleyemeyiz elbette ama
zenginle fakir arasındaki uçurumun derinleştiği koşullarda şirketleri,
sahiplerini ve toprak ağalarını koruyan hukuk düzeninin de katkısıyla işçi
sınıfını ve alt sınıfları yoksullaştırdığını, belirli alanlara hapsettiğini
görmek gerekmektedir.
Hinterlandizasyon
Neofeodalizmin
üçüncü bir özelliği, canlı ve korunaklı merkezleri çevreleyen tarımsal ve ıssız
art bölgelerden oluşan ve feodalizmi andıran bir mekânsallıktır. Bunu aynı
zamanda şehir ve ülke, kentsel ve kırsal, kent komünleri ve çevredeki kırsal
kesim arasındaki bir bölünme veya daha soyut olarak, dışarısı ile duvar örülmüş
bir içerisi arasında neyin güvende neyin tehlikede, kimin refah içerisinde
kimin tehlikede olduğunu belirleyen bir ayrım olarak da nitelendirebiliriz.
Wood,
orta çağ şehirlerinin en temelde “krallar, imparatorlar ve papalar için
yürütülen ticaret ve finansal hizmetler aracılığıyla zenginleşmiş hâkim
sınıflardan” oluşan oligarşiler olduğunu söyler. “Kırsaldan şu veya bu şekilde
servet elde ederek onun üzerinde kolektif bir hâkimiyet kurdular” diyen Wood,
ayrıca şehirlerin dışında, dayanılmaz koşullarla karşı karşıya kalarak yaşamak
ve çalışmak için yeni yerler arayan, ancak çoğu zaman çaresiz kalan göçebeler
ve göçmenlerden söz eder.
ABD
hinterlantları, uzun süre kendilerinin ve çocuklarının hayatlarının gerçekten
daha iyi olabileceği ümidiyle oyalanmış kapitalist bir geçmişe dair hayallerin
mekânlarıdır. Onları daha ucuz emek gücü için geride bırakan endüstriyel bir
kapitalizmin kalıntıları arasında hinterlantlar, neofeodalizmin yeni,
yoğunlaşmış sömürüsü için olgunlaşmış durumdadır. Artık şeyleri yapmıyor olan
hinterlantlardaki insanlar, depolar, çağrı merkezleri, dolar mağazaları ve fast
food ile kendilerini idame ettiriyorlar.
Phil
A. Neel’in son kitabı Hinterland, Çin, Mısır, Ukrayna ve ABD’nin
ortaklaştığı benzer yönelimleri aktarırken, hepsinde aşırı yüklenmenin eşiğinde
terk edilmiş virane arazileri ve şehirleri olan bölgelerle
karşılaşılabileceğinden bahseder.
Siyasi
olarak, hinterlantların çaresizliği, şehirler dışındaki kişilerin, bazen
çevresel sorunlar (hidrolik kırılma ve boru hattı mücadeleleri), bazen karadaki
sorunlar (özelleştirme ve kamulaştırma), bazense hizmetlerin azaltılması
(hastane ve okul kapanması) etrafında şekillenen hareketlerde kendini açıkça
gösterir. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki silâh politikası hinterlantları
kentlere karşı konumlandırmaktadır. Ayrıca kentler ve hinterlantlar arasındaki
ayrımın şehirler içerisinde yeniden üretildiğini de söyleyebiliriz. Bu durum,
hem yoksul alanların terk edilmesi hem de kapitalist soylulaştırmanın toprak
gaspı içinde yok edilmesinde kendini gösterir. San Fransisko, Seattle, New
York, Los Angeles örneklerini düşünürsek, bir şehir zenginleşirken giderek daha
fazla insan evsizleşmektedir.
Toplumsal
yeniden üretime artan ilgi hinterlandizasyona, yani yaşanabilir bir hayatın
temel koşullarını yeniden üretme kapasitesinin kaybına karşılık gelmektedir. Bu
durum, artan intihar oranları, anksiyete ve uyuşturucu bağımlılığı, azalan
doğum oranları, düşük yaşam beklentisi ve Amerika Birleşik Devletleri’nde
psikotik bir toplumsal kendini yok etme hâli olan toplu silâhlı saldırılarda
gözlenebilir. Bu, çöken altyapılar, içilemeyen sular ve nefes alınamayacak
düzeyde havalarda da görülebilir. Hinterlantlar, insanların vücutları ve kara
parçaları üzerine yazılmaktadır. Hastane ve okulların kapanması ve temel
hizmetlerin azalmasıyla hayat daha umutsuz ve belirsiz hâle gelmektedir.
Felâketçilik
Son
olarak, neofeodalizm boğucu bir felâket hissiyatına bağlı olarak güvensizliği
ve kaygıyı da beraberinde getiriyor. Güvensiz hissetmek içinse geçerli nedenler
var. Eşitsizliğin giderek arttığı ve ısınmakta olan bir gezegende, toplumsal
artık değere kapitalistler tarafından el konulmasının başlı başına bir felâket
olduğunu kimse inkâr edemez.
Apokaliptik
bir güvensizlik hâlini bir arada tutan ve güçlendiren gevşek ve mistik bir
neofeodal ideoloji, okült, tekno-pagan ve anti-modernliğin bağrında
şekilleniyor gibi gözüküyor. Örnekler arasında Jordan Peterson’ın mistik
Jungculuğu ve Alexander Dugin’in Atlantis ve Hyperborea’sının mitik
jeopolitiğini sayabiliriz. Keza PayPal’ın milyarder kurucusu Peter Thiel gibi
özgürlüğün demokrasiyle bağdaşmadığını savunan, teknoloji sektöründeki
yeni-gericilerin yükselişine de dikkat çekebiliriz.
2012’deki
bir derste Thiel, feodalizm ile yenilikçi teknoloji şirketleri arasındaki
bağlantıyı açıklıyordu: “Hiçbir kurucu ya da CEO’nun mutlak gücü yoktur. Var
olan durum, daha ziyade arkaik bir feodal yapıya benzer. İnsanlar, en
tepedekileri her türlü güç ve yetenekle donatır ve daha sonra işler ters
gittiğinde de, onları suçlarlar.” Diğer Silikon Vadisi kapitalistleriyle
birlikte Thiel, servetini demokratik yaptırımlara karşı korumakla ilgilendiği
için, vergilendirmeden kaçmak adına denizde yaşam ve uzay kolonizasyonu gibi
göç ve tecrit stratejilerini savunuyor. Aşırı kapitalizm, neofeodalizmin
radikal âdem-i merkeziyetçiliğine kadar uzanıyor.
Neofeodal
yarılmanın diğer tarafındaki insanlar arasında ise, anksiyete ve güvensizlik
hissiyatı; umutsuz ve bitimsiz bir ıstırabı yatıştırmak için kullanılan
(uyuşturucu, alkol ve yiyecekler gibi) şeylerden daha az gündemdedir. Emily
Guendelsberger, iş yerindeki sürekli teknolojik gözetimin neden olduğu stresi
anlatırken, kotaları karşılayamayan, birkaç saniye geç kalan veya sıkça
lavaboyu kullanan insanların işten atılma riskini örnek veriyor. “Depresyon ve
anksiyete”, bunlar gibi tekrara dayalı, düşük kontrollü, yüksek stresli;
teknolojik olarak gözetim altında olan bir çalışma biçimine bağlı işlerle
doğrudan ilişkilidir. Ücret hırsızlığının yaygınlaşması sonucunda esnek ve
değişken ödemeli diye alkışlanmakta olan belirsiz mesai saatleri, stresli ve
hissizleştiricidir. Neofeodal felâket, bireysel ölçek kadar aile ve yerel ölçek
de gerçekleşebilir. Birkaç nesil daha bu toplumsal felâketleri yaşadığında ise
iklim değişikliği konusunda harekete geçmek daha zor olacaktır.
III.
Bugünkü
güvencesiz kapitalizmimizi post-kapitalist, neofeodal bir şey olarak düşünmenin
ne gibi bir yararı vardır? Neofeodalizm hipotezi, Kotkin gibi muhafazakârlar
için neyi savunmak istediklerini (karbon kapitalizmi ve Amerikan yaşam tarzı)
ve kime karşı savaşmaları gerektiğini (orta sınıf üzerinden kendilerini
zenginleştiren kapitalist elitlere, yani yeşilci ileri teknoloji girişimcileri
ve onların finans alanındaki müttefikleri) belirlemelerine yardımcı oluyor.
Neofeodalizm, kapitalist sınıfın fosil yakıtlar, gayrimenkul ve büyük tarım
alanları gibi belirli bölümlerine yönelik işçi sınıfının desteğini sağlamayı
hedefleyen bir teşhisin parçasıdır.
Sol
görüşlüler açısından neofeodalizm kavramı, politik çatışmanın ilk elden
neoliberalizmden kaynaklandığını anlamamızı sağlar. Bugünkü büyük yüzleşme,
demokrasi ve faşizm arasında gerçekleşmemektedir. Bu formülasyon liberaller
arasında popüler olmasına rağmen, finansörler, medya ve emlak grupları, karbon
ve teknoloji milyarderleri gibi oligarkların gücü göz önüne alındığında pek de
mantıklı görünmez. Günümüze, yükselen faşizmin tehdit ettiği demokrasiler
olarak bakmak, küresel olarak şebekelenmiş iletişim kapitalizminin azdırdığı
yaygın öfke ve hoşnutsuzluğa dikkat çevirmemizi engelliyor. Sağa yönelen
politikleşmenin temelinde ekonomi yatmaktadır. Karmaşık ağlar, aşırı
eşitsizliği ve kazananın payın hepsini veya en çoğunu kazandığı türden
dağılımları üretiyor. Sağa yöneliş ise eşitsizliğin derinleşmesinin bir
karşılığı olarak karşımıza çıkıyor. Solun zayıf olduğu veya ana akım medya ve
kapitalist siyasi partiler tarafından siyasi görünürlüğünün engellendiği bir
ortamda, halkın öfkesi sisteme saldırmaya istekli başka kesimler aracılığıyla
ifade kanalları buluyor. Şu anda, ‘bu başkaları’ aşırı sağcılar.
Dolayısıyla
neofeodalizm üzerine düşünmek, bizi aşırı ekonomik eşitsizliğin siyasal toplum
ve kurumlar üzerindeki etkisiyle yüzleşmeye zorlar. Milyonlarca insan iklim
göçmenlerine dönüşürken ve beklentileri giderek zayıflayıp yalnızca hayatta
kalma mücadelesi verirken, milyarderlerin trilyonlarca dolarlık servetleri ile
satın aldıkları topraklarda kendilerini tecrit ettiği gerçeğini gündeme
almamızı sağlar.
Neofeodalizm
bahsi, aynı zamanda emek ilişkilerindeki bir değişikliğe işaret eder. Sosyal
demokrasi, emek ve sermaye arasındaki bir uzlaşmaya dayanıyordu. Küresel
Kuzey’in çoğunda örgütlü emek bir parça iyi yaşam standardı karşılığında
işbirliğine açık bir işçi sınıfı sunuyordu. Emeğin yenilgisi ve buna müteakip,
refah devletinin parçalanması, kapitalist sömürü ile uzlaşmayı hedefleyen bir
stratejinin iflas ettiğini kanıtlamış olmalı. Yine de bazı sosyalistler, sanki
kapitalistler stok yapmayı üretimden daha cazip kılan piyasa mantığına tabi
değillermiş de yalnızca incelik olsun diye teslim oluyorlarmış gibi daha kibar
ve daha uysal bir kapitalizm umutlarını sürdürüyorlar.
Neofeodal
hipotez bize, kapitalizmin sürdürülmesi üzerine kurulacak olan herhangi bir
emek mücadelesinin başarısızlığa uğrayacağını gösteriyor. Kapitalizm ise zaten
çoktan daha kötü bir şey hâline geldi bile.
Küresel
Kuzey’in hizmet ağırlıklı ekonomilerinde çoğunluk, hizmet sektöründe
çalışmaktadır. Bazıları, telefonlarının, bisikletlerinin, arabalarının ve
evlerinin kişisel mülk olarak karakterlerini kaybederek üretim araçlarına veya
rant elde etme araçlarına dönüştürüldüğü bir tablo ile karşı karşıya.
Başkalarının sahip olduğu platformlara bağlı olan tüketim kalemleri ve hayatın
sürdürülmesi için gerekli olan araçlar, artık platform sahiplerinin birikiminin
birer aracı. Çoğumuz, yalnızca yüksek kazançlıların ihtiyaçlarına hizmet ederek
hayatta kalabilen mülksüz bir alt sınıfı oluşturuyoruz.
Çalışma
İstatistikleri Bürosu tarafından yayımlanan bir rapor, önümüzdeki on yıl içinde
en fazla artacak iş alanının sağlık sektörü değil, insanlara banyo yaptırmak ve
onları temizlemek gibi bakımları üstlenecek olan kişisel bakım yardımcılığı
olacağını belirtiyor. Yönetici sınıfın (temizleyiciler, aşçılar, bakkallar,
kasiyerler, teslimatçılar, depo personeli ve diğerlerinden oluşan) muazzam bir
hizmet sektörüne bağımlı olması, işçilerin güçlerini yönlendirebilecekleri
zayıf noktalar ile yeni mücadele alanlarına işaret ediyor. Hemşireler, Amazon
işçileri ve diğerlerinin grevleri, varlıklıların hayatta kalmak için ihtiyaç
duydukları araçlara erişimlerini engelleyerek onların kendilerine muhtaç olduğu
gerçeğini hedef alıyor. Eğer kapitalist dönemdeki emek mücadeleleri üretim
meselesine öncelik verdiyse neofeodalizm döneminde ise hizmet meselesine önem
veriyor.
Son
olarak, neofeodalizm çağdaş solun temel bir zayıflığını tespit etmemize imkân
sağlıyor. En çok geçerliliği olan sol fikirler, neofeodalizme karşı koymaktan
ziyade onu onaylayan fikirlerdir. Yerelcilik parselleşmeyi teşvik eder.
Teknoloji ve platform yaklaşımları hiyerarşiyi ve eşitsizliği pekiştirir.
Belediyecilik, hinterlandizasyon ile bağlantılı olarak kent-kır ayrımını tasdik
eder. Geçim ve hayatta kalmaya yönelik vurgular, köy ekonomilerinin gezegenin
sadece kentlerde yaşayan yarısı için değil (Kuzey Amerikalıların yüzde 82’si ve
Avrupalıların yüzde 74’ü), aynı zamanda iklim değişikliği, savaş ve ticari
arazi hırsızlığı nedeniyle yerinden edilen milyonlar için de mantıklı
olabileceğini ileri sürer. Öte yandan hinterlantlarda yaşayanların pek çoğu, tarımsal
işle hayatta kalamayacakları politik, kültürel, ekonomik ve iklimsel koşullarla
karşı karşıyadır. Evrensel Temel Gelir savunulamaz bir ‘hayatta kalma’
yaklaşımıdır. Bu yaklaşım, hinterlantlardaki insanların hayatlarını ancak idame
ettirebilecekleri, şehirdeki insanların ise ev sahiplerine teslim etmelerine
zar zor yetecek bir gelir vaat etmektedir. Felâketçilik, önümüzdeki birkaç yüz
yıl önemli değilmişçesine, umut etmeyi ve çabalamayı aşağılayan, günümüze has,
her şeye boş yere itiraz eden, olumsuz yaklaşan tavra yol açar.
Hepsi
bir arada düşünüldüğünde, güncel sol fikirler, geçimlik tarım ve el emeği
peynir üretimi yapan küçük gruplar önermektedirler. Bu, belki de şehirlerin uç
bölgelerinde hayatını sürdürmeye çalışan kapalı yerleşimlerin, kent
bostanlarının ya da dronla çalışan teknoloji işçilerinin tecrübe ettikleri
şeylerdir. Bu tür gruplar, yaşamlarını müşterek bir şekilde yeniden üretirler,
ancak yeniden ürettikleri müşterekler, zorunlu olarak küçük, yerel ve sayıları
zorunlu olarak sınırlı olduğu ölçüde münhasır ve özlemleri yaygın olmaktan
ziyade kültürel olarak spesifik olduğu içinse elittir.
Düşük
ücretli veya ücretsiz emekle uğraşan insanlardan oluşan çok uluslu bir işçi
sınıfının kurtuluşuna demirlemiş bir bakış açısının aksine neofeodalizm
kavramını popüler sol sahasında kullananlar, bir işçi sınıfı göremezler. Bazı
solcuların “çalışma sonrasını hayal etmek lâzım” dediği koşullarda iş denilince
akla, romantik ve risksiz tarım faaliyetleri veya “maddi olmayan emek”
anlamında teknoloji çalışmaları geliyor. Şimdiye kadar, çağrı merkezinde
çalışanların maruz kaldığı ağır ve sıkıcı çalışma biçimi ve bunun yanı sıra
Facebook gibi sitelerdeki yasadışı, rahatsız edici içeriklerin gözetimi için
gösterilen emeğin travma tetikleyici karakteri “maddi olmayan emek” fikrinin
yetersizliğinin reddedilemez olduğunu göstermiş olmalı. Ayrıca çalışma
meselesini aşan tahayyüllerin, toplumsal yeniden üretim ve bunun için gerekli
olan envai çeşit emeği, altyapının üretimini ve devamlılığını, bunun temelini
oluşturan devlet organizasyonunu yok saydığı benzer bir şekilde görünür
olmalıdır.
Neofeodalizm
hipotezi, bu hâliyle popüler sol fikirlerin hem cazibesini hem de zayıflığını
görmemize imkân sağlıyor. Bu fikirlerin cazip gelmelerinin sebebi, baskın bir
duyguya hitap etmelerindendir. Bu baskın his neofeodalizm eğilimlerinin bir
ifadesi olduğu içinse zayıftırlar.
Tıpkı
kapitalizm altında feodal ilişkiler nasıl devam ediyorsa, neofeodalizm altında
da kapitalist üretim ve sömürü ilişkileri devam eder. Aradaki fark ise
kamulaştırma, tahakküm ve zor gücü gibi kapitalist olmayan unsurların işgücü
piyasasında serbest ve eşit aktörlerin ancak bir kurguda bir araya
gelebileceğini düşündürecek kadar güçlenmiş olmasıdır. Bu rant ve borç
birikiminin kârdan daha fazla olduğu ve böylelikle bir işin ücret ilişkisini
giderek aşmakta olduğu anlamına gelir.
Peki
kapitalizm küresel olduğunda ne olur? Dijital ağlar ve kişiselleştirilmiş
kitlesel medya aracılığıyla insan yaşamının özelliklerini üreterek, kapatarak
ve “kazarak” kendi içine kapanır. Bu kendi kendini yeme hâli, çoğunluğun
hinterlantlarda başıboş dolaştığı, giderek ruhsuzlaştığı koşullarda, yeni
lordlar ve yeni serfler, muazzam servetler ve aşırı eşitsizlik ayrıca bu
eşitsizliği güvence altına alan parsellenmiş egemenlik üretir.
Jodi Dean
12 Mayıs 2020
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder