“Pirüpak bir isyan kadar güzel.”
Bugün
Büyük Reset ve onun kuracağı dünyaya karşı direniş çağrısı yapan, güçlü bir
dile ve ilham verici içeriğe sahip bir kitap, Fransa’da elden ele
dolaştırılıyor.
Asıl
şaşırtıcı olansa kitabın, Seuil gibi Paris’in önemli yayınevlerinden biri
tarafından basılmış olması.
Tabii
bu noktada sol da dâhil sistem yanlısı kaynakların Komplocu Manifestosu’na saldırmaları
bizi hiç şaşırtmadı.
Bu
yazarı bilinmeyen çalışma, Fransa’daki Tarnac komünü içinden çıkan Görünmez Komite’nin kaleminin ürünü. “Aşırı solcu” olarak görülen bir
grubun elinden çıkmış olmasına rağmen Manifesto’yu eleştirenler, kitabı
“zaten böyle şeyler yaparlar” denilerek alaya alınan “sağcı çevreler”le aynı
torbaya atıp topa tutuyorlar.
Görünen
o ki sistemi hedef alan ve mevcut tasnifleri tümüyle aşan bir muhalefetin
hayalini kurmak, bu kişilerin temel politik amaçlarıyla çelişiyor veya belki de
bu, onların zihinsel melekelerinin menzilinin ötesine uzanan bir şey.
Yaklaşık
üç yüz sayfa olan Komplocu Manifestosu, yaptığı analiz dâhilinde, hem
Kovid dümenine, hem de ona en çok ihtiyaç duyulduğu bir zamanda solun
gösterdiği acizliğe yumruk sallıyor:
“Mart 2020’den beri her
yerde ve her dilde artık kurtulmamızın mümkün olmadığı bir distopyanın
kapısından içeri girdiğimizi söyleyen, benzer duygu ve düşüncelere rastlıyoruz.
Bazıları, ‘Yeni Normal’
denilen bu çılgınlık hâline alışmaya çalışıyor. Bunlar, direnmedikleri takdirde
daha az çile çekecekleri umudu içerisinde.
Bazıları da devletin adım
adım ve itina ile yüzlerine kapattığı kapılardan çıkmanın yolunu bulmaya
çalışıyorlar.”[1]
Kitaba
göre son iki yıl, mantık konusunda hassas olan insanlar için gerçek bir sınav
işlevi gördü.
“Sanki
her şey bizi delirtmek için yapıldı.”[2]
Aralıksız
süren psikolojik bombardıman karşısında ayakta kalmaya çalıştığımızdan[3] söz
eden kitap, “hiç şüphe yok ki insanları öldürücü bir salgın yaşandığına ikna
etmek için ilk kez çaba harcandığı”nı söylüyor.[4]
Kitap,
ayrıca dünya genelinde sürdürülen aşı kampanyasının tıbbi açıdan makul bir yanı
olmadığını düşünüyor:
“Aşılar birçok insan için
virüsten daha tehlikeli, hastalığa karşı bağışıklık kazanmanıza katkı sunmuyor.
Hatta aşılar, daha öldürücü varyantların ortaya çıkmasına neden oluyorlar.”[5]
Manifesto, Temmuz
2021’de gündeme gelen ve Fransa’da büyük isyan dalgasının kıvılcımını çakan
“Sağlık Kartı” konusunda ise onun sağlıkla alakasının bulunmadığını söylüyor.
“Sağlık
kartı, halkın içerisindeki uslu, söz dinleyen kişileri isyancılardan ayırma
imkânı veren bir gözetleme pratiğidir, nihayetinde de gönüllü dijital takip
sistemine yol açacaktır.
Davranışlarımızı
uygun olan/olmayan diye ayıran bu tür bir kart sayesinde bizi, bu kartı
elimizden almakla tehdit edip dilediklerini yapmaya zorlayabilecekler.
Sağlık
kartı, aynı zamanda finansla alakalı. Amacı ise elektronik üzerinden, sensörler
ve nesnelerle bağlantı içerisinde, 5G ile kurduğumuz ilişkilerimizin ürettiği
tüm verilerle anlam kazanan dijital kişisel kimliğe doğru büyük bir adım
atılmasını sağlamak.
Birbirine
bağlı nesnelerin bulunduğu pazar, 2025 itibarıyla 1,5 trilyon avroluk bir
değere kavuşacak. Bu anlamda aşının amacı, bu kartın çıkartılıp yaygınlaşmasını
sağlamaktır.”[6]
Manifesto, bir
yandan da hepimizi, bize dayatılan tedbirlerdeki akıldışılığı sorgulamaya davet
ediyor. Ona göre, insanların dışarıda maske takmasına neden olan psikolojik
manipülasyon, ileride başka şeyleri de sindirmemizi sağlayacak bir yöntem
aslında.[7]
“1918’deki İspanyol
gribinden beri en kötü yönetime tanık olduğumuz bu pandemi dönemi, tüm
toplumları eskiden tarikatlara atfedilen zihinsel manipülasyon tekniklerine
mahkûm etti.”[8]
Tebaa
hâline getirilen insanlar birbirlerinden kopartıldı, dış dünyadan
uzaklaştırıldı, hayatlarının temelini teşkil eden rutinlere yabancılaştırıldı
ve bu insanlara bazen “hain” ve “muhalif” olarak da nitelendirilen kötülük
kaynağının tehdidi altında oldukları söylendi.
Kitabın
tespit ettiği biçimiyle bu, “aslında yaşama sevincimize yönelik bir saldırıdır.
Bu toplumun sahipleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri geliştirilmekte olan tüm
psikolojik teknikleri kullanarak bize saldırdılar.”[9]
Kitap,
bu noktada CIA’in sorgu kitapçığının okunmasını öneriyor. Kitapçık, tutsakların
direnişini kırmak ve onların hapishane yönetimiyle işbirliği kurmalarını
sağlamak için kullanılan yöntemlerle bugün tecrübe ettiğimiz süreç dâhilinde
kullanılan yöntemler arasındaki benzerlikleri ortaya koyuyor.[10]
“İki yıldır kuzu kuzu geri
çekilmemizi sağlamak, dünyamızı küçültmek ve bizi kolay etki altına girebilen
varlıklar hâline getirmek için verilen, birbiriyle çelişen emirlere ve
uyarıcılara sistematik olarak maruz kalmadığımızı söyleyebilecek tek bir kişi var
mıdır?”[11]
Tüm
bu süreci mantıksal düzeyde besleyen “biyopolitika, kalıcılaşmış olağanüstü hâl
ile neticeleniyor[12], bu da “diktatörlük”ten gayrısını ifade etmiyor.[13]
“Gerçekte biyopolitikanın
yaydığı sağlık anlayışına bir de hastalık tanımı denk düşüyor. Bu tanım
dâhilinde, esasen bu dünyada Makine’nin dışında hayatın mümkün olmadığı
söyleniyor.”[14]
“Karşı karşıya olduğumuz
tehdit, virüsün kendisi değil, teknoloji düzleminde hızla yürürlüğe giren
transhümanizm projesidir.”[15]
Burada
asıl tehlikeli olan hususu gayet sarih bir dille ortaya koyan kitap, şunu
söylüyor:
“Bizi kendi dünyalarına
kapatıp, tüm çıkış yollarını ortadan kaldırmayı kendi çıkarına gören herkes,
düşmanımızdır.”[16]
Hatta
bu noktada bazı isimler de veriyor: Bill Gates, Mark Zuckerberg, Emmanuel
Macron, Rockefeller Vakfı, ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı İleri Düzey Araştırma
Projeleri Kurumu (DARPA), Bolloré, Cargill, Avrupa Komisyonu, Dünya Sağlık
Örgütü, Goldman Sachs, Louis Dreyfus, Bayer-Monsanto ve en genel anlamda tüm
ilâç endüstrisi.[17]
Kitap,
bilhassa Rockefeller Vakfı üzerinde duruyor ve onun geleneksel tıbba savaş açtığından, bugünkü
tıp endüstrisinin arkasındaki güç olduğundan söz ediyor.[18]
“1917’de Fransa’da vereme
karşı yürütülen ilk halk sağlığı kampanyasının arkasında Rockefeller vardı.
Yirminci yüzyıl boyunca modern tıp, Amerikan tıbbı olma vasfını hiç yitirmedi.
Bu Amerikan tıbbını inşa edense Rockefeller Vakfı’ydı.”[19]
“Rockefeller Vakfı, büyük
ilâç tekellerinin atasıdır. Belirli bir bütünlüğü olan program, kendisini
farklı kanallarda ortaya koyuyor.”[20]
“Rockefeller gibi hırsız
baronlar, bir bütün olarak toplumu kontrol edemezlerse, ekonomik güçlerini
muhafaza edemeyeceklerini iyi biliyorlar.”[21]
Öjeni
sahasında yürüttüğü çalışmalarla[22] Rockefeller ailesi, uzun zamandır
sırtından para kazandığı küçük insanları zerre sevmez, hatta çoğu zaman o
insanları planlarına dâhil etmekten rahatsız olur.
Manifesto, en
genel manada mücrim yönetici sınıf konusunda şunu söylüyor:
“Bu sınıfın yoksula
yönelik öfkesinin haddi hududu bulunmamaktadır. Yoksulların yaşamaya devam
ediyor, bir araya geliyor, hatta bayram yapıyor oluşu bile dünyanın sahibi
olmanın verdiği zevki mahvetmeye yetiyor.”[23]
Ama
bu sınıf, nedense küçük insanların kulak kesildiği noktada pek konuşmuyor.
Bunun
yerine, kendilerinden daha az imtiyaza sahip kişilere hayatlarını adamış,
onlarla ilgilenen “yardımsever” milyarderler pozu kesiyorlar.
“Hayırlı olduğunu
düşündükleri projeler ve teknolojilerden çokça bahsediyorlar. Bizim onların
hayır işlediklerini, yoksulların hayrına çalıştıklarını düşünmemizi istiyorlar.
Öyle olsa, bunu davul zurna ile duyurmak istemez, hepimize bildirmek için
uğraşmazlardı.”[24]
Bu
iki yüzlülük, politikada da karşımıza çıkıyor. Şirketlerin tepesindeki köle
sahipleri, “duyarcılık” denilen dogmanın savunduğu tüm gökkuşağı renklerini sahipleniyorlar.
Güvenlik
hedefi doğrultusunda bu insanlar sansürü savunuyorlar, teknoloji severliği
yayıyorlar, Büyük
Reset korosu ile kimlik siyaseti uzmanları aynı ilahiyi
mırıldanıyorlar. “Bu biyopolitikayı teşvik eden STK’ların tamamı, Amerika’nın
büyük vakıfları tarafından finanse ediliyor.”[25]
Manifesto, Mart
2020’de birden ortadan kaybolduğunu düşündüğü sol konusunda da eleştirisini
eksik etmiyor.
“Onlarca yıldır
yenilgilerden başını kaldıramamış, mevcut düzen konusunda şikâyetini de eksik
etmemiş kesimler, ileri atılma cüretine ihtiyaç duyulan bir momentte birden
geri çekildiler.”[26]
Sorunun
kökenlerini, solun Auguste Comte’un on dokuzuncu yüzyılda kurduğu pozitivist
hareket ve bu hareketin dillendirdiği “düzen ve ilerleme” sloganı ile kurduğu
bağlarda aramak gerekiyor.[27]
“Herkesin eğitimli,
ilerici, iyi, dost canlısı ve eleştirel düşünen kişiler olarak tanıdığı, her
zaman dayanışmadan, fedakârlıktan ve toplumsal eşitsizliklerden bahseden
solcular, son iki yıl boyunca özgürlüklerimizin son noktasına kadar
kısıtlanmasını istediler.
İlericilik temelde
gericidir. Onun her daim amacı, düzeni muhafaza etmektir. […] Aydınların
sosyalizmi, yöneticilerdeki muhafazakârlıkla aynı şeydir. Bu gerçekler hiç bu
kadar aşikâr olmamışlardı.”[28]
“Manifesto’nun
ifadesiyle, bugün sol, mayasını ortaya koymuştur: Sol, kendisindeki
akılcılıktan ötürü akıldışı, bilimcilikten ötürü gerici, hassasiyetinden ötürü
hissiz, kendisindeki hijyen yüzünden hastalıklı, insan sevgisinden ötürü nefret
dolu, ilericiliği yüzünden karşı-devrimci, eğitimli olduğunu düşündüğü için
aptal ve hep iyinin yanında olmak istediği için kötüdür.”[29]
Bugünse
o tarihin yanlış tarafındadır, yönetici sınıfın safındadır. Solun, sistemin
muhaliflere karşı kullandığı “komploculuk” suçlamasına ortak olma konusunda bu
kadar hevesli olmasının sebebi budur.[30]
Bu
“komploculuk” meselesini ele alan Manifesto, kimi temel gerçekleri
açıklığa kavuşturuyor.
“Eğer ortada komplocular,
komplo teorisyenleri varsa bunun sebebi, ortada komploların olmasıdır.”[31]
“Kullandığımız her masum
nesnenin, işediğimiz pisuarın sahip olduğu her bir detayın, bir dükkân
vitrinindeki her bir ışığın ardında bir tasarımcı vardır.
Uydurma haber içerisinde
kullanılan her bir terim bile kasıtlıdır, son çevrilen dümende bile belirli bir
amaç söz konusudur.”[32]
“Son iki yıl içerisinde
hayatlarımıza neleri sokuşturuyorlarsa, gözümüzün önünde ne çeviriyorlarsa,
hepsi bir planın parçasıdır. Bu plana atıfta dâhi bulunmadan, Kovid sürecinin
açtığı yaraların iyileşeceği sürece dâhil olmak isteyenlere veya gerçekle gösteri
arasındaki mesafeyi ortaya koymaya cüret edenlere yönelik saldırılardaki
sertlik, bir planının varlığının teyidi niteliğindedir.”[33]
“Bugün bir fikri ve
hissiyatı olan herkese ‘komplocu’ deniliyor” diyen kitaba göre son iki yıl,
bilgilenme ve yalanla gerçeği ayırt etme konusunda epey vakit sunmuştur.[34]
“Bu sebeple hem sistem hem
de hâlen daha uykuda olanlar konusunda endişelenmek için çok sebep vardır.
Uykuda olanlar, düzenin iftiralarını ve salak klişelerini yinelemektedir. “Sol
dönüşmüştür.”[35]
“Gerçekte bizim suçumuz,
üzerinde yaşadığımız dünyayı anlamaya çalışmak, anlama cüretini göstermek,
anlama çabasını kendi zeminimizde durarak, kendi araçlarımızla yapıyor
olmaktır.”[36]
“Komploculara yöneltilen
iftiralarda amaç, sistemi eleştiriden muaf tutmak, gelecekte yürütülecek
operasyonlar için sis perdesi oluşturmaktır. Komplo teorisi suçlaması, bariz
bir yalanı korumaya yarar.”[37]
“Komplo karşıtı söylem, bu
dünyanın sahipleri komplo kurma konusunda tekel olma hakkı kazanmak için
kullanılmaktadır.”[38]
Yönetici
klik, kendisini tehdit altında hissettikçe, bu söyleme daha fazla
sarılmaktadır. Oysa bu, daha önce de birçok kez duyduğumuz eski söylemin
aynısıdır.
Komplocu
Manifestosu, bugün muhaliflere karşı kullanılan
“antisemitizm” suçlamasının, aynı zamanda Fransa’da emek karşıtı reformların
gündeme gelmesiyle 31 Mart 2016’da başlayan Gece Ayakta hareketi ve Sarı
Yelekliler hareketi için de kullanıldığını söylüyor.[39] İngiltere’de eski İşçi
Partisi başkanı Jeremy Corbyn de aynı şekilde hedef tahtasına konuldu.
Sansür
ve artık ifrata varıp saçma sapan bir hâl alan karalama kampanyaları el ele
ilerliyor. İnternet bu tür içeriklerle dolu.
“Kamu güvenliğini kimse
tehdit edemez. Size ‘sözde terörist’ yaftasının yapıştırılması için bir şey
yapmanıza gerek yok.”[40]
Kitabın
önemli bir yönü de onun Kovid darbesi konusunda belirli bir tarihsel bağlam
sunuyor olmasıdır.
Kitabın
da bize anımsattığı biçimiyle, Soğuk Savaş’ın Sovyet bloğunu dağıtmasından kısa
bir süre sonra, 1998-2001 arası dönemde dünya, canlı bir küreselleşme karşıtı
harekete şahitlik etti.
Bu
süreç, 11 Eylül ve “Terörle Mücadele” konsepti ile sona erdi.
“Yöneticilerin kendi
halkına karşı duyduğu korku, her zaman yabancılara karşı korkudan daha
fazladır. Dıştaki düşmandan çok içteki düşmandan korkulur. Dıştaki düşmanla
mücadele öncelikle, içteki düşmanla mücadele için bir gerekçe olarak iş
görür.”[41]
11
Eylül’den 2019 yılına gelen Manifesto, bize Hong Kong’daki isyanları,
Lübnan, Katalonya, Şili, Irak ve Kolombiya’daki ayaklanmaları, ayrıca Fransa’da
hâlen devam eden Sarı
Yelekliler başkaldırısını anımsatıyor (ki Dünya Ekonomi
Forumu başkanı Klaus Schwab da Büyük Reset ile ilgili kitabında bu
başkaldırının kendilerini endişelendirdiğinden bahsediyor.)
Kitabın
tespitiyle, dünyayı yönetenler, 2019 yılının güz aylarında “maçın bitiş
düdüğünü çalmaya karar vermişler.”[42] Bunun için de “bir şeyi denemek zorunda
kalmışlar. Ellerini ne pahasına olursa olsun yeniden güçlendirmek için adım
atmışlar.”[43]
“Bu, bugün salgınla
mücadele bahanesi ardında aşırı saldırgan ve koruma amaçlı bir karşı-devrimin
neden yaşandığını izah ediyor. Saf insanlar da her zaman bunu inanılması güç
buluyorlar.”[44]
“Bu
profesyonel yalancılar dünyası”[45] karşısında sergilenen çocukça tavra rağmen
biz, bugün aslında “yalanlara inanmayanların salgını”na[46] şahitlik ediyoruz.
Manifesto’nun da
ifade ettiği biçimiyle, “Mart 2020’den beri herkes büyük bir kafa karışıklığı
yaşadı. Ama bu kafa karışıklığı, kısa zamanda yerini aydınlanmaya bıraktı.
Kendilerine olanı biteni görme imkânı sunan herkes, son iki yılda her şeyi net
bir biçimde görebildi.”[47]
Biz
muhalifler, komplocular, muktedirleri çıldırtıyoruz. Kitapta da denildiği gibi,
biz aklımıza mukayyet oluyor, korkunun esiri olmuyoruz. Bilinçleniyoruz.
Tartışıyoruz. Okuyoruz. Daha da kötüsü, anladığımıza inandığımız şeyleri
paylaşıyoruz.
“Her
şeyin ötesinde biz nerede, nasıl bir dünyada yaşadığımızı biliyoruz.”[48]
Benim
en çok da bu son cümle ilgimi çekti. Yeni kitabım The Withway’in konusunu özetliyor
sanki. Yaşadığımız yeri bilmek, bizim biçareleşmemizi ve kendi varoluşumuz
dâhilinde kaybolmamızı, tümüyle uzaktan kumandanın sanal ağına bağımlı olmamızı
isteyen iktidarın asıl tehdit gördüğü şey, bizim yerle, mekânla kurduğumuz ilişkinin
keyfini çıkartıyor olmamızdır.
Kitaptaki
birçok pasaj, okur olarak beni cesaretlendiren cümlelerle dolu:
*
“Biz, tüm bir medeniyetin ürettiği, bugün açığa çıkan, belirli bir sonuçla
mücadele ediyoruz. Bugün her yerde kendisini ortaya koyan antropolojik ve
dünyevi yıkım, medeniyetin doğduğu, yani bizim ‘doğa’dan koptuğumuz gün
başlamış olan sürecin bir sonucu.”[49]
*
“Dünyayla ve başkalarıyla kurduğumuz bağları koparttığımız her durumda bir
şeyleri yok ediyoruz.”[50]
*
“Dünyaya ait olmamızı, kendimizi güçlü kılmamızı sağlayan ilişkiler, hep
birlikte belirli bir yer meydana getirirler. Biz, bu kışkırtıcı ve hoş olmayan
yere doğru ilerliyoruz. Bu yer soyutlanamaz, modellenemez,
mekânsallaştırılamaz, eşitlenemez, dolayısıyla uzaktan yönetilemez, o sadece
bir yerdir. Eğer dünyayı yönetenler, her şey olmak, her yerde olmak, her şeyi
ele geçirmek istiyorlarsa, o vakit onlar hiç olacaklar, hiçbir yerde
olacaklar.”[51]
*
“Farklı katılım biçimleri, başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerle dünyayla
kurduğumuz ilişkiler, dünyayla kurduğumuz ilişkilerle kendimizle kurduğumuz
ilişkiler arasında ayrım yaptığımıza dair bir kanaat söz konusu. Bu, analiz
için geliştirilmiş bir kanaat aslında. Kendimiz, başkaları ve dünya karşısında
varlığımız, esasen aynı imzayı taşır. Biz, ilişki kurduğumuz şeyden bir şeyler
alırız, üstelik bu, bir bütün olarak kâinat için de geçerlidir. Her bir mikro
saniye, kâinatın bir ucundan gelen parçacıklar bizim üzerimize yağar, özellikle
yıldızlardan gelen ışık için geçerli bir sözdür bu.”[52]
*
“Yaşamak, ne kendiliğinden organik bir merkez hâline gelmektir ne de güç,
örgütlü bir güç olma iradesidir. Yaşamak, bizi kuşatan şeylere katışmaktır. O,
muazzam bir iştirak hâlidir.”[53]
The
Withway’de de dile getirdiğim gibi, birlikteliğin, ortaklığın her
düzeyine dönük vurgu, o destansı özgürlük mücadelemizde barikatların diğer
tarafında olanların sahiplendikleri, insanı insanlıktan çıkartan,
güçsüzleştiren, sanayi yanlısı siyasetle doğrudan çatışma hâlindedir.
Komplocu
Manifestosu’nun ifadesiyle, “solun benimsediği biyopolitika,
dünyayla kurduğumuz, kendimizi yaşayan her şeyin parçası kılma sürecinde bizi
besleyen, büyüten, ışıldamamızı sağlayan ilişkilerden bizi kopartan, bizi
bunalıma sürükleyen, zayıflatan, öldüren tüm yolları içermektedir.”[54]
Manifesto’nun da
izah ettiği gibi, solun dili yalan söyleyen, aldatıcı bir dildir, karanlık bir ajandayı
maskelemektedir. Onun dilinden duyduğumuz “toplumsal mesele” ifadesi, bize
olumlu bir şeymiş gibi çınlar. İki yüz yıldır birçok reformcunun ve devrimcinin
iyi niyetlerine dair bir şeyler anımsatır. Ama bugün solun kendisi taklittir,
hileli bir üründür.[55]
Solun
amacı, hakiki, birbirine bağlı insanların ayağını yerden kesip toprağı
yağmalayan, zehirleyen, tepedeki mafyanın amaçlarına uygun kıvama getirmektir.
Karınlarını
doyuracakları topraktan mahrum olan mülksüzleri ağalar kâr elde etsin diye
fabrikalara sürmek, artık çok kolaydır.
“Bu köksüzleştirilmiş,
birbirinden kopartılmış, takatten düşürülmüş insanların aptal muamelesi
gördükleri düzene karşı direnmeleri mümkün değildir, vasıftan ve karakterden
yoksun olan bu insanlar, devlete çalışan mühendislerin elinde şekillendirilecek
bir avuç kilden başka bir şey değildir.”[56]
Köke
sahip olmanın, bir yere bağlanmanın ve kültürel aidiyetin tehlikeli bir zemin
olduğunu, bu kişilerin üzerinde bulundukları kaygan zeminde zamanla
milliyetçiliğe veya ırkçılığa doğru kayacağını düşünen insanlar, “sol” düşünce
üzerinden sistemin tuzağına düşmektedirler.
“İki yüz yıldır toplum
sorunu üzerinde duran sol, paha biçilmez bir hizmette bulunuyor. Ahlakî anlamda
yetkeye sahip, bir yerlerde, kendi tarzında, o yeri önemseyerek yaşayan
insanları susturuyor. Bu yıkım makinesi, başarılı oldu ve bugün hayatlarımızı giderek
daha fazla dümdüz ediyor.”[57]
“İlerleme kılıfı ardında
yıkım sürecini örgütleyenler, en çok da hayatla kendi varlığımız temelinde,
bulunduğumuz yer üzerinden, dünyaya aidiyetimiz zemininde ilişki
kurabileceğimizi söyleyen fikirden korkuyorlar. Onlar bizi, varoluşumuzdan,
bildiklerimizden, hissettiklerimizden, düşündüklerimizden kopartmak için her
türlü aracı kullanmaya mecburlar.”[58]
“Toplum sorununun ötesine,
ancak fiziken ve manen bütünleşmiş, yeni bir coğrafya kurgulayarak
geçebiliriz.”[59]
Bu
soldan acilen kopulmalı, onu arkamızda bırakmalı ve ondan farklı düşünmeliyiz.
Burada
bizim de kabul ettiğimiz, solla ilişkilendirilen konuları reddetmek
gerektiğimizden söz etmiyorum. İdrakimizin ve direnişimizin derinliğini
kısıtlayan, kökleri derinde olan bir dogma olarak soldan kurtulmamız gerekiyor.
O, tepedeki mafyanın kendi iktidarını korumak için imal ettiği ideolojik bir
inançtan başka bir şey değildir.
Manifesto, tam da
harekete geçme çağrısıdır. Bu, hakiki muhaliflere, bize dayatılan, giderek
güçlenen zorbalıkla dövüşmek için yeni bir zeminde tekrar örgütlenmelerine
dönük bir çağrıdır.
“Bunun için ‘komplo’
denilen konu başlığını farklı bir biçimde ele almalı, komplo kurma sanatına
yeniden vakıf olabilmeliyiz.”[60]
“Sarı Yeleklilerin iyi
yanı, gündüz vakti meydanları işgal etmeleri, geceleri de hız kameralarını
kırmalarıydı.”
“Komplocu faaliyetin tarih
boyunca yüzleştiği tek lanet sınır, bu faaliyetin sızmalara açık olmasıdır. Bu
sorunun tek çaresi de komplo sayısını artırmak, böylelikle komploların çok
sayıda, çok çeşitli ve çok yaygın olmasına bağlı olarak, bir kişi düştüğünde
başkalarını da aşağı çekmeyeceği bir tarzı oluşturmaktır.”[61]
Manifesto, bu
direniş komplosunun sadece basit bir aykırı düşünceden değil, hizipleşmeden, kopuştan kaynaklandığını söylüyor.[62]
Manifesto’ya göre,
efendilerine iyi niyetlerini bildirip duranlar için bir şey yapılamaz, çünkü
onlar, toplumsal varlıklarını borçlu oldukları, yalanlar üzerine kurulu derme
çatma evlerinin yıkılacağından korkuyorlar.[63]
“Topyekûn kontrolü
özgürlüklerini geri almanın koşulu olarak görüp o kontrolü teslimiyetçi bir
yaklaşım dâhilinde kabul edenler için hiçbir şey yapılamaz.”[64]
Oysa
onların asıl çıkarına olan, Fransa’da uydurma belgelerle ezilmeye çalışılan
yeni ayaklanma ruhudur. Bugün bu uydurma belge kullanımı, 1944’te Alman işgali
döneminde ulaştığı seviyeye çıkmıştır.
Günümüzde
birçok değerli insan, savaş döneminde direnişe mensup bir savaşçının ruhunu
kendi içinde keşfederken, bazıları da bugünün işbirlikçileri olduklarını cümle
âleme göstermişlerdir.[65]
Dolayısıyla
hizipleşme dâhilinde bu çizgiden kopup yeni açığa çıkan fay hattından yana
olanlarla birleşmek gerekmektedir.
Yönetici
sınıflar, kendileriyle dövüşmek yerine birbirimizle dövüşmemizi sağlamak adına
böl-yönet taktiğini her daim kullanmışlardır.
Bugün
de bu taktik geçerlidir. Zira bugün kendisini radikal olarak takdim eden birçok
isim, gerekli arka plana veya her şeyle ilgili “doğru” görüşlere sahip olmayan
başka insanlarla yan yana direnmekten korkmaktadır.
Manifesto,
Fransa’nın bu ayrışma tehlikesiyle en son yüzleştiği, seksen yıl önceki
momentle bugün arasında bir analoji kuruyor.
“Eğer Direniş’in başında
kimlerin Katolik, kimlerin Protestan, kimlerin komünist, kimlerin anarşist,
kimlerin Fransız, kimlerin Ermeni, kimlerin cumhuriyetçi, kimlerin kral
yanlısı, kimlerin işçi, kimlerin akademisyen olduğunu sorup dursaydık, bir
şeyler yapmaya asla cesaret edemezdik.”[66]
Pirüpak
isyanın güzelliği, 2018’de yaşanan Sarı Yelekliler ayaklanmasının başında
Paris’teki bir duvara düşülen cümlede dil buldu. Oysa “saflığa, paklığa dönük her
türden vaaz, aslında ahlaksızların imzasıdır.”[67]
“Komplo kurmadaki haz,
aslında hiç beklemediğimiz bir yerde bile kardeşlerimiz olduğunu görmenin, o
kucaklaşmanın verdiği hazla ilgilidir.”[68]
Zorluklarla
boğuştuğumuz bu son iki yılın intikamını ancak düne kadar hiç müttefik
olamayacakmış gibi görünenlerin kuracakları bu yeni komplo alabilir.
“İntikam almak istiyoruz.
İki yıldır maruz kaldığımız psikolojik işkencenin intikamını alın. Aşı
vurulacak diye büktüğünüz kolların, aslında ölmemesi mümkün olan, toprağa
verdiğimiz insanların, kaybettiğimiz dostların, anti depresanların, uğradığımız
yıkımın, zorla susturulan dilimizin, yutmak zorunda kaldığımız yalanların,
mantığı ayaklar altına alan hakaretlerin, ruhumuzda açılan yaraların, uyarı
dahi yapılmadan terk edilen yaşlıların, hiçbir sebep yokken kötü muamele gören
çocukların intikamını alın.”[69]
Peki
bu tarihsel intikamı kimden alacağız?
“Biz, onların kim
olduklarını biliyoruz. Binlerce yıldır yaptıkları işleri izliyoruz. Nesiller
boyu onlarla, onların her çeşidiyle ilgili her türden bilgiyi topluyoruz.”[70]
“Dünyayı yönetenler, bugün
bizzat kendilerinin yarattıkları sorunlara çözümler ürettiklerini iddia
ediyorlar. Oysa biz biliyoruz ki asıl sorun onlar. Doğa İçin İş Dünyası
Koalisyonu, küresel ‘Yeşil Yeni Mutabakat’ veya ‘Büyük Reset’ konusunda
itirazlarımızı dillendirmeye bile gerek yok. Onlarla tartışmayacağız. […]
Onlardan kurtulacağız. Burada mesele, başka bir düzene geçiş değil, onların yok
olması.”[71]
Manifesto, son
bölümde pirüpak olması istenen direnişin ileride karşılaşacağı manzaraya dair
bir şeyler söylüyor. Bu direnişe “yöntemin, azmin ve basiret”in eşlik etmesi
gerektiğini söyleyen kitap, “güvenilir müttefikler”in bulunmasının şart
olduğundan bahsediyor, “mantıklı hedeflere cüretli saldırıların
gerçekleştirilmesi” önerisini dillendiriyor, son olarak da “şurası kesin ki en
nihayetinde bizim şahsımızda hayat muzaffer olacak” diyor.[72]
Komplocu
Manifestosu’ndan (Paris: Éditions du Seuil, 2022) yapılmış
alıntıların tamamının çevirisi bana ait, sayfa numaraları kitabın PDF
versiyonuna aittir.
Paul Cudenec
17 Şubat 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] s. 51.
[2]
s. 11.
[3]
s. 14.
[4]
s. 8.
[5]
s. 144.
[6]
s. 68.
[7]
s. 144-45.
[8]
s. 153.
[9]
s. 145.
[10]
s. 145.
[11]
s. 149.
[12]
s. 216.
[13]
s. 217.
[14]
s. 232.
[15]
s. 9.
[16]
s. 25.
[17]
s. 225.
[18]
s. 247.
[19]
s. 248-49.
[20]
s. 253.
[21]
s. 250.
[22]
s. 255.
[23]
s. 20.
[24]
s. 20.
[25]
s. 222.
[26]
s. 44.
[27]
s. 258.
[28]
s. 275.
[29]
s. 39.
[30]
s. 40.
[31]
s. 36.
[32]
s. 173.
[33]
s. 58.
[34]
s. 8.
[35]
s. 87.
[36]
s. 88.
[37]
s. 33.
[38]
s. 37.
[39]
s. 225.
[40]
s. 89.
[41]
s. 60-61.
[42]
s. 79.
[43]
s. 83.
[44]
s. 48.
[45]
s. 158.
[46]
s. 158.
[47]
s. 26.
[48]
s. 188.
[49]
s. 305.
[50]
s. 230.
[51]
s. 281-82.
[52]
s. 284.
[53]
s. 284.
[54]
s. 231.
[55]
s. 280.
[56]
s. 280-81.
[57]
s. 281.
[58]
s. 281.
[59]
s. 282.
[60]
s. 308.
[61]
s. 310.
[62]
s. 31.
[63]
s. 27.
[64]
s. 28.
[65]
s. 296.
[66]
s. 312.
[67]
s. 311.
[68]
s. 311.
[69]
s. 303.
[70]
s. 304.
[71]
s. 304.
[72] s. 313.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder