Burjuvaziyle
ilgili kanaatlerinden ötürü Sovyetler Halk Eğitim Komiserliği’nde çalışan
isimler ve bu kişilerin yaptığı çalışmalar, Batı dünyası genelinde tepkiyle
karşılandı. Daha ilk andan itibaren Rus devrimi, medeniyet için bir tehdit
olarak görüldü. Bolşevizmi hakir gören ve onu barbar Asya kabilelerine benzeten
kişiler, sanatın ve bilimin nefes dahi alamayacağı, zehirli bir ortam meydana
getirdiler. Süreci üzüntüyle takip eden kimi insanlar, Rus kültürünün
geleceğine dair kötümser öngörülerde bulundular. Tüm bu değerlendirmeler ve
ilgili dönem geride kaldı.
Rus
devrimi, belki de en somut adımlarını halk eğitimi alanında attı. Avrupa ve
Amerika’dan birçok uzman, Rusya’yı ziyaret etti ve bu çalışmaları kendi
gözleriyle gördü. Éduard Herriot, La Russie Nouvelle [“Yeni Rusya”]
isimli kitabında Rus devriminin bilime tabiri caizse taptığını söylüyordu.
Komünizme belirli bir mesafede duran başka aydınlar da bu Fransız devlet
adamının söylediklerine benzer şeyler söylüyorlar. H. G. Wells yaptığı
değerlendirmede, Lunaçarski’yi yeni Rusya’nın en önemli kurucu ruhlarından biri
olarak anıyor. Yedi yıl öncesine dek dünyanın görmezden geldiği bir isim olan
Lunaçarski, bugün herkesin önemsediği bir figür.
Çarlık
döneminde Rus kültürü küçük bir elit kesimin tekelindeydi. Halk, sadece fiziki
yoksulluğun değil, ayrıca fikri yoksulluğun da çilesini çekiyordu. Okuryazar
oranı korkunç düzeylerdeydi. 1910 yılında Petrograd’da yapılan nüfus sayımının
da ortaya koyduğu biçimiyle şehrin yüzde 31’i okuryazar, yüzde 49’u okur ama
yazamaz durumdaydı. Tabii bu durumun, Batı’nın modasının ve sanatının
inceliklerine hâkim olan asiller veya dönemin en önemli fikirlerini tartışan
üniversiteler için bir önemi yoktu. Mujik, işçi, avam bu kültüre yabancıydı.
Devrim,
Lunaçarski’ye proleter kültürün temellerini atma görevini verdi. Bu devasa iş
için elde mevcut olan malzeme gayet kıttı. Sovyetler, elindeki maddi ve manevi
imkânların önemli bir kısmını gerici güçlerin her cepheden saldırdığı devrimin
savunulmasına tahsis etmek zorundaydı.
Rusya’nın
ekonomik planda yeniden örgütlenmesi konusunda yüzleşilen sorunlar,
Bolşevikleri epey uğraştırıyordu. Lunaçarski’nin istifade edeceği insan sayısı
da çok azdı. Bilim ve edebiyat alanında çalışan insanlar, burjuvaziye ait tüm
teknisyenler ve fikir emekçileri devrimin çabalarını baltalamakla meşgullerdi.
Eskiden varolan okullara da yeni okullara da öğretmen bulunamıyordu.
Nihayetinde Rusya’da devrimci mücadelenin başvurduğu şiddet araçları ve terör
yöntemleri kültür alanının yeniden inşa edilmesi için yürütülecek her türden
çalışmaya köstek olan savaş benzeri bir ortam yarattı.
Ancak
Lunaçarski, bu önemli görevi gene de üstlendi. İlk günler çok zor geçti.
Cesareti kırıldı. Rus sanatına ait eski eserleri korumanın imkânsız olduğunu
gördü. Bu tehlike karşısında ümitsizliğe kapıldı.
Kremlin’e
bağlı kiliselerin ve Aziz Basil Katedrali’nin devrimin askerlerince bombalanıp
imha edildiğine dair haberler Petrograd sokaklarında dolaşınca Lunaçarski, bu
fırtınanın orta yerinde mücadelesine devam edecek takatin kendisinde
kalmadığını düşündü. Cesareti kırılan Lunaçarski görevinden istifa etti. Neyse
ki bu haberin yanlış olduğunu öğrendi. Lunaçarski’ye devrimcilerin her
çalışmasında tam yetkiyle yardım edeceğine dair güvence verildi. Böylece
Lunaçarski imanını tazeledi.
Rusya’daki
sanatsal miras bütün olarak kurtarıldı. Tek bir çalışma bile kaybolmadı. Halka
açık müzeler, resimlerle, heykellerle, özel koleksiyonlara ait eserlerle dolup
taştı. Eskiden Rus aristokratlarının ve burjuvalarının saraylarında ve
köşklerinde tuttukları sanat eserleri, devlete ait galerilerde sergilenmeye
başlandı. Bir vakitler iktidardaki kastın bencil zevklerine hizmet eden bu
eserler, halkın sanat eğitimi için kullanılıyorlardı.
Başka
alanlarda da olduğu gibi bu alanda da Lunaçarski, sanatı kitlelerle buluşturmak
için çabaladı. Örneğin bu amaç doğrultusunda proleter kültür komitesi anlamında
Proletkült’ü kurdu. Bu komite halk tiyatrolarını örgütledi. Ülke geneline
yayılan komite, bugün birçok önemli şehirde faaliyetlerde bulunuyor. Bu yapı
içerisinde yer alan işçiler, sanatçılar ve öğrenciler devrimci sanatı yaratma
arzusuyla hareket ediyorlar. Moskova’daki merkezinde bulunan salonlarda
devrimci sanatla alakalı tüm konu başlıkları tartışılıyor. Gene de bazı
noktalarda devrim ve sanat, biraz tuhaf ve biraz da keyfi bir biçimde teorize
ediliyor. Yeni Rusya’nın devlet adamları, avangart sanatçılardaki yanılsamaları
pek paylaşmıyorlar. Onlar, proleter toplumun ve proleter kültürün kendi
sanatını üretebileceğine inanmıyorlar. Bu isimlerin düşüncesine göre sanat,
toplumsal düzendeki gelişmişliğin bir göstergesi. Ama gene de bu yaklaşım,
onların genç sanatçıların sabırsızlıkla malul çalışmalarına yardım etmelerine,
bu gençleri teşvik etmelerine mani olmuyor.
Kübistlerin,
ekspresyonistlerin, her renkten fütüristin makaleleri ve araştırmaları Sovyet
hükümetince sahipleniliyor. Ancak bu destek, hükümetin fütürizmin devrimcilere
ilham verdiği ile ilgili teze bağlı olduğu anlamına gelmiyor. Sanat ve devrim
arasındaki ilişki ile ilgili etkileyici ve önemli eleştiriler kaleme alan
Trotskiy ve Lunaçarski bu teze destek konusunda epey dikkatli davranıyor.
Örneğin
Lunaçarski’ye göre fütürizm, “burjuva sanatının belirli devrimci yaklaşımlarla
birlikte sürdürülmesidir. Proletarya, geçmişin sanatını geliştirecek, belki de
bu noktada işe Rönesans’tan başlayacak, bu sanatı fütüristlerden daha ileriye
ve daha yukarıya taşıyacak, üstelik bunu da fütüristlerden çok farklı
yapacaktır.”
Öte
yandan avangart sanat eserleri, o en gelişkin tarzları ile Rusya’dan başka
hiçbir yerde bu denli değer bulmamış, saygı görmemiştir. Devrimin ulu şairi
Mayakovski neticede fütürist okuldan çıkmadır.
Lunaçarski,
okullarda daha verimli ve yaratıcı çalışmalarda bulundu. Bu çalışmalar
esnasında kendisi, kamu eğitimi bütçesindeki yetersizlik, okullarda gerekli
materyallerin bulunmaması, öğretmen eksikliği gibi bir dizi engelle karşılaştı.
Bunca şeye rağmen sovyetler, çar dönemine kıyasla belirli okullara daha fazla
destek sundu.
1917’de
ülkede 38.000 okul vardı. 1919’a gelindiğinde bu sayı 62.000’i aştı. Sonraki
süreçte birçok yeni okul açıldı. Komünist devletin amacı, öğrencilere oda, yurt
ve kıyafet sunmaktı. Eldeki sınırlı kaynaklar bu programın eksiksiz
yürütülmesini mümkün kılmadı. Yedi yüz bin öğrenci, imkânları sınırlı okullarda
masrafları bizzat üstlenerek okumak zorundaydı. Süreç içerisinde birçok lüks
otel, devlete ait sayısız köşk, okul veya yurda dönüştürüldü.
Fransız
ekonomist Charles Gide’in gözlemine göre Rusya’da devrimden en fazla istifade
eden, ondan en çok yararlanan kesim çocuklardı. Rus devrimcileri için çocuk,
yeni insanlığın gerçek temsiliydi.
Herriot
ile yaptığı bir sohbette Lunaçarski, eğitim politikasının temel özelliklerini
şu şekilde aktarıyor:
“Her şeyden önce biz
okulları tekleştirdik. Tüm çocuklarımız dört yıl eğitim veren ilkokulu bitirmek
zorunda. En iyiler, liyakat temelinde, altıda bir oranında beş yıllık okullara
alınıyorlar. Bu dokuz yıllık eğitimin ardından üniversiteye giriyorlar. Normal
güzergâh bu şekilde. Ama biz, bir yandan da proleter programımıza uygun hareket
edebilmek için işçileri de yüksek eğitime yönlendirmek istiyoruz. Bu sonuca
ulaşabilmek adına fabrikalara gidip 18 ilâ 30 yaş arası işçiler arasından seçim
yaptık. Devlet, bu öğrencilere kalacak yer ve yiyecek veriyor. Her bir
üniversitede işçilerin kendi fakülteleri var. Bu sınıflardaki otuz bin öğrenci,
mühendis veya doktor olmalarını sağlayacak eğitimi alıyor. Her yıl sekiz bin
öğrenci almak, bunları üç yıl işçi fakültesinde okutmak, ardından da
üniversiteye göndermek istiyoruz.”
Herriot’nun
dediğine göre, bu iyimserlik gayet meşru bir zemine sahipti. Süreç içerisinde
bu işçi fakültelerini bir Alman araştırmacı ziyaret etti. Yaptığı
değerlendirmeye göre bu okullardaki öğrenciler, dogmatizm ve zevk düşkünlüğüne
karşılardı. Lunaçarski, Herriot ile yaptığı sohbettin devamında şunları
söylüyordu:
“Bizim okullarımız
karmadır. İlk başta kadın ve erkek öğrencilerin bir arada olması öğrencileri
korkuttu ve bazı hadiselerin yaşanmasına neden oldu. Bugünse taşlar yerine
oturdu. Kadın erkek tüm öğrenciler birlikte yaşamaya alıştılar, genç diye
onlardan korkmaya gerek yok artık. Okullarımız hem karma hem de laik. Disiplin
anlayışı da zamanla değişti. Biz, öğrencilerin sevgi ortamında eğitim almasını,
yetişmesini istiyoruz. Başka özel projeleri de devreye sokmaya çalıştık. İlk
projede amacımız, şehir sovyetlerinin bize gönderdiği gençleri eğitip birer
uzman hâline getirecek bir üniversite kurmaktı. Kurslar bir ilâ üç yıl
sürüyordu. Öte yandan bir de Doğu Halkları Üniversitesi kurduk. Bu okulun
muazzam bir politik etkiye sahip olacağını düşündük. Bu üniversiteye
Hindistan’dan, Çin’den, Japonya’dan ve İran’dan bin kadar genç kaydoldu. Bu
sayede kendi misyonerlerimizi yetiştirme imkânı bulacağız.”
Halk
Eğitim Komiseri, zihni ışıl ışıl bir edebiyat insanı. Çağdaş, huzursuz,
insancıl bir kişi olarak komiser, tutkulu bir isim. Hayatın tüm yönlerini
kendisine dert edinmiş. Batı kültürüyle beslenmiş. Avrupa edebiyatı konusunda
derin bir bilgiye sahip. Shakespeare’in oyunlarını da Mayakovski’nin şiirlerini
de biliyor. Edebiyat ile ilgili birikimi hem eski çağların hem de bugünün
eserlerini içeriyor.
Lunaçarski,
geçmişe de, bugüne de, yarına da hâkim. Kıvrak bir zekâ ile ele alıyor bu
üçünü. Üstelik o, geçmişin değil şu anın devrimcisi. Yeni toplumsal yapılar
inşa etmenin edebi değil, politik bir çalışma olduğunu iyi biliyor. Tam da bu
sebeple kendisini bir yazar değil politikacı olarak görüyor. Kendi döneminin
insanı olarak Lunaçarski, devrimin basit bir izleyicisi olmak istemiyor, o,
devrimin faillerinden, ana kahramanlarından biri olmak istiyor. Tarih konusunda
düşünceler üretmekle veya yorumlarda bulunmakla yetinmek istemiyor, onun tek
arzusu tarih yapmak. Hayat hikâyesi, bize bu tarihsel figürün maneviyat
açısından zengin bir içeriğe sahip olduğunu gösteriyor.
Lunaçarski,
sosyalizm saflarına gençken dâhil oldu. Rus sosyalizmi içinde yaşanan ayrışmada
Menşeviklerin karşısına geçti, Bolşeviklerin yanında oldu. Diğer Rus
devrimcileri gibi o da sürgünde yaşamak zorunda kaldı. 1907’de mecburen
Rusya’dan ayrıldı. Bolşevizmin tanımlandığı süreçte ayrılıkçı hiziple ilişkisi
yüzünden partiden uzaklaştı, ama gene de ondaki hakiki devrimci yönelim
sayesinde kısa bir süre sonra kendisini yeniden yoldaşlarının yanında buldu.
Vaktinin yarısını politikaya, yarısını edebiyata ayırdı.
Romain
Rolland’ın kitabı, bize Lunaçarski’nin Ocak 1917’de Cenevre’de Maksim Gorki’nin
hayatı ve eserlerine dair ders verdiğini söylüyor. Kısa bir süre sonra ise
hayatının en ilginç bölümü başladı: Lunaçarski, Sovyetler Halk Eğitim Komiseri
(eğitim bakanı) olarak çalışmaya başladı.
Anatoli
Lunaçarski, hayat hikâyesinin bu bölümünde karşımıza Rus devrimine can ve yön
veren en önemli isimlerden biri olarak çıkıyor. O, Rusya’yı tüm yönleriyle ve
kararlı bir biçimde devrimcileştiriyor. Ekonomik ihtiyaçların yol açtığı
baskılar, ekonomi ve siyaset sahasında komünist öğretinin değişmesine veya
zayıflamasına sebep olsa da artık belirli kapitalist yapıların hayatta kalması
veya dirilmesi asla mümkün değil. Bu yapıların başındaki yöneticiler politik
iktidara sahip değiller, dolayısıyla devrimin geleceğini riske atamazlar.
Lunaçarski’nin kurduğu okullar ve üniversiteler, zaman içerisinde yeni bir
insanlık meydana getiriyor. Gelecek, Lunaçarski’nin okullarında,
üniversitelerinde mayalanıyor.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder