Don Luigi Sturzo
Birbirlerine
duydukları kin ortadan kalınca demokrasi yanlıları ile Katolik Kilisesi
anlaştı, bunun sonucunda da demokrasi ve Hristiyanlık temelinde, bir dizi
ülkenin yeniden inşa edilmesinde kullanılacak, az çok beynelmilel niteliği haiz
bir politik parti meydana geldi.
Bu
Katolik demokrasisi veya demokratik Katoliklik, Orta Avrupa’da gelişme
kaydetti. Katolikliğin merkezi kabul edilen Almanya’da Büyük Almanyacıların
öldürdüğü önemli liderleri Erzberger, cumhuriyetin ilk yıllarında önemli bir
rol oynadı. Avusturya, bir ara Katolik demokratlarca yönetildi.
Eskiden
Orlean Sarayı’na bağlı, kralcı asiller, Charles Maurras ve örgütlediği L’Action
Française [“Fransız Aksiyonu”] içerisinde etkili oldular. Cumhuriyetçiliğe
bağlı olanlar, milli blok içerisinde eridiler. Bazı isimlerse demokrasi ve
barış yanlısı bir çizgiyi benimsediler. Bu çizginin liderliğini Fransa-Almanya
arasında uzlaşma sağlanmasını savunan Marc Sagnier isimli bir vekil üstlendi.
Katolik
demokrasisinin en aktif olduğu yer ise İtalya idi. Burada hareket, kendisine
has özellikler geliştirdi. Beş yıl önce çalışmalarını yoğunlaştıran ve
kitleleri harekete geçiren hareketin lideri, popülist bir isim olan Don Sturzo
idi. Sturzo, örgütleme becerisi olan, tilki gibi zeki bir rahip. Bu hareketin
tarihi, bize hareketin politik bir akım olarak beynelmilel bir niteliğe ve
içeriğe sahip olduğunu ortaya koyuyor.
1919
öncesi İtalyan Katolikleri, siyasette parti olarak yer almazlardı. Dinlerine
bağlı oluşları buna mani oluyordu. Liberalizme karşı direnç geliştirmeleri ve
mücadeleyi yükseltmeleri ile birlikte Savoy Sarayı’ndaki hanedan ailesi çatısı
altında İtalya’nın yeniden birleşmesine dair görüş, tekrar dirildi. Bu görüşe
göre liberalizm, ruhban karşıtıydı ve masonik bir ruha sahipti.
Katolikler,
İtalyan devleti konusunda Vatikan’ın takındığı tavra bağlı kalmak
zorundaydılar. Katolikler ve liberallerle bu dönemde sağlanan barış, köklü
anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına mani oldu. Ama iki akım, 20 Eylül günü
yaşananları ve yol açtığı sonuçları hafızasından hiç silmedi.
İtalya’nın
çok az avantaj elde etmesine neden olan savaş, Katoliklerin siyasete geri
dönmesi için gerekli zemini hazırladı. Barış anlaşmasının yol açtığı
rezillikler yüzünden iyiden iyiye itibarsızlaşmış olan eski liberal hizipler
otoritelerini belli ölçüde yitirdiler. Liberal fikir ve onu savunan insanların
hayal kırıklığına uğrattığı kitleler, akın akın sosyalizmin safına geçtiler.
Bu
noktada Don Sturzo, demokratik motiflerle süslenmiş, gerektiği şekliyle
modernize edilmiş Katolik fikre kitleleri çekmek için bir fırsat yakaladı.
Katolik işçileri birlikler ve sendikalar içerisinde bir araya getiren Don
Sturzo, şehirde azınlık olsalar bile taşraya hâkim olan işçiler üzerinden
önemli bir güç elde etti. Don Sturzo’nun ve yardımcılarının sosyalist dile
çalan bir dille hitap ettikleri bu işçi birlikleri Halk Partisi’nin kitle
zemini hâline geldi. Parti bir yandan da, eskiden Victor Emmanuel, Garibaldi,
Cavour ve Mazzini’nin kurduğu rejimi kabule asla yanaşmayan birçok aristokratı
ve burjuvazi içerisindeki Katolik isimleri de örgütledi.
Mevcut
rejimle rahat rahat işbirliği tesis edebilmek adına parti, programında
Vatikan’dan bağımsız olduğunu beyan etti. Ama bu, aslında biçimle ilgili bir
meseleydi. Ortada teoride ve pratikte elindeki politik nüfuzu Kilise’ye teslim
etmiş bir Katolik örgüt vardı. Kilise, aldığı ahlakî konumlarıyla birlikte elli
yıldır demokrasi yanlısı masonik siyaset tarafından kapı dışarı edilmişti.
Aynı
ortamdan ve doğuşundan beri kendisine destek sunan politik konjonktürden
istifade eden İtalyan Katolik partisi, 1919 seçimlerinde muazzam bir zafer
kazandı. Kazandığı yüz elli altı vekil ile sosyalistlerden sonra meclisteki en
büyük grup hâline geldi. Böylelikle Halk Partisi, kral yanlısı hükümetin
desteklenmesinde önemli bir yere oturdu. Nitti, Giolitti, Bonomi ve Facta,
sırasıyla bu partiyle işbirliğine gitti. Halk Partisi, bakanlar kurulunun
teşkili noktasında da önemli bir unsurdu. 1921 seçimlerde partinin vekil sayısı
101’den 109’a çıktı. Don Sturzo, partinin genel sekreteri ve lideri olarak,
iyice güçlendi.
Ne
var ki İtalyan Katolik partisinin sahip olduğu güç rastlantısal, geçici ve
kırılgandı. Farklı ekiplerden oluşuyor olması, ayrışma sürecini kaçınılmaz
olarak tetikledi. Ekonomik çıkarlarına uygun olarak sağcı kanat, sosyalizm
karşıtı siyasete meyletti. Bir dizi köylü birliğinin desteklediği solcu kanat
ise sosyal demokrasi talep ediyordu. Bu anlamda, İtalya’da Katolik
demokrasisinin iç bütünlüğü ve birliği, hükümetteki merkezci siyasetin ısrarına
bağlıydı. Gerici sağ veya devrimci sol zafer kazanacak olursa halk hareketinin
eksenini teşkil eden merkez, bölünmeye mecburdu.
Faşist
hareketin, yani gerici tehdidin gelişmesiyle birlikte Halk Partisi içinde kriz
baş gösterdi. Katolik solunun Miglioli gibi liderleri, merkezci ve evrimci
siyaseti güçlendirecek olan Halk Partisi-Sosyalist Parti koalisyonu için
çalıştılar. Kısa süre önce komünistlerden ayrışan Sosyalist Parti kanadı, Halk
Partisi ile blok oluşturmaya sıcak bakıyordu. Bu bloğun sosyalistler yanında
Nitticileri de içermesi isteniyordu. Her iki parti de böylesi bir bloğun faşist
dalgaya karşı koyabileceğini düşünüyordu. Gelgelelim bloğun kurulması önünde
kimi engeller çıktı. Halk Partisi içerisindeki muhafazakâr kanat ile sosyalist
parti içerisindeki devrimci kanat, merkezci bir yapı içerisinde bir araya
gelmeye sıcak bakmıyordu.
Faşist
diktatörlüğün kurulması ve demokratik siyasetin kapı dışarı edilmesi ile
birlikte Don Sturzo’nun partisi ağır bir darbe aldı. Halk Partisi, faşizme
teslim oldu. Hükümetteki adamları ve mecliste verdikleri oylarla faşistlerin
ekmeğine yağ sürdü. Halk Partisi içerisindeki muhafazakâr kesimi faşistler
örgütledi. Vatikan’la sıcak ilişki kurma ve eğitim sahasında Kilise’ye tavizde
bulunma siyaseti üzerinden Mussolini, Katolik sağı kendisine çekti. İşçilerin
kazanımlarına yönelik saldırıları ve kapitalistlerin çıkarlarına hizmet etmesi
ile birlikte Halk Partisi içerisindeki işçi kesimi faşistlere karşı çıkmaya
başladı. Seçimlerin yaklaştığı günlerde söz konusu kriz daha da derinleşti.
Bugün
İtalya’da Katolik demokrasisi dağılma sürecine girmiş durumda. Parti
içerisindeki sağcılar, tümüyle faşizme teslim oldular. Don Sturzo’ya bağlı
merkez demokrasiye bağlı olduğunu bir kez daha beyan etti.
Başka
ülkelerde de Katolik partileri tarihsel planda benzer bir konuma sahipler. Bu
partilerin kaderleri, merkezci ve demokratik siyasetin kaderine bağlı. Bu
siyaset, gerici siyaset tarafından alt edildi, Katolik demokrasisi ise
ruhsuzlaşıp dağıldı.
Aslında
bugünkü politik kriz, dindışı demokrasinin krizi değil, kapitalist demokrasinin
krizi. Sonuçta kapitalist demokrasinin seküler gömleğini çıkartıp Katolik
gömleğini üzerine geçirmesine gerek yok. Bu ve benzeri konularda belirli
alışkanlıklar edindiniz diye keşiş olmuyorsunuz.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder