Son
birkaç yıldır birçok yer evim oldu. Çokça seyahat ettim, gerçekten çok güzel
insanlarla tanıştım. Öyle güzellerdi ki yanlarından ayrıldığımda içimde
insanlığa dair inancın arttığını hissediyordum.
Birçok
insan gibi ben de içinde yer aldığım gizli mücadelede bir miktar yeniydim ve
orada yaşamayı bir biçimde öğrenmeye çalışıyordum. Amerika sınırları içerisinde
silâhlı mücadelenin nasıl tatbik edileceğine dair sabit fikirlerim yoktu en
başta. Farklı farklı yerlerde bulunup bolca okuma yaptım, ama buna karşın gene
de Birleşik Devletler’de siyahların mücadelesine diğer mücadelelerin sunduğu
derslerin nasıl tatbik edileceği hususunda somut herhangi bir fikre sahip
olamadım.
Siyah
Kurtuluş Ordusu’nun emir komuta zincirine ve müşterek liderliğe sahip, merkezî
ve örgütlü bir yapı olmadığını dost düşman görüyordu. Bunun yerine, farklı
şehirlerde çalışan muhtelif örgütlere ve kolektiflere sahipti, büyük şehirlerde
ise birbirinden bağımsız çalışan bir dizi örgüt bulunuyordu.
Bu
muhtelif örgütlerin birçok üyesi, altmışların sonunda ve yetmişlerin başında
polisin uyguladığı yoğun baskılar sonucu saklanmak zorunda kalmıştı. Bir
kısmının ağır cezalarla sonuçlanması muhtemel davaları vardı, bazıları için
istenen cezalar nispeten daha düşüktü, benim gibilerse sadece “sorgulanmak”
isteniyorduk.
Kardeşlerimiz
ve kız kardeşlerimiz, bu örgütlere genelde devrimci mücadeleye, özelde de
silâhlı mücadeleye bağlı oldukları ve Amerika’da silâhlı bir hareket inşa etmek
istedikleri için katıldılar. İçimde uyanan en tuhaf duygu buydu. Eskiden
yürüyüşlerde gördüğüm insanlar artık saklanıyor, örgütle ilişki kurmak
istediklerine dair mesajlar gönderiyorlardı.
Ülkedeki
neredeyse tüm devrimci veya militan örgütlerin mensubu olan kardeşlerimiz ve
kız kardeşlerimiz, ya hapishanede çürüyor ya da yeraltına çekilmek zorunda
bırakılıyorlardı. Konuştuğum herkes, mücadeleyi bir üst seviyeye taşımak
niyetinde olduğunu söylüyordu. Ama bunun nasıl yapılacağını kimse
sorgulamıyordu. Ülke genelinde dağınık hâlde bir şeyler yapan onca insanı,
Siyahların kurtuluş mücadelesi dâhilinde etkili olabilecek örgütlü bir yapı
içerisinde nasıl bir araya getirecektik?
Daha
işin başında görüldü ki mücadelenin tahkim edilmesi, insanların toplanması pek
de iyi bir fikir değildi. Zira ortalık yerde yığınla güvenlik sorunu vardı, her
yanı farklı ideolojilere, farklı politik düzeylerine ve Amerika’da silâhlı
mücadelenin nasıl yürütüleceği konusunda farklı fikirlere sahip farklı birçok
örgüt sarmıştı. Neticede zayıftık, deneyimsizdik, örgütsüzdük, aynı zamanda
ciddi bir eğitim eksikliğimiz vardı.
Aslında
en büyük sorunumuz, politik gelişim sorunuydu. İçimizde Amerika’nın mağdur
ettiği, zalimlere karşı ölümüne mücadele etmek isteyen kardeşler ve kız
kardeşler vardı. Bunlar, zeki, cesur, davaya kendisini adamış, hiçbir
fedakârlıktan kaçınmayacak insanlardı. Ama kısa zamanda o cesaretin ve
adanmanın yeterli olmadığını gördük.
Herhangi
bir kurtuluş mücadelesini zaferle taçlandırmak için iradenin yanında yürüyecek
bir yola ve mevcut koşullar ile tarihe dair bilimsel bir analizden türemiş
genel bir ideolojiye ve stratejiye sahip olmalısınız.
Bazı
örgütler silâha sarılıp mücadeleye atıldıklarında, halkın kendi yaptıklarını
görecek ve mücadele etmeye başlayacak diye düşündüler. Bu örgütler,
Amerika’daki iktidar yapısıyla ölümüne cenk etmek istediler, oysa güçsüzlerdi
ve böylesi bir kavga için gerekli hazırlıktan yoksunlardı.
Asıl
önemli mesele ise silâhlı mücadelenin tek başına devrimi getirmeyeceği gerçeği
idi. Devrimci savaş bir halk savaşıydı ve hiçbir halk savaşı, halk kitlelerinin
desteği olmaksızın kazanılamazdı. Silâhlı mücadelenin tek başına başarılı olma
imkânı yoktu, onun zaferi hedefleyen toplam stratejinin bir parçası olması,
stratejinin de hem politik hem de askerî bir nitelik arz etmesi şarttı.
Kendi
televizyonlarımız veya gazetelerimiz olmadığı için devletin kanallarının bizi
canavarlar ve teröristler olarak takdim etmeleri kolay oluyordu. Polis her gün
siyahları terörize ediyor, bir şekilde bir Siyah, polis saldırısına karşı
kendisini başarıyla savunduğunda ise ona “terörist” diyorlardı.
Kısa
süre içerisinde anladım ki bizim en önemli savaşımız, Siyahî halk kitlelerini
politik açıdan harekete geçirmek, eğitmek ve örgütlemekle, onların akıllarını
ve kalplerini kazanmakla ilgiliydi. Onların desteği olmaksızın, bırakalım
zafere ulaşmayı, hayatta kalmamız bile mümkün değildi.
Özgürlük
için dövüşen her örgüt illaki yanlışlar yapar, ama silâhlı devrimci mücadelenin
müşterek ve temel kanunlarını bilince çıkartmıyorsanız, gereksiz bir yığın
yanlış yaparsınız. Devrimci savaş, uzun soluklu bir savaştır. Bizim zafere kısa
sürede ulaşmamız mümkün değildir. Kazanmak için bizim zalimlerin gücünü ufak
ufak yıpratmamız, aynı zamanda güçlerimizi yavaş yavaş ama emin adımlarla
artırmamız gerekir.
Kardeşlerimdeki
ve kız kardeşlerimdeki sabırsızlığı anlıyordum. Açık çalışma yapan
örgütlerimizin tamamı, polis karakollarının yanı sıra FBI ve CIA’in ağır
saldırısı altında olduğu için herkes askerî mücadeleyi politik mücadelenin
yerine koymaya can atıyordu. Liderlerimizin katledildiğini, insanlarımızın
soğukkanlılıkla vurulduğunu görüyor, mücadelenin ihtiyaç olduğunu tespit
ediyor, ona dönük arzumuzu her seferinde dile getiriyorduk.
Bilince
çıkartması en zor derslerden birisi şudur: Devrimci mücadele, duygusal değil
bilimseldir. Ben “hiçbir şey hissetmemeliyiz” demiyorum, sadece kararlarımızın
sevgi veya öfke üzerinden alınmaması gerektiğinden bahsediyorum. Kararlar
nesnel koşulları, yapılması gereken, duygusal değil makul olan şeyleri temel
almalıdır.
Assata Shakur
[Kaynak:
An Autobiography, Lawrence Hill & Co., 2001, s. 241-243.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder