Onbeşler’in
Yolundan İnanç ve Cesaretle Yürüyeceğiz
Türkiye
burjuvazisi ve onun uşakları tarafından 28 Ocak 1921 senesinde Karadeniz’de
süngülenen 15 Türk komünistin 15. yıldönümü vesilesiyle hatıralarımı yazmamı
isteyen mektubunuzu aldım. Türkiye amele sınıfının ve onun öncü müfrezesi olan
Türkiye komünistlerinin toplumsal devrim ve Türkiye sovyetleri uğrunda
canlarını vermiş bu ilk on beş kurbanı içinde Sovyetler Birliği’nde yaşanan iç
savaşın muhtelif cephelerindeki mücadelelerde müşterek sınıf düşmanına karşı
omuz omuza çarpıştığımız yoldaşlar var. Onların sönmez hatıralarını
canlandırmayı ve onların başladıkları işi bitirmek tarihi vazifesini yüklenmiş
olan Türkiye amele sınıfına onları tanıtmayı kendim için bir borç sayıyorum.
Siz
de pekâlâ biliyorsunuz ki, o zaman Rusya, devrim dalgaları ile için için
kaynıyordu.
Rus
proletaryası ve onun Bolşevik partisi Lenin’in, Stalin’in önderliği altında
1917 senesinin Ekim ayında hâkimiyeti eline almıştı.
Proletaryanın
bu zaferi ile, Rusya’da bulunan bütün savaş esirleri gibi, Türk esirleri de,
hürriyetine kavuşmuş ve serbest nefes almak imkânını elde etmişti. Bunlar
arasında, sürgüne gönderildiği Sinop’tan kaçarak Rusya’ya gelmiş olan, Mustafa
Subhi yoldaş da bulunuyordu.
Mustafa
Subhi yoldaş Rusya’ya esir düşen aydınlar, Türk işçi ve köylüler arasında
durmadan çalışarak Moskova, Kırım, Taşkent vs.’de teşkilatlar kurmuş neşriyat
yapmış ve sonunda 1920 senesi Mayıs’ında Bakû’ye gelmişti. Burada o, Bolşevik
partisinin Bakû komitesi yanında, Türk komünistleri tarafından kurulmuş bir
teşkilat bulmuştu. M. Subhi yoldaş Bakû’de bulduğu bu teşkilat üyelerinden
bazılarının iştiraki ile Bakû’de, Türkiye Komünist Partisi’ni vücuda getirdi ve
1920 senesinde bu partinin birinci kongresi toplanmaya muvaffak oldu.
Subhi
yoldaşın kendisine faaliyet merkezi olarak Kafkasya’yı ve Bakû’yü seçmiş olması
tesadüf değildir. Gerçekte burası işçi ve köylü kitlelerinin milli kurtuluş
mücadelesine atıldıkları Türkiye’ye yakındı. Diğer taraftan da memleketlerine
dönmekte olan Türk savaş esirlerinin akın yolu üzerinde bulunuyordu. Milli
kurtuluş hareketine tesir etmek, bu harekete önderliği ele almak ve bu suretle
işçi-köylü hâkimiyetine dayanan bir Sovyet hükümeti kurmak vazifesini üzerine
almış bir parti; memleketlerine dönmekte olan esirlere, bu esirlerin devrim
için kazanılmasına ve bunların bu devrim işinde faal birer savaşçı hâline
gelmelerine özel bir vermek mecburiyetinde idi.
Bu
maksatla parti “esirler sevk komisyonu” adı ile üç kişilik bir teşkilat
kurmuştu. Dönmekte olan esirlere yatacak yer bulmak, onların iaşelerini temin
etmek ve kafile hâlinde gönderilmelerine kolaylaştırmak gibi işlerle uğraşan bu
komisyonun diğer bir mühim vazifesi de bunlar arasında devrim fikirlerinin
propagandasını yapmaktı. Bu maksatla esirler arasında devamlı bir propaganda
yapılıyor, sık sık mitingler düzenleniyor, Ekim Devrimi’nin ve Türkiye’deki
milli kurtuluş hareketinin mahiyeti anlatılıyor, Türkiye emekçilerinin
kurtuluşunun ancak işçi ve köylünün hâkimiyeti kendi ellerine almaları ile
mümkün olabileceği anlatılıyor ve memlekete döndükleri zaman ne suretle hareket
edilmek lazım geleceği gösteriliyordu.
Memlekete
dönenler arasında yürütülen faaliyetle beraber diğer taraftan da askerî
teşkilat da kuruluyordu.
Parti,
Türk esirlerinden 700-800 kişilik bir Türk kızıl nişancı alayı teşkil etti. Bu
alay Bakû’de kurulmuştu ve 11. Kızıl Ordu’nun emri altında bulunuyordu. Ben de
bu alayda bulunuyordum. Bu alaya parti tarafından teşkilatçı olarak Maksut
yoldaş gönderilmişti. Onun yorulmak bilmez gayret ve faaliyeti ile alayda 40-50
kişilik bir de komünist hücresi teşkil olundu.
Parti,
bu hücre azalarının siyasi seviyelerini yükseltmek ve bu suretle de diğer kızıl
nişancılara daha iyi tesir edebilmelerini ve onlara önderlik edebilmelerini
sağlamak amacıyla üç aylık bir kurs verdi. Burada verilen en önemli dersleri,
bizatihi Mustafa Subhi yoldaş üstlenmişti.
Bu
gayretlerin neticesinde vücuda getirilen ve yetiştirilen iki tabur piyade, bir
makineli tüfek, bir süvari bölüklerinden oluşan alayımız Türkiye’ye gitmek
üzere Bakû’den hareket etti.
Ermenistan’ın
Kiros şehrinde Taşnaklar yolumuzu kesmeye çalıştılar. Taşnak orduları ve
çeteler ile yapılan savaşta alayımız büyük kahramanlıklar gösterdi, düşmanı
püskürttü. Muharebede verdiğimiz zayiata bakmadan, alayımız metro boyu kar
içinde yoluna devam etti, ve Kara Kilise’ye kadar vardı.
Alayımızın
savaşta ve o zor yürüyüşünde yorulduğunu dikkate alan 11. Ordu Komutanlığı’nın
geriye, istirahate çekilmemiz hususundaki emri üzerine, Azerbaycan’ın Şuşa
kalesine geldik.
Şuşa
kalesinde iken Mustafa Subhi yoldaştan bir telgraf aldık. M. Subhi yoldaş bu
telgrafında, alayımızın kazandığı zaferleri tebrik ediyor, kızıl alayımızın
Trabzon önlerinde öldürülecek olan 2. tabur komutanı Topçu İsmail Hakkı ve
makineli tüfek bölük kumandanı Kâzım Ali’yi süratle Bakû’ye davet ediyordu.
Karadeniz’de
can veren onbeşler arasında olan yoldaşların hareketlerinden bir müddet sonra,
Kızıl Ordu komutanının emriyle biz de Bakû’ye doğru hareket ettik. Bakû’de yük
istasyonuna trenden indiğimiz zaman arkadaşlardan birisi Topçu İsmail Hakkı’nın
beni aradığını söyledi. O gün 15 devrim kahramanını Bakû’den Türkiye’ye
götürecek olan yanı başımızdaki trene koştum. Vagona girdim. Devrim kurbanı
onbeşlerin hepsi vagonda idi. Hepsi ile selamlaştık. Mustafa Subhi vagondaki
yoldaşlara hararetli bir şeyler anlatıyordu. Hepsi, sınırsız bir neşe
içerisindeydi. Azim ve irade dolu bir ifadeye sahip o çehreler, aradan geçen
onbeş seneye rağmen, bugün bile bütün tazelikleri ve canlılıkları ile gözümün
önünde duruyorlar. Yalnız bu aziz hatırayı, vagonun bir köşesine sinsi sinsi
sinmiş meşin ceketli bir satılmışın hayali, Türk proletaryasının göz bebeği 15
rehber kahramanı burjuvazinin kanlı pençelerine peşkeş çeken hain provokatör
Mehmet Emin Resulzade’nin iğrenç hayali azap çektiriyor.
Eskiden
beri yakından tanıştığım Topçu İsmail Hakkı’yı bulmak zor olmadı. Trenin
kalkmasına az zaman kalmıştı. Son sözleri şimdi bile kulaklarımda çınlıyor.
“Seninle Türkiye’den
beraber geldik, fakat ayrı ayrı gidiyoruz, belki bundan müteessir oluyorsun
fakat buna hiç yer yok, siz de yakında alay ile beraber Türkiye’ye geleceksiniz
ve bize katılacaksınız. Siz çok yoruldunuz, elbiseleriniz eskimiş, size elbise
verecekler, istirahate ihtiyacınız var.”
Bizi
Bakû’ye istirahate götürecek trenimiz hareket hazırlığı görürken Trabzon
önlerinde süngülerle parçalanan, 15 devrim kahramanını götüren tren de yavaş
yavaş hareket ediyordu. Vagonun penceresinden mendillerin sahipleri birer birer
önümüzden akıp geçtiler ve gözden kayboldular. Bu, silinmez hatıralarla Türkiye
proletaryasının kalbinde yaşayan bu mezarsız 15 devrim kurbanını benim son
görüşüm oldu.
Topçu
İsmail Hakkı
Tahminen
1916 senesine sonuna doğru idi. Dünya savaşı esnasında Kafkas cephesinde
bulunan 17. Alay’ın cebel topçu bataryasından firar etmiştim; ve tekrar cepheye
sevk edildim. Bu sefer onuncu fırkanın 53. sahra topçu alayının 1. taburunun 2
bölüğüne nefer olarak kaydedildim. Topçu İsmail Hakkı da bu bölüğün kumandanı
idi. Kendisini buradan tanırım.
Mütareke
zamanlarında Kars’ta bulunuyorduk. İstanbul Harbiye Nezareti’nin emri üzerine
İstanbul’a hareket ettik. Batum’a geldiğimiz zaman, İngilizler toplarımızı
müsadere ettiler. Bize de vapurla değil, sahil boyundan piyade olarak
gidebileceğimize söylediler. Sahil boyunca yaptığımız uzun bir piyade
yürüyüşünden sonra Samsun’a geldik ve oradan da İstanbul’a geçtik.
Dünya
savaşı esnasında cephede hayvanlara tam istihkak, askerlere ancak 75 gram ekmek
veriliyordu. Bölük üyelerinin bu durumunu dikkate alan bölük komutanı Topçu
İsmail Hakkı, hayvanlara verilen istihkaktan bir miktar biriktirir, bunu, un,
buğday, paraya tahvil eder, askeriyenin vermiş olduğu ekmekten başka ayrıca
ekmek yaptırarak askere ekmek tevzi eder [dağıtır], yardıma muhtaç bölük
üyelerine para verirdi. Bölük mutfağını taburdan ayırarak, kazana daima
istihkak tam fazla erzak vermeye çalışırdı. Bunu gören diğer bölükler ise bizim
iaşemize hasret çekerlerdi. Bu suretledir ki kendisini yalnız bizim bölüğün
efradına değil, aynı zamanda bütün tabur efradına bile sevdirmişti.
Topçu
İsmail Hakkı Rusya’ya nasıl gelmişti?
Alayımız
İstanbul’da Selimiye Kışlası’nda yerleşmiş bulunuyordu. Topçu İsmail de
Kadıköy’de Fransız mektebi karşısında oturan ablasının evinde oturuyordu.
Bir
gün beni bölük komutanlığı dairesine çağırdı. Ben odaya girer girmez resmi
selamımı verdim. Bu hemen atılarak, “bırak canım, seninle konuşalım” diyerek
beni yanına oturttu ve şunları söyledi:
“Birkaç seneden beri seni
tanıyorum, seni namuslu bir arkadaş gördüm, bunun için sana bir şey teklif
edeceğim. Kabul edip etmeyeceğini bilmiyorum? Ben Kafkasya’ya gideceğim. Seni
de beraber götürmek istiyorum, gider misin?”
Ben
ne için ve ne maksatla gideceğimizi kendisine sordum, bunu söyleyince “Bana
güven, fena bir iş için olsa ben kendim de gitmem. Görüyorsun burada
İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar vs. var. Bunun için gitmek ve çalışmak
lazımdır” dedi.
Uzun
boylu konuştuk, konuştuktan sonra “giderim” cevabını işitince, yüzünde
memnuniyet çizgileri belirdi. Bunun üzerine kendilerine güvenilecek sekiz-on
arkadaşa daha ihtiyaç olduğunu söyledi ve “Sana bir vazife vereceğim. Bölükte,
taburda ve alaydaki tanıdıkların arasından gözü açık ve cesur 8-10 arkadaş daha
sen seç ve onlarla konuş. Sonra da haber ver” diyerek bana evinin adresini
verdi ve kendisi ile ayrıldık. Bu onbaşı ve çavuşlardan 7 arkadaş daha buldum.
Topçu İsmail Hakkı’nın evine giderek kendisine haber verdim. O da bu
arkadaşları tanıdığı için çok memnun olmuştu. Bundan sonra Topçu Hakkı ile
evinde sık sık görüşüyorduk, aramızda şöyle bir karara vardık. Anadolu’ya
hareket eden bir vapurla kaçacağız. O bana tezkere yazacak, ben de arkadaşları
her zaman harekete hazır bulunduracağım.
Bir
gün kendisinden şöyle bir tezkere aldım. “Haydar Paşa iskelesinde bekliyorum,
arkadaşları alınız, acele geliniz.” Bu tezkere üzerine hazır olan 7-8 arkadaşla
iskeleye indik. Kayığa bineceğimiz esnada, Gülnihal Vapuru da Sirkeci’den
hareket etti. Bu suretle birinci teşebbüsümüz suya düşmüş oluyordu. Fakat bizi
iskelede tesadüfen gören alayımızın bir küçük zabiti arkadaşlardan birinin
boşboğazlığı yüzünden Kafkasya’ya gideceğimizi öğrenmiş ve bunu tabura haber
etmiş. (Bu pisboğazlık yapan Yenihanlı Durmuş’u bilahare getirmedik.) Bir iki
gün sonra Topçu İsmail Hakkı’dan başka hepimiz tevkif edilerek hapishaneye
gönderildik. 15 gün sonra Topçu Hakkı, bir yolunu bularak bizi hapishaneden
çıkarttı. Günün birinde, bana gidecek arkadaşların isimleri yazılı ve üçer ay
memleketlerine gitme konusunda izinli olduklarını gösteren sahte vesikalar
verdi. Ben de bunlarla liman dairesine giderek bilet istedim. Liman reisi
vesikaları evirdi çevirdi, başkalarına danıştı ve sonunda bana dönerek “oğlum
çavuş, biz bu vesikalara bilet veremeyiz” diyerek vesikaları bana iade etti.
Topçu İsmail Hakkı’ya meseleyi izah ettim. O da kızarak vesikaları cebine
koydu. Bu suretle ikinci teşebbüsümüz de suya düşmüş oldu.
Rusya’ya
Gelmek İçin Üçüncü Teşebbüs
Selimiye
Kışlası’nın bir tarafında “esirler sevk komisyonu” vardı. Bu komisyon, dünya
savaşı sırasında Filistin cephesinde İngilizlere esir düşen esirleri
memleketlerine sevk etmekle meşguldü. Topçu İsmail Hakkı, esirler sevk
komisyonuna gitmiş ve “Ben Anadolu’ya gidiyorum, yanımda da 7-8 muktedir çavuş
ve onbaşılar vardır. İsterseniz siz askerlerinizi hiç yormayınız. Esirleri
Anadolu’ya ben götürürüm” diyerek “esirler komisyonunu” tabiri caizse kafese
koymuş idi. Topçu İsmail Hakkı bir gün beni çağırdı ve meseleyi bana anlattı.
Yarın filan kumandana girerek 400-500 esirlik erzak almamı ve ertesi gün de
esirleri teslim alarak hareket edeceğimizi söyledi. Sabahleyin arkadaşlardan
birkaç kişi alarak esirlerin erzaklarını teslim aldım. Ertesi gün de esirleri teslim
alarak vapura bindik. Topçu İsmail Hakkı “esirler sevk komutanı”, biz ise
esirlerin başındaki muhafızlar idik. İşte bu suretle 1920 senesi 25 Mart
tarihinde İngilizlerin eline düşmeden boğazdan çıkabildik.
Topçu
İsmail Hakkı ve diğer arkadaşlar ile beraber esirleri sahil boyu memleketlerine
bırakarak Trabzon’a, Trabzon’dan da motorla Hopa’ya, oradan da Poti’ye geçtik.
Topçu İsmail Hakkı’nın talimatı üzerine kendimizi tüccar olarak tanıtarak
Tiflis-Bakû yolu ile Dağıstan’a geldik. Bu sırada da Kızıl Ordu Dağıstan’a
gelmiş bulunuyordu.
Biz
de Kızıl Ordu’ya katılarak onunla birlikte Bakû’ye geldik. Bakû’de kurulmaya
başlanan Türk gönüllü askerî teşkilatına yazıldık ve kızıl asker olarak
çalışmaya başladık. M. Subhi Bakû’ye gelince topçu İsmail Hakkı da bu
teşkilatın en sağlam ve en kahraman bir uzvu olmuştu... Erzurum’dan Trabzon’a
hareket ederken Topçu İsmail Hakkı’nın Türkiye’den arkadaşı olan tayyare
yüzbaşısı Tevfik Erzurum’da kaldığı ve Topçu İsmail Hakkı’nın kalması hakkında
yol boyu yapılan bütün ısrarlara rağmen topçu İsmail Hakkı, Mustafa Subhi
kafilesinden ayrılmamış ve bu suretle partisine olan bağlılığını bir daha ispat
etmiş bulunuyordu. Bu vesile ise devrim kurbanı topçu İsmail Hakkı’yı size
hatırlatmakla hatıratımı canlandırmış oluyorum.
Kahraman
Maksut Yoldaş
Dünya
savaşı sırasında Muş taraflarında jandarma karakolu komutanlığı yapmış,
sonrasında esir düşmüş. Maksut yoldaş, esaret zamanında Subhi ile beraber
çalışmış, Parti tarafından Kızıl Alay’a teşkilatçı olarak gönderilmiş ve orada
parti teşkilatının başında çalışmış bir arkadaştır.
Parti,
Maksut yoldaşın yetişmişliğini, faaliyetlerini ve becerilerini, ayrıca devrime
ve partiye eksiksiz gösterdiği bağlılığı göz önüne alarak, teşkilat kurması
için doğu illerine gönderdi. Bekir Çavuş isminde bir yoldaş da onunla birlikte
ve ona yardımcı olarak gönderilmişti. Fakat daha faaliyete geçme imkânı
bulamadan, her ikisi de, Kars’ta Türk burjuvazisinin kanlı pençesine düştü.
Türkiye işçi sınıfının ve emekçi kitlelerinin kurtuluşu uğrunda seve seve
canlarını veren, ölümü hakiki bir devrimciye yakışır bir tarzda karşılayan
kahramanlarımızdan biri olma hasletini, Maksut yoldaşın büyük şahsiyetinde
görüyoruz. O, kendisini ve arkadaşlarını bekleyen akıbeti önceden sezmiş gibi
pençesinden kurtulamayacakları, ölümden hiç değilse kendi kavga ve ülkü yoldaşını
kurtarma, işçi sınıfının kavga saflarında hiç değilse arkadaşının yer almasını
sağlamak için kendisini feda eden bir kahramandır.
Daha
yolda iken, üzerlerinde yakalandığı takdirde onları idam sehpasına
sürükleyebilecek tekmil vesikalarını bizzat kendisini yanına alıyor. Yoldaş
Bekir’e, yakalandıkları takdirde kendisini evvelce tanımadığını, ancak yolda
rastladığını söylemesini tembih ediyor. Yakalanınca da tahammül edilemez
işkencelere rağmen arkadaşını ele vermiyor, sabunlu ipe seve seve boynunu
vermek suretiyle arkadaşını kurtarıyor. Burjuvazinin cellâtları karşısında idam
meydanına götürülürken ve sabunlu ip boynuna geçirilirken Maksut yoldaş
gösterdiği cesaret, ülküye ve partiye tam bağlılık, onu bu sıralarda görmüş ve
buna şahit olmuş binlerce emekçinin kalbine tesir etmiş, onlara sınıfımızın
kahramanlarını tanıtmıştır.
Onbeş
kahraman ve Maksut, aynı partinin, aynı sınıfın evlatları olarak, aynı sınıf ve
aynı ülkü için, aynı kahramanlıkla can verdiler.
Karadeniz’in
kara sularına gömülü onbeş kurbanın ve Kars’ın bir çukuruna atılmış Maksut’un
mezarı, bizim sınıfımızın ve memleketimizin yoksulluk içinde azap çeken
emekçilerin kalplerindedir.
Bu
devrim kahramanlarının ölümü, hiç şüphe yok ki sınıfımızın acıklı bir kaybıdır.
Fakat onlar, geride kalan Türk komünistlerine devrime giden yolu sarsılmaz bir
tarzda göstermiş bulunuyorlar. Biz bu yolda, onların yollarından ve onlar gibi
yüzbinlerce can vermiş olanların yolundan cesaret ve imanla yürüyoruz ve
yürüyeceğiz.
S. Yılmaz
Bakû,
16 Aralık 1935
[Kaynak:
Mete Tunçay, 15’ler Hatırası, Sosyal Tarih Yayınları, 2020, s. 64-69.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder