Hepimiz, pandemi süreciyle birlikte, sokak köpeği
olarak görülmeye alışıyoruz. İtiraz etmedikçe daha fazla siniyoruz. Sindikçe
köpekleşiyoruz.
Bu devletin bakanı çıkıp Alman görevdaşına,
“turistlerin göreceği her insanı aşılama” sözü veriyor. O bakanın ve solcuların
doktorları (bilimi), herkesin sokak hayvanları gibi aşı karnesi alması
gerektiğini, karnesi olmayanların dışarı çıkmasının yasaklanmasının şart
olduğunu söylüyor.
Hepimizin kulağına aşı, hastalık, yetiştirilme süreci
ve kimlikle ilgili bilgileri içeren küpeler takılıyor. Bu küpedeki bilgilere ve
verilere göre sosyal kredi verilmesi öngörülüyor. Makbul vatandaş fikri, ilmek
ilmek örülüyor.
Bugün veganlardaki hayvan dostluğunun, inekleri
sevmekle bir alakası yok. Bu dostluk, hepimizi hiyerarşi düşmanlığı çerçevesinde,
sokak hayvanı, besi hayvanı statüsüne indirgemekle, onlarla “eşitlemek”le,
egemenleri, zenginleri özgürleştirmekle ilgili. Eşitlik-özgürlük ilişkisi,
kapitalizmde bu şekilde işliyor.
Veganizm, bu sokak hayvanlığını kılıflandırma,
meşrulaştırma, belirli bir zemine oturtma girişimi olarak örgütleniyor. Yoksa
veganizm, ağaların paşaların yediği ete, içtiği süte hiç karışmıyor. Hiçbir
vegan derneği, “zenginlere gençlerin kanı içirilsin, gençleşsinler” diyen
yazılara tek laf etmiyor.
Yıllık ortalama et tüketimi listesine bakıldığında
Almanya, İspanya gibi ülkelerde yüz kilo et tüketildiğini görüyoruz. Türkiye’de
otuz sekiz kilo. Ama vegan dernekleri, yüz kilo et yiyen ülkelerde değil, zaten
et yiyemeyen yerlerde kuruluyor. Bu tür derneklerin yoksula karşı teşkil
edilmiş akıncı birlikleri olduğunu görmek gerekiyor.
Egemenler, tekeller, burjuvazi için dünyayı
değiştirmeye soyunanlar, başka bir dünya bilgisi takdim ediyorlar. Bu bilgi ise
yoksulları, işçileri, ezilenleri hedef alıyor. Elli gram etten alınan kaloriyi
ve vitamini ancak beş kilo sebzeden alabilen veganlar, herkesi burjuvazinin
istediği düzeye çekmek istiyorlar. Burjuvazinin et yiyebilme hâlini savunacak
birer muhafız olarak örgütleniyorlar.
Ahmed Arif’in, “Vurulsam, kaybolsam derim,
çırılçıplak, bir kavgada. Erkekçe olsun derim, dostluk da düşmanlık da. Hiçbiri
olmaz hâlbuki. Geçer süngüler namluya. Başlar gece devriyesi jandarmanın”
dizelerinde bahsini ettiği jandarma, artık feministlerdir.
Erkekçe dostluğa da düşmanlığa da izin vermeyen,
erkeklikle mücadeleyi “küresel terörle mücadele”ye bağlayan feministler,
efendilerin tayin ettiği ilişkilerin bekçileridir. Artık yoksul emekçi
erkeklerin düşmanla erkekçe dövüşmesi, başkalarıyla erkekçe dostluk kurması,
yasaklanmıştır. Erkeklik, burjuvazinin cinsiyeti, cinsel zevkleri ve
biyopolitik iktidarı adına, yok edilmiştir. O, kirli dünyanın mikrobudur.
Kontrol altına alınması gereken virüsüdür. Bu dünyada yan koltuk, hep boş
kalmalıdır.
“Dişi tekeller” ile “erkek devletler” arasında kurulan
karşıtlık, liberalizmin çevirdiği bir dümendir. Bu karşıtlık üzerine kurulu
siyaset, yoksul kadınlara ancak fahişelik önerebilir.
“Seks işçiliği işçiliktir” diyenler, pezevenktir.
Yoksul kadınlara “özgür bedenin var, sat onu rahatla” demek, gene solculara
düşmüştür. Egemenlerin özgürlüğü adına bu cinsiyet sahası da düzlenmekte,
eşitlenmekte, sekiz yaşında çocuklarla cinsel ilişki peşinde olan zenginler,
kurtulmaktadır.
Erkekler, İsrail’de bir moda olarak tüketilen,
erkeğinin boynuna tasma takıp sokakta gezdirme eyleminin kurbanlarıdır. Bu
şiddet, CIA odalarında üretilen akılla uyumludur. Irak işgalinde Arap erkeğini
kadını karşısında çırılçıplak edip döven akıl, o erkeğin iradesini kıracağını
düşünmektedir. Ama o dişi tekeller, nasıl oluyorsa, erkek devletler olmadan
hayatta dahi kalamamaktadırlar. Bilim çalışmalarını batıda bilim karşıtıymış
gibi görünen Çay Partisi türünden kuruluşların sahipleri desteklemektedir.
Bilimciliğin de bilim karşıtlığının da arkasında aynı güçler vardır.[1]
Bugün LGBT hesaplarında en fazla sosyalist harekete ve
Marksizme saldırılmasına kimse şaşırmamalıdır. “Stalinist örgüt”ün üyesi
eşcinselin, Stalin’e nefretini kusmasını kimse garipsememelidir. O hesapların
arkasındaki güçler, özlerine dönmüşlerdir. Çünkü LGBT dernekleri için
hazırlanan fon rehberlerinde birinci sırada, geçmişte faşizmle işbirliği yapmış
Ford Vakfı’nın ismi yer alır. Onu, yoksul halkları ezen, sömüren Rockefeller
türünden başka vakıflar takip eder. Hiçbir dernek, “bunlar bize niye para
veriyor?” sorusunu sormaz. Sol, artık sorgulama melekesini yitirmiş, o fonların
ve vakıfların köpeği olmuştur!
Bu açıdan, sosyalist ve Marksistmiş gibi poz kesenlere
aldanmamak gerekir. Onlar, pazarlığı öncelikle Stalin düşmanlığı ile açacaklar,
“proletarya diktatörlüğü de neymiş ayol!” diye egemenlerle flört etmeye devam
edeceklerdir. Bu isimlerin güya adına çalışma yürüttükleri kesimlerle bir
alakaları yoktur. Onlar, küresel düzeyde saldırı hâlinde olan liberalizmin
askerliğini yapanların üzerindeki kamuflajdan ibarettir.
“İlk kez bir lezbiyen, Bogota belediye başkanı
seçilir”, “sokaklarda daha fazla polis görevlendirme vaadinde bulunan bu
başkanı övmek, solculara düşer.[2] Dolayısıyla, bu solcuların yakın geçmişte
Kolombiya ayaklanması ile ilgili söyledikleri her şey, yalandır. Çünkü solun
kendisi, o ayaklanma yaşanmasın diye örgütlenmiştir. Yan yana gelmenin imkânsızlığıdır
sol. Artık “başkası cehennemdir”.
Lezbiyen belediye başkanına sevinenler, yeni
gayrinizami harbin aparatıdır. Kapitalin tarihsel yürüyüşü, yeni ordulara
muhtaçtır. Mesele, o yürüyüşe karşı oluşan kitlelerin devrimine örgütlenmektir.
Eren Balkır
5 Haziran 2021
Dipnotlar:
[1] Curtis White, The Science Delusion, Melville House, 2013.
[2] “Kolombiya’nın Başkentine Lezbiyen Belediye Başkanı”, 28 Ekim 2019, Sendika.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder