Bir
yazıda Uğur Şahin ve Özlem Türeci “iki devrimci”[1] olarak takdim edilip
selamlanıyor, bir başka yazıda ise onların “pandemi vurguncuları”[2] oldukları
üzerinde duruluyor. İki yazı da troçkist yazarların elinden çıkma.
Solcuların
çektiği Çukur denilen diziye, tam da aşı meselesinin konuşulduğu
günlerde, zehirlenen mahalle halkının aşıyla kurtulduğuna dair sahneler
ekleniyor. Sol, devletinin yardımına koşuyor. O yardımı sunmaya mecbur.
Özünde
Türeci ve Şahin’in “solculuğu ve Aleviliği” gibi etiketler de bu tartışmayı
yürütecek kesimin dilini kesmek için öne çıkartılıyor. Sol, en fazla, aşının
neden Çin menşeli olduğunu tartışabiliyor. Yerli-milli aşı istiyormuş gibi
yapıyor, ama aslında Alman aşısının reklâmını yapıyor. Almanya’ya çalışıyor.
Aşı
karşıtlarında toplumsal olana, toplumsal müdahaleye ve mücadeleye karşı bir
alerji olduğu görülüyor. Bu kesim, “ben kendimi düşünürüm, herkes aç kalsın,
ama ben organik domates yiyebileyim” diyen kesimle buluşuyor. Aşı karşıtları,
devletin halkına, milletine karşı sorumluluklarının gericilik sayıldığı bir
dönemde, piyasaya akın ediyorlar. Aşı, pandemi gibi konulara dair komplo
teorilerini piyasaya bizzat bu süreci yönetenler yayıyorlar. Her türden itirazı
boşa düşürmek, saçmalık olarak yaftalamak için bu komplo teorileri günbegün
besleniyor.
Bireyin
kendisini saçlarından tutup bataklıktan çıkartabileceğine dair eski şövalye
hikâyelerini ısıtıp ısıtıp satan neoliberal düzen, bu tür yaklaşımları çok
seviyor. Aşı karşıtlığı, Çin düşmanlığı ile birlikte perçinleniyor. Bir yandan
da bireysel kurtuluş hikâyesine iman edenler eliyle yayılıyor. Devletin halka
karşı sorumluluklarının sermaye lehine silindiği momentte güçleniyor.
Medya
eliyle yayılan ideolojinin sömürgeci bir nitelik arz ettiğini görmek gerekiyor.
Devletin halka karşı sorumluluklarının silindiği momentte, birilerinin çıkıp
halkı aşağıdakiler/yukarıdakiler diye bölmesi gerekiyor. Halk, devlet
hizmetlerini hak edenler-etmeyenler diye tasnif ediliyor. Neticede halk, “evde
kal”maya layık olanlar/olmayanlar diye bölünüyor ve bu bölünme, iyice
kanıksanıyor. Ayrım hattı, bir ölçüde sterillik ve kurgulanmış insan üzerinden
çekiliyor, o hat, zamanla cephe hattına dönüşüyor.
Bu
bağlamda, insan doğadan kopartılıyor, mikroptan ve başkalarından arınıyor.
Steril ve yalnız insan üretiliyor. O insanın imalatı için mikropla alakalı
korku hikâyeleri üretiliyor. Efendiler, “yalnızlık tehlikeli” lafını bu
düzlemde ediyorlar. Erkeklik, mikrop derekesine düşürülüyor. Merkezkaç kuvveti
gereği uçlara savrulan insan, bir yandan feminizme, bir yandan da LGBT'ye
bağlanıyor. Steril ve arınık olmak isteyen kadınlar feminizm safına, erkekler
lubunya safına savruluyorlar. Bu süreç, tekellerin ihtiyaçları uyarınca
işliyor. Tekeller, şirketler ve devletler, yol temizliği yapıyorlar.
Geçmişte
Ebola virüsü ile ilgili anlatılan yalanlara Kovid konusunda da başvuruluyor.
Burada da “yabani”, “vahşi” ve “gayri medeni” dünyanın tacizinden bahsediliyor.
Çin ve yarasa hikâyeleriyle halk, bireylere bölünüyor ve tekellerin
manipülasyonuna açık hâle getiriliyor.
Esasen
bu taciz hikâyesi, erkekleri de içerecek şekilde genişletiliyor ve sürekli
ısıtılıp ısıtılıp satılıyor. Erkekler, yaban hayatın, geçmişin ilkel yüzünün
somut karşılıkları olarak, ırksallaştırılıp düşmanlaştırılıyorlar. Ebola ile
dışsallaştırılan, aşağılanan kara Afrika ile kara erkekler, yan yana düşüyor.
Ari, temiz, saf olmanın yücelik, üstünlük olduğu öğretiliyor. Erkeksiz kadınlar
gibi mikropsuz bedenler tasavvur ediliyor. Hat, buradan çekiliyor. Gerisine
düşenler, yok edilmeyi hak eden unsurlar olarak kodlanıyorlar. Temassız
kartlar, ideolojiyi ve hayat pratiğini biçimlendiriyor.
Demir
Küçükaydın, birçok küçük burjuva solcu gibi, birbirine temas etmeyen, etmemekle
sorun çıkartmayan atomize bireylerin komünizmi inşa edeceğini sanıyor. O aşı
reklâmı içeren yazısını bu yüzden yazıyor. Komünizmi, o steril, evcil ve
kontrol altındaki kurgu olarak tasavvur ediyor. Küçükaydın gibi solcular,
kendilerindeki liberalizmi örtbas etmek için kullandıkları komünizmle, ancak
böylesi bir tanım üzerinden ilişki kurabiliyorlar. Bu tür solcular, sosyalist
hareket içerisinde tekellerin yönelimlerine göre bir sosyalizm tarif etme işini
üstleniyorlar. Küçükaydın, tam da bu sebeple, iki ilâç tüccarını devrimci
olarak kodluyor ve utanmadan, halkı için dövüşüp ölmüş bir isim olarak Deniz
Gezmiş’in hatırasını istismar ediyor. Deniz’in bahsini ettiği bilim insanının
bu iki tüccarda cisimleştiğini söylüyor. Çünkü küçükaydınlar, Alman devletinden
ayrı, Almanya gibi ülkelerin âli çıkarlarına karşı herhangi bir düşünce
geliştiremiyorlar. İster istemez Time, Spiegel gibi dergilerin
sahipleriyle aynı safta buluşuyorlar.
Tüm
dünyayı bembeyaz çarşaf sanan bir troçkist, ölüdür. Kirsiz, çapaksız, pürüzsüz
dünya algısı, öldürür. Zombiler, küresel oligarşiden gayrı bir şeye hizmet
edemezler. Onların “dünya devrimi” sanrıları, ancak o oligarşide
cisimleşebilir. O sanrılar, oligarşi için vardır.
Dolayısıyla
Rojava, esasen anarşist-troçkist gevezelikler bağlamında değer bulabilmektedir.
Onun dışında, Öcalan için yürütülen pazarlıkta basit bir kozdan ibarettir.
Çünkü aslında Rojava veya Kürd, kimsenin umurunda değildir, sadece bu türden
gevezeliklerin malzemesi olarak iş gördüğü için bir süreliğine reklâm
edilmektedir. Ama reklâm varsa ticaret vardır, ticaretin sahasını gene Türk
devleti ve sermayesi tayin etmektedir.
Demir
Küçükaydın, yıllar önce herkese “bana piyango çıktı” der ve nereden geldiği
belli olmayan paralarla evini bilgisayarlarla donatır. Türkiye’ye hitaben forum
siteleri kurar, içi boş yazılar yazar. Bu forumlar, “internetle komünizm
gelecek” diyen isimlere yuva olur. Sol, o yuvalarda çürütülmüştür. Sosyalist harekete
yönelik operasyon o sitelerde yürütülmüştür.
Cephe
hattının nereden çekildiği ve nasıl inşa edildiği önemlidir. Düşmanınız yoksa,
düşmanınız net değilse, ne yapacağınızı da bilemezsiniz.
13
yıldır sol, devlet ve sermayenin kendisine armağan ettiği düşmanla meşgul
olmaktadır. 2007 öncesinde gizli gizli destek verdiği AKP, yeni düşmandır.
Dolayısıyla cephe hattı, buna göre oluşturulmaktadır. Gericiliğe karşı liberal
değerleri savunan birinin internette, robotta, dijitalde, silikon vadisinde
özgürlük ve kurtuluş görmesi, gayet doğaldır. Oysa silikon vadisi de robot da
CIA ve Pentagon’la bağlantılıdır.
Geçenlerde
sohbet ettiğimiz, Amerika’da yaşayan Kürt bir arkadaş, “Biden söz verdi,
Kürdistan’ı kuracak” dedikten sonra, oradaki pandemi önlemlerini ve devleti
savunuyordu. Demek ki hattın nereden çekildiği önemlidir. Biden’ı mesih kabul
edene, dijitalin, robotun, pandemi önlemlerinin, çevre politikalarının
sınıfsallığını, askerîliğini ve ekonomisini asla anlatamazsınız.
Belçika’ya
göç etmiş, oranın faşist partisi üzerinden bakan olmuş Dersimli kadını (Zuhal
Demir’i) önder kabul edene, yoksulun, göçmenin, Avrupalı Müslümanın, işçinin
hâlini anlatamazsınız.
Önce
Ukrayna, ardından da Suriye’ye gidip savaşan Neonazileri kendilerine yoldaş
belleyenler, sürece ilişkin herhangi bir şey işitmek istemeyeceklerdir.
Tam
da bu sebeple, burada Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin emperyalizmle,
oligarşiyle, büyük ilâç tekelleriyle, sermayeyle, bunların yoksullara ve
emekçilere yönelik düşmanlığıyla ilişkisine dair kimse bir şey söyleyemez.
TTB
dünya sağlık örgütüne, DSÖ de Bill Gates gibi oligarklara bağlıdır. TTB’nin
ağzından çıkan, Allah kelâmıdır, tartışılamaz. Komploculuk eleştirileri ile
esasen oligarklar savunulmaktadır. Bugün ülkenin tarım ve sağlık bakanlıkları,
o oligarşiye bağlıdır. Komploculuk yaftası, o oligarşiyi ve bakanlıklarını
korumak içindir.
Oligarşi
ve bakanlıklar, belirli bir sola ihtiyaç duyarlar. O sebeple Küçükaydın, gelen
paraların karşılığında otuz yıldır, “kimlik, millet, din, siyaset dışı kalsın,
siyasette sadece yüce steril burjuva birey konuşsun” demek zorunda olduğunu
bilir. Burjuva siyasetinin bekçiliği, onun ömrü boyunca mücadele ettiği
payedir. O oligarklar, kirli, yabani kitleleri bir araya getirecek şeylere
karşı bu tür isimlerle tedbir almaktadır.
Çünkü
Bill Gates, “sürtünmesiz kapitalizm” peşindedir. O oligarklar, sosyalistlere
“sürtünmesiz kapitalizm”i özgürlük mekânı, cennet olarak satmaya mecburdurlar.
Tekellerin, küresel oligarşinin yapıp ettiklerinde “komünizm” bulanlar, hain
olmak zorundadırlar.
İnsanları
bir araya getiren bağlar kopartılmalı, sürtünmeye, çelişkiye sebep olan
düzlemler ayrıştırılmalıdır. Kapitalizm için formül açıktır. Bu bağların
kopmasını, düzlemlerin ayrışmasını özgürlük diye kutsayanlara karşı uyanık
olunmalıdır.
Sürtünmeye
sebep olan, bağ kuran, eski bağlarını koruyan herkes, yabanîdir. Mesele,
küresel oligarşinin çektiği cephe hattını görmek ve ona göre hareket etmektir.
O cephe hattında bağlar ve çelişkilerle düşünen herkes, düşmandır. Çelişkilere
ve bağlara örgütlenen her irade, itlaf edilmelidir.
Kooptasyon
süreci tamamlanmak üzeredir. Oligarşi, kapitalizm eleştirisine el koymuştur.
Kendi öznelerini başa yerleştirmiştir. Döne dolaşa onun istedikleri
yapılacaktır. Kitleler, yaban olan/evcil olan ayrımına tabi tutulacak, birileri
evcil olduklarını ispatlayacak, paydaş ekonomisinden kendisine verilen sus
payına razı gelecek, “kapsayıcı kapitalizm”e ses etmeyecek, rıza
göstermeyenler “yaban” ve “terörist” ilân edileceklerdir.
Neticede
Cüneyd Zapsu, AKP’yi kurandır ve AKP’den daha güçlüdür. “Yok daha neler, bu
komplocular da abarttı, neymiş efenim, hepimize çip takacaklarmış, güleyim
bari!” diyerek meseleleri taşkalaya alanlar, Zapsu’nun Davos toplantısı
çıkışında verdiği röportajı izlemelidir. Oligarşi, birilerinin ağzına bal
çalmakta, o balın maliyetini bile emekçi halkın sırtına yüklemekte, sömürü ve
zulmün çarkları dönsün diye belirli bir kesimi kendisine örgütlemektedir.
Pandemi krizi, çevre krizi ve iktisadî kriz, bu çarklar bağlamında
tartışılmalı, içimizdeki ajanları kesecek bir hat örülmelidir.
Eren Balkır
20
Şubat 2020
Dipnotlar:
[1] Demir Küçükaydın, “İki Devrimci-Türeci ve Şahin”, 2 Ocak 2021, DK.
[2]
Genevieve Leigh, “Pandemic Profiteers”, 29 Aralık 2021, WSWS.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder