Mart
2020’den bu yana, 1989-1990 sonbaharından beri sistemsel düzeyde gelişmekte
olan yönetim biçimi, kendisini tümüyle ortaya koymuştur: ulusötesi düzlemde
faaliyet yürüten oligarşik kast, Batı “demokrasiler”inde hâkimiyeti ele
geçirmiştir.
“Geleneksel”
faşizmin kitle tabanı, propagandayla tahrik olmuş, coşkulu küçük
burjuvaziydi.[1] Bu anlayışa göre lider (devlet) kitleye tüm kötülüklerden
kurtulma sözü veriyordu. Lider kitleleri, kitleler de lideri (devleti) geleceğe
taşıyacak, lider kitleleri savaşa sürükleyecek ve (tekelci) sermayenin
çıkarları doğrultusunda onları mahvedecekti.
Son
yirmi-otuz yıl içerisinde sahneye, kendi aralarında güçlü bağlara sahip
ulusötesi kast çıktı. Artık bu kast, açıktan bir savaş yürütmüyor, toplumsal
yapıları kendisine yönelik birer tehdit olarak görüyordu. Mart 2020’den beri
iktidar merkezleri, savaş alanını içeriye doğru genişlettiler ve bu işi korona
rejimini tesis etmek adına yaptılar.
“Ulusötesi
elit faşizm” derken ben, yürütme komiteleri olarak ulusötesi dijital, askerî,
istihbari kuruluşları, bilim, medya ve hükümetlerden oluşan yapıyı içeren
ulusötesi iktidar elitlerini, ulusötesi kapitalist sınıfın tesis ettiği
ittifakı kastediyorum.[2] Ben, bu birlikteliği kendi “konak” bedenlerine hizmet
eden, sivil toplumlara ait parazitler olarak adlandırıyorum.
Yeni
düzenin yönetim aracı, herhangi bir zamanda etkinleştirilebilen bir salgın
rejimine dayanan sağlık diktatörlüğüdür. Bugün Covid-19, belki yarın gündeme
gelecek rinovirüsler, başka bir zaman yaşanacak sıtma salgını veya “biyolojik
savaş” saldırısı, bu türden bir araçtan ibarettir.
Şu
bitmek bilmeyen “terörle mücadele” hattı, Mart 2020’den itibaren “salgınla
mücadele” hattı ile birleştirilerek derinleştirildi. Bu sefer mücadelenin
hedefinde tüm insanlık duruyor.
İktidar
merkezlerinin asıl büyük endişesi, “halk sağlığı”dır. Halk sağlığı ise insanlık
tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir başyapıttır. O, hazırlık süreci yıllardır
devam eden, toplumlara karşı yürütülen bir psikolojik savaştan başka bir şey
değildir.
İktidardaki
kliklerin onlarca yıllık başarısızlıklarının ardından Batı’da siyasetin
meşruiyeti 2019’un sonuna gelindiğinde iyice sıfırlanmıştı. Gezegeni,
insanlığı, birlikteliği, iç ve dış huzuru ve insanlık tarihindeki tüm olumlu
değerleri mahvedenler, bugün kendilerini insanlığın büyük kurtarıcıları olarak
pazarlıyorlar.
Dünya
için felâket hâlini almış olan kapitalizmi yönlendirenlerin, bu felâkete sebep
olanların halk sağlığı konusunda endişe ettiklerini düşünmek için, medyanın
tarihle bağı kopmuş, şüphe nedir bilmeyen, çocukça hareket eden, medya eliyle
beyni yıkanmış kişiler olmak gerekiyor.
Kalıcı
Bir Hâl Olarak Olağanüstü Hâl
İktidar
merkezlerinin “kitle tabanı”, uzun zamandır birileri tarafından ikna edilmiş
isimlerin peşinden gitmiyor. İktidar merkezlerini korku ve panikle
yönlendirilen, yalana boğulan, terörize edilen kitleler destekliyorlar. Kitle
iletişim araçlarının yaydığı aptallık, insanlığın korkuya kul olmasını güvence
altına alıyor.
Amerikan
Ekonomik Araştırma Enstitüsü'nden Jeffrey A. Tucker, “Bu Delilik Ne Vakit Sona
Erecek?” başlıklı makalesinde şunları söylüyor:
“Anksiyete bozuklukları,
paranoyak sanrılar ve irrasyonel korku konusunda uzmanlaşmış pratisyen bir
psikiyatristim. Tüm bu hastalıkları bir uzman olarak tedavi etmeye çalışıyorum.
Olağan zamanlarda bu sorunları gidermek güç bir iştir. Bugünse tıpla alakalı
olan bu koşul, herkesi bağlamaktadır. Sebebi her şey olabilir ama bugün
hastalığa yönelik korku, kitlesel panik hâlini almaktadır. Görünüşe göre bu
panik, bilerek ve kasten yayılmaktadır. Bu, çok üzücü bir gelişmedir. Zira
panik bir başladı mı yol açacağı psikolojik hasarı onarmak yıllar
alacaktır.”[3]
Ayrıca
bu noktada maske zorunluluğundan da bahsetmek gerekir. Maskenin zorunlu
kılınmasında amaç, kitlelere boyun eğdirmek ve onların itaat etmesini güvence
altına almaktır. Böylesi bir süreç dâhilinde maske takanlar, “uyumlu” bireyler
kılınacak, onların otoriteye teslim olmaları sağlanacak, öte yandan “maske
düşmanları” ise “birbirinden kopuk tehlikeli unsurlar” olarak gösterilip
yasadışı ilân edileceklerdir.
Şuan
görebildiğimiz kadarıyla bu düzeni tesis edenler, okullarda çocuklara zorla
maske takarak onları terörize etmektedirler. Egemenler, yeni tebaasını bu
şekilde yetiştirmektedirler.
İktidar
merkezlerinin yönetim aracı, yurttaş haklarının ortadan kaldırıldığı, “salgın”
üzerine kurulu olağanüstü hâldir. Merkel kliği ve çevresi, anayasayı bu tür
haklardan arındırmış, tüm o soğukkanlılıkları ile onu egemenler için pırıl
pırıl etmiştir. Artık ortada, bunların olağanüstü hâli istedikleri vakit kalıcı
kılmalarına mani olacak hiçbir güç ve kanun bulunmamaktadır.
Zaten
“partili demokrasi” denilen eksik bir biçimini tecrübe ettiğimiz demokrasi,
salgın koşulları üzerinden askıya alınmış durumdadır. Güçler ayrılığı ilkesinin
yerinde epeydir yeller esmektedir.
Bill
Gates ve onun bilim ile siyaset sahasındaki işbirlikçileri, bizim bir daha
salgın öncesi döneme dönmememizi istiyorlar.[4]
Bildiğimiz
şekliyle demokrasi rafa kaldırıldı. Bernd Hamm bu gerçeği 2017’de şu şekilde
dile getirmişti:
“Neoliberal ideoloji,
devlet düzenlemelerinin kaldırılmasına ve servetin yüzde birlik zengin kesimin
elinde toplaşmasına katkıda bulundu. Bugün zenginler, eyalet yasalarının önemli
bir bölümünü kendi lehlerine olacak şekilde biçimlendirebiliyorlar.
Parlamenterler, müdürler,
muhasebe firmaları, avukatlar, vergi danışmanları, düşünce kuruluşları, radyo
istasyonları, film stüdyoları, yayıncılar, medya, araştırmacılar, yazarlar,
lobiciler, koruma görevlileri ve hizmetlerindeki diğer uşaklar, zenginlere
tavsiyelerde bulunuyorlar ve onları yapıp ettikleri işler dâhilinde koruyorlar.
Özel mülkiyet,
kapitalizmin altın buzağısıdır. Kural ve yasa tanımayan kapitalizmse egemen
sınıfın kutsal kitabıdır. Bunlar, polisi ve orduyu bile kendi çıkarları
doğrultusunda harekete geçirebilirler. Ulus devlet ve başındaki hükümet,
önemsiz kurumlar hâline gelmiştir. Buna karşın bugün her şeyin ötesinde
hükümetler için asıl zorunluluk, kitleleri kontrol altında tutmaktır. Bu,
demokrasi projesinin sonunu ifade eder. Artık nihayet plütokrasi muktedir
olmuş, o sessiz darbeyi gerçekleştirmiştir.”[5]
Geleneksel
faşizm, kitlesel destek ve propagandayı, düşmanlarına karşı vahşi (sokak)
terörü ve meclis kavgalarıyla birleştirdi. Oysa ulusötesi seçkinlerin faşizmi,
çok daha incelikli ve zekidir. Bu tür faşizmin Almanya versiyonu olarak Merkel
kliği, neoliberalizm yanlısı partidir ve onun medya yüzüdür. Merkel çizgisi,
zenginlerin yatağından çıkmayan bilimle[6] birlikte, konumlarını güçlendirmek
ve iktidarlarını sürdürmek için her türden propaganda aracı ve sansür
yöntemiyle muhalefeti susturmaya, “sapkınlar”ı ezmeye çalışmaktadır.
Dünya
Ekonomisinin Sıfırlanması
İktidar
merkezleri, hedeflerine ulaşmak için kitleleri birkaç kez eve kapatma
derdindedirler. Nihayetinde onların amacı, dünya ekonomisini sıfırlamaktır.[7]
Dünyayı
felâketin eşiğine getirip bırakmış olan kapitalizmi “yenilemek” istiyorlar.
Asıl amaç, kapitalist sistemi büyük sıfırlamanın ardından dördüncü sanayi
devriminin yaratacağı yeni koşullarla birlikte sürdürmek.
Devletler,
tümüyle uluslararası finans endüstrisinin denetimine tabi olacaklar.
Korona
krizinden önce Almanya’nın ulusal borcu, yaklaşık 2 trilyon avroydu. Bu borç,
75 yılda birikti. Merkel ekibi, söz konusu borcu üç ayda ikiye katladı.
Deutsche
Bank, korona krizinin neden olduğu dolaylı hasar konusunda, 24 Nisan 2020’de
şunları söylüyordu:
"Hesaplamalarımıza
göre Alman devleti, krizle mücadele kapsamında uygulamaya konulan paketler
aracılığıyla 1,9 trilyon avro gibi gerçekten baş döndürücü olan bir tutarı
devreye sokabilir ki bu tutar, Alman GSYİH’sinin yarısından fazlasına denk
düşüyor.”[8]
Deutsche
Welle ise 24 Haziran 2020 şunları yazmış:
“Korona salgını ve
sonuçlarına karşı mücadele için hükümetler ve merkez bankaları, en az 15
trilyon doları [...] şimdiden gözden çıkarttılar. Bu, dünyadaki borç yükünün
daha hızlı büyümesine neden oluyor: Şirketlerin ve bankaların borçları da dâhil
olmak üzere, bankacıların lobi çalışması için kullandıkları dernek olan
Uluslararası Finans Enstitüsü’nün toplam borcu, akla hayale gelmeyecek bir
rakama ulaştı ve 250 trilyon doları buldu.”[9]
Haziran
2020’de Dünya Bankası Belarus’a, ülkenin kapanmayı, yani ekonomisinin çökmesini
kabul etmesi şartıyla, 940 milyon dolar tutarında bir kredi teklifinde
bulundu.[10]
Bugün
iktidar merkezleri, devletleri borçlandırmak suretiyle, devletlerin elinde
kalmış malı mülkü uluslararası finans endüstrisinin kontrolü altında
özelleştirmek için elinden geleni yapıyorlar.
Korona
kriziyle iflasın eşiğine gelen şirketler, bu şirketlerin maliyetinin yükünü
vergi mükelleflerinin sırtına zorla yüklemek adına, devlet kontrolü altında
radikal kararlar alan hükümetlere teslim ediliyorlar. Devletlerin
borçlandırılması ise insanları köleleştirmek için kullanılan bir yöntem.[11]
Avrupa’da
AB, ulus devletlerin demokratikleştirilmesinin ana kontrol merkezidir.
İktidardaki ekonomik ve siyasi klikler, hasta AB’yi iktidar projesi olarak
muhafaza etmek, ulus devletlerin demokratik kurumlarını tamamen baltalamak ve
parlamentoların yetkilerini daha da zayıflatmak için ellerinden gelen her şeyi
yapıyorlar.
Yirmi
yedi AB ülkesi, kısa süre önce, 1,8 trilyon avroluk finans paketi ve bütçe
konusunda anlaşmaya vardı.
Daha
önce Yunanistan’a yapılan yardımda da görüldüğü üzere bu para, önce eski
borçları ödemek için bankalara akacak.[12]
Demokrasiyle
bir alakası bulunmayan komisyonlar, yönetim kurulları, senatolar, paydaş
anlaşmaları ve kapalı kapılar ardında oluşan her türden komitenin görevi,
ulusötesi oligarşinin kast sistemini muhafaza etmek. Burada ulus devlet, sadece
halkları kontrol altında tutacak baskı aygıtı ve gözetleme organı olarak iş
görüyor.
Nüfusun
Azaltılması
Dünya
nüfusunun azaltılması meselesi, dünya genelinde ekonominin sıfırlanması
girişiminin ayrılmaz parçasıdır.[13]
Dünya
nüfusunun “arındırılması”, küçük ve orta ölçekli işletmelerin yanı sıra yüz
milyonlarca çalışanı olan küresel tedarik zincirlerinin yok olması demektir.
Uluslararası
yatırım stratejistlerinin “sömürdüğü”, alt ve orta sınıfın belirli bir kısmı,
serbest meslek sahibi olmaktan çıkarılıp bağımlı düşük ücretli sektöre girecek,
diğerleri dijital sahaya ve platform şirketlerine, onların sömürüyü artırma
amaçlı stratejilerine tabi olacak, tam da hükümet stratejistlerinin amaçladığı
gibi, bu insanların büyük kısım yok olacak.
Uluslararası
Çalışma Örgütü’ne göre, kayıt dışı olarak adlandırılan sektörde çalışan,
düzenli bir iş sözleşmesine sahip olmayan 1,6 milyar kişi, ilk kapanmanın
sonucu olarak işsiz kaldı.
Bu
noktada sorulması gereken soru şudur: “Bu süreçte geçim imkânları ortadan
kaldırılan kaç yüz milyon insan ölecek?”
İktidar
merkezleri, milyonlarca cesedin üzerine çıkmış, etrafa gülücük dağıtıyorlar.
Sadece 1989’dan sonra yaşanan savaşlara baksak, o pis gülümsemeyi görecek çok
fazla sahneye tanıklık ederiz. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı 100
milyondan fazla can aldı.
Hedeflendiği
biçimiyle, geçim imkânlarının ortadan kaldırılmasıyla bu 1,6 milyarlık nüfusun
sadece yüzde onu bile ölse, bu, 160 milyon kişinin öleceği anlamına gelir.[14]
Oysa daha fazla insan ölecek, burası kesin.
İktidar
merkezlerinin ve onları sembolize eden isim olan Bill Gates’in aşı
uygulamalarıyla dünya nüfusunu azaltmayı amaçlayıp amaçlamadığı, bugün herkesin
tartıştığı bir konu.[15]
Bill
ve Mellinda Gates, aşılama çalışmalarıyla insanlığın büyük kurtarıcıları olarak
takdim edilmektedir.[16] Ama asla kurtarıcı değiller! Tek yaptıkları, büyük
ilâç tekelleri, büyük finans tekelleri ve dünya hükümeti için yeni devasa
çalışma modelleri oluşturmak ve bu modelleri, bugün her türden propaganda ve
baskı aracı ile birlikte sahneleniyorlar.
Bill
Gates için aşılama faaliyeti, aşıyla ilgili yürüttüğü işleri parasal açıdan
besleyen ve küresel sağlık siyaseti üzerinde kendisine diktatörlere has bir
kontrol yetkisi bahşeden “stratejik bir hayırseverlik” pratiği.[17]
Dördüncü
Sanayi Devrimi
Dördüncü
sanayi devrimi[18] şunları hedefliyor:
Tüm
demokrasinin ilga edilmesi,
Yeni
bir jeopolitik düzen,
5G[19]
ve onunla bağlantılı uydu teknolojisi. 5G, her şeyden önce ordunun savaşları
tümüyle yeni temeller üzerinden yürütmesi için geliştirilmiş bir teknolojidir.
5G’nin tesis edilmesi durumunda insanlar ve doğa için yol açacağı sonuçlar
tamamen görmezden gelinmektedir,
Nesnelerin
İnterneti[20], bilgi toplumunun küresel altyapısının teknolojileri ile
ilgilidir,
Nakit
parasız bir dünya[21],
Sosyal
mesafeli soğuk bir sosyal yaşamın kurulması ve topyekûn biyometrik kontrol,
İlâç
firmalarının her türlü sorumluluktan kurtarıldığı genetik ve nanoteknoloji
kullanan zorunlu bir aşılama rejimi,
Yapay
zekânın post-hümanizm ve transhümanizm ile bağlantılı olarak genişlemesi, yani
insan ve makinenin birleşmesi[22],
“Akıllı
Şehirler”in geliştirilmesi[23].
Özetle,
ulusötesi “elit” faşistlerin, dünyanın diktatörlükle yönetildiği bir yeni dünya
düzeni için uğraştıklarını söyleyebiliriz.
Büyük
sıfırlamadan[24] sonra, arındırma faaliyetleri ardından dünyada kalan nüfus
gözlerini muhtemelen yeni bir dünyaya açacak. İktidar merkezleri, dördüncü
sanayi devrimine geçişten sonra kurulacak yeni dünya düzeninin eski hâle
döndürülmemesini güvence altına almak için ellerinden gelen her şeyi
yapıyorlar.
Yeni
Bir Başlangıç İçin Gerekli Şartlar
İktidar
merkezleri, dünyayı sınırlama olmaksızın yeniden inşa ettiklerinden, onlara
karşı direnişin de insanlığın bilhassa Batı demokrasilerindeki insanların
mevcut bataklıktan nasıl çıkılacağı konusunda düşünceler geliştirmesi
gerekmektedir: Bu konuda şu türden öneriler sunulabilir:
Siyasi
partilerin önceki şekil ve işlevleriyle tasfiyesi,
Paranın
kölesi olmuş lobi kuruluşlarının lağv edilmesi,
Gizli
servislerin feshi, en azından büyük ölçüde küçültülmesi,
Ordunun
milli savunmaya indirgenmesi,
Siyasetçi
dokunulmazlığının kaldırılması,
Anayasa
veya yasanın ihlal edildiği ve genel kamuoyunun zarar görmesi durumunda parti
mallarına veya politikacıların mal varlıklarına el konulması,
Gerçek
sorumluluğu, politik sorumluluğu üstlenme, göreve geldiğinde edilen yemin
çiğnendiğinde verilen cezaların artırılması,
Kurucu
meclislerin toplanması,
Doğrudan
demokrasinin güçlendirilmesi,
Tümüyle
yeni bir medya anlayışı, bu bağlamda medyanın halk demokrasisinin kontrolüne
teslim edilmesi.
Yeni
nesil siyasetçiler, kamu görevine geçmeden önce kendilerini “hayatta”
kanıtlamış, etik ve ahlaki ilkelere uymalı, anayasa ve hukuka uygun olmalı ve
bundan sorumlu olmalıdır.
Böylece
ilk önemli adım atılmış olacaktır.
Ullrich Mies
22 Ağustos 2020
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Ignazio Silone, Seine Entstehung und seine Entwicklung, (ilk basım
tarihi 1934), Frankfurt 1978, s. 273 ve sonrası.
[2]
Bkz. William I. Robinson, Global Capitalism and the Crisis of Humanity,
New York 2014.
[3]
Jeffrey A. Tucker, “When Will the Madness End?”, 10 Temmuz 2020, AIER.
[4]
Michael Morris, Lockdown, 2. baskı, Fichtenau 2020, s. 153.
[5]
Bernd Hamm, “Das Ende der Demokratie – wie wir sie kennen”, Ullrich Mies, Jens
Wernicke (Hg.) Fassadendemokratie und Tiefer Staat. Auf dem Weg in ein
autoritäres Zeitalter içinde, Viyana 2017
[6]
“Milletvekili Kretschmer ve Profesör Reiss”, Yuvarlak Masa, 7 Ağustos
2020, Youtube.
[7]
Klaus Schwab, “Great Reset”, 3 Haziran 2020, Youtube.
[8]
Deutsche Bank, “Corona-Krise”, 24 Nisan 2020, PDF.
[9]
“Bring die Corona-Krise den Schulden-Ballon zum Platzen?”, 24 Haziran 2020, DW.
[10]
“WB Offered Belarus”, 29 Temmuz 2020, Gateway.
[11]
“Bundesregierung”, 11 Ağustos 2020, DWN.
[12]
“Corona”, 30 Temmuz 2020, DWN.
[13]
Michael Morris, A.g.e., s. 142 ve sonrası.
[14]
James Brownsell, “Half the World’s Workers”, 29 Nisan 2020, Cezire; ILO Monitor, “Covid-19”, 29 Nisan
2020, PDF; “Job Losses”, 29 Nisan 2020, ILO.
[15]
“Bill Gates”, 24 Mart 2020, Youtube,
42. Saniye.
[16]
“Bill Gates”, 1 Nisan 2020, Youtube;
“Bill Gates”, 28 Eylül 2012, Youtube.
[17]
Children’s Health Defense, CHD;
ayrıca bakınız Michael Morris, a.g.e., s. 148.
[18]
“Fourth Industrial Revolution”, WEF; “Leadership”, WEF.
[19]
Frank Adlkofer’in yazıları, Rubikon.
[20]
Internet der Dinge”, Wikipedia; “Internet of Things”, WEF.
[21]
“Blockchain”, WEF.
[22]
“Roboter”, 8 Ağustos 2020, DWN; “Artificial Intelligence”, WEF.
[23]
“Smart City”, 6 Ağustos 2020, DWN.
[24]
“Great Reset”, WEF.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder