Bugün
tüm gezegen ölçüsünde yaşananlar, bize şunu söylemektedir: Dünyanın sonu
gelmiştir.
Ama
bu, dünyayı kendi çıkarları uyarınca yönetmeye çalışanlar için geçerli olan bir
son değil. Kurulacak dünya da insanî birliğin yeni ihtiyaçlarına uyum gösteren
bir dünya olmayacak.
Burjuva
demokrasileri çağı bitti, tüm o haklarıyla, anayasalarıyla ve meclisleriyle
bitti. Hukukiymiş gibi görünen zarfının gerisinde, sahip olduğu önemle
birlikte, sanayi devrimi ile başlayıp iki ya da üç dünya savaşı, demokratik
veya zorba totalitarizmlerin eşlik ettiği dünya, artık sona erdi.
Dünyayı
yöneten güçler, kendilerini biyolojik güvenlik ve sıhhi terör gibi her yerde
herhangi bir şerh düşmeksizin devreye soktukları, bugün kontrolden çıkma
tehdidi savurup duran aşırı bir dizi tedbire ve aygıta başvurmak zorunda
hissetmişlerse bunun sebebi, o güçlerin ellerinde hayatta kalmak için başka bir
seçeneğin kalmadığına dair yeterince delil olması ve bu deliller üzerinden epey
korkmuş olmalarıdır.
Eğer
insanlar, kendilerine herhangi bir güvence dahi verilmeksizin teslim oldukları
despotik tedbirleri ve eşi benzeri görülmemiş kısıtlamaları kabul etmişlerse,
bunun yegâne sebebi, pandemi değildir. İnsanlar, muhtemelen bir de, bugüne dek
üzerinde yaşadıkları dünyayı az çok bilinçsiz bir biçimde bildikleri, onun
adaletsiz ve insanlık dışı bir yer olduğunu gördükleri için, o tedbirlere ve
kısıtlamalara teslim olmuşlardır.
Üstelik
bugün hükümetler, insanlıktan daha da uzak, daha da adaletsiz bir dünya için
hazırlıklar yürütmektedirler. Her hâlükârda dünyayı yöneten güçler de insanlar
da bugün adlandırıldığı biçimiyle “eski dünya”nın mevcut hâliyle devam
edemeyeceğini önceden görmüşlerdir.
Her
türden önsezide olduğu gibi burada da dinî bir unsur mevcuttur. Sonuçta dinî
selametin, felahın yerini sağlık, ebedi hayatın ve kilisenin yerini biyolojik
hayat almıştır. Uzun zamandır dünyevî ihtiyaçlar karşısında tavizlerde
bulunmaya alışmış olan Kilise, kendisinin yerini sağlığın alışına sessizce rıza
göstermiştir.
Dahası,
bu sonu gelmiş olan dünya konusunda içimizde pişmanlığın kırıntısı bile yok.
Biz,
ne yeni tanrı, ne de yeni insan beklentisi içerisindeyiz. Bilâkis, biz şimdi
burada, bizi kuşatan yıkıntıların arasında, mütevazı ve basit bir hayat biçimi
arayışı içindeyiz. Bu hayat, bir serap değil, çünkü bizde onun hatırası var.
Biz, düşmanın her seferinde nisyana gömmek istediği o hayatı kâh içimizde kâh
dışımızda, zaten tecrübe etmişiz.
Giorgio Agamben
23 Kasım 2020
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder