Pages

10 Kasım 2020

Biden’ın Başkanlığına Dair Boş Beklentiler


Bir avuç milyarderin tüm toplum üzerinde tesis ettiği iktidar olarak sermaye iktidarı, o kaba ve yoz niteliğini Amerika kadar hiçbir yerde bu kadar iyi açığa vurmamıştır. Sermaye varolduğu günden beri bütün topluma hükmeder, dolayısıyla hiçbir demokratik cumhuriyet, hiçbir oy kullanma hakkı onun özünü değiştiremez.

[Vladimir Lenin]

Meselenin özü şudur: hepimiz aynı gemideyiz. Dolayısıyla kimse cezalandırılmamalıdır. Kimsenin yaşam standardı değişmeyecek, köklü bir değişim yaşanmayacaktır.

[Joe Biden, başkanlığı konusunda zengin bağışçılarına güvence veriyor.]

 

Joe Biden’ın seçim zaferi teyit edildi, ABD’nin yeni başkanı oluşu, sosyal medyada ve basında keyifle karşılandı.

Ama Biden’ın siyasetini ve sicilini bilenler, medyanın takdim ettiği o sahte “güzel adam” imajına aldanmıyorlar, dolayısıyla elde edilen zaferin ne tür sonuçlar doğuracağını anlamaya çalışıyorlar, ayrıca genel tepkinin elde edilen birikimin ve deneyimin üzerini örttüğünü görüyorlar.

Bu süreçte Biden’ın zaferine şüpheyle yaklaşanlar, alabildiğine yalnızlaştırılıyorlar. Bu süreç, bir yandan da Biden ve yardımcısı Kamala Harris’e yönelik meşru eleştirilerin tahkir edilmesiyle ilerliyor. O eleştirilere kişiler, zaferi kazanan sanki kendileriymiş gibi tepki geliştiriyorlar.

Devyn Springer’ın da izah ettiği biçimiyle[3]

“Politik eğitimin silinip atılması, kapitalist yanlış eğitimin hızla dolaşıma girmesi sayesinde geçerli her türden eleştiri, analiz ve azar, nefret suçuymuş gibi takdim ediliyor, ayrıca bunlar, Amerika’daki sığ politik muhayyile dâhilinde insanların bir şeylerden keyif almalarına izin vermeyen girişimler olarak suçlanıyor.”

Ne üzücü ki ABD’de eleştirel düşünce ve politik muhayyile yoksunluğu, aynı zamanda Birleşik Krallık’taki politik söyleme ait bir özellik. Biden-Harris idaresinin başa geçme ihtimalini neşeyle karşılamayanlar, başkalarının mutluluğuna turp sıkmak için yanıp tutuşan kötü kalpli kişiler olarak görülüyorlar.

Oysa Steven Salaita’nın da nazik bir dille ortaya koyduğu ayrım bağlamında söylenmelidir ki bu eleştiriler, nihayetinde sevgi ve dayanışmanın ürünü. Biden’ın kazandığını görüp sevinmemek, Trump’ın yenilgisi karşısında rahatlamamak, esasen Biden’ın ve onda cisimleşen neoliberal ve emperyalist siyasetin geçmişteki (ve gelecekteki) kurbanlarına yönelik merhamet duygusundan kaynaklanıyor.

Şu açıktan söylenmeli: Biden, onlarca yıl ABD imparatorluğunun üst düzey görevlisi olarak, birçok insanın çile çekmesine sebep olmuş bir canavardır. Tüm o kariyeri dikkate alındığında, sabıka kaydını aktarmak için kitap kalınlığında bir çalışmaya ihtiyaç vardır. Biden, 1994 tarihli Suç Kanunu gibi ırkçı kanunların hazırlanmasında önemli bir rol oynamış, bu kanunlar üzerinden siyahî Amerikalılar hapse tıkılmış, bu suç kanunu, ABD’de özgürlükleri ortadan kaldıran 2001 tarihli Yurtseverlik Kanunu ile olduğu gibi muhafaza edilmiştir. Biden, Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olarak, Irak Savaşı konusunda senatoda lobi çalışması yürütmüş, Amerikan kamuoyunu ikna etmeye çalışmıştır.

Tüm kariyeri boyunca İsrail’e bağlı kalan Biden, Netanyahu ve Şaron gibi suçlularla yakın dostluklar kurmuş, hatta Şaron’un cenaze töreninde onu metheden bir de konuşma yapmıştır. Hâsılı Biden, ülke içinde ırkçı bir otoriter, ülke dışında ise emperyalizm sevdalısı ve savunucusu bir isimdir.

Liberaller kendisine epey ümit besliyorlar, ama Biden, çevre konusunda da öyle ileri bir konumda değil. Kampanyası boyunca kaya gazı ve petrol çıkarmak için kullanılan hidrolik kırma yönteminin yasaklanmayacağını birçok kez dile getirdi. Ayrıca enerji danışmanı, fosil yakıt endüstrisi için lobi faaliyeti yürüten, Obama döneminde enerji bakanlığı yapmış olan Ernest Moniz. Asıl endişe verici gelişme ise Biden’ın yeni açıkladığı Koronavirüs görev gücü içinde, 75 yaşından sonra hayatın yaşamaya değer bir şey olmadığını söyleyen Ezekiel Emanuel’in bulunuyor olması.

Biden, ayrıca bir yığın cinsel saldırı iddiasıyla karşı karşıya kalmış bir isim. Bu mesele, Trump yanlısı medyanın dahi pek gündeme taşımadığı, tartışmadığı bir konu. Oysa biz biliyoruz ki kameralar kapandığında Biden, kendisiyle temas kuran kadınları ve genç kızları taciz eden bir kişi. Medya öyle güçlü bir silâh ki bu tür isimlerin itibarını temize çekiyor, sicillerini hasıraltı ediyor. Biden, Trump’tan farklı olarak, düzgün ve empati kurabilen bir kişiymiş gibi takdim ediliyor.

Oysa Kasım 2019’daki ABD darbesiyle devrilen Evo Morales’in son verdiği röportajda dile getirdiği gibi, Trump’la Biden arasında hiçbir fark yok. Sadece Trump, ırkçılığını ve faşizmini herkesin gözüne sokuyor. Ayrıca kimse, asıl meseleye bakmıyor: Biden, akli melekeleri giderek zayıflayan biri. Kampanya döneminde birçok kez düzgün bir tek cümle kuramayan Biden, en basit kelimeleri ve ifadeleri bile telaffuz etmekte güçlü çekiyor.

Seçim sonuçlarını büyük bir keyifle karşılayanların liberaller olmasında şaşılacak bir yan yok. Bu insanlar, seçimin hemen ardından siyasetle ilgileniyormuş gibi yapmaya hemen son verdiler. Bu liberaller, esasen Trump’taki açık ırkçılığa, kaba tarza ve Twitter’daki öngörülemez şovlarına karşılar. Mahcubiyetleri, özelde bu tür durumlar, genelde de ABD’deki liberal müesses nizam ile ilgili. Bu kişiler, Trump’ın politikalarının içeriğine ve sonuçlarına karşı değiller, çünkü Trump, Müslümanlara yönelik yasaklar ve göçmen çocukların kafeslere konulması gibi adımları Obama-Biden idaresinden miras aldığı siyaset gereği atıyor.

Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etti. Uluslararası düzlemde en fazla eleştirilen adımlardan biri olarak bu karar, ancak Biden’ın olumlu oy kullandığı, Obama’nın destek verdiği bir kanunun sonucunda alınabilmişti. Şurası açık ki Trump’a karşı güya direniş örgütleyen isimlerin önemli bir bölümü, Trump’ın başkanlığına verdiği zararlardan ötürü karşı çıkmış değildi. Onların asıl karşı çıktığı şey, Trump’ın dünya genelinde Amerika’nın sahip olduğu itibara zarar vermesi, mahcubiyete ve rahatsızlığa yol açmış olması idi.

ABD’deki müesses nizama ait unsurların, bilhassa Trump’ın başkanlığının başlarında atılan adımlara dair asıl endişelerinden biri de savaş karşıtı söyleme başvuruluyor oluşuydu. Ara sıra da olsa Trump, kampanyası süresince savaş karşıtı bir dil benimsemiş, görüşleri dâhilinde yeterince emperyalizm yanlısı sözler sarf etmemişti. Trump, Suriye’ye yönelik hava saldırılarına yetki verdiği gün tam da bu sebeple medya ağız birliği ederek onun adını hayırla andı.

Biden konusunda ise kimsenin korkusu yok. Ara sıra belirli güvenceler vermek zorunda kalsa da Biden, kampanyası süresince Çin, Suriye ve İran gibi başlıklar dâhil tüm dış politika meselelerinde şahin olduğunu ortaya koydu.

Bu koşullarda Guardian Biden’dan, “Amerika’nın küresel sorun çözücü rolünü yeniden oynamasını sağlamasını” istedi, zira Trump döneminde Amerika “vazgeçilmez bir ulus” olarak en fazla ihtiyaç duyulduğu dönemde ortadan kaybolmuştu. John Pilger’ın “liberal gerçekçilerin görevi, batı emperyalizminin krizin ve krizdeki derinleşmenin sebebi değil de kriz yönetimi olarak yorumlanmasını sağlamaktır” sözü, bu yaklaşımı gayet iyi izah ediyor.

Özünde liberaller Biden’a, sadece Trump kadar açıktan ırkçı olmamak gibi bir fazilete sahip olduğu için yaltaklanıyor değiller. O korkunç siciline rağmen bunu yapıyor olmaları, alternatif bir vizyonun veya anlamlı bir siyaset platformunun bulunmadığı koşullarda, akla C. Wright Mills’in Marksistler (1962) isimli çalışmasında yer alan, liberalizmle ilgili şu anlamlı değerlendirmesini getiriyor:

“İnsana, topluma ve tarihe dair teoriler, daha doğru bir ifadeyle, önermeler seti olarak liberalizm, bugün açmazdadır. Liberaller sürekli o kadar çok şey istiyorlar ki bu, onların gerçeklerle bağını kopartıyor. Tam da bu sebeple liberal teorileri tasnif etmek güç bir mesele. Anlaşılmak için yanıp tutuşan olguları göremeyen liberaller, dünyada olan bitenlerle hiç mi hiç ilgilenmiyorlar. Liberaller gerçeklere belli bir açıdan yaklaşıyorlar, bu noktada kişisel özellikler ve tarzlar belirleyici oluyor. Bu sayede liberaller, toplumsal hayatın yapısal koşullarından ve o koşulları değiştirme ihtiyacından uzak durma imkânı buluyorlar. Esasında liberaller, muazzam denge denilen o muğlak anlayış dışında, bir bütün olarak toplumun mevcut yapısına dair ikna edici herhangi bir görüşe sahip değiller. Liberaller, kendi dönemleri ve ulusları konusunda sağlam bir anlayıştan yoksunlar.”

Trump döneminde, Mayıs ve Haziran aylarında devletin Siyahların Hayatı Önemlidir eylemlerini sert biçimde bastırdığı dönemde, Amerikan liberalizminin maskesi düştü ve o maskenin ardındaki faşizm, çirkin yüzünü gösterdi. Biden’ın kazanmasıyla bu maske yeniden takılacak, Amerika’ya dair imaj tazelenecek, emperyalizm tekrar “küresel sorun çözücü” olarak takdim edilecek.

Trump’taki aleni ırkçılık, yerini Demokrat Parti’deki rafine ve örtük bir ırkçılığa bırakacak. Böylelikle ABD’nin askerî eylemlerinin ardındaki gerçek motivasyon kaynağı, devlet adamlarına has insanî müdahaleyle ilgili mesajlarla ve uluslararası toplumun koruma sorumluluğuna atıfta bulunan açıklamalarla gizlenecek.

Biden’ın yarı siyahî, yarı güney Asyalı yardımcısı Kamala Harris, siyasetinin Biden’ın siyaseti kadar gerici olduğuna bakılmaksızın, yeni kurulacak hükümetin ilerici yüzü olarak takdim edilecek.

Her türden ırkçılığa ve emperyalizme, bunların rafine veya kaba tüm biçimlerine karşı olan insanlar, Biden’ın zaferini gerçeği gizlemeye yönelik samimiyetsiz bir girişim olarak kullananlara karşı çıkmalıdırlar. Bu gerçek şunu söylemektedir: Biden’ın zaferiyle, soykırım üzerine kurulu imparatorluğun başındaki iki partili idari yapıda kartlar yeniden karılmıştır. Bu yapı, kim başkan olursa olsun, hem kendi halkı hem de bu gezegendeki herkesin geleceği için büyük bir tehlikedir.

Louis Allday
10 Kasım 2020
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder