Pages

07 Ekim 2020

Aile Şirketi


“Sosyalist hareketin önderi” Selin Sayek Böke, beş şirketi CHP iktidarında kamulaştıracaklarını söyledi.[1] Bazı sosyalistler, Özyeğin şirketinin listede olmamasını sevinçle karşıladılar. Bazıları da bu kamulaştırma vaadini ciddiye alıp “sen önce TÜPRAŞ’ı kamulaştır” dediler.[2] Böke’nin kamulaştırma çıkışının işçileri ikna etme tehlikesi üzerinde durdular.

CHP solculuğu, sosyalist hareketi ele geçirdi. Böke’nin kamulaştırma çıkışı eksik de olsa anlamlı bir adım olarak satıldı. Böke’nin ne söylediğine, sözlerinin anlamına bakılmadı. Muzaffer Oruçoğlu gibi isimlerin yoldaş ve müttefik olarak gördüğü Koç ailesine ve TÜSİAD’a kimse bir şey söylemedi. TÜSİAD ise “kamulaştırma” çıkışını eleştirmekte hiç gecikmedi.[3] TÜSİAD, kendi sosyalistlerinin sevincini kursaklarında bıraktı.

Böke, esasen ortada bir “aile şirketi” olduğunu söylüyor ve temelde bu şirketin işleyişini eleştiriyor.

Aile şirketi-kurumsal şirket tartışması, uzun zamandır burjuvaların üzerinde durduğu bir mesele. Küçük burjuva, Böke şahsında, AKP’yi ancak bu minvalde eleştirebiliyor. Aslında hepsi, ülkeyi şirket olarak yönetme konusunda oydaşıyor, ortaklaşıyor. Zira “AKP devletin şirket gibi yönetilmesi” demek.[4] Tek mesele, aile şirketi mi yoksa kurumsal şirket mi olduğu. Sol küçük burjuvalar, bugün ülke ve devlet, kurumsal şirket olsun diye içerideki ve dışarıdaki güçlere yalvarıyorlar. Çünkü şirketleşmenin, demokratikleşmek gibi bir anlam taşıdığına inanıyorlar.

* * *

Seksenlerin sonundan itibaren Thatcher-Reagan siyaseti Özal ile ülkeye taşındı. KİT’ler özelleştirilmeye başlandı. Bu süreç kurumsallaştırıldı. O günlerde SHP binasında ve belediyelerinde koltuk peşinde olan sosyalist örgütler, çıkıp bu sürece karşı işçileri-emekçileri örgütleme gereği duymadılar. Çoğu, “devletin sendikalarında zaten örgütlenemiyoruz, bari özelleşsin de DİSK üzerinden yol alırız” diye düşündü. Yalan, bu sözle örtbas edildi.

Dolayısıyla, bugün bazı şirketlerin kamulaştırılması, sadece AKP ve CHP’nin yol almasıyla ilgili bir meseledir. CHP’cilik bağlamında gündeme gelmiştir. Sosyalist hareketin CHP dışında bir teorisi, ideolojisi ve politikası kalmamıştır.

Bir yanıyla küçük burjuva siyasetine bağlanmış olmakla sosyalist hareket, ezilenin ve emekçinin kavgasını verme imkânını da silip atmıştır. O, yaşama imkânını ancak küçük burjuvanın pazarında ve rekabet kulvarında bulabilmektedir.

* * *

CHP, devletin sağlık sektörünü uluslararası pazara açtığını, özel hastanelerin sağlık turizmi adına inşa edildiğini bilir. Bu sürece tek laf edemez, sadece bu hastanelerde tabelalarda Arapça ibarelere yer verilmesini eleştirir, böylece küçük burjuvanın gönlünü alır, sırtını sıvazlar, onun ancak CHP eliyle mülke ortak olabileceğini kulaklara fısıldar.

CHP, AKP’nin yapıp ettiklerini çok önceden bilir, sadece küçük burjuvaziyle ilgili pürüzleri törpüleme işini devlet adına yerine getirir. Hükümeti eleştirmek, devlete sahip çıkmak, onun işidir. Devlet, CHP’de temize çıkar. AKP, CHP’ye muhtaçtır. CHP de ona.

Dolayısıyla Böke, aslında bahsini ettiği beş şirketin devlete ait olduğunu, en azından devlet eliyle işletildiğini bilir, bu meseleyi şahsileştirir, şahsi bir müdahaleyle sorunu çözeceğini iddia ederek gözlere perde çeker.

Cem Uzan balonunu şişiren de patlatan da aynı devlettir. Devletin şirket gibi yönetilmesi için bu tür araçlar zaruridir. Bahsi edilen beş şirketin ardındaki devleti Böke gizler. Devlet, belirli bakanlıklar üzerinden arazilere el koyar, CHP köylülere “toprakları Albayrak alıyor” der.

* * *

Beş şirketi, şirketlerin ideolojisi ve çıkarları adına hareket eden herhangi bir parti kamulaştıramaz.

2000’lerin başında isyanlara tanıklık eden Arjantin’deki yağma pratiğini “yağma yok sosyalizm var” diyen TKP de bu işi üstlenemez.

Yaklaşık yüz yıl önce bir rivayete göre İzmir İktisat Kongresi’ne emeğin temsilcisi olarak katılan Şefik Hüsnü’nün devamcısı olduğunu söyleyen TÖP de bu işi yapamaz. Şefik Hüsnü, ağalar-paşalar adına TKP tarihinde yapılmış iç darbenin adıdır. O, sermayeyle kol kola ülkeyi kalkındıracak amele kesiminin temsilcisidir.

Bugün BSM TV, Sovyet arşivlerini mal gibi satar. Oradan bir şey öğrenmez. İşçilerin haberinin olmadığı devrimler yapanları anlatan filmler çeker.

Bugün aynı BSM TV, patronlarının şirket binasını tarumar eden işçilerin görüntülerini paylaşmaktadır. Oysa BSM TV ve arkasındaki fikir, o işçilerin yağmacılığına, saksıları deviren kabalığına, vandallığa, görgüsüzlüğe, caz dinlemeyen cahil hâllerine düşmandır. Örgütü, sendikalarda işçileri sırtından bıçaklar.

BSM TV, Stalin’in yanındaki Doğulu kadına ancak onu Demet Akbağ’a benzeterek tahammül edebilendir! Kamulaştırma işlemini onlar da yapamaz. Her solcu, devletin şirket gibi yönetilmesinden memnundur. Ceberut devlet, bu sayede demokratikleşmektedir. Tek mesele, onun aile şirketi olmaktan çıkıp kurumsallaşmasıdır. Bunu da ancak ülkeyi kuranlar yapabilir.

* * *

“Büyük Türkiye”, CHP’nin, AKP’nin, ama aynı zamanda Sezai Temelli üzerinden HDP’nin projesidir. Lojistik, enerji hatları gibi başlıklarda Türkiye, önemli bir kavşak olarak pazarlanır. Erdoğan, bu sebeple pandemi sonrası roller paylaştırıldığında ülkenin öne çıkacağını söylemektedir. Afrika, Asya, Ortadoğu’daki arayış, sermaye akışıyla, şirketin pazar kavgasıyla alakalıdır.

Büyük Türkiye, küçük burjuvanın ağzına çalınmış baldır. O bal adına işçi sınıfı ve ezilenler pazarda üç kuruşa satılmalıdır. Herkes susmuş, susturulmuştur. Solcuların, sosyalistlerin tek eleştirisi, aile şirketiyle ilgilidir. Bir aile tasavvur edilmekte, Erdoğan ailesinin gericiliği ve yabaniliği üzerinde durulmakta, kurumsal şirkette her kademenin ağırlığa sahip olması, geminin herkesçe sahiplenilmesi talep edilmektedir. Kimse, devletin ve ülkenin şirket gibi yönetilmesine karşı çıkmamaktadır. Küçük burjuvanın AKP eleştirilerinin alt metninde, ezilenlerin ve emekçilerin öfkesinin patlama ihtimaline yönelik korku vardır. “Demokrasi” dedikleri, şirket içine, şirketin yönetilmesine dönük bir tartışmadır.

Adam yerine konulmamak, ciddiye alınmamak, değersizleşmek, yukarının imkânlarından uzaklaşmak, işçileşme tehdidi, tüm bu aile şirketi eleştirilerinin arkasındaki sebeptir. Böke ve öncülük ettiği sosyalistlerin işi, işçileri-emekçileri “aynı gemideyiz” masalıyla kandırmaktır.

Sovyetler’le devlet ve bürokrasi katında kurulan ilişkiler temelinde “sosyalist” olabilmiş kişilerin ve örgütlerin kurtuluşa öncülük etmeleri mümkün değildir. Kurtuluş, yukarının serinliğinde değil, aşağının ter sıcaklığında aranmalıdır.

Eren Balkır
7 Ekim 2020

Dipnotlar:
[1] Selin Sayek Böke, “Kamulaştıracağız”, 10 Eylül 2020, Halk.

[2] “Böke’nin Kamulaştırması”, 12 Eylül 2020, Gerçek.

[3] “TÜSİAD Başkanı”, 24 Eylül 2020, Sol.

[4] Eren Balkır, “Şirket”, 26 Aralık 2013, İştiraki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder