“Sosyalist
hareketin önderi” Selin Sayek Böke, beş şirketi CHP iktidarında
kamulaştıracaklarını söyledi.[1] Bazı sosyalistler, Özyeğin şirketinin listede
olmamasını sevinçle karşıladılar. Bazıları da bu kamulaştırma vaadini ciddiye
alıp “sen önce TÜPRAŞ’ı kamulaştır” dediler.[2] Böke’nin kamulaştırma çıkışının
işçileri ikna etme tehlikesi üzerinde durdular.
CHP
solculuğu, sosyalist hareketi ele geçirdi. Böke’nin kamulaştırma çıkışı eksik
de olsa anlamlı bir adım olarak satıldı. Böke’nin ne söylediğine, sözlerinin
anlamına bakılmadı. Muzaffer Oruçoğlu gibi isimlerin yoldaş ve müttefik olarak
gördüğü Koç ailesine ve TÜSİAD’a kimse bir şey söylemedi. TÜSİAD ise
“kamulaştırma” çıkışını eleştirmekte hiç gecikmedi.[3] TÜSİAD, kendi
sosyalistlerinin sevincini kursaklarında bıraktı.
Böke,
esasen ortada bir “aile şirketi” olduğunu söylüyor ve temelde bu şirketin
işleyişini eleştiriyor.
Aile
şirketi-kurumsal şirket tartışması, uzun zamandır burjuvaların üzerinde durduğu
bir mesele. Küçük burjuva, Böke şahsında, AKP’yi ancak bu minvalde
eleştirebiliyor. Aslında hepsi, ülkeyi şirket olarak yönetme konusunda
oydaşıyor, ortaklaşıyor. Zira “AKP devletin şirket gibi yönetilmesi” demek.[4]
Tek mesele, aile şirketi mi yoksa kurumsal şirket mi olduğu. Sol küçük
burjuvalar, bugün ülke ve devlet, kurumsal şirket olsun diye içerideki ve
dışarıdaki güçlere yalvarıyorlar. Çünkü şirketleşmenin, demokratikleşmek gibi
bir anlam taşıdığına inanıyorlar.
* * *
Seksenlerin
sonundan itibaren Thatcher-Reagan siyaseti Özal ile ülkeye taşındı. KİT’ler
özelleştirilmeye başlandı. Bu süreç kurumsallaştırıldı. O günlerde SHP
binasında ve belediyelerinde koltuk peşinde olan sosyalist örgütler, çıkıp bu
sürece karşı işçileri-emekçileri örgütleme gereği duymadılar. Çoğu, “devletin
sendikalarında zaten örgütlenemiyoruz, bari özelleşsin de DİSK üzerinden yol
alırız” diye düşündü. Yalan, bu sözle örtbas edildi.
Dolayısıyla,
bugün bazı şirketlerin kamulaştırılması, sadece AKP ve CHP’nin yol almasıyla
ilgili bir meseledir. CHP’cilik bağlamında gündeme gelmiştir. Sosyalist
hareketin CHP dışında bir teorisi, ideolojisi ve politikası kalmamıştır.
Bir
yanıyla küçük burjuva siyasetine bağlanmış olmakla sosyalist hareket, ezilenin
ve emekçinin kavgasını verme imkânını da silip atmıştır. O, yaşama imkânını
ancak küçük burjuvanın pazarında ve rekabet kulvarında bulabilmektedir.
* * *
CHP,
devletin sağlık sektörünü uluslararası pazara açtığını, özel hastanelerin
sağlık turizmi adına inşa edildiğini bilir. Bu sürece tek laf edemez, sadece bu
hastanelerde tabelalarda Arapça ibarelere yer verilmesini eleştirir, böylece
küçük burjuvanın gönlünü alır, sırtını sıvazlar, onun ancak CHP eliyle mülke
ortak olabileceğini kulaklara fısıldar.
CHP,
AKP’nin yapıp ettiklerini çok önceden bilir, sadece küçük burjuvaziyle ilgili
pürüzleri törpüleme işini devlet adına yerine getirir. Hükümeti eleştirmek,
devlete sahip çıkmak, onun işidir. Devlet, CHP’de temize çıkar. AKP, CHP’ye
muhtaçtır. CHP de ona.
Dolayısıyla
Böke, aslında bahsini ettiği beş şirketin devlete ait olduğunu, en azından
devlet eliyle işletildiğini bilir, bu meseleyi şahsileştirir, şahsi bir
müdahaleyle sorunu çözeceğini iddia ederek gözlere perde çeker.
Cem
Uzan balonunu şişiren de patlatan da aynı devlettir. Devletin şirket gibi
yönetilmesi için bu tür araçlar zaruridir. Bahsi edilen beş şirketin ardındaki
devleti Böke gizler. Devlet, belirli bakanlıklar üzerinden arazilere el koyar,
CHP köylülere “toprakları Albayrak alıyor” der.
* * *
Beş
şirketi, şirketlerin ideolojisi ve çıkarları adına hareket eden herhangi bir
parti kamulaştıramaz.
2000’lerin
başında isyanlara tanıklık eden Arjantin’deki yağma pratiğini “yağma yok
sosyalizm var” diyen TKP de bu işi üstlenemez.
Yaklaşık
yüz yıl önce bir rivayete göre İzmir İktisat Kongresi’ne emeğin temsilcisi
olarak katılan Şefik Hüsnü’nün devamcısı olduğunu söyleyen TÖP de bu işi
yapamaz. Şefik Hüsnü, ağalar-paşalar adına TKP tarihinde yapılmış iç darbenin
adıdır. O, sermayeyle kol kola ülkeyi kalkındıracak amele kesiminin
temsilcisidir.
Bugün
BSM TV, Sovyet arşivlerini mal gibi satar. Oradan bir şey öğrenmez. İşçilerin
haberinin olmadığı devrimler yapanları anlatan filmler çeker.
Bugün
aynı BSM TV, patronlarının şirket binasını tarumar eden işçilerin görüntülerini
paylaşmaktadır. Oysa BSM TV ve arkasındaki fikir, o işçilerin yağmacılığına,
saksıları deviren kabalığına, vandallığa, görgüsüzlüğe, caz dinlemeyen cahil
hâllerine düşmandır. Örgütü, sendikalarda işçileri sırtından bıçaklar.
BSM
TV, Stalin’in yanındaki Doğulu kadına ancak onu Demet Akbağ’a benzeterek
tahammül edebilendir! Kamulaştırma işlemini onlar da yapamaz. Her solcu,
devletin şirket gibi yönetilmesinden memnundur. Ceberut devlet, bu sayede
demokratikleşmektedir. Tek mesele, onun aile şirketi olmaktan çıkıp
kurumsallaşmasıdır. Bunu da ancak ülkeyi kuranlar yapabilir.
* * *
“Büyük
Türkiye”, CHP’nin, AKP’nin, ama aynı zamanda Sezai Temelli üzerinden HDP’nin
projesidir. Lojistik, enerji hatları gibi başlıklarda Türkiye, önemli bir
kavşak olarak pazarlanır. Erdoğan, bu sebeple pandemi sonrası roller
paylaştırıldığında ülkenin öne çıkacağını söylemektedir. Afrika, Asya,
Ortadoğu’daki arayış, sermaye akışıyla, şirketin pazar kavgasıyla alakalıdır.
Büyük
Türkiye, küçük burjuvanın ağzına çalınmış baldır. O bal adına işçi sınıfı ve
ezilenler pazarda üç kuruşa satılmalıdır. Herkes susmuş, susturulmuştur.
Solcuların, sosyalistlerin tek eleştirisi, aile şirketiyle ilgilidir. Bir aile
tasavvur edilmekte, Erdoğan ailesinin gericiliği ve yabaniliği üzerinde
durulmakta, kurumsal şirkette her kademenin ağırlığa sahip olması, geminin
herkesçe sahiplenilmesi talep edilmektedir. Kimse, devletin ve ülkenin şirket
gibi yönetilmesine karşı çıkmamaktadır. Küçük burjuvanın AKP eleştirilerinin
alt metninde, ezilenlerin ve emekçilerin öfkesinin patlama ihtimaline yönelik
korku vardır. “Demokrasi” dedikleri, şirket içine, şirketin yönetilmesine dönük
bir tartışmadır.
Adam
yerine konulmamak, ciddiye alınmamak, değersizleşmek, yukarının imkânlarından
uzaklaşmak, işçileşme tehdidi, tüm bu aile şirketi eleştirilerinin arkasındaki
sebeptir. Böke ve öncülük ettiği sosyalistlerin işi, işçileri-emekçileri “aynı
gemideyiz” masalıyla kandırmaktır.
Sovyetler’le
devlet ve bürokrasi katında kurulan ilişkiler temelinde “sosyalist” olabilmiş
kişilerin ve örgütlerin kurtuluşa öncülük etmeleri mümkün değildir. Kurtuluş,
yukarının serinliğinde değil, aşağının ter sıcaklığında aranmalıdır.
Eren Balkır
7
Ekim 2020
Dipnotlar:
[1] Selin Sayek Böke, “Kamulaştıracağız”, 10 Eylül 2020, Halk.
[2]
“Böke’nin Kamulaştırması”, 12 Eylül 2020, Gerçek.
[3]
“TÜSİAD Başkanı”, 24 Eylül 2020, Sol.
[4]
Eren Balkır, “Şirket”, 26 Aralık 2013, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder