Pages

16 Nisan 2020

Emperyalizmin Yapısal Mantığında Yeşil Devrim’in Yeri



Emperyalizmi ele alan bir sosyal bilim meydana getirmek, hiç de kolay olmadı. Bugün eksikliğini hissettiğimiz bu bilimi üreten Lenin’in süreç içerisinde genel sistemler teorisi ile beslenmesi ihtiyacı hâsıl oldu. Lenin'in doğa ile bilinç arasındaki diyaloga odaklanan en yoğun diyalektik çalışması Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması için yürüttüğü ön çalışmalar esnasında kaleme alınmıştı.

Diyalektik, değişim ve gelişim süreçlerini anlamak için doğadan istifade eder. Temel ilkelerinden biri de olgular arasındaki çelişkiyi değişimin itici gücü olarak almaktır. Emperyalizm, kendi özünü teşkil eden bir dizi ikilikle maluldür.

Emperyalizm, geçiş sürecine, daha doğrusu kimi çatlaklara tanıklık eden bir dönemdir. Bu dönemde tarih, iki taraftan çekiştirilir. Bir yandan emperyalizm, yaratıcılığı ordularıyla ve siyasetiyle ezen gerici bir güçtür. Bir yandan da o, “kapitalistleri kendi irade ve bilinçleri hilâfına yeni bir toplumsal düzene doğru sürükler.”[Lenin] Dolayısıyla bu dönem boyunca yeni düzene ait unsurlar, aynı anda orta çıkarlar ve zapturapt altına alınırlar.

Bugünkü durumda her şey statikmiş gibi görünse de dipte derinde illaki bir dinamizm mevcuttur. İki çatışan güç, geçici süre birbirlerini etkisiz kılsa bile biri çıkar ve aniden mevcut durumun tüm zincirlerini kırar.

Emperyalizm, birbiriyle bağlantılı iki düzleme sahiptir: kapitalizmdeki yapısal değişim ve Küresel Güney üzerindeki hâkimiyet.

Her daim ana dinamik, Güney’in yoksul haklarının sömürülmesi ve bunların sergilediği direniştir. Kapitalizmin yeni yapısal biçimleri ise neden-sonuç ilişkisi açısından iki yolu takip eder. Bu biçimler, devasa şirketlerin ve spekülatif mali sermayenin yükselişine tanıklık ederler. Bunlar, hem birikim mekanizmaları hem de direnişi boğacak yapılar olarak iş görürler. Emperyalizmin şirket ve mali sermaye boyutu gıda sisteminde de karşımıza çıkar. Bu sistemin, şirketlere ve mali sermayeye karşı konulmadan değiştirilmesi mümkün değildir.

Kapitalizm, bilhassa yirminci ve yirmi birinci yüzyıldaki biçimi olarak emperyalizm, bir dizi aşamaya veya “dalga”ya tanıklık etmiştir. Bir yandan emperyalizmde her bir aşama, kendine has özelliklere, özel sanayilere ve teknolojilere sahiptir, bir yandan da emperyalizm, birbirini takip eden aşamalar boyunca belirli bir yola bağımlı olarak işler.

Bu noktada kimya endüstrisine bakılabilir. Kent yoksullarının beslenmesi noktasında kimya, sabit bir paradigma olarak görülmektedir. Süreci tam anlamıyla kavramak için bu paradigmanın emperyalizme yön veren şirket çıkarları bağlamına oturtulması gerekmektedir.

Kimya endüstrisi, yirminci yüzyılın başındaki formu dâhilinde, emperyalizm için önemli bir işkoludur. Bu süreçte emperyalizm belirli bir yola girmiş, gübre üretimine başlamış, bunu sonrasında böcek ilâçları ve yabani ot öldürücü ilâçlar takip etmiştir.

Birikim rejimleri dâhilinde yeni işkolları ve teknolojileri gelişip öncülüğü ele geçirmiştir. Bunlar içerisinde en fazla öne çıkansa biyoteknolojidir. Tüm bu gelişmeler aynı mantığın ürünüdür.

Bu noktada gıda emperyalizminin önemli referans noktalarından biri olan Yeşil Devrim’e bakmak gerekmektedir.

Yeşil Devrim, altmışlarda yüksek mahsul getirecek pirinç ve buğday türlerini melezlemek amacıyla geliştirilmiş olan programın adıdır. Yeşil Devrim’de kimyasallarla tohumlar birbirlerine bağlanır. Genetiği değiştirilmiş organizmalarla birlikte bu yüksek mahsul getiren türler yetiştirilmeye başlanır. Tabii bu noktada yüksek miktarda (gübre, böcek ilâcı gibi) kimyasal ve Yeşil Devrim’e destek olan şirketlerin imal ettikleri makineler kullanılır. Örneğin bu süreçte ürüne zarar veren bitkileri öldüren zararlı ot ilâçlarının etkisinden muaf, yüksek mahsullü türler geliştirilir.

Tabii aynı türe mensup iki tohumun melezlenmesiyle oluşan birinci nesil tohumlar gerçek ürünü üretmeyeceğinden, Güney’deki yoksul ülkelerin çiftçileri süreç içerisinde tohum tedarikçilerine bağımlı hâle gelirler.

Emperyalizmin ekonomik mantığı dâhilinde tohum, gübre ve böcek ilâcı satmak kârlı bir iştir. Politik mantık düzleminde ise emperyalizm böylelikle bir ağ teşkil eder, güçlü olduğu bu ağ dâhilinde çiftçileri ve tüm ülkeleri esaret altına alma imkânı bulur.

Geleneksel yaklaşım ise doğal ekolojiyle ortak çalışmayı gerekli kılar. Burada mahsulünüzü yeme amacı güden böcekler kendilerini doğalında yok eden canlılarla yüzleşir, hastalığa karşı savunma bağışıklık üretir, birlikte ekim veya ardı ardına ekim bağışıklığın komşu bitkiye geçmesini ve onun korunmasını sağlar, eşzamanlı ekilmiş olan bitkiler ya tüketilir ya da toprak örtüsüne karışır. Emperyalizm, işte bu geleneksel yaklaşımı reddeder.

Bunun yerine o her şey yok eder. Çeşitliliğin silinmesi maharetmiş gibi satılır. Bir iki temel ihtiyaç mallarına hoşgörü gösterilir, her bir ürünün sadece tek bir türü muhafaza edilir.

Birbirine bağımlı olan kâr ve politika, Yeşil Devrim ile birlikte farklı bir içerik ve biçim kazanır. Emperyalizmin girdiği bu yolda söz konusu devrim, bugün de tüm zindeliğiyle varlığını sürdürmektedir. GDO’lu ürünler onun mahsulüdür.

Şirket çıkarları ve kurumlar, bu dönemde Uluslararası Tarım Araştırmaları Danışma Grubu’nu meydana getirmiştir. Dünya Bankası’nın yönettiği bu grup, bugün dünyayı ilgilendiren tüm araştırma gündemlerini belirlemekte, o araştırmaları yönetmektedir.[1]

Yeşil Devrim’in mirasını nasıl değerlendireceğini kimse bilmiyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, “Yeşil Devrim’in yeşillendirilmesi”nden söz ediyor ve bu noktada reforma uğratılması mümkün olmayan bir şeyi reforme edeceğini söylüyor. Tüm bu süreci iki düzeye indirgemek ve bu sayede basitleştirmek mümkün aslında.

(a) Akli düzlemde esasen Yeşil Devrim, sömürünün ve hâkimiyetin en verimli biçimi. Bu devrim, temelde bilime ve politik/toplumsal iktidara indirgemeci-düz bir bakış açısına dayanıyor. Anlayış düzeyinde sistem ve sebep-sonuç ilişkileri basitleştiriliyor, ardından politik düzlemde o sistemi yönetmek kolaylaşıyor. Dolayısıyla bizim politik ekolojiyi emperyalizm teorisiyle ilişkilendirmemiz, böylelikle ikisini zenginleştirmemiz gerekiyor.

(b) Bir yandan da bu Yeşil Devrim, ne kadar rasyonalist (hatta komplocu) görünürse görünsün ondaki, emperyalizme de tevarüs etmiş olan, akıl dışı, kontrolsüz ve iktidar düşkünü delilik hâlini kamufle ediyor. O, E.P. Thompson’ın ifadesiyle, “imhacı” bir güç.

Sadece teknikler değil, zihniyetler de önemli. Bu açıdan Soğuk Savaş’ın bağlamına bakmak gerekiyor. ABD, Vietnam’a, Kamboçya’ya ve Laos’a bombalar yağdırıyor, buradaki halkları napalm bombaları ve portakal gazı ile öldürüyor.

Kendi içinde ise ABD, “çimenlikteki yabani otlar”dan söz ediyor. Bu otlar komünizmi genelde de muhalefeti ve çeşitliliği simgeliyor. Bir Kongre üyesi, kısa süre önce, FBI’ın bir raporuna atıfla, çevrecileri El-Kaide ile kıyaslıyor ve “bunlar çimenlikte bitmiş yabani otlardır, kesmezseniz her yana yayılırlar” diyor.[2]

Yabani ot öldürücü ilâçlarla soykırım arasında bir süreklilik söz konusu: topraktaki çeşitlilik, muhalefetle birlikte yok ediliyor.

Robert Biel

[Kaynak: Sustainable Food Systems: The Role of the City, UCL Press, 2016, s. 74-77.]

Dipnotlar:
[1] Alston, J.M., Dehmer, S. ve Pardy, P.G., 2006. “International initiatives in agricultural R&D –the changing fortunes of the CGIAR”, P.G. Pardey, J.M. Alston ve R. Piggott, Agricultural R&D in the developing world: too little, too late? içinde, Washington DC: International Food Policy Research Institute, s. 326– 7.

[2] Aktaran: Robert Biel, The international politics of the 21st century, ilk olarak şu çalışmada ek bölüm olarak yayımlandı: Robert Biel, 2007, El nuevo imperialismo – crisis y contradicciones en las relaciones Norte- Sur. México: Siglo XXI Editores, s. 39.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder