Şuna
eminim: bu felâket sona erdiğinde, hâkim çizgiye mensup ekonomistler ve
yetkililer, bu yaşananın dış kaynaklı bir kriz olduğunu, kapitalist üretim
tarzından ve toplumsal yapıdan kaynaklanan kusurlarla alakasının bulunmadığını
iddia edecekler. Bunlar çıkıp, her şeyin sebebinin virüs olduğunu
söyleyecekler. 2008-9’daki büyük resesyonda da bunu söylemişlerdi, aynı söylem
2020’de de yinelenecek.[1]
Bu
biyolojik kriz, finans piyasalarında da paniğe yol açtı. Birkaç hafta
içerisinde borsalar yüzde 30 değer kaybına uğradı. Düşük borç maliyetleri ile
desteklendiğinde finansal varlıkların artacağına dair tespitin yalan olduğu
görüldü.[2]
COVID-19,
on yıl önce büyük resesyonu tetikleyen, finansal çöküş türünden bir bilinmezlik
şeklinde değerlendiriliyor.[3] Oysa COVID-19, finansal çöküş gibi hiç de
beklenmedik bir gelişme değil, “ahenkli işleyen ve büyüyen kapitalist
ekonomi”nin yaşadığı bir şok hiç değil.[4]
Küresel
salgından da önce birçok büyük kapitalist ekonomi, gelişmiş ülkelerde ve
Küresel Güney’in gelişmekte olan ülkelerinde durma noktasına gelmişti zaten.
Bazı ekonomiler, ulusal üretim ve yatırım bazında yavaşlamış, birçok ekonomi
ise durmanın eşiğine gelmişti.
COVID-19,
sadece bardağı taşıran damla olarak iş gördü. Bu noktada eğer postkeynesçi
iseniz buna Hyman Minsky’ye atıfla, “Minsky momenti” diyebilirsiniz. Bilindiği
üzere Minsky, “istikrarın istikrarsızlığı beslemesi sebebiyle, kapitalizmin
istikrarsız olduğu anlaşılana dek istikrarlıymış gibi görüneceğini” söyler. Bir
Marksist ise “evet istikrarsızlık diye bir şey vardır ama bu istikrarsızlık,
kapitalist üretim tarzında kâr bağlamında yaşanan temel çelişkilere bağlı
olarak dönem dönem çığ gibi büyüdüğü üzerinde durur.
Öte
yandan COVID-19, hiç de bilinmeyen bir şey değildir. 2018 yılının başlarında
Cenevre’de yapılan Dünya Sağlık Teşkilâtı toplantısında[5] bir grup uzman[6],
bunu “X Hastalığı” olarak isimlendirmişti.[7]
Söz
konusu ekip, bir sonraki küresel salgının insanlara henüz bulaşmamış olan,
bilinmeyen, yeni bir patojen (hastalık yapıcı) sebebiyle baş göstereceği
tahmininde bulundu. Bu çalışmaya göre X Hastalığı, bir virüsten kaynaklanacak
ve gezegen üzerinde ekonomik kalkınmanın insanları ve yabani hayatı bir araya
getirdiği yerlerde ortaya çıkacaktı.
X
Hastalığı, muhtemelen salgının başında başka hastalıklarla karıştırıldı,
dolayısıyla hızla ve sessizce yayıldı. Bu yayılma sürecinde hastalık,
insanların kullandığı seyahat ve ticaret ağlarını kullandı. Böylelikle birden
fazla ülkeye ulaştı. Dolayısıyla virüsün seyri kontrol altına alınamadı.
X
Hastalığı, mevsimsel gripten daha fazla ölüm oranına ulaştı ve onun kadar kolay
yayıldı. Bu da salgının küresel salgın statüsüne taşınmasından önce finans
piyasalarının sarsılmasına neden oldu. Bu bahsi edilen X Hastalığı bugün
Covid-19 olarak anılıyor.
Sosyalist
biyolog Rob Wallace, salgın hastalıkların kültürümüzün parçası olduğunu, ama
bir yandan da bu kültürden kaynaklandığını söylüyor.[8] Sonuçta Kara Ölüm[9]
olarak nitelendirilen veba, Avrupa geneline on dördüncü yüzyılın ortalarında
İpek Yolu boyunca ticaretin gelişmesine paralel olarak yayıldı.[10] Yeni grip
türleriyse hayvancılık üzerinden ortaya çıktı.
Ebola[11],
SARS[12], MERS[13], şimdilerde Covid-19, yabani hayatla bağlantılı. Küresel
salgınlar, genelde hayvanlardaki virüslerin onlara temas kuran insanlara
geçmesi ile başlıyor. Uzak diyarlardaki yabani hayata ekolojik ayak izlerimiz
yakınlaştıkça ve bu yabani hayat üzerine kurulu ticaret, söz konusu hayvanları
kent merkezlerine taşıdıkça virüsün bulaştığı insan sayısı da katlanarak
artıyor. Umulmadık yerlere yollar inşa ediliyor, ormanlar kesiliyor, tarlalar
açılıyor, tarım gelişiyor, ticaret ve seyahat imkânları küreselleşiyor, tüm
bunlar, koronavirüs türünden patojenlere bizi daha fazla açık hâle getiriyor.
Hâkim
çizgiye mensup ekonomistler salakça bir tespitte bulunup, COVID-19’un ekonomik
alanda arz şokuna veya talep şokuna yol açtığını söylüyorlar. Neoklasik okul,
virüsün üretimi durdurduğunu, dolayısıyla arz şokuna yol açtığını iddia
ederken; Keynesçiler, insanların ve işletmelerin seyahat ve hizmetler alanına
para harcamayacağı için talep şokuna sebep olduğunu söylüyorlar.
Oysa
ilk olarak bunun gerçekte bir “şok” olmadığını, virüs salgınının sermayenin
tarım ve doğa üzerinden kâr elde etme dürtüsünün ve 2020’de kapitalist
üretiminin zayıflamasının kaçınılmaz sonucu olduğunu görmek gerekiyor.
İkinci
olarak şu tespit üzerinde durulmalı: Keynesçilerin her şeyin arzdan değil,
talepten kaynaklandığına dair iddiası boş. Marx’ın ifadesiyle, “bir millet
çalışmaya, değil bir yıl bir iki hafta ara verdiğinde yok olacağını bir çocuk
bile bilir” (Karl Marx’tan Kugelmann’a Mektup, Londra, 11 Temmuz 1868). Salgını
kontrol altına almak için dükkânların, okulların, işletmelerin kapısına kapı
vurulduğunda ilkin üretim, ticaret ve yatırım durur. İnsanlar çalışamazsa,
işletmeler ürün satamazsa gelirler düşer, harcamalar durur, bu da “talep
şoku”na yol açar. Esasında tüm kapitalist krizler bu şekilde gerçekleşir:
Krizler arzdaki daralma ile başlar, tüketimdeki düşüşle sona erer, tersi
geçerli değildir.
Bugün
finans dünyasındaki kimi iyimser isimler, COVID-19’un borsalarda yarattığı
şokun 19 Ekim 1987’de olduğu gibi sona ereceğini söylüyor. Kara Pazartesi
olarak anılan o günde borsa bugünkünden daha hızlı çökmüş ama birkaç ay içinde
toparlanıp yükselişe geçmişti.
ABD
Hazine Bakanı Steven Mnuchin ise finansal paniğin 1987’deki gibi biteceğinden
emin.[15] Bakan, “1987’deki çöküşten sonra, o finans krizinin ardından insanlar
hisse senedi aldılar. Bugünkü ekonomik krizse uzun soluklu yatırımcılar için
büyük bir yatırım fırsatı olarak iş görüyor. Kısa süreli bir mesele bu. Birkaç
ay içinde bu zorluğu atlatırız, ekonomi her zamankinden daha güçlü çıkar bu
süreçten” tespitinde bulunuyor.
Mnuchin’in
açıklamaları, Beyaz Saray’ın ekonomi danışmanı Larry Kudlow’da da karşılık
buldu. Kudlow da yatırımcıları, koronovirüs korkusunun her yere hâkim olduğu
koşullarda kararsız seyreden borsadan istifade etmeye çağırdı.
ABD
ekonomisinin sağlam olduğunu söyleyen danışman, “uzun soluklu yatırımcıların
borsadaki bu düşüşlerin yol açtığı fırsatlardan istifade etmeyi ciddiyetle
düşünmesi gerektiğini” söyledi. Ayrıca Kudlow, Eylül 2008’deki küresel finans
krizini önceleyen iki hafta boyunca aynı lafı pilav gibi ısıtıp önümüze sundu
ve “İleriye bakmayı tercih eden kişiler olarak biz, önümüze baktığımızda
borsaların daha da iyiye gittiğini görüyoruz” dedi.
1987’deki
çöküşün suçlusu olarak Basra Körfezi’nde tırmanan düşmanlıklar gösterilmişti.
Bu iddianın sahiplerine göre söz konusu düşmanlıklar petrol fiyatlarını hızla
yükseltmiş, faiz oranlarının yükseleceğine dair korkunun oluşmasını sağlamış,
herhangi bir düzeltmeye ihtiyaç duyulmadan beş yıl boyunca borsa fiyatları
sürekli yükselmiş ve gündeme bilgisayar temelli ticaret gelmişti. Ekonomi
temelde “sağlıklı” işlediğinden, onun çökmediği iddia edildi. Esasında büyük
ülkelerin ekonomileri dâhilinde sermayenin kâr etme imkânı artmış, ama
(1991’deki ani düşüşe rağmen) doksanların sonuna dek zirveye ulaşamamıştı.
Sonuçta 1987’de spekülatif sermaye piyasalarının doğasından kaynaklanan
istikrarsızlığa bağlı olarak, Marx’ın da ifade ettiği biçimiyle, “saf bir finansal
çöküş” yaşandı.
Ama
bu söylenenler 2020 için geçerli değil. Bu sefer borsadaki çöküşü 2008’deki
gibi bir ekonomik resesyon takip edecek. Bunun sebebi, COVID-19 salgınının
patlak vermesinden de önce, sermayenin kâr elde etme imkânının düşük, küre
genelinde elde edilen kârların en iyi hâliyle durağan seyretmesi. Bu süreçte
küresel ticaret ve yatırım yükselmedi, bilâkis düştü. Petrol fiyatları artmadı,
yere çakıldı. Virüsün ekonomik etkisi, ilkin istikrarsız finans piyasalarında
değil, tedarik zincirinde görüldü.
Peki
bu ekonomik durgunluk ne düzeye ulaşacak? Bu konuda Pierre-Olivier Gourinchas
mükemmel bir makale kaleme almış ve çöküşün olası etkilerini belirlemeye
çalışmış.[16] Yazar, makalede küresel salgınla alakalı olağan sağlık grafiğinin
daireler çizdiğini ortaya koymuş. Herhangi bir adım atılmadığı takdirde salgın,
kırmızı renkte gösterilen bir eğri biçimini alıyor ve çok sayıda vaka ile ölüme
yol açıyor. Tecrit ve sosyal izolasyon yönünde atılan adımlarla birlikte salgın
uzun sürse bile, mavi eğrinin zirveye ulaşması geciktiriliyor ve sürecin ılımlı
seyretmesi sağlanıyor. Bu da virüsün insanlara bulaşma hızını ve ölü sayısını
düşürüyor.
Bu
süreçte kamu sağlığı politikası, “eğriyi düzleştirme”yi amaçlamalı, bu noktada
da bulaşma oranını düşürmek için yoğun toplumsal mesafelendirme tedbirleri
alınıp sağlık uygulamaları devreye sokulmalı.
Bugün
İtalya, Çin’in uyguladığı topyekûn tecrit yaklaşımını uyguluyor, hatta virüsün
bulaştığı yerlere kalıcı kapılar yerleştiriyor. Birleşik Krallık ise herkesin
kendisini tecrit etmesi üzerine kurulu hayli riskli bir yaklaşımı benimsiyor.
Oysa bu virüse maruz kalması ve ondan zarar görmesi muhtemel kişiler için epey
tehlikeli. Ülke, bu yaklaşım dâhilinde gençlerin ve sağlıklı kişilerin virüs
kapmasına izin veriyor, böylelikle “sürü bağışıklığı” kazandırmayı, sağlık
sisteminin çökmemesini güvence altına almayı öngörüyor.[17]
Bu
yaklaşımı benimsemek demek, yaşlılar ve virüsün zarar vereceği kişiler ölecek
demek. Burada amaç, tüm ülkenin tecride alınmasının ekonomiye ve kârlara zarar
vermesine mani olmak.[18] ABD ise hiçbir şey yapmıyor: ne kitleleri virüs
testine tabi tutuyor, ne insanları kendilerini tecrit etmeye yöneltiyor, ne de
halka açık etkinliklere son veriyor, sadece insanların hastalanmasını ve ağır
vakalarla yüzleşilmesini bekliyor.
Bunu
Maltusçu yaklaşım olarak adlandırmak mümkün. On dokuzuncu yüzyıl başlarında
klasik ekonomistlerin en gericisi olan Malthus, o günlerde “dünyada çok fazla
sayıda verimsiz yoksul” olduğunu söylüyor, salgınların, hastalıkların
ekonomileri verimli kılmak için kaçınılmaz olduklarını iddia ediyordu.
Britanyalı,
Muhafazakâr Parti üyesi gazeteci Jeremy Warner bugün bu tespiti esas olarak
yaşlıları öldüren COVID-19 salgını için dillendiriyor.[19] Esasında gazeteci,
ekonomiyle alakası olmayan bir bakış açısı üzerinden, COVID-19’un yaşlı ve
bağımlı insanların büyük sayılarla tasfiye edilmesini sağlamak suretiyle
faydalı olacağından bahsediyor. Eleştirilere verdiği cevapta Warner, hangi
yaşta olursa olsun virüsün bulaştığı kişiler için yaşananın bir trajedi
olduğunu, ama meselenin insanın sefaleti değil, ekonomi olduğunu söylüyor. Marx
da on dokuzuncu yüzyılın başında ekonomiyi “sefaletin felsefesi” olarak
nitelendiriyordu.
ABD
ve Britanya hükümetlerinin Çin ve İtalya’dan farklı olarak, henüz ağır
tedbirler almamasının sebebi, bu tedbirlerin makroekonomik resesyon eğrisini
yükseltecek olması. Bu noktada Çin veya İtalya’ya bakılabilir: bu iki ülkede
sosyal mesafelerin artırılmasına dönük adımlar dâhilinde okullar,
üniversiteler, önemli birçok işletme kapatıldı, çalışan nüfusun büyük bir
kısmının evde kalması istendi. Bazı insanlar, evden çalışma imkânı bulsa da
bunların sayısı toplam işgücü içerisinde küçük bir oranı teşkil ediyordu. Evden
çalışma bir seçenek olarak gündeme gelse de iş ve aile hayatında yaşanan kısa
erimli aksaklıklar ağırlaştı ve üretimi etkiledi. Özetle, en iyi kamu sağlığı
politikası bile ekonomiyi durma noktasına getirdi. Arz şoku yaşandı.
Bu
tür adımlar ciddi ekonomik hasarlara yol açabiliyor. Gourinchas, bu etkiye dair
bir model geliştiriyor. Varsayımına göre “ekonominin ana seyrine kıyasla,
salgını kontrol altına almaya dönük tedbirler, bir ay içerisinde ekonomik
faaliyeti yarı yarıya, ikinci ayda dörtte bir oranında düşürür, sonrasında da
ekonomi ana seyrine geri döner. Bu tip bir senaryo üzerinden GSMH rakamları,
önceki yıla kıyasla ciddi oranda düşer ve yıllık üretim artışı yüzde 6,5
oranında azalır. Bir sonraki ayda işyerlerinin yüzde 25’i kapatıldığında önceki
yıla kıyasla yıllık üretim artışı yaklaşık yüzde on geriler.” Kıyaslama
amacıyla incelediğimizde 2008-09’daki büyük resesyon esnasında üretim
artışındaki gerileme yüzde 4,5 düzeyindeydi. Gourinchas’ın çıkarımına göre
“büyük resesyonu gölgede bırakabilecek bir ekonomik gerileme dönemine tanıklık
etmek üzereyiz.”
Büyük
resesyonun zirveye ulaştığı dönemde ABD ekonomisi dâhilinde her ay 800.000 işçi
işini kaybetti ama gene de halkın büyük bir kısmı işini muhafaza etti ve
çalışmayı sürdürdü. İşsizlik oranı zirveye ulaşarak yüzde ona çıktı. Buna
karşılık, koronavirüs farklı bir duruma yol açtı. Bugün çalışan insanların
yarısı hatta yarısından fazlası kısa bir süre içerisinde işine kaybetme
riskiyle karşı karşıya. Salgının ekonomik faaliyetler üzerindeki etkisi daha
büyük olacak.
Neticede
tıpkı sağlık sistemi gibi ekonomi de “eğrinin düzleştirilmesi” meselesiyle
karşı karşıya. Kırmızı eğri, keskin ve yoğun düşüş esnasında yaşanan çıktı
kaybını gösteriyor, bu eğri ise harcamaları kısmaya, yatırımları rafa
kaldırmaya, kredileri kesmeye, faaliyetleri düşürmeye dönük adımlar atan
milyonlarca ekonomik failin ekonomiyle ilgili kararları üzerinden tırmanıyor.
Peki
bu eğriyi ne düzleştirir?
Finans
sektörü, merkez bankaları üzerinden acil likidite temin edebilir. Hükümetler,
önleyici mali tedbirler veya ekonomik faaliyeti destekleyen kapsamlı programlar
devreye sokabilirler. Bu tedbirler ekonomik eğriyi düzleştirir, yani mavi eğri
üzerinden gösterildiği biçimiyle, işçileri çalıştırmak ve onlara maaş
verilmesini sağlamak suretiyle ekonomik kayıp sınırlanır, böylelikle işçiler
faturalarını öderler, faturalar ertelenir ya da bir süreliğine silinir. Büyük
resesyonda olduğu gibi, küçük işletmelere fırtınayı atlatmaları için fon
sağlanır, bankalara destek sunulur.
Ama
gene de bir finans krizi yüksek riskli bir olgudur. ABD’de şirketlerin borçları
artmıştır ve esas olarak zayıf şirketlerinin çıkarttıkları tahvillere
yoğunlaşmıştır.
Petrol
fiyatlarının düşmesiyle birlikte enerji sektörü çifte sorunla yüzleşmiştir.
Tahvil riski primleri (borç almanın maliyeti) enerji ve ulaşım sektörlerinde
tavan yapmıştır.
Mali
piyasaların rahatlaması, eğrinin düzleşmesi için asla yeterli olmayacak. Merkez
Bankası’nın belirlediği faiz oranları sıfıra yaklaştı, hatta onun da altına
indi. Bankacılık sistemine yüksek miktarda kredinin veya paranın enjekte
edilmesi, muhtemelen üretim ve yatırım üzerinde pek bir etkiye yol açmayacak.
Finansman imkânlarının artırılması tedarik zincirinin işleyişini
hızlandırmayacak, insanların tekrar seyahat etmesini istemesini sağlamayacak.
Ayrıca müşterilerin harcamada bulunmadığı koşullarda şirketlerin kazançlarına
zerre katkıda bulunmayacak.
Ekonomi
sahasında zararların azaltılmasına dönük adımlar, öncelikle maliye sahasında
atılacak.[21] IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların 50 milyar
dolarlık kredi açması olası. Hükümetler, bugünlerde muhtelif mali teşvik
programlarını yürürlüğe koyuyor. İngiliz hükümeti, son hazırladığı bütçe
üzerinden büyük bir harcama yapacağını duyururken, ABD Kongresi, acil durum
için harcamalarda bulunmak amacıyla kesenin ağzını açacağını söyledi.
Peki
ama tüm bu adımların herkesin eve iki ay süreyle kapandığı, birçok ekonominin
yüzde on oranında küçüldüğü koşullarda bahsi edilen eğriyi düzleştirmesi mümkün
mü?
Bugün
gündeme alınan mali paketlerin hiçbirisi, değer olarak GSMH’nin yüzde onunu
bile bulmuyor. Üstelik 2008’deki büyük resesyonda tek başına Çin bu miktarda
bir paket hazırlamıştı. İngiliz hükümetinin önerdiği miktar ise GSMH’nin en
fazla yüzde 1,5’i düzeyinde, İtalya’da bu oran 1,4, ABD’de ise yüzde birden az.
Buna
karşılık şansımız yaver giderse, Nisan sonunda tüm dünya genelinde vaka
sayıları zirveye ulaşacak ve düşüşe geçecek. Hükümetlerin umutları da planları
da bu tahmin üzerine kurulu. Bu iyimser senaryo gerçekleşirse koronavirüs de
ortadan kaybolacak. Bu da öncelleri gibi her yıl başımıza bela olan, hakkında
çok az şey bildiğimiz grip benzeri patojenler zincirine yeni bir halka olarak
eklenecek. Ama öte yandan bu tecrit politikası iki ay sürse bile ekonomiye
muazzam bir zarar verecek. Parasal ve mali teşvik paketleri planlandıkları
hâliyle, “eğri”yi belli bir yere kadar aşağı çekse bile, bu derin ekonomik
krizden kurtulmamızı sağlamayacak. Henüz en kötüsüyle yüzleşmedik.
Michael Roberts
15 Mart 2020
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Michael Roberts, “How the Official Strategists were in Denial”, MRB.
[2]
Michael Roberts, “The Fantasy World of the Long Depression”, MRB.
[3]
Michael Roberts, “Bayers Law”, MRB.
[4]
“This Market was in Trouble Long Before the Virus Hit”, FT.
[5]
WHO Research and Development Blueprint, WHO.
[6]
R&D Blueprint, WHO.
[7]
“Disease X”, 12 Mart 2018, CNN. Türkçesi: İştirakî.
[8]
Rob Wallace, “Coronavirus”, 29 Ocak 2020, MR.
[9]
“Black Death”, Britannica.
[10]
Andrew Lawler, “How Europe Exported the Black Death”, 26 Nisan 2016, Sciencemag.
[11]
“Ebola”, CDC.
[12]
“SARS”, WHO.
[13]
Tara C. Smith, “Animal Origins of Coronavirus and Flu”, 25 Şubat 2020, QM.
[14]
“COVID-19”, 18 Mart 2020, CDC.
[15]
Quint Forgey, “Mnuchin Calls Coronavirus Pandemic”, 13 Mart 2020, Politico.
[16]
Pierre-Olivier Gourinchas, “Flattening the Pandemic and Recession Curves”, 13
Mart 2020, PDF.
[17]
“Scientists Warn”, FT.
[18]
“Defiant Boris Johnson”, FT.
[19]
Joe Roberts, “Telegraph Journalist”, 11 Mart 2020, Metro.
[20]
“Virgin Group”, FT.
[21]
Michael Roberts, “Let’s Get Fiscal!”, MRB.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder