Pages

22 Mart 2020

COVID-19 Zamanlarında Antikapitalist Politika


Haberlerin gündelik akışını ne vakit yorumlamaya, anlamaya ve analiz etmeye çalışsam olan bitene, kapitalizmin işleyişine dair iki ayrı ama kesişen model üzerinden bakıyorum. İlk düzeyde sermayenin dolaşımı ve birikimi arasındaki içsel çelişkiler duruyor. Zira parasal değer olarak sermaye, Marx’ın ifade ettiği biçimiyle, üretime, tüketime, dağıtıma ve yeniden yatırıma ait farklı “momentler” üzerinden kâr arayışı içine giriyor. Bu modelde kapitalist ekonomi, sonsuz genişleme ve büyüme sarmalı olarak ele alınıyor. Farklı detaylara kavuşan kapitalist ekonomi, jeopolitik rakipler, eşitsiz coğrafi gelişmeler, finans kurumları, devlet politikaları, teknolojideki yeni oluşumlar, sürekli değişen işbölümü ve toplumsal ilişkiler ağı üzerinden karmaşıklaşıyor.

Bu modeli (hanelerde ve toplumlarda işleyen) toplumsal yeniden üretime ilişkin daha kapsamlı bir bağlama yerleştirmek lazım. Bu noktada kentleşmenin ikincil doğası ve inşa edilmiş çevre gibi doğayla kurulan, hâlen devam eden ve değişen metabolik ilişkiyi, ayrıca insan toplumlarının zaman ve mekânda ürettikleri tüm kültürel, bilimsel (bilgi temelli), dinî tarzları ve bunlara bağlı olarak oluşan toplumsal formasyonları dikkate almak gerek. Bu son bahsettiğim momentler, insanların dileklerine, ihtiyaçlarına ve arzularına, bilgiye ve anlama yönelik arzularına dair aktif ifadeleri, ayrıca kurumsal düzenlemelerin, politik yarışların, ideolojik çatışmaların, kayıpların, yenilgilerin, hayal kırıklıklarının ve yabancılaşmaların varolduğu koşullarda mutlu olma çabasını içeriyor. Tüm bu momentlerse coğrafi, kültürel, toplumsal ve politik çeşitliliğin damgasını vurduğu bir dünyada işliyor.

İkinci modelde gerekli zemini, küresel kapitalizmi ayrıksı bir toplumsal formasyon olarak anlayan çalışmalarım teşkil ediyor. İlk modelse tarihsel ve coğrafi açıdan değişime uğradığı belirli güzergâhlar boyunca bu toplumsal formasyona güç sağlayan ekonomi motoru içindeki çelişkilerle alakalı.

Kontrolden Çıkan Süreç

Çin’de yayılmaya başlayan koronavirüsü[1] ilk defa 26 Ocak 2020’de okuduğumda, hemen sermaye birikiminin küresel dinamikleri üzerindeki yan etkilerini[2] düşündüm. Ekonomik model hakkındaki çalışmalarımdan, sermaye akışının sürekliliğindeki tıkanmaların ve kesintilerin devalüasyonlara yol açacağını ve devalüasyonların yaygınlaşıp derinleşmesinin krizlerin başlangıcına işaret edeceğini biliyordum. Ayrıca Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomisi olduğunu ve 2007–8 sonrasında[3] küresel kapitalizmi etkin bir şekilde kurtardığının da gayet net farkındaydım, dolayısıyla Çin ekonomisine indirilecek her türden darbe, zaten zor durumda olan küresel ekonomi için ciddi sonuçlar doğuracaktı.

Gördüğüm kadarıyla mevcut sermaye birikim modeli zaten yığınla sorun yaşıyordu. Varolan ekonomik modelin halkın büyük bir kısmının hayrına olmadığı gerçeğine odaklanan protesto hareketleri, Santiago’dan Beyrut’a neredeyse her yerde kendini gösteriyordu. Bu neoliberal model, fiktif (hayali) sermayeye ve para arzı ile borç oluşumunda yaşanan muazzam genişlemeye giderek daha fazla bel bağlıyor. Bu modelse sermayenin üretebileceği değerleri gerçekleştirmek için etkili olabilecek taleplerin yetersiz olması sorunuyla karşı karşıya.

Peki o vakit hâkim ekonomik model, zarar gören meşruiyeti ve mevcut hassas sağlık durumuyla, küresel salgın hâlini alabilecek bu sürecin kaçınılmaz etkilerini nasıl azaltıp hayatta kalabilir? Cevap, büyük ölçüde krizin ne kadar sürebileceğine ve yayıldığına bağlı. Çünkü Marx’ın belirttiği gibi, değersizleşme emtia satılmadığı değil, zamanında satılamadığında gerçekleşir.

“Doğa”nın kültürün, ekonominin ve gündelik hayatın dışında ve onlardan ayrı bir olgu olduğu fikrine uzun zamandır karşı çıkıyorum. Ben daha çok, doğa ile metabolik ilişki konusunda diyalektik ve ilişki üzerine kurulu bir görüşe sahibim. Sermaye, kendi yeniden üretiminin çevresel koşullarını değiştirir, ama bunu, iklim değişikliği türünden istenmeyen sonuçlar bağlamında ve sürekli olarak çevresel koşulları yeniden şekillendiren özerk ve bağımsız evrimsel güçlere karşı yapar. Bu açıdan, gerçek mânâda “doğal felâket” diye bir şey söz konusu değildir. Virüsler sürekli mutasyona uğrarlar ancak bir mutasyonun hayatı tehdit edici hâle gelip gelmeyeceğini belirleyen koşullar, insan eylemlerine bağlıdırlar.

Bu meselenin iki yönü mevcuttur. İlk yön, elverişli çevresel koşulların kuvvetli mutasyon ihtimalini arttırmasıyla alakalıdır. Örneğin mantıken, nemli dönencealtı (subtropikal) iklimlerde yoğun veya dengesiz gıda tedarik sistemlerinin bunu etkilemesini beklemek gerekir. Bu tür sistemler, Çin’de Yangtse’nin güneyinde ve Güneydoğu Asya da dâhil olmak üzere birçok yerde bulunmaktadır.

İkinci yön ise taşıyıcılar aracılığıyla aktarımı destekleyen koşulların fazlasıyla çeşitlilik arz ettiği gerçeği ile alakalıdır. Yüksek yoğunluklu insan popülasyonları kolay bir taşıyıcı hedefi gibi görünmektedir. Kızamık salgınlarının sadece daha büyük kentsel nüfus merkezlerinde geliştiği, ancak seyrek nüfuslu bölgelerde hızla azaldığı iyi bilinmektedir. İnsanların birbirleriyle nasıl etkileştikleri, nasıl hareket ettikleri, kendilerini disipline etme tarzları veya ellerini yıkamayı unutmaları, hastalıkların bulaşma yollarını bir biçimde etkiler.

Son zamanlarda SARS, kuş ve domuz gribi, Çin’den veya Güneydoğu Asya’dan gelmiş gibi görünüyor. Çin, geçtiğimiz yıl domuzların toplu olarak katledilmesini ve domuz fiyatlarının yükselmesini de beraberinde getiren domuz gribinden de ağır bir şekilde etkilenmişti. Bütün bunları Çin’i suçlamak için söylemiyorum. Viral mutasyon ve yayılma için çevresel risklerin yüksek olduğu başka birçok yer var.

1918’deki İspanyol gribi Kansas’tan gelmiş, HIV/AIDS Afrika’da kuluçkalanmış, Batı Nil Virüsü ve Ebola yolculuğuna gene Afrika’dan başlamış, buna karşın dang humması Latin Amerika’da ortaya çıkmıştır. Gelgelelim virüsün yayılmasının ekonomik ve demografik etkileri, hegemonik ekonomik modelde önceden var olan zayıflıklara ve sorunlara bağlıdır.

Oradan çıkıp çıkmadığı bilinmese de COVID-19’un ilk olarak Vuhan’da bulunmasına hiç şaşırmadım. Virüsün bu bölgede ciddi etkilere yol açtığı açık. Vuhan büyük bir üretim merkeziydi, dolayısıyla büyüklüğü konusunda herhangi bir şey bilmesem de burası, dünya ekonomisi açısından ağır sonuçlara sebep olabilecek bir yerdi.

Asıl soru ise şuydu: bulaşma ve yayılma nasıl meydana gelecek ve ne kadar sürecek (aşısı bulunana dek ne kadar zaman geçecek)? Daha önceki deneyimler, küreselleşmedeki artışın dezavantajlarından birinin, yeni hastalıkların uluslararası ölçekte hızla yayılmasına mani olmanın ne kadar zor olduğunu ortaya koymaktaydı. Sonuçta neredeyse herkesin seyahat ettiği ve insanların birbiriyle çok bağlantılı olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Potansiyel yayılma için insan ağları geniş ve açık. Bugün ekonomik ve demografi açısından asıl tehlike, bu durumun bir yıl veya daha fazla sürecek olması.

İlk haber geldiğinde küresel borsalarda ani bir düşüş yaşanırken, piyasaların yeni yükselişler yaşaması, şaşırtıcı bir biçimde, bir ay veya biraz daha fazla sürdü. Haberlere göre, Çin dışında her yerde çalışma hayatının normal seyrinde devam ediyordu. Yüksek ölüm oranına sahip olmasına ve finansal piyasalarda gereksiz bir paniğe yol açmasına rağmen herkeste, oldukça hızlı bir şekilde kontrol altına alınan ve düşük küresel etkiye sahip olan SARS salgınının bir kez daha tekrarlandığı kanaati oluştu.

Buna karşın COVID-19 ortaya çıktığında, bu gelişmeye “herkes SARS tekrarlanıyor” deyip paniği önleme gayreti içine girerek cevap verdi. Salgının Çin’de ortaya çıkıp şiddetlenmesi, ona yönelik müdahalenin çabuk ve sert olması, dünyanın geri kalanını hatalı bir şekilde, sorunun “orada” olduğuna ikna etti ve dünyanın belirli noktalarında görülen Çinli karşıtı bazı ırkçı saldırılar dışında pek fazla önemsenmedi. Öte yandan virüsün Çin’in başarılı büyüme hikâyesine vurduğu darbe, Trump yönetiminin bazı çevrelerinde keyifle karşılandı.

Ne var ki zaman içerisinde Vuhan’dan geçen küresel üretim zincirlerinde yaşanan kesintilere dair hikâyeler işitilmeye başlandı. Bunlar büyük ölçüde göz ardı edildi veya belirli ürün grupları veya (Apple gibi) şirketlerin sorunuymuş gibi değerlendirildi. Mallardaki değer kayıpları sisteme has değil, lokal ve özeldi. Her ne kadar McDonald’s ve Starbucks gibi Çin iç pazarında büyük operasyonları olan şirketler, bir süre orada kapılarını kapatmak zorunda kalsalar da tüketici talebindeki düşüş belirtileri de en aza indirildi. Çin Yeni Yılı’nın virüsün patlak verdiği güne denk gelmesi, salgının etkilerinin Ocak ayı boyunca görünmesine mani oldu. Bu durum ise hatalı bir şekilde rahatlamaya yol açtı.

Virüsün başka ülkelere yayıldığı, haber bültenlerinin nadiren gündemine giriyordu. Güney Kore’de ve İran gibi birkaç farklı kuluçka merkezinde salgının başgösterdiği günlerde kimse bu gelişme üzerinde durmadı. Ta ki İtalya’da ortaya çıkana kadar. İlk ciddi tepki İtalya ile birlikte verildi. Borsada Şubat ortalarında başlayan düşüş yerini bir süre dalgalanmaya bıraktı, fakat Mart ortalarında dünya genelinde borsalarda neredeyse yüzde 30’luk net bir değer kaybına tanık olundu.

Virüsün bulaştığı insan sayılarının katlanarak artması, genellikle tutarsız ve bazen de panik benzeri tepkilere neden oldu. Başkan Trump, yaklaşan potansiyel hastalık ve ölüm dalgası karşısında (gelgit sonucu yükselen sular sarayını basmasın diye suya durmasını emreden, İngiltere ve Danimarka kralı) Kral Knud gibi davrandı ve tuhaf kimi müdahalelerde bulundu. Örneğin herkes, FED’in virüs karşısında faiz oranlarını düşürmesini tuhaf karşıladı. Bu hamle, virüsün ilerlemesini engellemek yerine piyasa üzerindeki etkilerini hafifletmek için yapılmış olsa bile gene de tuhaftı.

Devlet kurumları ve sağlık sistemleri salgına neredeyse dünyanın her yerinde hazırlıksız yakalandı. Önceki SARS ve Ebola salgınları geride ne yapılması gerektiğine dair önemli dersler ve uyarılar bırakmış olmasına karşın, Kuzey-Güney Amerika ve Avrupa’daki kırk yıllık neoliberalizm, halkı böyle bir sağlık krizine karşı korunmasız ve hazırlıksız bırakmıştı. Sözde “uygar” dünyanın birçok yerinde halk sağlığı ve güvenliği konusunda yaşanan bu türden acil durumlarda her zaman savunmanın ön cephesini oluşturan yerel yönetimler ve bölgesel idareler/devlet kurumları, şirketlere ve zenginlere vergi indirimleri ve sübvansiyonlar sağlamak için uygulanan kemer sıkma uygulamaları yüzünden gerekli bütçeleri bulamadılar.

Büyük ilâç şirketleri, bulaşıcı hastalıklar için (1960’lardan beri bilinen tüm koronavirüs sınıfı virüsler gibi) kâr getirisi olmayan araştırmalara ya çok az ilgi gösteriyor ya da bunlara asla yüz vermiyor. Bu şirketler, önleyici tedbirlere nadiren yatırım yapıyorlar. Bir halk sağlığı krizine hazırlıklı olmak, asla onların çıkarına değil. Bu şirketler ilâç hazırlamayı seviyorlar. Ne kadar çok hasta olursa o kadar kazanıyorlar. Çünkü önleyici tedaviler hisse senedi değerine katkıda bulunmuyor. Halk sağlığı hizmetine uygulanan işletme modeli, acil bir durumda ihtiyaç duyulacak hastalıklarla başa çıkma kapasitesi fazlasını da ortadan kaldırmış durumda. Önleyici tedbirler, kamu-özel sektör ortaklıkları gerektiren çekici bir sektör bile değil.

Başkan Trump, Hastalık Kontrol Merkezleri’nin bütçesini kesti ve iklim değişikliği de dâhil olmak üzere tüm araştırma fonlarını kestiği için Milli Güvenlik Konseyi’nde salgın çalışma grubunu dağıttı. Bu konuda antropomorfik ve mecazi bir ifadeye başvurmak gerekirse şunu söyleyebiliriz: COVID-19, yoğun ve kontrolsüz neoliberal ekstraktivizmin (doğal kaynakların yeraltından çıkartılmasına dönük faaliyetler) elinde doğaya kırk yıldan fazla bir zamandır kötü ve istismarcı bir yaklaşımla yaklaşılması karşısında gene bizzat doğanın aldığı bir intikamdır.

İran bu durumla ters düşen bir ülke olsa da muhtemelen Çin, Güney Kore, Tayvan ve Singapur gibi en az neoliberal olan ülkelerin salgını, İtalya’dan daha iyi yönetmeleri önemli bir bulgu olarak ele alınabilir. Elde Çin’in SARS ile mücadeleyi kötü yönettiğine dair birçok kanıt olmasına rağmen, bu defa Başkan Xi’nin çabalarıyla, tıpkı Güney Kore’de olduğu gibi hem raporlama hem de testlerde şeffaflık sağlandı. Buna rağmen, oldukça değerli olan zaman Çin’de iyi kullanılamadı. Sadece birkaç gün bile fark yaratmaya yeterdi. Bununla birlikte, Çin’de asıl dikkat çeken şey, salgının Vuhan ve Hubei ile sınırlandırılabilmesiydi. Salgın Pekin’e, Batı’ya ya da daha da güneye ulaşmadı.

Virüsü coğrafi olarak sınırlamak adına sert önlemler alındı. Oysa siyasi, ekonomik ve kültürel nedenlerden dolayı bu uygulamaları başka yerlerde gerçekleştirmek neredeyse imkânsız. Çin’den gelen haberler, uygulamaların ve politikaların yardımseverlik dışında bir şey olduğunu ortaya koyuyor. Dahası Çin ve Singapur, kişisel gözetleme mekanizmalarını her yanı kuşatacak, otoriterliği esas alan bir seviyeye ulaştırdı. Ancak toplamda bakıldığında bu uygulamaların etkili oldukları görülüyor, hatta bu adımlar birkaç gün önce atılabilmiş olsaydı, birçok ölümün önlenebileceği söyleniyor.

Şu bence önemli bir bilgi: belirli bir olgunun katlanarak çoğaldığı bir süreçte artış gösteren kütlenin tümüyle kontrolden çıktığı bir bükülme noktasıyla her daim karşılaşılır (bu noktada kütlenin artış oranı ile ilişkisine bakmak gerekir). Dolayısıyla Trump’ın bu kadar zaman oyalanmış olması, süreç içerisinde birçok insanın hayatına mâl olabilir.

Ekonomik etkiler, şimdi hem Çin’de hem de Çin dışında kontrolden çıkıyor. Şirketlerin ve bazı sektörlerin tedarik zincirleri üzerinde yaşanan aksaklıklar, aslında düşünüldüğünden daha sistematik ve önemli hâle geldi. Uzun vadede tedarik zincirleri kısalabilir veya çeşitlenebilir, bir yandan da istihdam için önemli etkileri olan emek-yoğunluklu üretim biçimlerine odaklanır ve yapay zekâya dayalı üretim sistemlerine daha fazla bel bağlayabilir. Üretim zincirlerindeki kriz, işçilerin işten çıkarılmasını veya izne ayrılmasını gerektirirken, hammaddelere olan talep, üretken tüketimi azaltır. Talep tarafındaki bu etkiler, kendi başlarına en azından hafif bir durgunluk yaratacaktır.

Ancak en sıkıntılı noktalar bunlar değil. 2007–8 sonrasında artan tüketim biçimleri yıkıcı sonuçlar doğurdu. Bu tüketim biçimleri, tüketim hızını mümkün olduğunca artırma fikri üzerine kuruluydu. Bu tarz tüketim biçimlerine yapılan yatırımlar, mümkün olan en kısa getiri süresine sahip tüketim biçimleri ve katlanarak artan sermaye hacminin maksimum kullanımıyla alakalıydı. Yani özetle, yatırımların anında geri dönmesi gerekiyordu.

Uluslararası turizm önemliydi. 2010-2018 yılları arasında uluslararası ziyaret sayısı 800 milyondan 1,4 milyara çıktı. Bu anlık tüketim biçimi, havaalanları ve havayolları, oteller ve restoranlar, tema parkları ve kültürel etkinlikler vb. için büyük altyapı yatırımlarına ihtiyaç duyuyordu.

Fakat bugün itibarıyla bu sermaye birikim modeli çöktü: havayolları iflasın eşiğinde, oteller boş ve konaklama endüstrilerinde toplu işsizlik kapıyı çalmak üzere. Dışarıda yemek iyi bir fikir değil ve birçok yerde restoranlar ve barlar kapatıldı. Siparişi eve söylemek bile tehlikeli görünüyor. Esnek ekonomideki veya diğer güvencesiz çalışma biçimlerindeki geniş işçi ordusu, görünür bir destek olmaksızın işten çıkarılıyor. Kültürel festivaller, futbol ve basketbol turnuvaları, konserler, iş ve profesyonel sözleşmeler ve hatta seçimlerle ilgili siyasi toplantılar gibi etkinlikler iptal ediliyor. Tecrübe merkezli tüketim ideolojisinin bu “etkinlik temelli” biçimlerinin kapısına kilit vuruldu. Yerel yönetimlerin gelirleri azaldı. Üniversiteler ve okullar kapanıyor.

Çağdaş kapitalist tüketim tarzının en ileri modelinin büyük kısmı mevcut koşullar altında işlemez durumda. André Gorz’un “telafi edici tüketim” (yabancılaşmış işçilerin ruhlarını tropik bir plajda paket tatil yoluyla kurtarması) olarak tanımladığı tarz, zarar gördü. Ancak modern kapitalist ekonomilerin yüzde 70’i hatta 80’i tüketim ideolojisinin devamlılığını sağlıyor. Tüketici güveni ve duyarlılığı, son kırk yılda etkili talebin harekete geçirilmesinin merkezi hâline gelirken, sermaye de artan bir şekilde talep ve ihtiyaç odaklı hâle geldi. Ekonomiye güç veren bu kaynak, Atlantik ötesi uçuşları birkaç hafta boyunca etkileyen İzlanda volkanik patlaması dışında, sert dalgalanmalara maruz kalmamıştı.

Oysa COVID-19, vahşi bir dalgalanmayı değil, en varlıklı ülkelerde egemen olan tüketim biçiminin kalbinde büyük bir çöküşün temelini oluşturuyor. Sonsuz sermaye birikiminin sarmal şekli, dünyanın bir bölümünden diğerine, içe doğru çöküyor. Onu kurtarabilecek tek şey, hükümet tarafından finanse edilen ve yoktan var olması gereken kitlesel tüketimdir. Bu, sosyalizm olarak adlandırılmadan, ABD’deki ekonominin tamamının kamulaştırılmasını gerekli kılacaktır.

Cephe Hattı

Bulaşıcı hastalıkların sınıfsal veya başka türden toplumsal sınırları/engelleri tanımadığı gibi kullanışlı bir efsane var. Benzeri birçok tabirde olduğu gibi, bunda da bir gerçeklik payı var tabii.

On dokuzuncu yüzyılın kolera salgınında sınıfsal ayrımların ortadan kalkması, günümüze kadar uzanan bir kamu sağlığı ve sağlık hareketinin (sonradan profesyonelleşen) doğmasına yol açacak ölçüde ciddi bir etkiye yol açtı. Bu hareketin herkesi mi yoksa sadece üst sınıfları korumak için mi tasarlanıp tasarlanmadığı ise belirsiz bir durum.

Ancak bugün, farklılık gösteren sınıfsal ve toplumsal etkiler başka bir hikâye anlatıyor. Ekonomik ve toplumsal etkiler, her yerde görünür olan geleneksel ayrımlardan geçerek ayrışıyor. Başlangıçta hastalanan kişiler arttıkça onlarla ilgilenmesi beklenen işgücü, dünyanın birçok yerinde cinsiyetlerine, ırklarına ve etnik kökenlerine göre ayrışıyor. Bu, havaalanları ve diğer lojistik sektörlerinde bulunan sınıf temelli işgücü için de geçerlidir.

Bugün cephe hattında duran, işte bu “yeni işçi sınıfı”dır, iş aracılığıyla virüse temas riski en yüksek olmanın veya yine virüs nedeniyle uygulanan ekonomik kemer sıkma politikaları yüzünden işini kaybetmenin getireceği sorumluluğu, en çok bu sınıf taşımaktadır. Örneğin, kimin evden çalışabileceği ve kimin çalışamayacağı, önemli bir meseledir. Bu, temas veya bulaşma durumunda kimin kendilerini (ücretli veya ücretsiz) izole veya karantinaya alabileceği sorusu gibi toplumsal ayrımı netleştiren bir olgudur.

Bize Nikaragua (1973) ve Mexico City (1995) depremlerinin “sınıfsal depremler” olduğunu öğreten bilgi birikimi, COVID-19’un ilerleyişinin sınıf, toplumsal cinsiyet ve ırk temelli bir olgu hâline gelmiş olan tüm salgınlar konusunda bir şeyler ortaya koyduğunu söylemektedir. Salgını önleme çabaları “hepimiz bu işte birlikteyiz” söyleminde gizlenirken, uygulamalar, özellikle ulusal hükümetlerin pratikleri, daha kötü niyetli ilerliyor.

ABD’deki ağırlıklı olarak Afroamerikalılar, Latin Amerika kökenliler ve ücretli çalışan kadınlardan oluşan modern işçi sınıfı, (marketler türünden) tedarik ve bakım sektörünün temel noktalarını açık tutmak adına hastalığa maruz kalmakla veya sağlık hizmetlerinden yoksun bırakıldıkları bir işsizlik seçimiyle karşı karşıya. Benim gibi maaşlı personeller ise evden çalışıyor ama öte yandan CEO’lar özel jetleri ve helikopterleriyle uçmadan önce maaşlarını alıyorlar.

Dünyanın birçok yerinde işgücü, uzun zamandır iyi neoliberal özneler olarak davranmak üzere sosyalleşmiştir. “İyi neoliberal özneler”, yanlış giden her şey konusunda suçu kendinde veya Tanrı’da arayıp kapitalizmin sorun olduğunu söyleme cüretinde bulunmayanları ifade ediyor. Fakat bu özneler dahi salgına karşı alınan önlemlerde yanlış bir şey olduğunu görüyor.

Asıl soru şu: bu salgın ne kadar sürecek? Bir yıldan fazla sürebilir ve ne kadar uzun sürerse emek dâhil her şeydeki değer kaybı o kadar fazla olacak. Neoliberalizmin özüne aykırı olan büyük devlet müdahalelerinin yokluğunda işsizlik düzeyleri 1930’lardakiyle karşılaştırılabilir seviyelere yükselecek. Bu durum, hem ekonomi hem de günlük sosyal yaşam için birçok sonuca yol açacak.

Fakat bu sonuçlar tümüyle kötü olmayacak. Günümüzde tüketimdeki aşırı artış, Marx’ın “aşırı tüketim ve çılgın tüketim” aşamasına ulaştı ki bu, esasen tüm sistemin çöküşüne işaret ediyor. Bu aşırı tüketimin pervasızlığı çevrenin bozulmasında önemli bir rol oynadı. Havayollarının uçuşları iptal etmesi, ulaşım ve hareketin radikal bir şekilde durdurulması, sera gazı salınımları açısından olumlu sonuçlar doğurdu. ABD’deki birçok şehirde de gözlemlendiği üzere, Vuhan’daki hava kalitesi iyileşti. Ekoturizm merkezleri toparlanmak için artık yeterli vakte sahipler.

Kuğular Venedik kanallarına geri döndü. Pervasız ve anlamsız aşırı tüketim dürtüsü engellendikçe, bazı uzun vadeli faydaları olabilir. Everest Dağı’nda daha az kişinin ölmesi, iyi bir şey olabilir. Kimse bunu dillendirmese dahi, virüsün demografik eğilimi, sosyal güvenlik harcamaları ve “bakım endüstrisinin” geleceğine dair uzun vadeli etkilerle birlikte yaş piramitlerini etkileyebilir. Günlük yaşam yavaşlayacak ve bazı insanlar için bu, bir nimet olabilir. Sosyal mesafelendirme konusunda getirilen kurallar, eğer acil durum yeterince uzun sürerse, kültürel değişimlere yol açabilir. Bu durumdan neredeyse kesinlikle fayda sağlayacak tek tüketim biçimi olarak Netflix gibi ortamlarda dizileri ardı sıra izleyenlerin pratiği olacak.

Ekonomi kanadında müdahaleler 2007-2008 krizindekilere benzer durumda. Bu müdahaleler, söz konusu dönemde Çin’deki altyapı yatırımına ağırlık verdi ve üretken tüketimdeki ciddi bir artışla birlikte, bankaların kurtarılmasına dayanan aşırı gevşek bir para politikasını gerekli kıldı.

Bu para politikasının bugün tekrarlanması mümkün değil. 2008 yılında hazırlanan kurtarma paketleri bankalara odaklanmış, ancak General Motors’un fiilen kamulaştırılmasını gerekli kılmıştı. Bugünse işçilerin memnuniyetsizlikleri ve çökmekte olan piyasa talebi karşısında, Detroit’teki üç büyük otomobil şirketinin, en azından geçici olarak kapanması önemli bir gelişme.

Çin, 2007-2008’deki rolünü yeniden oynayamazsa, o zaman mevcut ekonomik krizden kurtulmanın yükü ABD’nin omuzlarına binecek. Asıl tuhaflık şu ki bugün Bernie Sanders’ın önerdiği politikalardan daha sosyalist politikalar devreye sokulmak zorunda kalınacak, üstelik bu ekonomi ve politika alanında atılacak adımları, “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapma” kılıfı ardında, bizatihi Donald Trump atacak.

2008’deki kurtarma paketine bu kadar içtenlikle karşı çıkan tüm Cumhuriyetçiler, ya tükürdüğünü yalamak ya da Donald Trump’a karşı koymak zorunda kalacaklar. Eğer Donald Trump yeterince uyanıksa, seçimleri acil durum bahanesiyle iptal edecek, buradan da sermayeyi ve dünyayı “isyan ve devrimden” kurtarmak için imparatorluğun başkanı olduğunu ilân edecek.

David Harvey
20 Mart 2020
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder