Devlet,
AB ve ABD ile kurduğu ilişkilerin sonucunda belirli adımlar atıyor. Atmak
zorunda kalıyor. Halk açısından kırılmalara, sorunlara yol açacak olan bu
adımların gerilimini toprağa, bizatihi AKP akıtıyor. Yani devlet, “bana
kızacaklarına sana kızsınlar” diyor, sobanın üstündeki kestaneleri AKP maşası
ile topluyor. Bu noktada AKP’ye saldırma, kitleleri kontrol altında tutma
görevini de CHP’ye veriyor. Devlet, CHP ile birlikte tüm adımların gerilimini
yumuşatmaya çalışıyor. Müsamere, bu izlek dâhilinde ilerliyor.
Bu
bağlamda, ilgili hokkabazlığın siyaset diye yutturulması gerekiyor. Sağ ve sol
eliyle yapılan işlem, kitlede gruplaşmaları sağlıyor. Kutuplaşma siyaseti
yürüten ve buradan büyüyeceğini hesap eden siyasetçiler, çıkıp bu sefer de
“kutuplaşma topluma zarar veriyor” diyorlar. Bu tür yalanlarla ve
hokkabazlıklarla devletin attığı adımların sancısı örtbas ediliyor, halka
siyasi hamlelerle teskin edici bir ilâç veriliyor. Asıl mesele, bu hokkabazlığa
herkesin ortak olması, olmak istemesi.
Dolayısıyla,
birilerini kandırmak adına, “biz Kaypakkayacıyız, devletin bir kanadı altında
toplanamayız” deyip, öte yandan “tek düşman Tayyip’tir, bunu demeyen haindir”
diyen de bu hokkabazlığın parçasıdır. Çünkü “Tek düşman Tayyip” lafını
“devletin bir kanadı” söylüyor. Bunu da devletin adımlarını gizlemek,
etkilerini hafifletmek için yapıyor. Tayyip de kendi siyasi varlığını bu
tepkiler üzerinden inşa ediyor. Bir ara Tayyip’in bizzat söylediği gibi,
kendisi paratoner görevini ifa ediyor. O, devletin gözünde neden varolduğunu
iyi biliyor, memur olarak yapması gerekeni yapıyor.
* * *
Bu
koşullarda herkes, tüm sosyalist hareket, CHP’ye iltihak ediyor, ona
örgütleniyor, onun gölgesine sığınıyor. Hareket, özündeki CHP’ye kapaklanıyor,
ricat ediyor. Tüm sosyalistler, CHP kitlesini kandırma, örgütleme hayaliyle
ömürlerini tüketirken, onları esasen CHP örgütlüyor. Bugün öne çıkan isimler,
içteki gizli CHP’liler arasından seçiliyor. Sosyalist hareket, CHP kadar ve CHP
ile birlikte varolabileceğini düşünüyor. Onu mücadelenin konusu hâline
getiremiyor. Kimisi CHP’yi biraz sosyal demokrat, kimisi de biraz liberal
yapmayı sosyalizm mücadelesi zannediyor.
* * *
Muhtemelen
o forumun sahipleri çoktan başka projelere yelken açtıkları için unutmuştur,
ama Gezi sürecinde bir ara Ankara’da Ethem Sarısülük Forumu oluşturulmuştu. O
forumun yapıldığı parkın isminin değiştirilmesine CHP’li belediye izin vermedi,
“sosyalistim” diyenlerse o forumda toplaşan kitleye bu gerçeği aktarmadı,
“parkın ismini değiştirdik” diye yalan söyledi. Belediyenin önüne set kurdu,
ismi değiştirmeyen Çankaya Belediyesi’ne yönelebilecek tepkiye mani oldu, CHP
ile kitle arasına bir perde gerdi ve işlerin istedikleri gibi yürümesini
sağladı. Çünkü o “sosyalistlerin” içeride, belediyede “samimi dostları” vardı.
Onlar incitilmemeli, küstürülmemeliydi. CHP, sosyalistlerin devletle ve
sermayeyle bağ kurma imkânıydı, o bağ, asla kesilmemeliydi.
Ethem
Sarısülük Forumu’nun ilk gününde CHP’li ekip adına bir kadın, mikrofonu aldı,
elindeki kâğıttan yapılacak işleri aktardı, emirlerini tebliğ etti, “bunlar
yapılmazsa biz yokuz” dedi ve gitti. Dedikleri her şey yapıldı, ama o grup,
foruma bir daha hiç gelmedi. Mevzubahis forumsa koşa koşa o grubun arkasından
gitti. Sonuçta herkes, seçim sathı mailine girdi, çöplerden oy pusulaları
topladı. Bu faaliyet bir işe yaramadı, devlet, bir gecede belediye başkanlarını
görevden aldı.
CHP’nin
sosyalist hareketi örgütlemesi, devlet açısından pratik bir ihtiyaç, bizzat
onun verdiği bir görev. Tüm sorunlar, gerilimler AKP halısının altına
süpürülüyor, CHP ile yumuşatılıyor. CHP, devleti perdeleme, koruma görevini
yerine getiriyor.
* * *
Bir
şehre köprü yapılıyor, sermayenin ihtiyaçlarının da etkili olduğu gelişmeler
dâhilinde, maliye bakanlığı, bölgedeki arazileri kapatıyor. CHP, kendi
kitlesine “Berat Albayrak arazileri topluyor” diyor, böylece öfke, Erdoğan
ailesine yöneltiliyor. Kimse devlete kızmıyor, aksine devlet, daha da
mistikleşip yüceliyor. CHP, sermayeye ve devlete ait bir tampon. Koruyucu.
Devlet,
İran’la ve başka ülkelerle gizli ya da açık ticari ilişkilere giriyor. Ciddi
bir para birikiyor. Aynı devlet, Man Adası dosyaları ve ayakkabı kutusundaki
paralarla bu işlerin Erdoğan ailesine ait olduğunu söylüyor. Kir pas, oraya
süpürülüyor. Devlet ve sermaye, aklanıyor.
Devlet,
AB’ye verdiği sözleri bir bir yerine getiriyor. Atılan adımların yol açtığı
sancılar, AKP’ye havale ediliyor. Örneğin AB “orduyu küçültün” diyor, bunu CHP
ve ona bağlı sosyalistler, “AKP, kendisine özel ordu kuruyor” cümlesiyle
karşılıyor. AB’ye toz kondurulmuyor. Bu siyaseti en çok da AB’den para alan
sosyalistler benimsiyorlar.
Marketlerdeki
poşetler, sigara zamları gibi adımlar, tarımı bitiren müdahaleler, hep AB ile
kurulan ilişkilerin emri doğrultusunda gerçekleşiyorlar, AB’ye ve onunla
ilişkili devlete kızılmasına mani olmak için AKP kullanılıyor. AKP de bu
öfkeyle kendisini yeniden inşa ediyor.
Sermaye,
üniversiteleri tırpanlıyor, gericilik hedefe konuluyor, sermayeye ve devlete
tek laf edilmiyor, tüm öfke AKP’ye yöneltiliyor, sermaye yüceliyor, aklanıyor.
Sosyalist hareket, yücelen ve aklanan devletin ve sermayenin emrine giriyor.
Kitleleri kandırma yarışında efendilerden gelecek işmarı bekliyor.
* * *
Sonuçta
Fransa’daki komünist parti ile Türkiye’deki komünist partiyi bir tutmak, aynı
kefeye koymak mümkün mü? İlki, Nazi işgali ile birlikte direnişi örgütlemiş,
yönlendirmiş, yönetmiş, sonrasında toplumda karşılığı olan bir güç. Buradaki
ise Anayasa Mahkemesi’nin ve Yargıtay’ın onay ve icazetiyle varolabilmiş.
Birinden birine “Komünist Parti” demememiz gerekiyor.
Bu
anlamda, bu ülkede İslamî bir hareket, İslamî bir dava, İslamî mücadele diye
bir şey yok. Bazen devlet, bu tür adımlara ihtiyaç duymuş, duyuyor, o kadar. Bu
anlamda halka verilen korkunun altı boş: AKP İslamcı değil, bu ülkede İslamî
hareket diye bir şey yok!
Dolayısıyla,
TKP ve AKP, olmayanı oldurma teşebbüsü, yoku varmış gibi yutturma hilesi.
Tarihsel-toplumsal karşılıkları yok. AKP, kapalı kapılar ardında imal ve inşa
edilmiş bir proje. Mesele, sosyalistlerin de o projeye iliştirilmiş olması ve
onların bu duruma hiç itiraz etmemesi.
Sosyalist
hareket, zaten cılız olan, toprağa saldığı köklerini bir bir söküp atıyor, asıl
mevzu bu. Küçük burjuva, her şeyin başına yerleşmek, varlığını yaldızlamak
adına, geçmişi siliyor. Geçmişten gelen devrimci mirası ve toprağı redde tabi
tutuyor. O mirası ve toprağı CHP olarak belirleyebiliyor. Onun dışına
bakamıyor. Devlet ve burjuvazi dışı bir dünyayı hayal bile edemiyor. Onlara kul
oluyor.
Gezi
döneminde “halk hakikat, sol batıl”[1] demiştik. Sonra büyük harfle Halk ile
halk ayrıştı. Sol, halka sırtını dönüp Halk’a bağlandı. O Halk, resmiydi,
CHP’ye ait bir mamuldü. Ankara Palas balolarında, bürokrasinin koridorlarında
imal edilmişti.
Haziran
kıyamı, Gezi direnişine teslim oldu. Hokkabazlık işleminde kendisine verilen
görevi benimsedi, içselleştirdi. Sol, içerildi, iç edildi.
Sonuçta
bugün Nâzım’ın Akrep Gibisin türünden şiirlerini devlet koridorlarında,
burjuva salonlarında bağıra bağıra okumanın bir anlamı bulunmuyor. O şiiri
okuyanların da akrep olduğunu, kesesindeki zehri görmek gerekiyor.
Eren Balkır
6
Ekim 2019
Dipnot:
[1] Eren Balkır, “Fenafillah”, 4 Temmuz 2013, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder