1.
Vicdanı “alt-akıl” olarak tanımlamak mümkün mü?
Alttakilerin bir nevi aklî tepkisi biçiminde
kavrandığında, mümkün. Ama bu bağlamda, aklın da “üst-vicdan” olarak
tanımlanabiliyor olması gerekmez mi?
2.
Mahzuni, 17 Mayıs 2002’de Hakka yürüdü.
Berçenekli hemşerilerinin iddiasına göre, aslında köyüne gömülmeyi vasiyet etmiş, kimi ellerin müdahalesi ile eşi, na’şın Hacı Bektaş’a gömülmesini kararlaştırmış. Bu ellerin yüklü miktarda Amerikan doları transferinde bulunduğu da söyleniyor.
Bu
iddia doğru ise, İlhan Selçuk’un na’şının aynı yere gömülmesi manidar hâle
geliyor.
3.
Şah’ın İran’ında ve başka yerlerde kutsal mekânlar
iktidarı konsolide eden, besleyen güç odakları olarak örgütlenebiliyorlar.
Bilindiği üzere, mollalar, Meşhed’in kutsiyetine karşı Kum kentini muhalif bir
ocak olarak yeniden kuruyorlar.
4.
Jeopolitika, devletin nüfus ve iskân siyasetiyle
ilgili. Biyopolitika, “devletin sağlığı savaştır” diyor; ekonomi-politika ise
para-pula, mala-mülke dair her daim.
5.
Geçen yüzyılın başlarında Rus Kürdologların çizdikleri
haritanın batı hattında Kızılbaş-Alevî Kürdlerin konuşlandığı görülüyor. Bu
zorunlu göçlerin, devletin nüfus ve iskân siyasetinin doğal bir sonucu.
Latin Amerika’nın “küçük savaşlar”ı Latin Avrupa’da
“küçük kılıç” sahipleri eliyle teorize edilip, bizim gayrinizamî harp
uzmanlarının masasına sunulduğu vakit takvim yapraklarından 12 Eylül, dünyadan
onlarca can dökülüyor. Bu masadaki analizlerde Samsun-Hatay arasında çizilen
çizginin doğusu “tehlikeli ve tehditkâr” bulunuyor. Bu çizginin orta yeri,
Sivas, doğal bir üs, bir kamal, olarak yeniden kuruluyor. 2 Temmuz 1993’ün
sebeplerini biraz da burada aramak gerekiyor.
6.
Osmanlı’da ekalliyet, güç açısından, şu şekilde
sıralanıyor: Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler. İttihat-Terakki’nin 1908’i,
beynelmilel tüm Yahudi kaynaklarında “Judaik bir devrim” olarak
nitelendiriliyor. Yahudi’yi sembolize eden yılan, Avrupa’dan çıkıp İstanbul’u,
1917 Şubat Devrimi ile Moskova’yı aşarak Kenan ellerine uzanıyor. Aynı
Yahudiler, Doğu’da Ermenilere, Batı’da Greklere karşı verdikleri mücadelelerde
Türkî dostlarına bir tür kutsiyet ve bir tür kavmiyet öğretiyorlar. Bu kutsiyet
ve kavmiyetin judaize nitelikler arz etmesi kaçınılmaz. 1923, bunların mahsulü.
7.
1920’lere kadar Sivas, ağırlıklı olarak bir Ermeni
şehri. Bu kitleye Alevîler eşlik ediyor. Katliamlar, ilgili kavmiyete ve
kutsiyete ikna edilmiş Türkler eliyle gerçekleşiyor. Mülk el değişiyor. Aynı
şekilde bir simitçi yüzünden başlayan kavga bahane edilerek şehir
alevlendiriliyor ve 1967’deki futbol faciası ile Sivas merkezdeki Kayserili
esnaf tasfiye ediliyor.
Jeopolitik fay hattındaki Sivas ve benzeri şehirler,
kendilerine kerhen ve emaneten teslim edilen mülkü muhafaza eden bir
milliyetçilik ve Müslümanlık tarifi yapıyorlar. Son dönemde ülkedeki üç ana
siyasetin -milliyetçiliğin, İslamcılığın ve cehepeciliğin- bu şehirde bölünme
yaşaması manidar.
8.
Sivas Katliamı’ndaki “simitçi”, Aziz Nesin.
Gayrinizamî harp üstatları, şehrin dağlarına çıkan küçük savaşçıları büyük bir
yangında boğmak için oteli ateşe veriyorlar.
Ve her dönemde ihtiyaca binaen yeniden tarif edilen
Alevîliğin, bu sefer Kürd ve devrimci düşmanı olarak formüle edilmesi için
gerekli zemin tertip edilmiş oluyor. O, “profan bir iktidar dini” olarak anlam
bulacağı bir yere hapsediliyor. Bu noktada Pir Sultan, yerini Hızır Paşa’ya
bırakıyor. 2 Temmuz’lar sadece ailelerin ve yakınların acısına hapsediliyor,
başka kimsenin bu derde ortak olmasına izin verilmiyor, Alevîliği
ticarîleştirenler böyle buyuruyorlar zira.
9.
Kur’an’da, Vâkıa suresinde ve başka yerlerde “Ashabı
Meymene” tabiri geçiyor. “Bereket ve uğur sahipleri” anlamındaki bu tabir,
Türkçe Kur’an meallerinde “sağdakiler” ya da “sağcılar” olarak çevriliyor.
“Ashabı Meşeme” de “solcular” oluyor. Beti bereketi kaçırdığı, uğursuzluğun
temsili olduğu için katlediliyor solcular biraz da. Oysa Meşeme, “Ma ağna
anni maliyeh” (Hakka:28) diyerek mal sahipliğinin kıymetsizliğini
göremeyene ve yoksulla ilgilenmeyene işaret ediyor. Meymenetsiz olan, aslında
her devirde devlet ve devletin mâlikleri oluyor.
10.
Dücane Cündioğlu, bir itiraz olarak, şu cümleyi
sarfediyor: “Camilerin yerini AVM’ler aldı.” Gazeteler yazıyor: “Konya’da helâl
AVM açıldı.”
Zihin kontrolü ile ilgili araştırma yapan isimler,
bugün bu tür araçların en fazla AVM’lerde kullanıldığını söylüyorlar. İnsanlar
çıkmak istemiyorlar, huzurla, tüketimin verdiği güce biat ediyorlar. Tüketim
tanrısı, kulaklara “tüketin, daha fazla tüketin” diye fısıldıyor sürekli.
11.
“Huzur İslam’da” denildi yıllarca ama şu aksi soru
sorulmadı: “Bugün İslam kimlerin huzurunda?”
Bu sözü propaganda sakızı olarak çiğneyenin “Sizleri
rahatsız etmeye geldim” diyen Şeriati’yi silmesi kesin değil mi?
Huzur, vicdanı susturmak, değil mi?
12.
Kürd’ü var olana teslim almak, AVM’ler cumhuriyetinin
bir reyonu kılmak isteyenler, “bu paşalar çok yedi, biraz da bizim polisimiz
semirsin, bu savaş rantından” diyorlar. Rantı okuyup üfleyecek imamları,
vaizleri var nasılsa. Devletin bekası için bu savaş borazanları hiç susmamalı.
Canlılığın siyaseti bunu emrediyor zira.
Zalim, bıçağı saplıyor, bıçaklanan mazlum feryat
ediyor, bu sefer zalim “niye feryat ediyorsun” deyip bir kez daha saplıyor
bıçağı. Her darbede vicdanın damarları kesiliyor, kürd kanıyor bu turab. (innehu
la yuflihuz zalimûn, En’am:135)
13.
“Anadolu’da
halkımız iki şey yere düştüğünde alır, öper ve yukarıya koyar. Bunlardan bir
tanesi ekmektir, diğeri de Kur’an-ı Kerim’dir.”
Casper işçilerini ziyaretinde İhsan Eliaçık söylüyor
bunları.
Yeminimiz de böyle değil mi? “Ekmek Mushaf çarpsın
ki…”
Ama Kur’an’ın nazil, Muhammed’in gazi olduğu
topraklarda bereketsiz, uğursuz kabul edilenleri arşa yükselten, yücelten
Allah, para ve meta tanrısına doğru kapatılınca, din-iman, hayatın tüm kılcal
damarlarından çekilince, o fukarayı, mazlumu bereketsiz-uğursuz gören kafa
“mutlak akıl” olup tekrardan şirki-cahiliyeyi İslamî kisveye büründürmedi mi?
Burada ekmeği bahşettiklerini zannedenler, ekmeğe köle ettikleri insanların
ellerine silâh verip kendi mülklerini korumayı bilmediler mi? O ekmek ve o
Mushaf’la paralı askerler yapılmadı mı cemaat-ı müslimin?
Yani İhsan Hocam, “Anadolu bilgeliği” Mushaf’ı ve
ekmeği baş tacı etti ama o baş, kalbi inkâr ettikçe, furkanı, farkları silip ol
Mushaf’ın ve ekmeğin zalimlerin, müstekbirlerin iktidarını beslediğini
göremedi.
Yani İhsan Hocam, teslimiyetle değil, hesap-kitap ile
oruç tutuldu, namaz kılındı, hacca gidildi, çünkü mantık, “kaz gelecek yerden
tavuğu esirgememeyi” emrediyordu. Şifa, bereket, huzur ve muktedirlik için
örgütlenmiş bir Ekmek ve Mushaf vardı elimizde. Güç için, güç içre bir araçtan
ibaretti din. Böyle bir ekmek, böyle bir Mushaf, mevcut üretim ilişkilerini
ab-ı dest ile paklamak zorundaydı.
Yani İhsan Hocam, ateş bildi bir insan bilemedi, değil
mi?
14.
Vicdan, mızrak uçlarına takılan Mushaf sayfalarına ve
midenin (“bahşedilen” ekmeğin) hükmüne teslim olmuş beyne karşı meydan
okumadır.
O, açlığı, mazlumiyeti ve mahrumiyeti
silâhlandırmaktır.
15.
Boğaz Köprüsü’nün hizmete açılış tarihi, 29 Ekim 1973.
Cumhuriyetin ellinci yıldönümünü ihtişamlı kılmak için böylesi bir tarih
seçilmiş.
Alman ve İngiliz şirketlerine yaptırılan köprünün
paralı oluşuna dair gerekçe, yıllarca “köprü giderlerinin karşılanması” idi.
Halka onca zaman bu yalan söylendi. Aradan kırk yıl geçti, köprü hâlâ paralı.
Kaç milyar Dolar harcanmış ki bu kadar uzun sürüyor maliyetin karşılanması?
Bugün yeni zenginler doğanın yağmalanması sürecinin
ürünleri. “Allah’ın suyunu kimse satamaz” diyen bir öğretmen öldürülüyor ve
Anadolu Müslümanlığı, seviniyor, ölen solcu diye.
Ücretlerinin nasıl azaldığını, köprünün, yolların vs.
neden hâlâ paralı olduğunu, altyapı yeterli olmasına rağmen meselâ elektriğin
neden ücretsiz olmadığını sormuyor o ekmek, o Mushaf. Öpülmüş, kendilerine
bahşedenlere teslim edilmiş çünkü. O baştakiler, zaten sömürü ve zulmün
bekçileri. O başların ihtişamlı hedefi 2023. Bakalım o ihtişam için ne kadar
kan dökülecek ekmeğin ve Mushaf’ın üzerine…
16.
“İnsan,
mülk sahipliğiyle kendisini, kendine yeterli, sınırlardan muaf, hür ve kudretli
zannederek şımarır, azar.” (Alâk:6-7)
Mutlak aklın “tamamsın” deyip kandırdığı noktada
eksikliği fısıldayan ince bir sızıdır vicdan.
Akıl, dıştaki hakikatin sesine ortak olmaksa, vicdan
içteki hakikatin sesine teslim olmaktır.
17.
Sonunda bu da oldu: Nihat Hatipoğlu, kendisi gibi
Peygamber’i de TV yıldızı yaptı! Alternatif Fettullah, bugün yaşasa,
Peygamber’in de TV’de program yapacağını söyledi. Tüm mallarını infak eden
Ebubekir TV patronu, Ömer, koruma müdürü, Ali alternatif Acun Ilıcalı, Osman da
Rasim Ozan olurdu herhâlde. “Köyün delisi” niyetine, arada bir İhsan Hoca’yı
çıkartırlardı, Ebuzer yerine.
Şakası bile kötü!
Bu, müşrike, küffara karşı verilen mücadelenin
bittiğini söylemek, bugünün müşriklerini ve küffarını korumak, kendilerinin
şirke ve küfre köle olduklarını gizlemek demek oysa.
18.
(…) Alta inmemiş akıl, vicdansızlaşır. Bastırılıp üste
çıkamayan vicdan ise akılsızlaşır. Her altüst oluş sonrası, kuruluşu,
sürekliliği, bekayı, hayatı, bereketi, bolluğu işaret edenler, zamanla
alttakilerin alt aklı olan vicdanı kendinden menkul, salt akıl olarak
mutlaklaştırıp üste çıkartırlar. Ama üste, yukarıya çıkmış bu akıl “üst-vicdan”
değildir, eski muktedirlerin süregiden saf aklıdır sadece.
Aydınlanma ile Kilise’nin otoritesi, iktidarı ve aklı
burjuvazinin eline geçmiştir. Kilise yerine okul, engizisyon yerine mahkeme,
şövalye yerine ordu, toprak yerine makine geçer. Bu akıl, “her mahallede bir
milyoner var ama bu milyonerliğin ardı arkasında, önünde bıraktığı ölüler ne
olacak?” diye sormaz, sorsa bile kurdukları şehirlerin dış yüzlerine nisyan
mezarları inşa ederler. Her zenginliğin bedeli olan ölümler, bir süre
yüceltilip övülerek, unutulmak istenir zira.
Biraz daha fazla para kazanan, eşini aldatmayı
düşünmek zorundadır. Komşusunu, akrabasını, hemşerisini, ecdadını el kılmak
durumundadır.
Cinsellik, esasta verimsiz, bereketsiz ve semeresizse
günahtır. Verim, bereket ve semere, mal sahiplerinin mülkî iradeleri ile tarif
edilince, bu günah ortadan kalkacaktır. Zira dördüncü eşe harcanacak olan para
hatırlatır, İslam’ın dört eş “emrettiğini”.
“Malın kanı” olarak para, damarda durmaz. O başörtülü
kadını lükse alıştırır. Kendisine ve karşısındakine olan saygısından ötürü para
verirken arkasına dönüp cüzdanını çıkartan Anadolu müslümanı, bugün içi kredi
kartları ile dolu “yürüyen cüzdan” olmak zorundadır. AKP, temelde kapitalizmin
giremediği yerlerin piyasaya dâhil edilmesidir. Halk tabiriyle, vicdan cüzdana
teslim olmuştur artık.
19.
Devrimler depremler gibidir. Benzetme tutarlı ise şu
söylenebilir: Devrimcilik öncü, devrim’cilik artçı depremdir. Geçmiş devrimin
hatırda tutulmasının bir ömrü vardır ve bu kısadır. Mesele, geleceğin devrimini
bugünden örmektir. Devrimcinin o devrimin bugündeki muştusu, habercisi,
müjdecisi olması gerekir.
20.
İsyanlar, devrimlerin ruhudur. Bugün gerekli olan
elbette ekmeğin ve Mushaf’ın vicdanın isyanına yoldaş olmasıdır. Ama ekmek ve
Mushaf da devrimin tevhidine ve tefrikine tabidir.
Eren Balkır
5 Ağustos 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder