Pages

03 Temmuz 2019

Rekabet Meselesi



Antonio Negri’nin eserleri, rekabetin oynadığı rolü küçük görmenin teorik analiz noktasında ne kadar kritik olabileceğine dair bir emare. Negri’nin analizinin genel çerçevesini “müşterek sermaye”nin himayesi altında varolan, bütünleşmiş dünya kapitalizmi teşkil ediyor. Kendisinin de tarif ettiği biçimiyle, “imparatorluk denilen postmodern dönemde devlet ve siyaset, süreç içerisinde ulusötesi şirketlerin komuta merkezinde olduğu sistemle tümüyle bütünleşmiştir.”[1]

Bu teorinin merkezinde ekonomik rekabeti “genel anlamda sermaye” veya “müşterek sermaye (ki aslında Negri iki terimi genelde eşanlamlı iki kelime olarak ele alıyor) başlığı altında ele alan Marx okuması duruyor.[2] Söz konusu teori; Marx’ın Grundrisse isimli eserine yönelik okuma üzerinde yükseliyor. Negri’nin Grundrisse okuması ise postyapısalcı teoriye ait unsurları bir araya getirme amacını güdüyor. Postyapısalcı teoriye göre kapitalizmi asıl yönlendiren, iki karşıt sınıfsal öznellikler arasında mevcut olan, politikleşmiş “güç ilişkileri”nin yaşadığı çatışma.

Negri, önermelerini hem İmparatorluk isimli kitabında hem de ilk dönemine ait yazılarında geliştiriyor. Marx’ın Ötesinde Marx isimli çalışmasında Negri, Grundrisse’teki Marx ile Kapital’daki Marx’ı birbirinden ayırıyor. Ona göre Grundrisse, kapitalist üretim araçlarını müşterek emek ve müşterek sermaye arasındaki, çözülmesi mümkün olmayan çelişkinin şekillendirdiği bir güç ilişkisi olarak analiz etmesini mümkün kıldığı için önemli:

“Dolayısıyla, Grundrisse genelinde gördüğümüz şey, teori dâhilinde gerçekleşen, müşterek işçi ile müşterek kapitalist arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın meydana getirdiği, giderek kısıtlayıcı bir hâl alan, ileriye dönük bir harekettir.”[3]

Negri, Grundrisse’in yazarının müşterek bir sermayenin oluşması beklentisi içerisinde olduğunu söylüyor. Öte yandan “Kapital’in yazarının ele aldığı kategorilerse genelde özel ellere ait, rekabetçi sermaye üzerinden modellendirilirken, Grundrisse’te kategorilerin ait olduğu model toplumsal sermayeye meyilli bir şemaya dayanıyor.”[4]

“Sermayenin gerçekte dolaşıma girmesi ve toplumsallaşması ile birlikte […] toplumsal sermaye de her şeyin ötesinde müşterek bir güç hâlini alıyor.”[5]

Bu sürecin sonunda müşterek sermaye devletle kaynaşıyor:

“Marx’ın da bilhassa Grundrisse’te ortaya koyduğu biçimiyle, devlet, sermaye demenin başka bir yoludur. Üretim tarzındaki gelişme sayesinde devletin sermaye demenin yegâne yolu olduğunu görürüz: bu sermaye toplumsallaşmış, birikimi güç düzleminde gerçekleşen bir sermayedir. Böylelikle değer teorisi, komuta teorisine dönüştürülür ve çokuluslu şirketlerin devletin gelişimi ve oluşturduğu halka merkezî bir nitelik kazanır.”[6]

Sonuç olarak değer yasası hükmünü yitirir, gündemden düşer:

“Değer Yasası iptal olur. Sermaye ve küresel işgücü tümüyle toplumsal sınıflar hâline gelip kendi değerini kendisi belirleyen, bağımsız birer faaliyete dönüştükçe Değer Yasası ilişkinin kudretini (potenza) ve şiddetini temsil etmek dışında bir anlama sahip olmaz. Değer yasası, güç ilişkilerinin oluşturduğu sentezdir.”[7]

Hâsılı Negri, sermayeyi devletle sorunlu bir şekilde kaynaştırıp işçi sınıfı üzerinde yeni bir iktidar kurumunun, yeni bir komuta merkezinin oluştuğunu söyler.

Buna ek olarak Negri’nin “müşterek sermaye”nin (veya “genel anlamda sermaye”nin) fiilî etkisiyle ilgili teorisi de pek ikna edici değildir. Bu teori ne derse desin, “genel anlamda sermaye” tabiri en fazla teorik bir soyutlama olarak görülebilir ki en mantıklısı da meseleye bu şekilde yaklaşmaktır.

“Genel anlamda sermaye”yi müşterek sermayenin fiiliyatta varolan toplumsal biçimi olarak ele almak yerine kaçınılmaz biçimde işbirliğine gitmek zorunda olan “birden fazla sermaye” arasında cereyan eden rekabet temelli ilişkilerin farklı düzeylerini (bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeyi) analiz etmek daha hayırlı olacaktır.

Dahası bu analiz, bir yandan da bu “birden fazla sermaye”nin devletler ve devlet ittifakları arasındaki rekabet ilişkilerinin özerk jeopolitik düzlemi dâhilinde nasıl eklemlendiğini de ele almak zorundadır. Bu türden bir analiz, Negri’nin rekabeti politikleştirilmiş üretim ilişkilerle ve iki müşterek özne arasındaki düello ile ikame etmesine (veya en azından insanlığın bu türden bir gelişme aşamasına doğru ilerlediğine dair tespitine) kıyasla daha verimli sonuçlar üretecektir.[8]

Basit bir tasvirle şunu söylemek mümkündür: üretim sahasında, uluslararası, ulusal veya sektörel düzeyde faal olan yapılar arasındaki rekabet, fiiliyatta son yirmi yıl içerisinde azalmıştır. Bu gelişme, esasen politika ile ekonominin kaynaşmış olmasının bir sonucu değildir. Negri’nin teorisi bu noktada şu basit çıkarıma ulaşmaktadır. Emtia fiyatları politik düzlemde belirlenmektedir ve esas olarak ekonomik süreçlerden kaynaklanmamaktadır. Oysa Japonya, Almanya ve ABD’de 1945 sonrası süreçte rekabetin sanayi sektörleri üzerinde sahip olduğu etkiye dönük bir analiz, bu çıkarımın yanlışlığını ortaya koyacaktır.

Tobias ten Brink

[Kaynak: Global Political Economy and the Modern State System, Brill, 2014, s. 53-54.]

Dipnotlar:
[1] Hardt ve Negri, “Empire: das hochste Stadium des Kapitalismus”, Le Monde Diplomatique, 2001, s. 307.

[2] Ücret ilişkilerinin “dikey” temeline tabi olan bir şey değil de önemli bir yapısal özellikler olarak görüldüğü ölçüde rekabetin sahip olduğu önem küçümsenmektedir. Başka Marksistlerin analizlerinde de rekabet (onunla bağlantılı olan piyasadaki anarşi) sadece “yüzeysel bir olgu” olarak algılanmaktadır. Esasında Marx Grundrisse’te rekabeti temelde sermayenin değer kazanması için gerekli bir biçim olarak tarif eder (bkz.: Karl Marx, Grundrisse: Foundations of the Critique of Political Economy, Londra, Penguin Books, 1973). Michael Heinrich’in de dile getirdiği biçimiyle, “bu analitik ayrım sorunludur çünkü bir dolaşım süreci, gerektiğinde, ‘birden fazla sayıda’ sermaye ile birlikte tasvir edilmelidir. Oysa Grundrisse’te ele alınan ‘genel anlamda sermaye’ye dair soyutlama düzeyi dikkate alındığında böylesine belirli bir tasvire girişilemez” (Bkz. M. Heinrich, Die Wissenschaft vom Wert: Die Marxsche Kritik der politischen Ökonomie zwischen wissenschaftlicher Revolution und klassischer Tradition, Munster: Westfalisches Dampfboot, 2003, s. 179-95). Genel anlamda sermaye, ortalama tekil sermaye düzeyinde idrak edilemez. Hatta o, sermayenin doğasını anlama noktasında katkıda bulunacak kavramsal bir soyutlamayı ifade eder. Kapital’in üç cildinde Marx tekil sermaye ile müşterek sermaye arasında ayrım yapar. Böylelikle sermayenin “yasalar”ını birden fazla sayıda sermayenin birbirleriyle kurduğu ilişkileri ve tabi oldukları rekabeti anlamak suretiyle gösterme imkânı bulur (M. Heinrich, a.g.e., s. 194-5).

[3] Antonio Negri, Marx beyond Marx: Lessons on the Grundrisse, South Hadley: Bergin & Garvey,1984, s. 4 (vurgular özgün metne ait).

[4] Negri, A.g.e., s. 27.

[5] Negri, A.g.e., s. 113, 121.

[6] Negri, A.g.e., s. 188.

[7] Negri, A.g.e., s. 172. Negri, esasen Marx’ın değer teorisini zaman olarak ölçülebilen fiilî fabrika emeği ile değer inşa eden “soyut” emek arasında kurduğu yanlış denklem üzerinden redde tabi tutmaktadır. Fabrika emeği zaman içerisinde önemini kaybediyormuş gibi göründüğünden (ki uluslararası ölçekte bu yanlış bir tespittir) değer teorisi de temelini yitirir. Oysa Marx’a göre “soyut” emekle emeğin harcandığı o özel form aynı şey değildir, “soyut” emek toplumsallığın aracılık ettiği bir kategoridir. Terimin de ortaya koyduğu biçimiyle emeğin toplumsal niteliği özel olarak kullanılan bir şeydir ve bir hastanede hemşirelik biçimini ya da bir araba biçimini alabilen emtiayı üretir (Bkz. M. Heinrich, “Invaders from Marx, “Uber den Umgang mit der Marxschen Theorie und uber die Schwierigkeiten einer heutigen Lekture – eine kritische Auseinandersetzung mit Karl Heinz Roth und anderen”, Jungle World, 38,2005, yazı şurada mevcut: oekonomiekritik.).

[8] “Yatay” rekabet ilişkilerini küçümsüyor oluşu, Negri’nin teorisinin açıklama noktasında sahip olduğu güç bağlamında ciddi sonuçlara yol açmaktadır. Negri’ye göre ekonomik krizler, iki müşterek özne arasındaki mücadelenin ifadeleridir, kapitalist rekabet ilişkilerinin değil. Dahası, onun aldığı bu konum, kapsamlı, birleşmiş bir dünya hâkimiyetinin ortaya çıkacağını düşünmesini mümkün kılmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder