“Amele Yemekhanesi” [Ereğli -Nâzım Baysal]
Şefleri asker kökenli olan örgütlerden devrimci
sosyalist mücadele vermesini kimse beklemesin. Hepsi emir eridir, emredileni
yapar. Sosyal medyada “Bu tepki büyüyecek” diyerek asker içerisindeki
huzursuzluğa oynarlar, küçük bir göz işaretiyle de yerlerine otururlar.
Askerin ve akademinin sınıflar mücadelesinde birer
mevzi hâline geldiği dönem çok gerilerde kaldı. Buralardan artık devrime ve
sosyalizme kadro çıkmaz. Çıksa da o kadronun bir hayrı olmaz. Gelenlere de
temkinli yaklaşmak gerekmektedir. Her konuda olduğu gibi burada da mesafe,
zaruridir.
Akademi de artık eğitim neferidir. Sol kadrolar,
devrimci sosyalist teoriyi, Marksizmi kendi okudukları okullarda verilen
dersler üzerinden, o derslerin ölçüsüne göre edinmektedirler. Sonrasında bu
üniversite kadroları, yazarlık pratiği ile sol medyada boy göstermekte, okulda
aldığı bilgileri reddetmeden, o burjuva mekâna mesafe almadan, işçilere,
emekçilere sosyalizm, Marksizm anlatmaktadırlar. Bu gidişat hayırlı değildir.
Akademideki ekmek kavgası, kariyer mücadelesi, sol örgütleri ele geçirmiştir. O
örgütlerin okul yüzü göremeyen, göremeyecek emekçi çocuklarıyla buluşması
mümkün değildir.
Mesafe önemlidir.
Teorik olarak bütün varlığını soyut bir işçi ile
somutlamak, bunu iddia etmek, problemlidir. İşçi o kadar büyür ki, o kadar
büyüktür ki hiçbir şeyi bünyeye kabul etmez. O İşçi’nin gerçek işçilerle bir
alakası yoktur. Esasen işçicilik, işçi düşmanıdır. O burjuvazinin İşçi donunda
cisimleşmiş hâlidir. İşçici örgüt, sendika partisi olmaya, sermaye ve devletin
sahasında varolma arayışı içerisine girmeye mecburdur.
Söz konusu işçi düşmanlığı, “grev işsizliktir” diyen,
grev kırıcılığı yapan sendika patronunun partisine seçimde destek çağrısı yapmak
zorundadır. Beslendiği, varlığını borçlu olduğu yer, orasıdır. O sendika
konfederasyonu, elinde komünistlerin, Luxemburg’ların kanı bulunan birinin
vakfından tabii ki para alacaktır.[1]
Teori ve pratik arasındaki mesafe önemlidir.
Teoride bütünlediklerinizi pratikte bütünmüş gibi
göremezsiniz. İşçi’yi kendi varlığınızla bir, bütün kılarsınız, onun içindeki
sınıflar mücadelesini böylelikle ezme, savuşturma imkânı bulursunuz.
Benzer bir tavır, büyük E ile Ezilen için de
geçerlidir. İşçi veya Ezilen partisi olmak, bu iki alandaki kavgayı sonlandırma
amacını güder. “Bu kavga en sonuncu kavgamızdır” şiarı yanlış anlaşılmış,
kavganın kendisi, öznenin şahsında sonlandırılmaya çalışılmıştır. İşçiler,
sendika patronlarını boğmasın, ezilenler STK’ları, foncuları, sermayeyle
ilişkili yapıları ezmesin diye parti kurulmaktadır. Bunlar dalgakırandır.
Devlet ve demokrasi arasındaki mesafe de önemlidir.
Sol örgütlerin önemli bir kısmı, demokrasi içerisinde
devlet olma imkânına bakar. Bu özdeşlik, aradaki gerilimleri yumuşatmak için
kurulur. Devleti üç beş bina ve üç beş kişi zannedenler, yanı başında devletin
nasıl örgütlendiğini anlamazlar.
Örgütler, devletin disiplinini, sermayenin terbiyesini
almış kişileri sendika koltuklarına oturturlar. En ufak gerilimde patronun
boğazına yapışacak kişileri elekten geçirirler. Yüksek siyaset kulvarlarında
huzursuzluğa ve gerilime asla izin vermezler. Bugün CHP’ye destek açıklaması
yapan sol partinin Selin Sayek Böke’yle aylardır kol kola gezinmesinin bir
sebebi vardır.
Bugün sosyalistlerin tek emeli, CHP’yi daha liberal
veya daha sosyal demokrat yapmaktır. Dolayısıyla, arada mesafe de kalmadığı
için, o liberalizm ve sosyal demokrasi, örgütlerin bünyesine nüfuz etmektedir.
İşçicilik sosyal demokrasiye; ezilencilik liberalizme biat etmiştir.
Tarihsel köklerden ve toplumsal dayanaklardan mahrum
olmak, sol örgütleri bu yola itmiştir. Her örgüt, her dönem köklerinden
uzaklaşmayı erdem; dayanaklardan kurtulmayı maharet sayarak ilerlemiştir.
Eğitim faaliyeti, bu “erdemi ve mahareti” kadrolara yutturma çabasından
ibarettir.
Özünde Batı, özelde AB, “Kürt meselesi demokrasi
meselesidir” dediği için sol örgütler bu lafın ardına saklanmışlardır.
Dayanaklar ve köklerden kurtulduklarından, Kürd’ün gölgesine sığınmışlardır.
Bunlardaki “Kürd” tasavvuru ve tanımının da gerçek Kürdlerle bir alakası
yoktur. O, basit bir küçük burjuva tasarımdır, kurgudur, gerçek Kürd’le, kavgasıyla
alakasızdır. En basit mânâda sınırsızlığın ve sınıfsızlığın imgesidir, bu
sebeple değerlidir. Mesela “Kürd’üm eziliyorum, iltica etmek istiyorum”
dersiniz bir sınırda, hemen kapılar açılır zannedersiniz. Oradan içeri girenin,
Kürd’ün davası ile bir alakası yoktur artık.
Alman vakıflarından beslenen bir siyasetin, o
siyasetin masa başında imal ettiği kurgu ve tasarımların gerçekte karşılığı
bulunmamaktadır. Aşağının rüzgârlarında hedef ve heder olmamak için her daim
yukarılara kaçacaktır bu siyaset ve uzantıları.
Asıl aşağısı, oradaki diyalektik, madde, kavga,
çelişkiler önemlidir.
Büyük İ ile İşçi olduğunuzda, bu sizi güçlü kılmaz,
aksine işçilerin mesafe alıp güçleneceği imkânları ortadan kaldırırsınız. İşçi
Partisi, işçiler devrime ve sosyalizme uzanacak yolu döşemesinler diye kurulur.
Ezilenler Partisi için de aynı şey geçerlidir. Bunlar, odadaki fil gibidirler.
Mesafeyi koruyamayan, asla yol alamaz.
Eren Balkır
20 Mart 2019
Dipnot:
[1] Partnerlerimiz, Friedrich
Ebert Vakfı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder