Tanıl Bora, sinsi bir dille, ama (güya) utanır, ar
eder bir tavır ile sola ayar vermeye devam ediyor hâlâ. Bu cüreti nereden
buluyor, önemli olan bu.
Bunlar, biri-kimciler, birkaç sene evvel, Ömer
abileriyle barabar, “soldan istifa” etmemişler miydi? Nedir bu sola nizâmât
verme çabası?
Birikim’in
Hikmet Kıvılcımlı ve Kaypakkaya geleneğine yönelik kolu Teori ve Politika
ise başka bir sinsilikle, bu istifa meselesini tartışmış, “biz de Birikim
gibi solla ilişkimizin kalmadığını ilân edelim” demiş, ama “dergi tirajımız
düşer” denilerek bu karardan vazgeçilmişti. (Dergiden ayrılanların
yalancısıyım!) Lâkin tasfiyecilik metinlerini tepe tepe kullanan bu grup,
hurçlarında onca postmodernist gevezelikle, geri, muhafazakâr İslam
topraklarına huruc eylemişti. Şimdilerde ise “ah şu çözüm süreci gene başlasa,
devletten tavizler kopartılsa, biz de keyfimize baksak” nağmesi tutturmuş
durumda. Ve tabii ki “ezik ahmak gerici sürü Müslümanlar” demeyi de ihmal
etmiyor. Her şey, tiraj çünkü! Birikim’in sağı da solu da bu…
Bunlar suyun başını tutmaya ahdetmişler.
Biri-kimcilerin ne olduğu, kendi çektikleri Alabalıklar belgeselinde net
olarak görülüyor. Bir tasfiye girişimi, adlı adınca. Devyol’u teorik olarak “geri,
zavallı” buluyorlar ve kendilerini buradan inşa ediyorlar. Aslında
“devrimcileşme imkânlarını nasıl ortadan kaldırırız”ı düşünmekten başka bir şey
yapmıyorlar. Devyol önemli bir etiket, sırf amblemini çizdi diye bugün bile
kimse Sinan Çetin’e laf edemiyor. Çetin, hastanelik olmuş oyuncusunu tek kuruş
vermeden kapı dışarı ediyor.
Eskiden, doksanlarda, bu zihniyet dönüşümü adına,
Cumartesi sohbetleri düzenlerlerdi kitabevlerinde. Tanıl Bora orada sunuculuk
yapardı, orada yetişti. Orhan Gencebay, Cezmi Ersöz, Aytunç Altındal… kim
gelirse o olurdu Tanıl. Bu da bir maharetti sonuçta.
Böyle böyle yerleşti suyun başına. Bu şekilde yıldızı
parladı. Öyle olmanın prim yaptığını iyi biliyordu. Bir de kimseye
dokunmayacak, “milliyetçilik” meselesinde uzman da olununca yol iyice açıldı.
Sonra dergisini, Birikim’i genç akademisyen adaylarının mabedine
çevirdi. “Kitabım, makalem yayınlansın, başka bir derdim yok” diyen gençleri
bünyesine topladı. Kariyer merdivenlerinin önemli bir basamağı kıldı dergiyi. Teori
de politikayı da çürütmek için çabaladı.
Kitap sansürlemişliği bile var. O gençler Gençlerli
oldu, Tanıl Abi’lerine yaranmak adına. Ankara’da Gençlerbirliği’nin tek ve
hakiki amigosuydu o, sırdaki Fenerliliğiyle. Cavcav diktatörlüğü dışında her
türden diktatörlüğe karşı amansız mücadele verir, ama al-kızıl atkısını
sallamayı ihmal etmezdi. Şimdi o gençler, tek bir Tanıl Bora yazısını bile
eleştiremeyecek durumdalar. Suyun başını tutmak, bu.
Pol-der başkanının kitabında sansürlenen kısımda
Gençlerbirliği yönetimindeki bir polis emeklisi eleştiriliyor, tabii ki bu zat,
CHP’li. Bunu hiçbir solcu akademisyen dostu, kardeşi yazmaz, yazamaz. Hepsi, Birikim’in
kapısındaki kuyruğa girme derdinde. Bunlardan biri de Fırat Mollaer. Gezi’de o
Birikim’i kıyasıya eleştiriyordu. Elindeki bira şişesiyle “sol müslüman”
takılıyordu. Bu çevrede tanıştığı kişiyi terk etti. Bir CHP’liye kaptırdı ayran
gönlünü. O gönül “müslüman” gömleğini çıkartmayı emretti. Küfrettiği Birikim’e
yazılar yazdırttı. Şimdilerde hiç anlamadığı, hiç bilmediği, hep uzak kaçtığı
Fanon hakkında kitap hazırlamış. Ne güzel dünya! Yanlış Fanon okumalarını o
küçük aklıyla düzeltecekmiş. İmzasını yaldızlamak için en ufak fırsatta limana
demir atan bu kişi, kavganın orta yerinde hep kara bayrağını sallamayı bilmiş
Fanon’dan ne anlasın! O çifte derisiyle Fanon’u sulandırmaktan gayrı ne işe
yarar?
Yakınlarda “iyi saatte olsunlar”, Tanıl’ın
yayınevindeki yoldaşını aramışlar, “gel bize bir dizi yaz” demişler. Bu ekipten
bir isim, doksanlarda çok izlenen bir diziyi yazıyordu. Dizi senaristlerini 28
Şubat ikliminde genelkurmaydan aradılar, rötuşladılar senaryoyu. O
senaristlerden biri anlatıyor bunu. Üstelik kendisinin Tanıl’a kitap verdiğini,
onun kitabın üçte ikisini sansürlediğini de aktarıyor.
Bugünlerde Tanıl, bayram değil seyran değil, Rosa[1]
ile ilgili yazı döşeniyor hemen. Hiç bilmez, okumaz, uzaktır, buralar tehlikeli
sular onun için. Ama niye yazıyor, tabii ki “geri kalmış, cahil, eski kafalı,
diktatörlük özentisi solcular”a ayar vermek için. Cereyanlar da burada.
“Lenin olmayaydı, Rosa olaydı” diye Almanca ağıtlar döşeniyor anca, başka da
bir işe yaramıyor. Lenin’e vurunca yıldızının parlayacağını biliyor.
Ödün veren her kişi, bu teslimiyeti meşru kılmaya
çalışacaktır. Tanıl da bize cemaat olma dersleri verir. Sağ siyasetle ilgili
teorik salvoları da solla alakalıdır zira. O bir liberal olarak, sakin limanların,
tatlı suların balığıdır.
“Sakin”[2] isimli yazısında da bunu yapıyor. Diyor ki
birbirine değmeyen, hiyerarşisi olmayan, herkesin herkese devlet olduğu bir
yerdir “komün”.
Bu komün’cülerin hepsi, esasen kolektifi tasfiye etme
derdindedir. “Şiddet sarmalı”na girmeyen, sakince yaşamak isteyenlere sesleniyor,
Tanıl. Herkesi tuz buz etmek, kolektife imkân tanımamak, mutlak birey kültüne
halel getirecek her şeyi hükümsüz kılmak derdinde, tek çabası bu.
Yazılarına bakılacak olursa, artık bayat İttihatçılık
eleştirileri, yerini CHP övgülerine bırakmış. Misal, Aksu Bora[3] on yıl önce
şunları yazıyordu: “[...] 'Yaşam tarzı' dedikleri o boktan orta sınıf
güvenliğinin ve kendinden menkul 'doğru hayat' nosyonunun tehdit altında
olduğunu hissedenler, bayrak mitingleri düzenledi.” Şimdi Birikim’in
kendisi, bugün tam da o “boktanlığın” içinde bayrak sallıyor. On yıl önceyse
AKP’nin sırtına yastıklar koyuyordu. Sonuçta Birikim’in içinden, Yeni
Türkiye’yi inşa edenlerden epey insan çıktı.
Çünkü bugün silâhlı-külâhlı dizileri eleştirenlerin
“çocuklarımıza bunları seyrettirmiyoruz, ortalıkta çok çete özentisi var”
demelerinin bir anlamı bulunmuyor. O dizilerin de ardında solcular var ve
esasen silâhı, şiddeti, devrimci olanı da dâhil olmak üzere, tasfiye etmek
niyetindeler. Dertleri, dirhem dirhem, birlikte olma hâllerini ortadan
kaldırmak, liberal saltanatları sürsün diye. Hatta MHP çizgisini
liberalleştirmek için Şevket diye bir dizi çekmişlikleri de var. (Behzat
da aynı teldendi.)
Çünkü Cumhuriyet 1923’te; Devlet 1928’de kuruluyor.
İlk Kontrgerilla isminde kitabın yayınlandığı tarih, devletin kuruluş
tarihi (1928: Bu, Dersim operasyonlarının başladığı tarihtir aynı zamanda). Bu
açı, mesafe bakidir. HDP-CHP ilkine, AKP-MHP ikincisine bağlıdır. Pergelin
sabitesi, bellidir.
Çünkü liberalizm, faşizme muhtaçtır; faşizm,
liberalizme yoldur. “Yoksul köylüyü savcı, bakan, mühendis yapan düzenin adıdır
cumhuriyet” derler, ama Cumhuriyet isimli gazetelerinde Venezuela
başkanından, “liseyi bile bitirmemiş bir otobüs şoförü için gerçekten şaşırtıcı
kariyer yapan Maduro […]” diye bahsederler.[4] Vuran da seven de odur. Biri,
diğerine ikna etmek için vardır.
Tanıl, entelektüel sığlığını örtmek adına, gösterişçi
bir üslupla, tüm yazılarını masa üstündeki Osmanlıca sözlüğünü karıştırarak
yazar. Aynı devlet, yalandan, bir Süleymancı yurdu öğrencisinin ağzından mektup
kaleme alır ve “Cumhuriyet düşmanı olduklarını, röportaj verirken kullanılan
Osmanlıca kelimelerin fazlalığından bile anlayabiliriz” der.[5] Bunların ikisi,
karşıtmış gibi görünse de, birdir. (Bu arada!) TKP ise sonuçta en fazla CHP’nin
supabıdır, kontrol kalemidir. Ona bahşedilen rol, budur.
Bugün AKP’yi kendinden menkul bir din algısı-bilgisi
ile eleştirenler, aynı kayıkta salınırlar. O bahsedilen yurt da, içindeki din
müsveddesi de bu devletin laikliğinin eseridir. Döven de söven de aynıdır.
Küfredilen, efendilerin icadı, hamurundan çıkarttıklarıdır. “Bir dini koşulsuz
yaşadıktan sonra ortaya bunlar çıkıyor” değildir. Her güne olmadığı, inanmadığı
bir gerçeğe uyanıp zamanla diz çöktürülmüş, bu kapitalist burjuva düzene uyum
sağlamaya çalışan insanlardır mevzubahis olan. Tek fark, düzenle başka türden
bağ kuruluyor olmasıdır.
1923/1928 ayrımı, tarihsel boşluk, her sarsıntıda
sancıya sebebiyet vermektedir. Tanıl Bora’nın ütopyası ile devletin pratiği
birdir. Erdoğan, uzlaştırma unsurudur, kimyasal hızlandırıcı, katalizör,
yumuşatıcıdır. Sakinleşmemizi, mevcut dönemin devletine-cumhuriyetine ait
ihtiyaçlara binaen talep etmektedir.
Tanıl Bora’nın, etimoloji merakı dâhilinde, Kahtalı
Mıçı’nın şu şarkısını da çözümlemesi beklenir, gel’e, beraber’e, kaçma’ya,
sevdaya ve kavgaya küfretmeden ama:
Le le le Sakine
Niye gittin tütüne
Gel beraber kaçalım
Bak gidiyor makine.
Eren Balkır
1 Şubat 2019
Dipnotlar:
[1] Tanıl Bora, “Rosa”, 16 Ocak 2019, Birikim.
[2] Tanıl Bora, “Sakin”, 30 Ocak 2019, Birikim.
[3] Aksu Bora, “Özgürlüğümüzü İstiyorlar, Vermeyeceğiz
İşte!”, Mart 2008, Birikim.
[4] Mine Kırıkkanat, “Emperyalist Saldırganlara Açık
Vermek”, 27 Ocak 2019, Cumhuriyet.
[5] Oğuzhan Ü., “Süleymancılar Yurdu”, 30 Ocak 2019, Sol.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder