Pages

23 Kasım 2018

İki Yılın Ardından Fidel Castro: Ahlâk ve Bilim Ayrıştırılamaz


Fidel Castro, iki yıl önce, 25 Kasım günü vefat etti. ABD’li liberaller, Castro’yu okusalar Trump’ın hiç ilginçliği kalmaz aslında. ABD; üzerine bal dökülmüş ama içi küf fikirlerden çekiyor ne çekiyorsa. Fidel’deki o ayrıksı ama aslında gayet kadim olan o vizyonu kimse anlamıyor.

Onun peşine düşmek, çok kıymetli bir iş. Asıl meseleyse şu: o vizyona vakıf olmak için düşünmek gerek. Felsefî açıdan her daim bekleyip durduğunuz şeye kıyasla başka bir şeyi düşünmek daha kolay geliyorsa, o şeyin peşine düşmezsiniz.

Ne var ki felsefe asla lüks değil. Her gün geliştirdiğiniz düşünceler, ona tabi. “İnsan olmak ne demek?” gibi sorulara cevaben geliştirdiğiniz felsefî anlayışlar yön veriyor gündelik tercihlerinize. Bu, analitik bilim felsefesinde zaten bilinen bir şey. Öğrenileceği yer de Marx’ın ta kendisi.

Küba’yı sevenler bile okumaz Fidel’i. Alıp götürürler öğrencileri ve Küba’nın “kültür”ünü gösterirler. Ama fikirleri kulak arkası ederler. İşin tuhaf yanı şu ki Küba’yı dogmatik olmakla suçlayan kimi akademisyenler, bu ülkenin felsefî temellerini önemsemezler. Soru sormamalarının sebebi, bilmeleri gereken bir şeylerin olduğunu düşünmüyor olmalarıdır.

Onlarda bahsi geçen türden temeller mevcut değildir. Liberal felsefî dünya görüşlerine kimsenin muhalefet edemeyeceklerini söyleyecek kadar açık fikirlidirler. Oysa bu, kimsenin kabul etmediği, düşünceye en fazla zarar veren dogmatizm biçimlerinden biridir.

Küba’ya ilk geldiğim günlerde Fidel’e atfedilen bir sözü gördüm, duvara yazılmış hâlde: Al valor no le faltara la inteligencia, a la inteligencia no le faltara el valor. [Akıl değerden, değer de akıldan mahrum olmayacak] O an anladım, bu toplumun, bu devrimin felsefî liberalizmden uzaklaştığını açık bir dille ifade ettiğini: o liberalizm, Kuzey’deki Marksistlere, Aristoculara, anarşistlere, kuir teorisyenlerine ve feministlere hâkim olan ideoloji.

Fidel’in cümlesi, şunu ifade ediyor özünde: hem akıllı hem kötü olamazsınız; iyi olmayı başarırsanız, başkaları için iyi niyetle hareket etmeyi bilirseniz, yani sadece iyi niyetliymiş gibi görünmekle yetinmezseniz, o vakit siz akıllı da olmalısınız, bunun sebebi de aradaki illiyet temelli, karşılıklı bağımlılık ilişkisini gereğince idrak etmiş olmanızdır.

Ahlâk ve bilim ayrıştırılamaz.

Avrupalı felsefeciler, aklı ahlâktan ayırdılar. Gerçek/değer ayrımı üzerinde durdular ve değerle ilgili gerçekleri (veya bilgiyi) inkâr ettiler. Değer denilen sahada hiçbir gerçeklik yoktu, sadece “mitler ve kurgular” vardı.

Ne istiyorsanız isteyin, aklen ve fikren gelişip serpilebilirsiniz. Hem küresel adaletten hem etikten bahsedebilir hem de tutkularınızın esiri olarak yaşayabilirsiniz. Kimse aradaki çelişkiyi fark etmez bile.

“Düşünmek bir şey, yaşamak başka bir şeydir.” İşte bu görüştür hâlâ hâkim olan. Kübalı felsefeci Ernesto Limia’nın sözünü ettiği enternasyonal soldaki etkisizliğin izahını işte bu görüşte bulmak mümkündür. Bence Ernesto haklı.

Avrupa ve Kuzey Amerika’nın dışına çıkıp fikirler dünyasına baktığımızda, Fidel’in geliştirdiği görüşün daha hassas ve esasında daha yaygın olduğunu görürüz. Bu görüşe göre, insanın nasıl yaşadığı ile nasıl düşündüğü karşılıklı olarak birbirine bağlı iki meseledir. Eğer aklen ve fikren gelişip serpilmek istiyorsam, başkalarına hizmet etmeliyim. İlliyet temelli karşılıklı bağımlılık ilişkisine dair farkındalığımı artırmalıyım.

Bunun radikal bir yaklaşım olduğu açık ama Avrupa liberalizminin verdiği kadar zarara yol açmayacağı ortada.

Gerçeği bilmek suretiyle (bilim) insanlar olarak nasıl daha iyi yaşayacağımızı da biliriz (ahlâk). Bilime vakıf olduğumuzda, nedene ve sonuca da vakıf oluruz. İlliyet temelli, karşılıklı bağımlılık ilişkisini, yani doğanın kanunlarını biliriz. Kendi çıkarımı bilmenin başkalarının refahına, esenliğine muhtaç olduğunu görürüm. Bana, başkaları için iyi niyetli amellerde bulunmak fayda sağlayacaktır, bunu bilirim. Birilerine zarar verdiğimde ilkin ben acı çekerim. İşte neden-sonuç. İşte bilim...

Bu kadim bir görüş. Küba, o görüşe bağlılığını ispatladı. Zaten yeterince ortada olan enternasyonalizm geçmişini herkes biliyor. Brezilya’nın başına geçen Bolsonaro’nun bugünlerde Kübalı doktorlarla ilgili söylediği yalanların bir karşılığı yok.[1] Ama asıl meseleyi gene burada aramak lazım: beklemekte olduğumuz şeye inanmıyoruz aslında. Küba’nın enternasyonalizmini bilmeyen yok. Ama onun gerekçelerini inkâr eden liberalizme uymadığı için o enternasyonalizme kimse inanmıyor.

Küba, uzun süredir enternasyonalist ve bu enternasyonalizmi gayet yalın bir dille izah ediyor. Sebep-sonuç, karşılıklı bağımlılık, doğa kanunları. Fidel’in neredeyse her sözünde ve her yazısında dile getirdiği bir şey, enternasyonalizm.

Küba’nın Angola’da oynadığı rol, buna örnek. İngiliz tarihçi Richard Gott, bu epey maliyetli olan misyonu “bencilliğin zerresini içermeyen bir faaliyet” olarak niteliyor. Küba, ırk ayrımcısı Güney Afrika’yı mağlup etmek adına bölgeye 300.000 gönüllü gönderiyor, bunların iki binden fazlası ölüyor. Irk ayrımcılığına karşı mücadelede ölenlerin anısına Pretoria’da dikilmiş bir “isimler duvarı” var. Orada birçok Kübalının ismi kazılı. Başka bir ülkeden herhangi bir isme rastlanmıyor.[2]

ABD, Küba’nın Sovyetler’e bağlı bir vekil güç olarak hareket ettiğini söyledi ama kendi istihbaratı, “Castro’nun ülkesini Sovyet disiplinine ve güdümüne tabi kılmak gibi bir niyeti olmadığından” bahsediyordu. Eski dışişleri bakanı Henry Kissinger, 25 yıl önce kaleme aldığı hatıratında şunu yazmıştı: “Castro, o dönemde iktidarda olan, muhtemelen tek gerçek devrimci liderdi.”

Bugün hâlâ etkili olan düşünce yapısı devrimciydi. Bolsonaro, Küba’nın yürürlüğe soktuğu doktor programının Küba’yı zenginleştirmek için kullanıldığını iddia etti. Onun bunu söylemesine şaşırmamak gerek. Asıl şaşırtıcı olan, birilerinin bu söze inanması.

Fikir için değil de başka şeyler için yüzünü Güney’e çevirenlerden başka bir şey beklenemez zaten. Castro’nun 1999’da Hugo Chávez’in seçimi kazanması ardından Karakas’ta söylediği gibi:

“Onlar akıllı bombalar icat ettiler, bizse daha güçlü bir şey, insanların düşünüp hissedebilecekleri bir fikir icat ettik.”

Bu radikal bir görüş değil, birçok gelenekte, ta bin yıl öncesinde bile rastladığımız bir görüş aslında. Öyle olduğunu anladığımızda, liberal dogmatizme dair şüphemiz de bir miktar artacaktır. O liberalizmin varolduğunu kabul edip, ona pratikte meydan okumak ileriye doğru atılmış bir adım olacaktır. Ve Fidel Castro, bu işe başlamak, o yola koyulmak için iyi bir başlangıç noktasıdır.

Susan Babbitt
22 Kasım 2018
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Minoska Cadalso Navarro, “Perdón a mis niños por no haberles dicho adiós” [Hoşça kal demediğim için bağışlayın beni çocuklar] Cuba Debate; Sergio Alejandro Gómez, Irene Pérez, “José Angel Portal: ‘Cuba no hace política con la salud de ningún pueblo’” [Küba herhangi bir insanın sağlığı üzerinden siyaset yapmıyor], Cuba Debate.

[2] Susan Babbitt, “Thawing Relations: Cuba’s Deeper (More Challenging) Significance”, Counterpunch.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder