Pages

11 Kasım 2018

Devrimci Rusya ve Türk Milliyetçileri

Devrimci Rusya Neden Komünistler Yerine
Türk Milliyetçilerine Destek Verdi?


Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ardından sahneden çekilmesinden kısa bir süre sonra yeni ve zinde bir Türk milli direniş hareketi ortaya çıktı. Hareket, uluslararası düzlemde ciddi bir destek gördü. En önemli müttefiklerinden biri de Moskova’daki genç Bolşevik hükümetiydi.

Türk milliyetçileri ve Rus Bolşevikler, Batılı emperyalist güçlerin tehdidi altındaydılar. Yirmiler, Bolşevikler açısından, anti-emperyalist devrimin zirveye ulaştığı bir dönemdi. Bu noktada Müslüman milletlerle ittifak kurma anlayışı anlam kazandı. Bu dönemde hem Müslüman dünyada emperyalist batıya karşı birleşme hem de bununla birlikte Müslüman toplumlarını Bolşeviklerin tercih ettikleri ideolojik hat doğrultusunda dönüştürme imkânı mevcuttu.

7 Aralık 1917’de, iktidara geldikten hemen sonra Bolşevikler, Rusya ve Doğu Müslümanlarına Çağrı’da bulundular. Metinde, Rusya Müslümanlarına “İnanç, örf ve âdetleriniz, millî ve kültürel kurumlarınız şuandan itibaren serbest ve dokunulmazdır” denilerek onlara güvenceler verilmekte, ayrıca doğulu Müslümanlara emperyalist yağmacıları ve köleleştirici güçleri alt etme çağrısında bulunulmaktaydı.

Lenin sonrasında daha da ileri gitti ve 1920’de toplanan İkinci Komintern Kongresi’nde “ileri ülkelerin proletaryasının sunacağı yardım ile Asya’nın kapitalist aşamayı yaşamadan Sovyet sistemine, oradan da belirli gelişim aşamalarından geçmek suretiyle, komünizme uzanabileceğini” söyledi.

Bolşeviklerle anti-emperyalist Müslüman Türkler arasındaki dostluk ortamına tanıklık eden yirmilerde Anadolu’da bir dizi solcu örgüt büyüme imkânı buldu. Bunların en önemlileri, devrimci bir halk hareketi olan Yeşil Ordu Cemiyeti ve Birinci Dünya Savaşı’ndan beri Rusya’da bulunan Türk komünist Mustafa Suphi’nin liderliğinde örgütlenmekte olan Türkiye Komünist Partisi idi.

Sovyet hükümetinin ve Türkiye’deki yeni milliyetçi hükümetin hareketlerine yön veren müşterek unsur bölgede Batılı güçlerin faaliyetlerine yönelik korku idi. Bu noktada iki güç 16 Mart 19212de Moskova Anlaşması’nı imzaladı. Giriş bölümünde her iki ülke emperyalizme karşı mücadeleye bağlılıklarını bildirmekteydi. Böylelikle Aralık 1925’te imzalanan saldırmazlık anlaşması ile teyit edilen uzun soluklu Sovyet-Türkiye dostluğu başlamış oldu.

Ankara hükümetiyle veya başka bir ifadeyle, “burjuva” milli hareketi ile kurulan ve “emperyalistleri” hedef alan ittifakın komünist olmayan “bileşenlerinin” yereldeki komünistler aleyhine dönme tehlikesi mevcuttu. Pratikte bu açmazdan kurtulmanın yolu yoktu. Türkiye gibi başka yerlerde de Sovyetler, birçok kez komünist yoldaşlarına karşı olan hükümetlerden yana saf tutmuştu. TKP, ta başından beri Moskova’nın mali ve siyasi desteğinden istifade etmiş bir örgüttü. Ancak şurası açık ki işler ciddiye bindiğinde TKP ile ilişki, Sovyetler’in büyük stratejik meseleleri karşısında daha az önemli hâle gelmekteydi.

Karadeniz’deki Cinayet

Eylül 1920’de partinin kurulmasından kısa bir süre sonra Mustafa Suphi ve diğer parti liderleri, Türkiye’de faaliyet yürütme kararı verdiler. 1920 yılının sonunda Bakû’den ayrılan liderler, baskılar sonucu Trabzon’a gittiler. 28 Ocak 1921 günü 15 komünist tutuklanıp bir takaya bindirildiler ve Batum’a gönderildiler. Taka kıyıdan ayrıldıktan kısa bir süre sonra yanına başka bir taka yanaştı. Eldeki bilgilere göre ilk takadaki isimlerin hepsi katledildi.

Mevcut belgelerin de teyit ettiği biçimiyle, milliyetçi Ankara hükümeti bu olayda somut bir role sahip, ayrıca Bolşevik hükümetin, Türk komünistlerin ülkeye dönüşle alakalı iyimserliğini paylaşmadığı anlaşılıyor. Moskova’ya ilk haberler ulaştığında Sovyet siyasi bürosu, kendi parti üyelerini bilgilendirmek için resmi bir bildiri kaleme alıyor ve onları “solcu ve maceracı teşebbüsler” karşısında uyarıyor.

Nihayetinde bu olayı her iki hükümet de kıyıya köşeye atıyor. Hükümetler arası ilişkinin sürdüğü bu dönemde Türkiye’nin önde gelen komünistlerinin katledilmesi, Yakındoğu’da Sovyetler’in ilk dönem siyasetinin nasıl seyrettiğine dair çok şey anlatıyor. Moskova, ilgili koşullarda belirli bir açmazla yüzleşiyor: ortak düşmanlara karşı mücadele eden anti-komünist milli kurtuluş hareketlerine destek verirken bir yandan da o milliyetçi hükümetlere karşı olan komünist örgütlere nasıl destek verip onları nasıl örgütleyeceğiz?

Sonuçta ideolojik saflık yerine stratejik pragmatizm süreç içerisinde daha da ağır basıyor. Türkiye’deki Kemalist liderler, açıktan ülkedeki tüm komünist faaliyetlerin kökünü kurutmaya dönük çalışmalarına başladığında, dünya komünistlerinin toplantılarında protesto metinleri kaleme alınıyor ama onca yaşanana rağmen Moskova ve Ankara, Soğuk Savaş’ın başlamasına dek dost kalıyor.

Bülent Gökay
28 Kasım 2017
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder