Eğitim
programı gayet yorucuydu, fakat nadiren de olsa bize eğlenmek için vakit
bırakıyordu. O dönemde Bedevi halkımızı politize etmek amacıyla bir tür Bedevi
hayatı yaşamaya çalışan, yabancı öğrencilerden oluşan bir grubu “misafir
ediyorduk.” Bu öğrenciler Amman'da, Genel Filistinli Öğrenciler Birliği
himayesinde düzenlenen uluslararası dayanışma toplantısına katılmışlardı. Büyük
bir kısmı, 1968’de Batı'daki üniversitelerde meydana gelen ayaklanmaların
eğitiminden geçmiş isimlerdi. Onların, uluorta yerde anadan üryan soyunup, bir
üniversite binasını işgal ettiklerinde veya bürokratların suratlarına küfürler
savurduklarında “devrim” yaptıklarına dürüstçe inanıyor oluşlarını epey
eğlenceli buluyorduk.
Ben
ilk başta onlara karşı çıktım ve bazıları şiddete dayalı devrime inanıyor
olsalar bile, bu öğrencilerle konuşmayı reddettim, zira ben, Batılıların
deneylerinde kullandıkları bir kobay olmak istemiyordum.
Nihayetinde
pes ettim. Pes ettiğim için memnunum. Daha önce hiç Batılı bir “devrimci” ile
tanışmamıştım. Onların politik bir olgudan ziyade pek aşina olmadığımız
kültürel bir olgu olduklarını kısa sürede anladık. Bazıları, solun politik
yazın tarihini okumuş görünmesine karşın, büyük bir kısmı, Marksist-Leninist
liderleri hor görüyor, sadece devrime yönelik bir çeşit beğeni içerisinde olan
biri olarak görülen “Genç Marx”ı istisnai biçimde sahipleniyordu. Bazı
Amerikalılar ise daha ciddiydiler; işçi sınıfının tarihsel misyonuna
inanıyorlardı ve kitlelerle bütünleşmek için kimi planlar hazırlıyorlardı.
Bizi
bu grup konusunda asıl şaşırtan şeyse üyelerinin milliyetçiliğe karşı çıkıyor
olmalarıydı. Oysa milliyetçilik, sömürgeleştirilmiş, yok olmanın eşiğinde olan
bir halk olarak bizim değer verdiğimiz bir öğretiydi. Bazı öğrenciler, “her
şeyin canı cehenneme” diyebilmek için inanıyorlardı şiddete. Ayrıca bunlar,
öğrencilerin tarih yapan devrimci özneler olduklarını düşünüyorlardı. Fakat
ekseriyeti, gerilla sahnesini “devrim yapma”nın bir aracı olarak görme
eğilimindeydi. Bu kişilerin o sahneye çıkıp bizim için rol kestiklerine de pek
tanık olmadık aslında.
Kamptan
ayrılırken Fransız bir anarşist öğrencinin “kaos hüküm sürsün” dediğini duyunca
çok şaşırdım. Aynı sözü bir Alman’dan işittiğimde de benzer bir his kaplamıştı
içimi. Bu lafı işitince, yüksek sesle, Filistin halkının otoritenin ve
liderliğin bulunmadığı bir kaos içerisinde yaşayan bir toplum olduğunu, bunun
sonucunda da halkın Siyonist zalimin insafına kaldığını dile getirdim. O
öğrencilere bize sakal, uzun saç ve oyuncak tabancalar dışında, mevcut
“yabancılaşma”yı aşabilmemiz için neyi tavsiye ettiklerini sordum. Sadece put
gibi durdular, gülümsediler, biraz düşündüler ve kâinata dair o derin
düşünceler dâhilinde, esrarlı cigaralıklarından bir fırt çekip onu kendi
aralarında çevirdiler.
Leyla Halid
[Kaynak:
My People Shall Live: The Autobiography of a Revolutionary, Ed. George
Hajjar, s. 61.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder