Bugün halkı, kitleyi, ezileni küçümseme üzerine kurulu
siyaset, devletin emridir ve bu emir bizzat küçük burjuvaya verilmektedir. O,
devletle, egemenlerle halk arasındaki tampondur. Görevini ifa etmeye
yazgılıdır.
Burada objektif veya sübjektif ajan arasındaki ayrımın
bir önemi yoktur. Devlet, zımnen ya da açıktan onu sahaya sürer. Liberal veya
muhafazakâr olması, sahnedeki oyunun akması için gereklidir. Ara sıra
kapışırlar, ama perde gerisinde birliktedirler ve aynı yönetmenin ağzına
bakarlar. Yani bugün “Avrupa Avrupa” diyen de “yerli ve milli” diyen de aynı
madalyonun iki ayrı yüzüdür.
O küçük burjuvanın solcu olanı, KİT’ler satıldığında,
“zaten kamuda örgütlenemiyoruz, özele geçsin de sendikanın kaymağını yiyelim”
diye düşünmüştür. Bugün de şeker fabrikalarının satılması hiçbirinin umurunda
değildir. Sendikanın kaymağı kadar, satışın yol açacağı örgü de önemlidir onun
için. Seksenlerin ve doksanların günahına, suçuna herkes ortaktır.
Dolayısıyla Ayhan Bilgen de umursamaz şeker
fabrikalarını. HDP’nin “başkan adayları” listesinde adı geçen, ama koltuğu CHP
programına benzer liberal bir program kaleme almış olan birine kaptırmış olan
Ayhan Bilgen, partisinin CHP gibi “Türkiye’yi bir kargo şirketi”ne dönüştürmek
istediğini unutmuş gibidir. O şirket için iç güvenlik yasası, KHK’lar, savaş,
tutuklamalar doğaldır. Onun nezdinde aslolan, hız ve hâkimiyettir. Ara sıra
taşıdığı eşyaları kırıp dökmesinde bir sorun yoktur. AKP kadar HDP ve CHP de
onun için vardır. Üçünün de birbirini çekemeyen bölge müdürlerinden farkları
yoktur.
“Temelli” iktisadın temeli, sermayenin hızlı akışıdır.
Sezai Temelli gibilerin kaleme aldığı iktisadî program, kapitalizm içre ve ona
dairdir. Artık özgürlük ve adaleti pazar ve sermaye akışına endekslemiş bir tür
solculuk hâkimdir. Böylesi bir yerde Bilgen gibi “Müslüman” geçmişine küfretme
yarışı galebe çalmak zorundadır. Çünkü o, ayaktaki prangadır. Efendiler, siyah
oyuncak bebeği çirkin bulan siyah çocuklar görmek istemektedirler. O efendiler,
Kara Panter diye film çekerler ve filmde kötü karakter illaki
Müslümandır.
Demek ki liberalizm-Müslüman birlikteliği, sol
ilahiyat teraneleri, bir tür tezvirattır ve esasen iktidarın liberal koltuğunun
altına sığınmak içindir. Mesele, Kürd hareketinin, HDP’nin ve bağlaşıklarının
da bu koltuğa sığınmış olmaları, devletten gayrı bir yerde
konumlanamamalarıdır.
Sol ilahiyat tartışmaları ile Doğu konferansları
bağlaşıktır. Biri içeriye diğeri dışarıya dönük devletlû girişimlerdir. Sol,
neoliberalizmin ve emperyalizmin bölgeye çaldığı mayadır.
Bilgen, bir al trolün Ahaber’den aldığı görüntünün
altına yazdığı yalan cümleye lapin gibi neden atlamaktadır? O her şeyi
sorgulayan, bilime inanan, aklı yücede tutan devrimci parti, bu tür alıklıklara
nasıl imza atabilmektedir? Bir başkası da CHP’ye bağlaşık olanları “alık”
olarak nitelerken, kendi yoldaşının adalet yürüyüşündeki hâlini nedense hiç
sorgulamamaktadır. Çünkü artık ortalıkta örgütler yoktur, “projeler” vardır.
Yalanı gizlemek için ara sıra gerçekler dillendirilmek zorundadır, hepsi bu.
Ama her daim birileri aşağılanmak ve başka birilerine yaranmak gerekmektedir.
Örgüt “Kadın”dır, “LGBT”dir, “Avrupa”dır, “Birey”dir. Geçmişte podyumda “örgütüm ben” diye yürüyenler, iki binlerde ve özellikle Gezi’de örgüt olmadıklarını ikrar etmiş, tek tek bahsi geçen örgütlere örgütlenmişlerdir.
Örgütlendikleri yer, sığ, yavan bir liberalizmdir.
O liberalizm ki pazardaki tercihin, rekabetin ve
seçkinciliğin dinidir. İslam veya başka bir dine yönelik küfrün bu denli
popüler olmasının sebebi buradadır. Sol örgütlerin, daha doğrusu projelerin
örgütlendikleri örgütler o dinin misyonerleridir.
Mesele kadın değil, “Kadın”dır. Onda sevilen,
mülkiyetin yüceliğidir. Mesele LGBT değildir. Onda sevilen, zorunluluklara
karşı tercihlerin sahip olduğu yüceliktir. Tercihler pazarın parolasıdır. Oraya
girmek, ona tapmak zorunda olanlar sürekli tekrarlamalıdırlar onu. LGBT bir
metafordan ibarettir sadece, Kadın gibi. Büyük hedefler yerine küçük olana
yönelik hoşgörü, acıma… sevilen budur aslında.
Solun dilinde kibirden başka bir şey konuşmaz. O,
kendi yalancı cennetini sever, onu koruyacak olan güce hemen biat eder.
Çünkü zaten ezilen, işçi, yoksul, halk gibi görünmemek
için solcu olunmuştur. Hele bir de solculuk ekmek kapısı olmuşsa, ondan daha
yücesi yoktur. Emrah Serbes’e sahip çıkan “sanki devrimciler”in derdi, kendi
mesleklerini yüceltmek ve savunmaktır.[1] Bir aile yok olur, ondan “sinek” gibi
bahseder. Aile zaten geri bir kurumdur. Emrah, öldürerek o insanları
kurtarmıştır aslında. Hapsi değil, ödülü hak etmektedir. Bu tür isimler, Emrah
içeride de kasasını doldursun diye uğraşmaktadırlar. Çünkü kendi meseleleri de
budur. Bunun için sınıfsal olan kini bağlamından kopartıp rehabilite etmeye
çalışırlar. Liberalizmin ajanlarıdırlar.
Bu solun yoksuldan yana olma ihtimali yoktur. Ölen
baba ve kız, eski model bir araba kullandıkları için ölmüştür. Yılmaz Güney
olunmaz, ama onun “Baba” filmindeki patron gibi şoförüne “benim yerime hapse
gir” emri verilir.[2] Solculuk budur! Pasaportu, arabası, şoförü olanı
sevmektir.
Efrin halkını da sevmemektir. Kapalı kapılar ardındaki
anlaşmaları sis perdesinde boğmaktır. Talim sahasının ne için kurulduğunu onlar
iyi bilmektedirler çünkü onlar, liberalizm için faşizmin zaruri olduğuna
herkesten fazla vakıftırlar.
Bizim bilmemiz gerekense, tercihlere değil
zorunluluklara bakmak, kurtuluşun zorunluluğuna örgütlenmektir. Bu ise bireysel
haz dünyasına, hedonizme, vitalizme, batıyı ilerleten çarklara kul köle
olmamakla mümkündür. Düşmanın gözüyle bakıp onu yıkıma götürecek yol bulunamaz,
görülemez.
Eren Balkır
10 Mart 2018
Dipnotlar:
[1] Barış Yıldırım, “Karakter Kriz Anında Ortaya Çıkar”, 11 Kasım 2017, Duvar.
[2] “Tutukluluğa Devam”, 8 Mart 2018, Diken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder