“Türk
İslamı”ndaki düşünsel sapmaya işaret eden, akademi ve gazetecilik kaynaklı
muhtelif çalışmalar, bu olguyla ilgili olarak, kendilerinin geliştirdikleri
yeni bir terime başvuruyorlar: “İslamî reform”[1] Bu yaklaşıma göre, Türkiye’de
oluşan “sessiz İslamî reform hareketi”[2] melez bir fikriyatın oluşmasını
sağladı: “İslamî Kalvinizm”. [Yavuz, 2003] Bir vakitler “Anadolu Kaplanları”
olarak anılan, Orta Anadolu’daki Kayseri şehrinin belediye başkanı, şehrinin ve
gelişip serpilen ekonomisinin idrak edilebilmesi için Max Weber’in okunması
gerektiğinden bahsetmekteydi.[3]
Bahsi
edilen reform hareketi, esas olarak belirli İslamî tarikatların ve hareketlerin
yaydıkları fikirlerin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Protestanlık gibi
ticareti teşvik eden bu hareket, (Max Weber’in yorumladığı biçimiyle) dünyevî
çileciliği İslam’a kattı ve ticaret sahasındaki başarıyı Allah’a hizmetle
denkleştirdi. Belirli İslamî tarikatların yaydıkları bu fikirler, İslamî
ideallerle dindar Müslümanların maddî çıkarlarının örtüştüğüne dair bir
söylemin oluşmasına katkı sundu. Örneğin tasavvufa ait eski bir görüş
anlamında, ibadetle Allah’a teslimiyete, takvaya odaklanan dindar Müslümanların
en alt düzeye çekilmiş maddî arzularını sembolize eden “bir hırka bir lokma”
tabiri, Nakşibendiliğin İstanbul merkezli kolu İskenderpaşa Cemaati’nce “bir
hırka bir Mazda”ya dönüştürüldü. Eski anlayışa yapılan bu ek, teknolojiye
kavuşma arzusu ve maddî servet konusunda oluşan yeni istekleri ifade ediyordu.
Yavuz’un aktardığı kadarıyla [Yavuz 2005: s. 192], İskenderpaşa Cemaati lideri
Kotku şunu söylemekteydi:
“Teknolojiyi iyi idrak
eden Müslümanlar bu sayede kaderlerini biçimlendiriyorlar. Bu şu anlayıştan
kaynaklanıyor: eğer Türk Müslümanlar orta sınıfa dâhil olurlarsa o vakit
devleti ve toplumu içeriden yeniden biçimlendirme gücüne de sahip
olacaklar.”[4]
Maddî
isteklerin ve bu isteklerin dinî ağlarca ciddi bir kitleye kavuşmasının
oynadığı önemli rolün gerekçeleri burada aranmalı.
Ahlâkî
kapitalist ekonomi bağlamında geliştirdikleri analizin kilit unsurunu homo
Islamicus olarak tanımlayan tarikatlar ve onların her yanı sarmış olan
ağları, dindar Müslüman işadamlarının maddî çıkarlarının savunulması noktasında
meşru bir zemin meydana getirdiler. Bu türden bir düşünsel temeli attıktan
sonra söz konusu ağlar, hem ekonomik hem de politik yüzeylerde, statükoya
meydan okumaya dönük bir gayret içerisine girerek, önceden kıyıya köşeye
atılmış işadamlarının çıkarlarının meşrulaşmasına hizmet ettiler.
En
büyük işadamı ağı, Müstakil Sanayiciler ve İşadamları Derneği (MÜSİAD). Ülke
genelinde faal olan bu işveren örgütü, politik İslam’la, bilhassa Erbakan’ın
Millî Görüş’ü ile sıkı bağlara sahip bir yapı olarak biliniyor. Dernek,
devlet-işveren ilişkileri ile iş dünyasında TÜSİAD’ın sahip olduğu hegemonyayı
kırma hedefiyle, Müslüman işadamlarının dışlandığı iddiası üzerinden
kuruldu.[Buğra 1999]
MÜSİAD,
ahlâkî ve dinî değerleriyle çelişsin ya da çelişmesin, kârı çoğaltma hedefi
güden bireyle alakalı fikirler geliştiriyor. Yirminci yüzyılın ortalarında
ortaya çıkan İslamî ekonominin analiz birimini oluşturan Homo Islamicus,
aradaki farka işaret ediyor. Yani Homo Economicus’un bireyinden farklı
bir bireyden dem vuran Homo Islamicus, rasyonel ve seküler varlığın
sınırlarını aşan, maneviyata sahip bireyin ahlâkının ana farklılık olduğunu
söylüyor.[5] Ekonomik ideoloji ve çıkarları için meşru bir zemin sağlama
gayreti dâhilinde İslamî işveren ağları, söylemlerini Muhammed’in hayatına
dayandırıyorlar ve O’nun Medine’nin “mükemmel bir biçimde” işleyen pazarında iş
yapan bir tüccar olduğunu söylüyorlar. Buradan da gerekli ahlâkî değerlere
sahip aktörler arasında varolan azami güven ile asgari devlet müdahalesinin Homo
Islamicus’un ana özellikleri olduğu çıkarımında bulunuluyor. MÜSİAD’ın
desteklediği, dünyevî faaliyetleri kutsallaştıran söyleme göre:
“Ticaret ibadetin bir
parçasıdır. O, aynı zamanda Allah’a teslim olmayı ifade eder. Müslüman bir
işadamı, manevî bir hedef doğrultusunda kâr eder ve bu türden bir manevî hedefe
ulaştığı için Allah tarafından ödüllendirilir. Homo Islamicus onun
zenginliğini artırır, zira günün sonunda o zenginlik İslam medeniyetinin
yeniden dirilmesine hizmet edecektir.”[6]
İdeal
Müslüman işadamına dair bir prototip olarak Homo Islamicus, kapitalizm
konusunda Homo Economicus’a benzer. O da özel teşebbüsü ve piyasa
kapitalizmini destekler ama bunu Hz. Muhammed’in örnekliği üzerinden
gerekçelendirir.[7] Homo Islamicus, Homo Economicus’tan “ahlâkî
kapitalist ekonomi” bünyesinde yaşama niyeti üzerinden ayrışır. Oysa bu “ahlâkî
kapitalist ekonomi”, bulanık, neyi ifade ettiği belli olmayan bir kavramdır.
Türkiye’de Müslüman işadamlarının önerdikleri bu türden bir ahlâk, adil bir
gelir dağılımı veya toplumsal refah fikrinden neşet etmiş bir ahlâk değildir.
Esasında burada hâkim olan fikir, “iyi Müslümanlar, bu türden araçlara ihtiyaç
duymazlar, çünkü İslam ahlâkı, bu türden sorunları kendiliğinden çözecektir”
anlayışına dayanmaktadır.[8] Burada asıl çarpıcı olansa, neoliberalizmle İslamî
ekonomi anlayışını bir araya getiren bir söyleme başvurulmasıdır. Neoliberalizm
gibi İslamî ekonomi de asgari devlet talep eder ve devletin sosyal yardım
görevlerinden arınması gerektiğini söyler. Bu söyleme göre:
“Allah’tan korkan dindar
işverenler, çalışanların bakımını üstlenirler, bunun karşılığında işçiler de
çalıştıkça Allah’a hizmet ettiklerini ve yaptıkları işin takvanın bir parçası
olduğunu bilerek büyük bir coşkuyla çalışırlar. İşçi de işveren de ‘İslam’a
hizmet’ denilen aynı hedef için çalıştıklarını bilirler.”[9]
Esasında
bu türden söylemler, neoliberalizmin geliştirdiği, hâkim söylemlerce önerilen
yönleri bir biçimde içermekte, İslamî ekonomi anlayışının neoliberalizmle nasıl
örtüştüğünü ortaya koymaktadır. Örneğin eski MÜSİAD başkanı, serbest piyasayı
ve asgari devleti şu şekilde izah etmektedir:
“Adam Smith’in görünmez
eli, Medine pazarına ana niteliğini veren unsurdu. Hz. Muhammed, fiyatları
belirleyenin Allah olduğunu söylüyordu.”[10]
Ayşe
Buğra’nın [Buğra 1999] da ifade ettiği biçimiyle, MÜSİAD’ın ekonomiyle ilgili
görüşleri, bilhassa emek-sermaye ilişkilerinde sendikaların çöpe atılması ve
piyasaların tüm dizginlerinden kurtulması meselesine odaklandığı, dindar
işadamlarındaki ahlâkî değerlerin tüm muhtemel çatışmaları sulh yoluyla çözüme
kavuşturacağını, dolayısıyla işçi sendikalarının “gereksiz” olduğunu söylediği
noktada neoliberal modele yakınlaşmaktadır.
Fakat
bence “ahlâk” kelimesi, bu işadamlarının kapitalist ekonomiyle alakalı, farklı
olduğu iddia edilen görüşlerini vasıflandırmak için kullanılıyor ama esasen
mânâ düzeyinde herhangi bir derinliğe sahip değil. Gelgelelim bu kavram,
çıkarları peşinde koşup duranlara meşru bir zemin sağlıyor, öte yandan da
işçilere gerekli hakların bahşedilmemesi için bir kılıf sunuyor.
Dindar
işadamların sıklıkla bahsedilen “ahlâkî” görevlerinden biri de hayır hasenat.
Temelde bu, ahlâkî görevlerin ifa edildiği saha. Böylesi bir önerme, sonuçta
hayır kurumlarının sosyal yardım kurumlarını ikame etmesini öngörüyor aslında.
Dolayısıyla kanaatimce birçok Müslüman işveren ağı, neoliberalizmi ona ait
söylemleri ve uygulamaları içselleştirmek suretiyle, İslamîleştiriyor ayrıca
neoliberalizmle İslamî ilkeler arasında uygunluk olduğunu iddia ediyor. Bu
türden ağlar, sosyal yardım görevlerinden arındırılmış asgari devleti
meşrulaştırıyorlar, buradan da hayır kurumlarının devlete ait sosyal yardım
kurumlarının yerini alması gerektiğini söylüyorlar, buna bağlı olarak da işçi
ile işveren arasındaki ilişkilerin “ahlâk” üzerine kurulmasını vaaz ederek,
işçi haklarının İslamî ilkeler uyarınca yürürlükten kaldırılmasını talep
ediyorlar. Toplamda tüm bu yaklaşımlar, Türkiye’deki Müslüman işveren ağlarının
dünyada hâkim olan ana eğilimlerle uyumlu hareket ettiğini ve neoliberal
sapmayı yoğun bir biçimde içselleştirdiğini ortaya koyuyor.
Türkiye’deki
bazı Müslüman işveren ağları, faizi veya tefeciliği meşru kabul ediyorlar oysa
bu iki husus, dindar Müslümanlar için yasaklı.[11] Bu noktada İslam
medeniyetinin dirilişi gibi dinî hedeflere ulaşmak için faiz “meşru” görülüyor
veya esasta faizden farklı olmayan, sadece farklı bir isme sahip bulunan,
İslamî ekonomiye ait kimi finans araçlarına başvurulması caiz görülüyor (Kuran
1993). Müşterileri sadece bir avuç kişi veya şirketle sınırlı olması sebebiyle
Türkiye piyasasında İslamî finans kurumlarının yaygın olarak kullanılmadığını
belirtmek gerek. [Buğra 1999: s. 29]
Türkiye’deki
bu düşünsel değişim son otuz yıl içerisinde yaşandı. Değişimin ana unsuru, tüm
Anadolu’da bilhassa dindar ve muhafazakâr olarak bilinen Konya ve Kayseri gibi
şehirlerde girişimcilerin ortaya çıkmasıydı. Bu türden girişimlerin gözü
dışarıya dönüktü. Genelde mallarını dünya piyasasına ihraç ediyorlardı. Güncel
teknolojileri kullanan bu girişimcilerin cemaate ve İslam’a ait değerlere bağlı
oldukları düşünülüyordu.
Bazı
yazarlar, “Anadolu Kaplanları” olarak bilinen bu girişimcilerin başarısını
düşünce dünyasındaki değişimin etkisi üzerinden izah ediyorlar. Hakan Yavuz’a
[Yavuz 2003] göre, Türk Müslümanlar bir “Protestanlaşma süreci”nden geçtikçe,
bu süreç dâhilinde özel bir muhafazakârlık biçimi, Türkiye’nin belirli
bölgelerinde yeni ulaşılmış olan ekonomik başarıya sebep oluyor.[13]. Bu
fikirlerin yayılmasında belirli tarikatlar ve cemaatler etkili oldular.
Bunların arasında en önemlisi Gülen ve İskenderpaşa cemaatleri. Bu cemaatlerle
iltisaklı olan veya belirli düzeyde onlara tabi hareket eden işveren
dernekleri, bu türden fikirleri dindar işadamlarına taşıdılar. Buna ek olarak
Müslüman ağları, işveren örgütlerinin yürüttükleri faaliyetler aracılığıyla,
daha da genişlediler.
Işık Özel
[Kaynak:
Religion and Politics in Europe, the Middle East and North Africa, Ed.
Jeffrey Haynes, Routledge, 2010, s. 148-151.]
Dipnotlar:
[1] Bkz. Ayşe Buğra, Islam in Economic Organizations, 1999, İstanbul:
Turkish Economic and Social Studies Foundation and Friedrich Ebert Stiftung;
Hakan Yavuz, Islamic Political Identity in Turkey, 2003, Oxford and New
York: Oxford University Press; Demir, O., Acar, M. ve Toprak, M. “Anatolian
Tigers or Islamic Capital: Prospects and Challenges”, 2004, Middle Eastern
Studies, Sayı. 40, 6, s. 166–88.
[2]
Burada Protestanlardaki dinî ahlâk ile kapitalizmin ruhu arasındaki ilişki
konusunda 1958 tarihli Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu isimli
kitabında Max Weber’in dile getirdiği ünlü teze atıfta bulunuluyor.
[3]
Bkz. Avrupa İstikrar İnisiyatifi, “Orta Anadolu’da İslamî Kalvinistler, Değişim
ve Muhafazakârlık”, İstanbul, Eylül 2005, metne www.esiweb.org adresinden
ulaşılabilir.
[4]
Hakan Yavuz’un Kotku’nun müridi ve eski siyasetçi Lütfi Doğan ile yaptığı
mülâkattan. Bkz. Hakan Yavuz, Modernleşen Müslümanlar, s. 192.
[5]
Homo Islamicus, spekülasyon, kumar ve tahrip edici rekabetten uzak
durduğu sürece servet temin etme ve onu artırma konusunda özgürdür.
[6]
Homo-Islamicus, MÜSİAD yayını. www.musiad.org.tr.
[7]
A.g.e.
[8]
Burada İslamî ahlâktan kasıt, zekâttır. Zekât, gelirin kırkta birinin
yoksullara verilmesidir.
[9]
Moral Capitalist Economy, MÜSİAD yayını. www.musiad.org.tr.
[10]
Marie-Elisabeth Maigre ile yapılan mülâkattan (Maigre, M.-E. “Formacion y
evolucion de los negocios Islamicos, el caso del MUSIAD en Turquia”,
yayınlanmamış mastır tezi, 2005, Fundacio CIDOB ve Universitat Autonoma de
Barcelona.).
[11]
“Faiz yiyenler kabirlerinden şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden
kalktığı gibi kalkarlar. […] Allah alışverişi helâl, faizi haram kıldı. […] .
Allah faizi eksiltir, buna karşılık sadakayı artırır.” (Kur’an 2: 275–6)
“Ey
iman edenler! Sakın sürekli katlanıp duran faizi yemeyiniz. Allah’tan korkun ki
kurtuluşa eresiniz.” (3: 130).
Yaygın
kanaate göre Hz. Muhammed faiz alana ve verene, faiz temelli sözleşme
hazırlayana ve buna şahitlik edene beddua etmiştir.
[12]
Bkz. “İslamî Kalvinistler”, www.esiweb.org.
Kaynakça:
Ayşe Buğra, Islam in Economic Organizations, 1999, İstanbul: Turkish
Economic and Social Studies Foundation and Friedrich Ebert Stiftung.
Hakan
Yavuz, Islamic Political Identity in Turkey, 2003, Oxford and New York:
Oxford University Press.
Hakan
Yavuz, Modernleşen Müslümanlar [“Modernizing Muslims”], 2005, s. 192,
İstanbul: Kitap Yayınevi.
Marie-Elisabeth
Maigre, “Formacion y evolucion de los negocios Islamicos, el caso del MUSIAD en
Turquia”, yayınlanmamış mastır tezi, 2005, Fundacio CIDOB ve Universitat
Autonoma de Barcelona.).
O.
Demir, M. Acar ve M. Toprak, “Anatolian Tigers or Islamic Capital: Prospects
and Challenges”, 2004, Middle Eastern Studies, Sayı. 40, 6, s. 166–88.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder