Pages

29 Mart 2018

Hayat Bir İmtihan


“Hayat bir imtihan” denilir hep. Bu söz, en fazla, son on beş yıldır Türkiyeli Müslümanlar için geçerli. AKP’den daha ağır bir imtihan mı olur?

AKP’nin iktidara geldiği ilk gün, Müslümanların kolu kanadı kırıldı. Politik iddialar geri çekilmek zorundaydı. Nimetin musibet olduğu görülmedi. Bugünse her gün kafasına vuruluyor, her gün aşağılanıyor ve Müslüman, gıkı çıkmayacak hâlde. Çıkan ses de AKP’ye bağlı, ipotekli, mahpus.

Bir haberde[1] Afrika’dan bir diyalog aktarılıyor: Bir gence “Müslüman mısın?” diye soruluyor, genç de “ne Müslüman’ı, ben fakir miyim?” diye cevap veriyor. Yazıyı kaleme alan Müslümansa, İslam’ın fakirin dini olmasından rahatsız ve bu imajı değiştirmek için kolları sıvamak gerektiğinden, Afrikalılara su kuyuları yapmaktan söz ediyor. İyi huylu misyonerlik, salih amel olarak emperyalizm öneriyor neticede.

İşte AKP döneminde sola işmar eden Müslüman siyaset örneklerinin arkasında da benzer bir fikir ve ruh hâli var. Sola meyil, lüks caddelere, kültür merkezlerine, burjuva dünyasına yönelmenin bir tezahürü aslında. Dertleri, asla fakir fukara değil. Sinema, edebiyat, şiir üzerine kurulu sohbetler ve yazılar, bu yönelimin birer ürünü. Sınıf atlamak veya atladıklarını göstermek istiyorlar, hepsi bu. Dünyalarına Afrika bu şekilde dâhil olabiliyor ancak.

İslam, dili peltek olan köle Bilâl’in dini olamaz zira! AKP, işte bunu gösterme imkânı verdi, ne mutlu! Otuzlarda soyut bir Türk kurgusu ile İslam, Arap uydurması, aşağılık bir kavmin zırvası olarak görüldü, gösterildi.

Kimi dinî yönelimlerdeki milliyetçi ton biraz kazındığında, ardında bu var. “Biz daha iyi Müslümanız” gösterişi, biraz da bu ırkçılığın bir tezahürü. “Daha iyi Müslüman” gösterişçiliğinin yaldızı kazındığında İslamsızlık ışıl ışıl parıldıyor. Tasavvufî lafızlar, “İslam asıl Türk’ün fıtratına uygundur” sözleri, bu ırkçılıktan neşet ediyor aslında. Namık Kemal Zeybek, Yaşar Nuri gibi isimlerle yan yana düşmek, bu yüzden tesadüf değil. İslam’ı Arap olduğu için aşağılayanlar, önce ne idüğü belirsiz bir fikrî âlem kuruyorlar.

Dolayısıyla, bugün tabii ki İhsan Hoca’ya[2] omuzdaş olmak gerek ama eleştiriyi de eksik etmemek şart. “Baskı görüyor” denilerek baskı şahsiymiş gibi davranılamaz.

Onda devlet içre bir tür liberalizm var. Siyasetle fukara zaviyesinden ve seviyesinden ilişki kurmak, zûl kabul ediliyor. “Fukaranın dini İslam” algısından rahatsız olunup sola dümen kırılıyor. Ayrıca sola yerleşip onu da fukaradan uzaklaştırmaya dönük adımlar da atılma imkânı bulunuyor. Bu tebliğ çalışmasında, bilhassa AKP döneminde solcularla Müslümanlar arasında kurulan irtibatta, hep bu gerekçe gündemde: irtibat, ya fukaradan uzaklaşıldığı ya da fukaradan uzaklaşmak için sağlanıyor.

İhsan Hoca, fukaraya seslenmiyor ve özünde hep “iyi-kötü” gibi ahlâkî, yüzeysel bir ayrım üzerinden düşünerek, “ben iyi hocayım” diyor birilerine. Ama sonuçta o da dinî söz, dine dair yazı pratiği üzerinden geçimini sağlıyor. Ve bu onun sorunu da değil. Seküler düzenin dayattığı şizofreniyi ve çift dilli-çift dinli hayatı o da yaşamak zorunda. Suya sabuna dokunmayan bir din kurgusunu daha iyi kim satıyor, yarış bununla ilgili.

Hoca, fukaraya seslenmediği gibi, fukaradan da konuşmuyor. Siyaset ve teori ile ilişkisini CHP tabanında görülen türden, bir tür haset ve kibir üzerine inşa ediyor. Bir adım geri çekilip neler yaşandığına bakmıyor. Kendisinden çıkan sözlerin nereye gittiğini, menzilini hiç düşünmüyor. Eleştirilerini bireysel düzeyde kaleme alıyor, o konuların toplumsallığını-tarihselliğini hiç ciddiye almıyor. Bu mânâda dönüşüme kapalı, dönüşümü kapatmak için var. Hep bir Twitter mesajı ile ve onun kadar düşünme hâli mevzubahis hocada. Bu hâl de ancak küçük burjuvaya has hasede ve kibre tabi. Dönüşümü kilitleyen de bu haset ve kibir siyaseti.

Sekülerlik, dini kişiye, özel alana hapsediyor, dinin toplumsal-tarihsel iddiaları bir bir budanıyor, iğdiş ediliyor. İlk açıklamalarında “İslam, seyirlik bir müsamereye, kültürel bir renge dönüşüyor, ben bu duruma son vermek için geldim” diyen İhsan Hoca, bu dönüşüme katkı sunmakla meşgul bugünlerde. Hem İslam’ın her şeyden ve herkesten el etek çekmesini istiyor hem de sıfırdan inşa edeceği dinin hayata müdahale etme imkânlarını ortadan kaldırıyor. Elde var sıfır… Liberalizm, kendi bindiği dalı kesiyor, üstelik bunu bilerek yapıyor. O, fukaranın kudret mücadelesine son vermek için var zira.

İhsan Hoca, biraz Prudoncu laflar ettiğinde baş tacı ediliyor, ama hep küçük burjuva sularda geziniyor neticede. Ona haset edilip kızılmasının bazen de onun göklere çıkartılmasının sebebi burada. Devlete küsüp, bugün devlet katında oturanlara haset ederek bir yere varılmıyor.

Hoca’nın dediğinin aksine, Emevi ve Abbasi dönemlerinde devlet karşıtı, muktedirleri rahatsız eden, kimi zaman onlara kök söktürmüş İslamî bir dinamik var zaten. Onu sıfırdan kuracağını, peygamber, mehdi veya imam olabileceğini düşünen İhsan Hoca, her küçük burjuva gibi aidiyetle değil mülkiyetle düşünüyor. O tarihin adsız bir parçası, ilmeği olmayı kendisine yakıştıramıyor. Bu nedenle tarihi basit bir hikâyeye indirgiyor, toplumu bireyi aşan bir fazlalık olarak görüyor.

Siyaset, bugün askerî bir teknik olarak sis perdesi üzerinden ilerliyor. Çeşitli momentlerde içeride veya dışarıda bir hamle yapılacaksa, o hamle gizlensin, fazla göze batmasın, tartışılmasın diye ortalık yere sis bombaları atılıyor. Bazen Fethullah kaynaklı olan bu bombalar sayesinde hamleler, manevralar, yönelimler, makas değişiklikleri gözden kayboluyor.

Kitlelerin siyasete dâhil edilmesinin tehlikelerinin farkında olan burjuvazi, her zaman olduğu gibi, siyaseti özel bir uğraş derekesine indirgiyor. Aslında İslam’ın özel alana hapsinde de temel dert bu: kitleleri eylem ve dönüşüm alanından uzak tutmak, denizi yaracak asayı daha baştan kırmak, buruna kaçacak sineği önceden öldürmek.

Yani İhsan Hoca, dini Kerbela’dan başlayarak güncellese ne olur güncellemese ne olur, kamudan, genelden, toplumdan, hayattan soyutlandıktan, bireysel ve özel bir şeye kapatıldıktan sonra. Bu laf ancak, Kerbela’ya bağlılığı, Ali yolunda olmayı, yolu, erkânı çöpe atmış Avrupalı mülteci eski Alevi, yeni solcu kişilere sıcak gelebilir. Onun dışında bir anlamı yok.

Sola demişler ki “her seferinde dinle ilgili bir başlık açacağız, bir şeyi gündeme getireceğiz, siz de oradan yürüyün işte, bu dönemi böyle idare edin”. Onlar da buna göre varoluyorlar, o taktiklerin, hamlelerin, manevraların, makas değişikliklerinin gizlenmesine katkı sunuyorlar. Örümcek bağlamış kitap raflarından bir yaprak indiriliyor, bir yerde bir âlimin dediği söz piyasaya çıkartılıyor, yaygara kopuyor, hem devletin hem de laiklerin gönlü hoş tutuluyor. Maalesef İhsan Hoca, bu oyunun parçası.

Çirkin olduğu düşünülen bir Suudi âlim de bölge düzeyinde bu şekilde kullanılıyor. Aynı âlimin “aç kalınca kadınınızı yiyebilirsiniz” fetvası verdiğini duyabiliyorsunuz, ama aynı zamanda İsrail’i sahiplenen bir açıklamasını da okuyabiliyorsunuz. Nasıl oluyorsa bu âlimin “kadın eti yiyin” fetvasını “ifşa eden” de İsrail siteleri! Yerli ve milli düzeyde benzer hikâyelere, özellikle son yıllarda sıklıkla rastlıyoruz.

Bu tür hamlelerin dünyasında İhsan Hoca, teorisi ve pratiğiyle, hem fukara Müslüman mahalleye girilmesine izin vermiyor hem de o mahalleye sınıf atlama imgesini ve imkânını satıyor. “Biz fakir değiliz ki Müslüman olalım” diyen “Afrikalı” gençler yetiştiriliyor. İslam, fukaranın mücadelesinden, mücadele İslam’dan, fukara mücadeleden çalınıyor.

İnsanın başına bir sıkıntı geldiği zaman bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman: “Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir” der. Hayır, bir imtihandır; fakat çokları bilmezler.” [Zümer:49]

İmtihan, “güç, direnme, dayanışma gerektiren, sonucunda tecrübe kazandıran zor bir durum” anlamına gelen bir kelime. Güce, direnmeye ve dayanışmaya karşı olanlar, “her türlü üstünlüğüm bilgimden ötürü” demeye mecburlar. Bilgisini sermaye etmiş olanlara sekülerlik ve ateizm satmak çok kolay ama bu, asla çıkış yolu değil.

Başka hayat mücadelesi de o güce, direnişe ve dayanışmaya muhtaç. Devlete küsüp sıfırdan din kuran liberallerin anlayabileceği bir şey değil bu. O liberallerin baskı karşısında parlayan yıldızlarına da aldanmamak gerek.

Eren Balkır
29 Mart 2019

Dipnotlar:
[1] Haşim Akın, “200 Nüfuslu Köyde 6 Kiliseye Karşı Bir Mescid”, 08 Mart 2018, Dünya Bizim.

[2] Remzi Budancır, “İslam’ın Güncellenmesine Kerbela’dan Başlanmalı”, 17 Mart 2018, Artı Gerçek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder