“Hayat bir imtihan” denilir hep. Bu söz, en fazla, son
on beş yıldır Türkiyeli Müslümanlar için geçerli. AKP’den daha ağır bir imtihan
mı olur?
AKP’nin iktidara geldiği ilk gün, Müslümanların kolu
kanadı kırıldı. Politik iddialar geri çekilmek zorundaydı. Nimetin musibet
olduğu görülmedi. Bugünse her gün kafasına vuruluyor, her gün aşağılanıyor ve
Müslüman, gıkı çıkmayacak hâlde. Çıkan ses de AKP’ye bağlı, ipotekli, mahpus.
Bir haberde[1] Afrika’dan bir diyalog aktarılıyor: Bir
gence “Müslüman mısın?” diye soruluyor, genç de “ne Müslüman’ı, ben fakir
miyim?” diye cevap veriyor. Yazıyı kaleme alan Müslümansa, İslam’ın fakirin
dini olmasından rahatsız ve bu imajı değiştirmek için kolları sıvamak
gerektiğinden, Afrikalılara su kuyuları yapmaktan söz ediyor. İyi huylu
misyonerlik, salih amel olarak emperyalizm öneriyor neticede.
İşte AKP döneminde sola işmar eden Müslüman siyaset
örneklerinin arkasında da benzer bir fikir ve ruh hâli var. Sola meyil, lüks
caddelere, kültür merkezlerine, burjuva dünyasına yönelmenin bir tezahürü
aslında. Dertleri, asla fakir fukara değil. Sinema, edebiyat, şiir üzerine
kurulu sohbetler ve yazılar, bu yönelimin birer ürünü. Sınıf atlamak veya
atladıklarını göstermek istiyorlar, hepsi bu. Dünyalarına Afrika bu şekilde
dâhil olabiliyor ancak.
İslam, dili peltek olan köle Bilâl’in dini olamaz
zira! AKP, işte bunu gösterme imkânı verdi, ne mutlu! Otuzlarda soyut bir Türk
kurgusu ile İslam, Arap uydurması, aşağılık bir kavmin zırvası olarak görüldü,
gösterildi.
Kimi dinî yönelimlerdeki milliyetçi ton biraz
kazındığında, ardında bu var. “Biz daha iyi Müslümanız” gösterişi, biraz da bu
ırkçılığın bir tezahürü. “Daha iyi Müslüman” gösterişçiliğinin yaldızı
kazındığında İslamsızlık ışıl ışıl parıldıyor. Tasavvufî lafızlar, “İslam asıl
Türk’ün fıtratına uygundur” sözleri, bu ırkçılıktan neşet ediyor aslında. Namık
Kemal Zeybek, Yaşar Nuri gibi isimlerle yan yana düşmek, bu yüzden tesadüf
değil. İslam’ı Arap olduğu için aşağılayanlar, önce ne idüğü belirsiz bir fikrî
âlem kuruyorlar.
Dolayısıyla, bugün tabii ki İhsan Hoca’ya[2] omuzdaş
olmak gerek ama eleştiriyi de eksik etmemek şart. “Baskı görüyor” denilerek
baskı şahsiymiş gibi davranılamaz.
Onda devlet içre bir tür liberalizm var. Siyasetle
fukara zaviyesinden ve seviyesinden ilişki kurmak, zûl kabul ediliyor.
“Fukaranın dini İslam” algısından rahatsız olunup sola dümen kırılıyor. Ayrıca
sola yerleşip onu da fukaradan uzaklaştırmaya dönük adımlar da atılma imkânı
bulunuyor. Bu tebliğ çalışmasında, bilhassa AKP döneminde solcularla
Müslümanlar arasında kurulan irtibatta, hep bu gerekçe gündemde: irtibat, ya
fukaradan uzaklaşıldığı ya da fukaradan uzaklaşmak için sağlanıyor.
İhsan Hoca, fukaraya seslenmiyor ve özünde hep
“iyi-kötü” gibi ahlâkî, yüzeysel bir ayrım üzerinden düşünerek, “ben iyi hocayım”
diyor birilerine. Ama sonuçta o da dinî söz, dine dair yazı pratiği üzerinden
geçimini sağlıyor. Ve bu onun sorunu da değil. Seküler düzenin dayattığı
şizofreniyi ve çift dilli-çift dinli hayatı o da yaşamak zorunda. Suya sabuna
dokunmayan bir din kurgusunu daha iyi kim satıyor, yarış bununla ilgili.
Hoca, fukaraya seslenmediği gibi, fukaradan da
konuşmuyor. Siyaset ve teori ile ilişkisini CHP tabanında görülen türden, bir
tür haset ve kibir üzerine inşa ediyor. Bir adım geri çekilip neler yaşandığına
bakmıyor. Kendisinden çıkan sözlerin nereye gittiğini, menzilini hiç
düşünmüyor. Eleştirilerini bireysel düzeyde kaleme alıyor, o konuların
toplumsallığını-tarihselliğini hiç ciddiye almıyor. Bu mânâda dönüşüme kapalı,
dönüşümü kapatmak için var. Hep bir Twitter mesajı ile ve onun kadar düşünme
hâli mevzubahis hocada. Bu hâl de ancak küçük burjuvaya has hasede ve kibre
tabi. Dönüşümü kilitleyen de bu haset ve kibir siyaseti.
Sekülerlik, dini kişiye, özel alana hapsediyor, dinin
toplumsal-tarihsel iddiaları bir bir budanıyor, iğdiş ediliyor. İlk
açıklamalarında “İslam, seyirlik bir müsamereye, kültürel bir renge dönüşüyor,
ben bu duruma son vermek için geldim” diyen İhsan Hoca, bu dönüşüme katkı
sunmakla meşgul bugünlerde. Hem İslam’ın her şeyden ve herkesten el etek
çekmesini istiyor hem de sıfırdan inşa edeceği dinin hayata müdahale etme
imkânlarını ortadan kaldırıyor. Elde var sıfır… Liberalizm, kendi bindiği dalı
kesiyor, üstelik bunu bilerek yapıyor. O, fukaranın kudret mücadelesine son
vermek için var zira.
İhsan Hoca, biraz Prudoncu laflar ettiğinde baş tacı
ediliyor, ama hep küçük burjuva sularda geziniyor neticede. Ona haset edilip
kızılmasının bazen de onun göklere çıkartılmasının sebebi burada. Devlete
küsüp, bugün devlet katında oturanlara haset ederek bir yere varılmıyor.
Hoca’nın dediğinin aksine, Emevi ve Abbasi
dönemlerinde devlet karşıtı, muktedirleri rahatsız eden, kimi zaman onlara kök
söktürmüş İslamî bir dinamik var zaten. Onu sıfırdan kuracağını, peygamber,
mehdi veya imam olabileceğini düşünen İhsan Hoca, her küçük burjuva gibi
aidiyetle değil mülkiyetle düşünüyor. O tarihin adsız bir parçası, ilmeği
olmayı kendisine yakıştıramıyor. Bu nedenle tarihi basit bir hikâyeye
indirgiyor, toplumu bireyi aşan bir fazlalık olarak görüyor.
Siyaset, bugün askerî bir teknik olarak sis perdesi
üzerinden ilerliyor. Çeşitli momentlerde içeride veya dışarıda bir hamle
yapılacaksa, o hamle gizlensin, fazla göze batmasın, tartışılmasın diye ortalık
yere sis bombaları atılıyor. Bazen Fethullah kaynaklı olan bu bombalar
sayesinde hamleler, manevralar, yönelimler, makas değişiklikleri gözden
kayboluyor.
Kitlelerin siyasete dâhil edilmesinin tehlikelerinin
farkında olan burjuvazi, her zaman olduğu gibi, siyaseti özel bir uğraş
derekesine indirgiyor. Aslında İslam’ın özel alana hapsinde de temel dert bu:
kitleleri eylem ve dönüşüm alanından uzak tutmak, denizi yaracak asayı daha
baştan kırmak, buruna kaçacak sineği önceden öldürmek.
Yani İhsan Hoca, dini Kerbela’dan başlayarak
güncellese ne olur güncellemese ne olur, kamudan, genelden, toplumdan, hayattan
soyutlandıktan, bireysel ve özel bir şeye kapatıldıktan sonra. Bu laf ancak,
Kerbela’ya bağlılığı, Ali yolunda olmayı, yolu, erkânı çöpe atmış Avrupalı
mülteci eski Alevi, yeni solcu kişilere sıcak gelebilir. Onun dışında bir
anlamı yok.
Sola demişler ki “her seferinde dinle ilgili bir
başlık açacağız, bir şeyi gündeme getireceğiz, siz de oradan yürüyün işte, bu
dönemi böyle idare edin”. Onlar da buna göre varoluyorlar, o taktiklerin,
hamlelerin, manevraların, makas değişikliklerinin gizlenmesine katkı
sunuyorlar. Örümcek bağlamış kitap raflarından bir yaprak indiriliyor, bir
yerde bir âlimin dediği söz piyasaya çıkartılıyor, yaygara kopuyor, hem
devletin hem de laiklerin gönlü hoş tutuluyor. Maalesef İhsan Hoca, bu oyunun
parçası.
Çirkin olduğu düşünülen bir Suudi âlim de bölge
düzeyinde bu şekilde kullanılıyor. Aynı âlimin “aç kalınca kadınınızı
yiyebilirsiniz” fetvası verdiğini duyabiliyorsunuz, ama aynı zamanda İsrail’i
sahiplenen bir açıklamasını da okuyabiliyorsunuz. Nasıl oluyorsa bu âlimin
“kadın eti yiyin” fetvasını “ifşa eden” de İsrail siteleri! Yerli ve milli
düzeyde benzer hikâyelere, özellikle son yıllarda sıklıkla rastlıyoruz.
Bu tür hamlelerin dünyasında İhsan Hoca, teorisi ve
pratiğiyle, hem fukara Müslüman mahalleye girilmesine izin vermiyor hem de o
mahalleye sınıf atlama imgesini ve imkânını satıyor. “Biz fakir değiliz ki
Müslüman olalım” diyen “Afrikalı” gençler yetiştiriliyor. İslam, fukaranın
mücadelesinden, mücadele İslam’dan, fukara mücadeleden çalınıyor.
“İnsanın
başına bir sıkıntı geldiği zaman bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet
verdiğimiz zaman: “Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir” der. Hayır, bir
imtihandır; fakat çokları bilmezler.” [Zümer:49]
İmtihan, “güç, direnme, dayanışma gerektiren,
sonucunda tecrübe kazandıran zor bir durum” anlamına gelen bir kelime. Güce,
direnmeye ve dayanışmaya karşı olanlar, “her türlü üstünlüğüm bilgimden ötürü”
demeye mecburlar. Bilgisini sermaye etmiş olanlara sekülerlik ve ateizm satmak
çok kolay ama bu, asla çıkış yolu değil.
Başka hayat mücadelesi de o güce, direnişe ve
dayanışmaya muhtaç. Devlete küsüp sıfırdan din kuran liberallerin
anlayabileceği bir şey değil bu. O liberallerin baskı karşısında parlayan
yıldızlarına da aldanmamak gerek.
Eren Balkır
29 Mart 2019
Dipnotlar:
[1] Haşim Akın, “200 Nüfuslu Köyde 6 Kiliseye Karşı Bir Mescid”, 08 Mart 2018, Dünya Bizim.
[2] Remzi Budancır, “İslam’ın Güncellenmesine
Kerbela’dan Başlanmalı”, 17 Mart 2018, Artı Gerçek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder