Paris’te
doğan Alphonse Esquiros (1812-76) ilk olarak şiir ve romanları ile tanındı
(1834-40). Kaleme aldığı, radikal demokrat yöneliminin ürünü olan Halkın
İncili (1840), kutsal metin formundaydı. Bu çalışma sebebiyle Esquiros,
sekiz ay hapis ve 500 frank para cezasına çarptırıldı. Suçu, dine ve halkın
ahlâkî değerlerine saldırı idi. Söz konusu çalışmasında İsa ilk baldırı çıplak
devrimci olarak resmedilir. 1848’de Esquiros, dört ayrı devrimci gazetede
çalıştı. İsyancılara dönük meyli sebebiyle Haziran ayında Marsilya’ya taşındı
ve burada işçilerin halklarını savunan bir gazete çıkarttı. 1850’de iki kez
Milli Meclis’e seçildi (ilk seçimde Dağlıların altı adayına onay verilmedi).
Halkın kendisine oy vermesini onun sosyalizm için olgunlaştığını düşünmeye
itti. Napolyon’un 1851’deki darbesi ardından Esquiros İngiltere’ye sürgün
edildi ve 1859’ya dek burada kaldı.
● ● ●
Halkın İncili
Ey
halk, bu kitap senin için!
Başlar
senin emeğin önünde eğilmeli, sensin açlığın, fakru zaruretin ve zulmün
çilesini çeken. Bir ahırda doğup çarmıhta ölen İyi İnsan’ın İncil’i senin için!
Yüzyıllardır
seni boyunduruk altında tutmaya alışmış olanlar, Kurtarıcı’nın kitabını kendi
çıkarlarına göre yorumlayıp kendilerince kullanmışlar. Bugün o kitabın ruhunu
takdim ediyoruz sana, tüm o güçlü ve basit diliyle aktarıyoruz onu. Al o kitabı
ve oku.
İsa
Mesih’in öğretisinin tümüyle demokrat olmasının kanıtı, o kitabın sadece halka,
bilhassa avama hitap ediyor olmasıdır.
İsa’yı
tutuklamak için gönderilmiş muhafızlara yetkililer şunu söylediler: “Farisî
pirleri içinde ona inananlar var mı? Zira herkes, onu dinleyen insanların Tanrı
tarafından lanetleneceğini iyi biliyor.”
Peki
İsa’nın peşinden kimler gitti? Galilee Denizi’ndeki balıkçılar, işçiler,
yoksullar, ekmeği veya parası omadığı için açlıktan ölmenin eşiğinde yaşayan
büyük çoğunluk. İşte Kurtarıcı onlara şunu söylemişti: “Benim mucizelerim
sebebiyle değil ekmeğimi yiyip bundan hoşnut olduğunuz için peşimden
geliyorsunuz.” Bir meczuplar, hastalar ve kaçıklar vardı. İsa onları tüm o
hâllerinden kurtardı. Tahsildarlar, muteber olmayan insanlar, günahkârlar,
sarhoşlar, sefihler ve kötü şöhretli kimselerle uğraşıp durdu.
[…]
İncil’de
anlatıldığı kadarıyla İsa Matthew’un evine gitti. Burada tahsildarlar ve
günahkârlar gelip onunla ve müritleriyle yemek yedi. Farisîler müritlerine şunu
söyledi: “Efendiniz neden tahsildarlarla ve günahkârlarla yemek yiyor?” Bu
soruya İsa şu cevabı verdi: Adil olana değil günahkâr olana vaaz vermeye geldim
ben. Perişan olan insanları kurtarmaya geldim.” İsa gelmezden önce çok sayıda
insan ölmüştü. Köleler, yoksullar, vergi tahsildarları ve fahişeler, sefaletten
ve hakaretten başka bir şey görmediler ömürleri boyunca. İtibarlı, zengin,
hürmet gören kişiler de öldü. Bu sebeple hayatın hiçbir kıymeti yoktu. Sanki
toplumun büyük bir kısmı yok gibiydi, mahvolup gitmişti. Yoksullar ve
fahişeler, bugün hâlâ ölü ve leş olarak muamele görüyorlar.
İsa
Mesih ölüleri diriltmek için gelmişti. O, günahkârları gün ışığına çıkartıyor,
onların erdemlilerle birlikte komünyona (müşterek hayata) duhul etmesine yasak
getiriyor, onlara beddua ediyordu. Günahkârları, dilencileri, sakatları,
cüzzamlıları ve meyhanecileri kendisine mürit kılabilmiş olmasının sebebi
buydu. Onun niyeti, tüm müritlerinin yeni bir krallığa adım atmalarını
sağlamaktı.
İsa’nın
öğretileri zenginlerin kulağını tırmaladı. Bu sebeple onlar onu hiç duymadılar,
her zaman İsa için ağızlarında bir küfür, ellerinde bir taş sakladılar.
İncil’in
aktardığına göre, önde gelen kimi Yahudiler bile ona iman etti. Fakat Farisîler
yüzünden bu Yahudiler, “havradan kovuluruz” korkusuyla imanlarını ikrar
etmediler. Bunlar, Tanrı’nın haşmetinden çok insanın haşmetine sevdalandılar.
Yüce ve kudretli kabul edilen gücün imtiyazlarını ortadan kaldırmaya
niyetlenmiş ayaktakımını savunan bu kişiyi desteklediklerini tüm Yahudilerin
gözü önünde ilân etmeye utandılar.
Peki
İsa Mesih’e kim ikrar verdi? Sokaklarda yatıp kalkan bir dilenci, Kurtarıcı’nın
gözlerini açtığı yoksul bir kör, bedenini satan, Mecdelli Meryem isimli bir
Yahudi kadın, Samiriyeli bir sefih, cüzzamlılar, cin çarpmışlar, sakatlar,
yoksullar ve berduşlar, kısacası çile çeken, ıstıraplı bir yürekle
kurtarıcısını bekleyip duran ihtiyar bir kadın misali, eski dünyanın reddettiği
herkes.
Onlar
“Mesih geldiğinde her şeyi yoluna koyacak” dediler. İsa ise şu cevabı verdi
onlara: “O geldi!” İsa Mesih’in bahsini ettiği krallık zenginler için değildi,
zira orada mülkiyete artık izin yoktu. İsa’nın müridi olmak isteyen zengin
adamın hikâyesini hepimiz biliyoruz. Daha yolun başında o adamın içini hüzün
kapladı, zira İsa, ona malını mülkünü satmasını, parasını da yoksullara
vermesini söyledi.
Bugün
de birçok insan, vicdanının sesini dinleyerek devrimlerle bu yoldan ilişki
kuruyor, lâkin kısa bir süre sonra zenginliklerinin peşinden gidip hüzne
kapılıyorlar, korkuyorlar ve yoldan çıkıyorlar. İsa’nın da dile getirdiği
biçimiyle, “bir zenginin Tanrı’nın krallığına girmesi, kalın bir kemendin iğne
deliğinden geçmesinden daha zordur.”[1]
İsa
Mesih’in bahsini ettiği krallık büyük olanlar için değildir, zira gurur ve
eskiden beri varolan sınıfsal farklılıkların kabul edilmesi kesinlikle mümkün
değildir. İlk sırada olanlar orada son sıraya yerleşeceklerdir. Bu krallık,
kendi görüşlerini çoğunluğa dayatmaya çalışan fakihler, hekimler ve rahipler
için değildir, çünkü aklın köleliğine orada son verilecektir. İsa’nın dediği
gibi: “Eğer adaletiniz bu fakihler ve hekimlerden daha büyük değilse, siz
Tanrı’nın krallığına giremeyeceksiniz.”
Peki
bu krallığa, İsa’nın tüm dünyaya duyurmak için geldiği toplumsal açıdan vaat
edilmiş topraklara ilkin kimler adım atacak? İlk adımı günahkârlar, vergi
verenler, yoksullar, itibar görmeyenler, yüzlerce yıldır emek harcayarak, alın
teri dökerek toplum denilen çorak çölü bir baştan bir başa geçen tüm o kadın ve
erkekler atacaklardır.
[…]
İsa,
havarilerinden eski topluma karşı mücadelenin uzun ve meşakkatli olduğu
gerçeğini hiç gizlemedi. İsa, insanlara İncil’in devrimci ilkeleri
doğrultusunda yavaş yavaş, adım adım ilerleneceğini söyledi: “Eski şarabı içen,
kısa süre sonra yenisini isteyecektir çünkü eski şarap daha iyidir.”
Yeni
bir toplumu inşa etmek kum üzerine yeni bir ev kurmak gibidir. Çoğunlukla
dalgalar gelir, rüzgârlar eser ve duvarları savurup götürür. Daha önce de
denedik adil ve insanî bir toplum kurmayı ama yabancı güçlere ait ordular
geldi, zorbalığın o büyük rüzgârları esti ve ecdadımızın tüm emeğini alıp
götürdü. Yeni toplum kayalık bir zemin üzerine inşa edilene dek aynı şey gelip
duracak başımıza. O zemin ki halkın kanaatini ve imanını ifade ediyor. Toplum,
böylesi bir zemin üzerine inşa edildiğinde, ister büyük rüzgârlar essin isterse
devasa dalgalar kabarsın, hiçbir güç onu yıkamaz.
Dünyanın
eskiden beri muhafaza edilmiş olan fiilî yapısına karşı mücadele hem uzundur
hem de ağırdır.[2]
[…]
İsa
Mesih, komünyonun, müşterek toplumun somut işareti olarak gördüğü, kardeşlik
üzerine kurulu kutsal birliği takdis eder. Onun dediğine göre, herkes aynı
ekmeği yiyecek, herkes aynı şarabı içecek, herkes tek bir kan ve tek bir beden
olacaktır. Hayatı mümkün kılan, insanların tek bir bütün olabilmeleridir.
Bereketin kaynağı da karşılıklı yardımlaşmaya, iştirakçiliğe dayalı toplumsal
hayattır: “Benim etimden yiyen, ebedî hayata kavuşacaktır.” Bu sözü söyleyen
İsa, insanî birliğin bedenlenmiş hâli gibidir. Kendisine iştirak etmemizi, onun
içinde yaşamamızı tavsiye eden İsa, kendimizi beslememizi ve insanlık ailesi
olarak yaşamamızı şart koşar. İnsanî birlik, insanla Tanrı arasındaki bağdır.
Cem olmak, “Baba” ile birlikte topluma duhul etmek, bu bağ sayesinde mümkündür.
Aynı ekmekten pay almak suretiyle bizler, aynı Tanrı’ya iştirak ederiz.
Ekmeği
bölerken İsa “Al ye, bu benim bedenimdir” der. Aslında kastettiği, tüm
insanlığın bedenidir. Şarabı kadehe döküp “al iç, bu benim kanımdır” derken de
kastettiği tüm insanlığı kanıdır. İnsanlığa iştirak etmek Mesih’e iştirak
etmek, Mesih’e iştirak etmekse Tanrı’ya iştirak etmektir.
[…]
İsa
şunu söyler: “Ben hayatın ekmeğiyim. Bu dilim ekmeği yiyen kişi ebedî hayata
kavuşacaktır, verdiğim ekmek dünyanın özgürlüğüne kavuşması için feda ettiğim
bedenimdir.” Bazılarına itici gelse de İsa bu tür sözler söylemeye devam eder:
“Hakikat şu ki bir insanın evladına ait bedeni yemezseniz, kanını içmezseniz
bir hayatınız da olmayacak. Etimden pay alan, kanımdan bir yudum içenin ikamet
edeceği yer benim içimdir, o vakit ben de onun için de olacağım.”
Kan
içip et yemeyi emreden bu kanun üzerinden bizler bedensel olarak birbirimizi
besler, birlikte yaşarız. Bu, aslında sosyalist Hristiyanlığın son sözü, aşkın
yanıdır.
Birlik
olmak müşterek hayatı koşullar. Tüm insanlar birdir, birleşmeli, birlikte
yaşamalı, aynı ekmeği yiyip aynı şarabı yudumlamalıdır. Toplumsal mülkiyet,
doğalında evlilik eyleminin bir sonucudur, dolayısıyla insanlığın iştirak
edeceği o büyük düğünün ardından herkes aynı imtiyazlara sahip olmalıdır.
“Önce
Tanrı’nın krallığının ve ondaki erdemliliğin peşine düş, böylelikle hayatındaki
her şey sana bolca temin edilecektir” der İsa. Esasında o bu yeni toplumda
bizlere adil ve özgürlükçü babanın herkesi gözeten idaresini vaat etmektedir.
O baba ki her şeyi insanların ihtiyaçlarına göre dağıtacak[3], tüm
insanların üzerinde, onları eşit olarak aydınlatacak bir güneş gibi
ışıyacaktır.
Mensuplarının
açlığın, susuzluğun ve soğuğun çilesini çektiği bir toplum asla Hristiyan
toplumu değildir, çünkü o, içeceklerin, yiyeceklerin ve giyeceklerin cennetteki
hava ve ışık gibi herkesçe müştereken paylaşılmasını istemiştir.
[…]
Mülkiyet,
artık onu toprağa gömen bir avuç insan arasında dolaşıp durmayacak[4], pasın ve
kurtların yiyip tükettiği o mülkiyet herkese ait olacak, dolaşıma girdikçe
katlanıp çoğalacaktır. Böylelikle de tüm zenginlikler, herkesin üzerine bir nur
gibi inecektir. Gasp, kişisel servet ve altın biriktirme ailelerin ve
yurttaşların hayatlarından çıkıp gidecektir. Tanrı Mammon’a tapınaklara girmeyi
yasak ettiğinden, o gün borsa ve banka yok olacaktır. İsa Mesih’in sözü gayet
açıktır: “İnsan, aynı anda iki efendiye hizmet edemez. Birini sevip birinden
nefret etmek zorundasınız, birini onurlandırıp diğerini hor görmelisiniz. Hem
Tanrı’ya hem de paraya hizmet edemezsiniz. Aynı anda hem Hristiyan hem de
toprak sahibi olamazsınız.”
Kardeşlik,
hâlen daha birlik denilen o kutsal kanunun bir eseridir. İsa’nın dediği gibi:
“Sizin sadece tek bir babanız var. Hepiniz kardeşsiniz.” İsevîler, etrafa bakıp
komşu halklara, diğer milletlere “kardeşlerimiz” diyecek. Tüm insanlar
kardeştir, çünkü hepsi de Tanrı’nın evladıdır.
Tüm
insanları sefil bir kardeşliğe indirgeyen, onları aynı batından doğmuş domuzlar
gibi gören, mekruh materyalizmin öğretilerinin seviyesine düşürmeyelim
kendimizi. Sırf domuz diye ona özgürce zulmetsek bile, onları bir çubukla ağıla
soksak bile, bu, bizi tanrı yapmaz, çünkü tanrılar yıldırım kuşanmışlardır. İsa
Mesih’in herkese yıldırım çocukları anlamında James ve John ismi vermelerinin
nedeni budur.[5]
Kardeşlerim,
ey devrimciler, sizler Tanrı’nın çocuklarısınız. Aşağılandınız, öfkendiniz,
hırpalandınız, fahişeler ve suçlularla birlikte hapse tıkıldınız. Suçlu görülüp
mahkemeye çıkartılıyorsunuz. Bugün size efendim İsa Mesih adına güzel bir haber
vereceğim: “Siz toprağın tuzusunuz. Dünyanın nurusunuz! O nuru gizlemeyin,
kandil gibi insanları aydınlatın. Devletler, baskı uygulayarak o nuru boğmaya
çalışıyorlar, izin vermeyin. O kandil, devlete rağmen yanmaya devam etsin,
hepsine karşı koyun. Sağlam durun, sebatkâr olun, zafer sizin olacaktır. Her
şeyin ötesinde büyük ajitatör İsa’nın size söylediği söze kulak verin:
Gittiğiniz her yerde milletinizin kayıp olan koyununu arayın, yeni toplumun
kurulacağı günün artık çok yakında olduğunu vaaz edin. Hastaları iyileştirin,
şehitleri diriltin, ahlâken çürümüş olanları iyileştirin, köleleşmiş ruhları
kapı dışarı edin. Size karşılıksız verileni karşılıksız dağıtın.
Altın
ve gümüş mülk edinmeyin, kemerinizde tek kuruş taşımayın. Yoksulluğunuz
mülkiyetin yol açtığı ihlalleri dönük bir tepkidir. Yola koyulduğunuzda ne
çanta ne palto ne ayakkabı ne bir eşya alın, çünkü yola çıkan bakımı ve ilgiyi
de hak ediyordur. Size devletten çok kardeşleriniz yardım edecektir.
Hangi
kasaba veya köye giderseniz gidin orada kaldığınız süre boyunca sizi kabule ve
size ev sahipliği yapmaya lâyık birilerini arayın. O kişinin evine girdiğinizde
“bu ev huzur bulsun” diyerek selamınızı verin.
Sizi
kurtların üzerine salınmış bir kuzu gibi bıraktım bu âleme, zira elinizde söz
ve hakikatten başka bir silâh yok ve silâhlı, güçlü insanlarla uğraşmak zorunda
kalacaksınız. Bu sebeple bir yılan kadar ihtiyatlı, bir güvercin kadar sade
olun. Sizleri hâkim karşısına çıkartacak, devlet yetkililerine teslim edecek
kişilerden uzak durun. Size bir şehirde zulmediyorlarsa, başkasına hicret edin.
Size söz, gerçekte halk, tüm o şehirlere gitmezden önce sizinle ilgili kararı
zaten verecektir.
Gizli
kapaklı yerlerde öğrendiklerinize kulak verecek insanlara bildiklerinizi
anlatın, İncil’in faş ettiği sırrı insanlara vaaz edin. Onların sizi öldürmesi
muhtemel, korkmayın. Onlar sadece bedenlerinizi öldürebilir, ruhlarınız
üzerinde tatbik edebilecekleri herhangi bir güçleri yoktur. Beden ölür ama
geriye yakaracak, tepkisini ortaya koyacak ve intikam çığlığı atacak bir ruh
kalır. Asıl aklı ve bedeni öldüren, onları cehalet ve yozlaşmanın cehennemine
sürükleyen kölelikten korkun.
Tüm
samimiyetimle inanıyorum, bence İsa Mesih’in havarilere verdiği nasihat işte
budur. O havariler ki ilk devrimcilerdir ve tüm o propaganda ve vaazlarla bizim
tamama erdireceğimiz o büyük kurtuluş görevi için ilk adımı atmışlardır.
Dolayısıyla onların yaptıklarını yapalım, yanımıza tek bir eşya veya para
almadan, özgürlüğün misyonerleri olarak, yola yalınayak koyulalım. İnsanlarla
konuşalım ve onlara matbu eserlerimiz ve eylemlerimizle büyük günün yakın
olduğunu, hazırlık yapmamız gerektiğini söyleyelim. O güneş birden doğacak,
kimsenin beklemediği bir anda kendisini gösterecektir.
Alphonse Esquiros
1840
[Kaynak:
Before Marx: Socialism and Communism in France, 1830-48, Yayına Hz.:
Paul E. Corcoran, Macmillan Press, 213-219.]
Dipnotlar:
[1] Burada Esquiros, Matta 19: 24’ü yanlış aktarmaktadır. Doğrusu şu
şekildedir: “Bir zenginin Tanrı’nın krallığına girmesi bir devenin iğne
deliğinden geçmesinden daha zordur.”
[2]
Pasaj, Markos 13:7-23’teki savaşlar ve savaş dedikoduları konusunda uyarıda
bulunan bir ifade ile devam ediyor: “Bunlar çekilecek dertlerin başlangıcıdır.”
[3]
Vurgu özgün metne ait.
[4]
Burada Matta 25:14-30’sa geçen, toprağa tüm yeteneklerini gömen bir hizmetçiyle
ilgili mesele göndermede bulunuyor.
[5]
Burada neye atıfta bulunulduğu net olarak anlaşılmasa da domuz ve altın
arasındaki karşıtlığın analojik düzeyde ele alındığını söylemek mümkün. Pasaj
aynı zamanda materyalist sosyalizme yönelik eleştirel bir cevap niteliktedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder