Pages

07 Şubat 2018

Teorik Öntezler

Takdim

Müstear adı Hasan Abdullah Hamdan olan Mehdi Amil, 1936’da Lübnan’da dünyaya geldi. Felsefe okumak için 1956’da Fransa’nın Lyon kentine gitti. 1967’de doktorasını tamamladı. 1960 yılında Lübnan Komünist Partisi’ne giren Amil, 1963 yılında Konstantin şehrinde öğretmenleri eğitmek üzere bağımsızlığına yeni kavuşmuş olan Cezayir’e gitti. Öğretmen okulundaki görevi süresince, Révolution Africaine [“Afrika Devrimi”] dergisi için Fanon’un devrimci düşüncesine dair makalesi dâhil birçok makale kaleme aldı. Amil’in Cezayir’de kaldığı dönem, Afrika ve dünyadaki kurtuluş hareketlerinin altın çağı idi. Bir bakıma Cezayir, devrimcilerin ve ilericilerin Mekke’si gibiydi. Başkent, o dönemde her eylemcinin sığınağı durumundaydı. Ülkeyi yöneten, savaşın sınavından geçmiş olan Ulusal Kurtuluş Cephesi, ABD ve Kanada’dakiler dâhil birçok kurtuluş hareketine ideolojik, diplomatik, mali ve askeri destek temin etmekteydi. Ana merkezi Cezayir’de bulunan Üçüncü Dünyacı hareketlerle kurduğu temaslar ve bu hareketlerle kurduğu muhabbet, Amil’in Arap toplumlarında kurtuluş hareketine dair ileride geliştireceği teoriyi biçimlendirdi ve bu bilgi birikimi onun analizlerini besleyecek zemini teşkil etti.[1] Amil’in çok sayıda teorik çalışması arasında Gündelik Düşüncenin Eleştirisi (1988), Arap Medeniyetinin mi Yoksa Arap Burjuvazisi mi Krizde? (1974) ve burada pasajlar aktardığımız Sosyal Düşüncenin Milli Kurtuluş Hareketi Üzerine Etkisiyle İlgili Çalışma İçin Teorik Öntezler (1973) gibi çalışmaları ekleyebiliriz. Bu muazzam teorik çalışmaya ek olarak Amil, ayrıca iki de şiir seçkisi yayınladı.

Amil, Arap toplumlarında Marksizme dair yazılarını hayal kırıklığının hüküm sürdüğü bir bağlam dâhilinde kaleme aldı. Hayal kırıklığı, esasen ulusal bağımsızlık süreci ile alakalıydı, zira bu süreçte sömürgecileri ön kapıdan kovanlar, onların yeni sömürgecilik düzenine ait ekonomik yapılarını arka kapıdan içeri aldılar. Buna ek olarak ulusal bağımsızlıkla ulaşılacağı umulan kurtuluşa da kimse vakıf olamadı. Bağımsızlık sonrası Arap dünyasında aydınlar, kapitalist Batı’nın koltuğunun altına sığındılar, ekonomi ve toplumla alakalı kararların Batı’nın almasına izin verdiler. Bu noktada Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşları ve çokuluslu şirketler devreye girdi. Mehdi Amil’in Teorik Öntezler çalışmasında asıl üzerinde durduğu konu, Arap toplumlarına kendisini hâlen daha dayatan emperyalizm olgusuydu. Amil’in koyduğu teşhisi ve geliştirdiği teoriyi altmışlarda ve yetmişlerde Arap Marksist-Leninist hareketler de paylaşıyordu. Bağımsızlık sonrası süreçte milli burjuvazi ile emperyalistler arasında yaşanan yakınlaşma ve yeni-sömürgecilik biçimini alan ilişki tarzının amacı, eski sömürge ülkelerin bağımsızlığa kavuşması sonrası toplumsal ve ekonomik durumun muhafaza edilmesiydi. Öğrenci hareketleri ve sömürgeciliğin geri dönüşüne karşı koymak adına kitleleri örgütleyip muhalefet partileri kurmuş olan, hayal kırıklığı içerisindeki milli kurtuluş hareketi liderleri, bu eğilimi ağır bir dille eleştirdiler ve ona karşı çıktılar. Örneğin Faslı Öğrenciler Milli Birliği, 1958 gibi erken bir tarihte önemli bir tespitte bulunarak, emperyalizmle mücadeleyi ana önceliklerden biri olarak belirlemişti. Gelgelelim Marksist-Leninist hareketin sahip olduğu devrimci coşku, kapitalist Batı’nın desteğinden istifade eden iktidarı sıkı sıkıya elinde tutan hâkim sınıflar eliyle bastırıldı.

Teorik Öntezler’de Mehdi Amil, Arap rejimlerinin yoldan sapmalarını Marksist teori üzerinden eleştiriyor ve şunları söylüyordu:

“Marksizm, milli kurtuluş devriminin ideolojisi hâline gelerek, kıymetli olduğunu bir biçimde ispatlamak zorunda. Yani Marksizm, bu kıymetini proletaryanın ideolojisi olarak teorik ve politik sahalarda ortaya koymalı. Ayrıca bizler, proletaryanın ideolojisinin ne olduğunu, milli kurtuluş devriminde bu ideolojinin yerini net olarak belirlemeliyiz. Dahası proletaryanın baskın bir sınıf olarak yer işgal ettiği söz konusu ittifak dâhilinde sahip olduğu yeri tespit etmeliyiz.”[2]

Analizinde Amil, Marksist teorinin “milli ideolojiler”e ait temsilleri dâhilinde, burjuvazinin ve küçük burjuvazinin hâkimiyetine girdiğini söyler. İşçi sınıfının milli kurtuluş hareketi içerisindeki öncü rolünü ortadan kaldırma girişiminin ana kaynağı, “millet meselesi”nin “toplum meselesi”nden ayrıştırılmasıdır. Bu teşhis üzerinden Amil, şu tür bir çıkarımda bulunur: Sınıf mücadelesi ve milli kurtuluş hareketinin yeri ile alakalı analiz, “burjuva, gerici eğilim”le “devrimci eğilim” arasında belirli bir ayrımın oluşmasını sağlamıştır. Burjuva gerici eğilim milliyetçileşmiştir, devrimci eğilimse bağrında “gerçek bir komünist parti”nin liderliğinde hareket eden proletaryanın devrimci arzularını taşımaktadır. Milli kurtuluş hareketini asıl temsil eden, devrimci eğilimdir. Son olarak Amil, oportünist devrimci unsurları burjuva sınıfının yanına iliştirir ve bunların burjuva ideolojisinin ürünü olduğunu söyler. Burjuva sınıfı ile oportünist devrimciler arasında kurulan ittifak üzerinden yeni sömürgecilik, devrimci solu etkisi altına almıştır ve bu etki hâlen daha varlığını sürdürmektedir.

Amil’in çalışmasından yapılan seçki, temelde emperyalizm meselesiyle ilgilidir. Buradaki alıntılar, Arap toplumlarının “sömürgeci üretim tarzı” dâhilinde eskiden sömürge milletler olarak kendilerini nasıl algıladıkları üzerinde durmaktadır. Amil’e göre bu “sömürgeci üretim tarzı, kapitalist üretim tarzından farklıdır ve “yapısal açıdan kapitalizmin tarihsel oluşumuna ama aynı zamanda emperyalizmin mevcut gelişimine tabi olan bir kapitalizm biçimidir.” (A.g.e., s. 10.) Kendi görüşlerini dayatmak için gerekli araçlara sahip olan hegemonik ve emperyalist toplumların gözüyle bakmak yerine Amil, analizini yapısal açıdan emperyalizme tabi olan zayıflar üzerine kurar. Hâkim unsur yerine madunlara odaklanmayı öngören bu paradigma değişikliği, aynı zamanda Arap toplumlarının gerçekliğine uyarlanmış Marksist kavramsal çerçeveyle Arapçayı buluşturmayı gerekli kılmaktadır. Sonuç olarak, sömürgeci üretim tarzını ve Arap toplumlarında bu üretim tarzının bilfiil doğasında işleyen sınıf mücadelesini analiz etmesinin yanında Amil, ayrıca analizlerini aktarmak için gerekli bilimsel dili üretmek için de gayret eder. Bu amaçla, o çok yönlü teorik çabası dâhilinde Amil, emperyalist üretim teorisiyle onun Arap toplumlarındaki işçi sınıfı üzerindeki etkilerine dair değerlendirmelerini bir araya getirir ve Arap Marksizminin genel bakış açısı üzerinden söz konusu teorilerini dile getirmek için gerekli olan kavramsal araçları üretmeye çalışır.

Mehdi Amil’in “kapitalist üretim tarzı” teorisi, Arap komünist partilerinin girdiği durgunluk sürecine yol açan faktörlere dair analizini kabul eden Marksist-Leninistlere ilham vermiştir. Benim vakıf olduğum bir örnek olarak Fas’ta, Marksist-Leninist hareket, proletaryanın politik devrimi için gerekli kültürel koşulları oluşturmak için uğraşmıştır. Söz konusu hareket, Ali Yata liderliğinde Fas Komünist Partisi’nin Sovyet hâkimiyetinden kopamaması ve kabul görme çabası dâhilinde kraliyetle bağlarını kesememesine dönük bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. 1970’ten beri bu gruplar, Faslı bir Yahudi olan Abraham Serfati, romancı, şair Abdullatif Lâbi ve felsefe öğretmeni Abdullatif Zerual liderliğinde, İle’l Emem (“İleri!”) hareketini oluşturmuşlardır. Bu devrimci grup, birçok ismi sosyal-kültürel ve politik meseleleri ele alan Enfâs (“Nefesler”) isimli derginin etrafında bir araya getirmiştir. Politik çalışmalarına ek olarak dergi, Muhammed Hayir Eddine’nin ifadesine başvurursak eğer, klasik kalıplar dâhilinde taşlaşmış olan Arapça konusunda bir “dilbilimsel gerilla savaşı” vermiştir.[3] 1972-1974 arası dönemde Fas’ta yüzlerce üyesi tutuklanan ve işkence gören hareket Fas diasporasında varlığını sürdürmüştür. Doksanların başında liderlerinin büyük kısmı serbest bırakılmış, Marksist-Leninist örgütün eski ve yeni üyeleri Fas’ta insan hakları hareketi içerisinde yer almışlardır. Hapishane yazını esas olarak hareketin üyelerince üretilmiştir. Amil’in çalışmaları bu yazının ürettiği çalışmaların büyük bir kısmı için ana teorik dayanak durumundadır ve söz konusu çalışmalar bu özelliğini hâlen daha korumaktadır. Bu bile tek başına incelenmeyi hak eden bir husustur.

İbrahim Guabli

¤ ¤ ¤

[…] Bazı insanlar, sağlam bir ilişkiler ağı dâhilinde, düşüncede, onun içsel yapısının güvenirliği, mantığındaki titizlik, teorik kavramların dinamik bir tümdengelim pratiğinin sonucu oluşu ve o kavramların düzenlenmesi (örgütlenmesi) konusunda sorun bulduklarında, aslında eleştirilerini bilimsel düşüncenin doğasına ve onun teorik faaliyetine dair cahillikleri üzerinden dile getiriyorlar. Empirik düşünceyle veya bilgiyi deneysel gerçekliğin belgelere dayalı kaydı olarak anlayan pozitivist düşünceyle ilişki kuruluyor, sıradan gündelik dil içerisinde, detaylardan ve olayların ateşinden geriye hiçbir şey kalıyor. Sonuçta bu insanlar, bilginin üretimi için gerekli teorik kavramların rolünü görmezden geliyorlar, düşüncenin bir tür ön bilgi olan konu başlığı ile ilgili düşünsel faaliyeti önemsemiyorlar. Bu araçlar, zaten elde hazır mevcut olan şeyler değiller, dolayısıyla üretilmek, yeniden üretilmek zorundalar. Bu, Marksist teorik kavramlar için de geçerli. Esasında daha net ifade edersek, bilgi üretimine ait araçların üretimi denilen faaliyet, bu deneysel düşünce için zaten mevcut değil. Daha önce, teorizasyon yönünde ortaya koyduğum çabanın idrak edilmesi hususunda ifade ettiğim kafa karışıklığının kaynağı da burası. […]

[…] Sömürgeci üretim tarzı denilen kavramı somutlaştıran ana unsur, dile getirilen materyalist diyalektik anlayışı. Bu teorik kavramın işlevini anlamak için, sömürge veya eskiden sömürge olan toplumlarla emperyalist toplumlar arasındaki ilişkinin iki tarafı arasındaki yapısal farkı anlamak gerek. Bu noktada beynelmilel kapitalist sistem içerisinde iki tarafın birliği üzerinden bakılmalı meseleye. İki taraf arasındaki ilişkiyi Hegelci diyalektik ışığında incelemek, sonuçta ortaya bir tür simetri çıkartıyor. Tarafların gelişimindeki karşılaşılan her bir sapakta ortaya çıkan farklılıkla yüzleşilmek zorunda. Diğer tarafla kurulan organik bağ dâhilinde işleyen süreç ele alınmalı. Sonuçta bilgi, bu tarz bir düşünce için imkânsız hâle geliyor veya elde edilen bilgi biçimi konuyu gözden kaçırıyor, zira bu düşünce pratiği, Arap toplumlarındaki özel yapıyı anlamak için kullanılan, hazır elde bulunan kavramları dile pelesenk etmekten başka bir işe yaramıyor. Bu pratik dâhilinde gelişimin dayandığı genel çerçeve üzerinden, emperyalist toplumlar ve yapısındaki ilerleme aşamalarını bilmek gerek. Bu tür bir düşünce pratiği üzerinden, donmuş düşünce kendi çerçevesini okumak suretiyle yaklaşıyor tarihsel gerçekliğe, böylelikle sadece emperyalist ülkelerde kapitalizmin içinden geçtiği aynı tarihsel aşamalara bakılıyor. Bu tarz bir düşünme pratiği üzerinden basitliğe kaçılıyor ve herkesin dile getirip durduğu tüm o yanlış argümanlar, son elli yıldır görüldüğü üzere, Arap devrimci hareketinin pratiklerine damgasını vuruyor. Bu bağlamda milli kurtuluş döneminin sosyalizme geçiş aşamasından bağımsız olduğu iddia ediliyor ve bu iddia üzerinden, kapitalizmin inşa edildiği aşamanın bu milli kurtuluş dönemi olduğu, bu dönemde işçi sınıfının oluştuğu söyleniyor. Tabii buradaki kurgu, gelişmiş kapitalist toplumlardaki modele bir biçimde uygun düşüyor. Bu aşamada sınıfsal liderlik “milliyetçi” burjuvazinin elindedir. Emperyalizme hasım olan bu sınıfın karşısında devrimci hareket ve proletarya, sadece burjuvaziyi desteklemekle yetiniyor. Her şeyin yoğun bir dönüşüm içerisinde olduğu böylesi koşullarda esasen bu, ölümcül sonuçlar doğurabilecek türden bir hatadır.

Bence sömürgeci üretim tarzı tarihsel bir form ve kapitalist üretim tarzından farklı. O, esasen kapitalizmin tarihsel oluşum ve fiilî gelişimi dâhilinde, emperyalizme yapısal düzeyde bağımlı olan bir biçimi. Örnek olarak burada ben, kapitalizmin ilgili biçimiyle emperyalist kapitalizm arasındaki farklılıkların yapısını tarif etmeye çalıştım. Aralarındaki farklılıkları esasta izah eden ana ayrımsa şu: bizim gibi sömürge toplumlarda kapitalizm, dünya kapitalist sisteminde görülen kriz dönemi boyunca tarihsel planda oluşmaya başladı. Dolayısıyla onun gelişimi, özünde yaşadığı krizin de bir aşaması. Öte yandan bu kapitalizm, Avrupa’da kapitalist üretim tarzının tanıklık ettiği devrimci aşamayı hiç yaşamadı. Sahip olduğu yapı, krize has, kriz benzeri bir yapı ve bu kriz, emperyalist hegemonya ile birlikte devreye giren oluşum sürecinin başından beri mevcut. Sonuçta tarihsel gelişimi bu kriz benzeri yapıyla sürekli kesintiye uğradı. Yani gelişim süreci sürekli krizde. Onu dizginleyen güç içeride, yapının emperyalizme bağımlı oluşunda. Bu, kademeli gelişim yasasının en belirgin alameti ve dünya kapitalist sisteme hükmeden de bu kriz. Sömürge toplumlarına ait yapıda sınıfsal farklılaşma sürecinin kesintiye uğramasını buradan izah edebiliriz. Bu sürecin oluşması ile birlikte ona mani olan yapıdaki içsel engel de ortaya çıkıyor. Bu içsel engelse, bahsini ettiğimiz yapı. Bağımlı kapitalizmin koşulladığı bu yapıya ben, “sömürgeci üretimin yapısı” adını veriyorum. Dünya kapitalist düzenindeki birliğin bileşenleri olarak, emperyalist üretim ve sömürgeci üretim yapıları arasında, ilerleme düzeyleri açısından ortaya çıkan fark, niceliksel değil yapısal bir fark. Yani yapılarda bir farklılık söz konusu, dolayısıyla sömürgeci üretimin emperyalist olması veya emperyalistleri yakalaması asla mümkün değil. Emperyalizme yönelik yapısal bağımlılık ilişkilerinde belirleyici olan maddi temel, bu farklılığın sebebidir. Bu sebeple, sömürgeci üretim emperyalist üretime tabidir. Görüldüğü kadarıyla emperyalist, kapitalist üretim önceki üretim ilişkilerini ortadan kaldırmak için yayılmacı bir ilerleme sürecine tanıklık ederken, sömürgeci üretim gelişimi itibarıyla nispeten daha zayıftır. Sömürgeci dönemden kalma toplumsal yapı dâhilinde birlikte varolduğu önceki ilişkilerin imhası güçleşir. Gelişim süreci dâhilinde, üretim tarzı, tersten, önceki ilişki biçimlerinin yenilenmesine imkân sağlar. Önceki ilişkilere hükmeden üretim tarzı kendisini gene bu ilişkiler dâhilinde yeniden üretir.

–Arapçadan İngilizceye Tercüme Eden: İbrahim Guabli
Kaynak

[Muqaddimât nazariyye lidirâsat azarü’l-fikr el-iştirâkî fî araket’üt taarrur’ül waânî (Theoretical Preliminaries to the Study of the Impact of Social Thought on the National Liberation Movement –“Sosyal Düşüncenin Milli Kurtuluş Hareketi Üzerine Etkisiyle İlgili Çalışma İçin Teorik Öntezler”) (Beyrut: Dâr al-Farâbî, 2013), s. 4-11.]

Dipnotlar:
[1] Amil’in teorik ve politik macerasına dair kısa bir değerlendirme için bkz. Vijay Prashad, “Arap Gramsci”, 21 Mart 2014, Frontline. Türkçesi: İştirakî.

[2] Mahdi Amel, Muqaddimāt naariyya lidirāsat athar al-fikr al-ishtirākī fī arakat al-taarrur al-waānī (Beyrut: Dār al-Farābī, 2013), s. 1.

[3] Mohamed Khair-Eddine, Moi, l’aigre (Paris: Seuil, 1970), s. 28.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder