Müstear
adı Hasan Abdullah Hamdan olan Mehdi Amil, 1936’da Lübnan’da dünyaya geldi.
Felsefe okumak için 1956’da Fransa’nın Lyon kentine gitti. 1967’de doktorasını
tamamladı. 1960 yılında Lübnan Komünist Partisi’ne giren Amil, 1963 yılında
Konstantin şehrinde öğretmenleri eğitmek üzere bağımsızlığına yeni kavuşmuş
olan Cezayir’e gitti. Öğretmen okulundaki görevi süresince, Révolution
Africaine [“Afrika Devrimi”] dergisi için Fanon’un devrimci düşüncesine
dair makalesi dâhil birçok makale kaleme aldı. Amil’in Cezayir’de kaldığı
dönem, Afrika ve dünyadaki kurtuluş hareketlerinin altın çağı idi. Bir bakıma
Cezayir, devrimcilerin ve ilericilerin Mekke’si gibiydi. Başkent, o dönemde her
eylemcinin sığınağı durumundaydı. Ülkeyi yöneten, savaşın sınavından geçmiş
olan Ulusal Kurtuluş Cephesi, ABD ve Kanada’dakiler dâhil birçok kurtuluş
hareketine ideolojik, diplomatik, mali ve askeri destek temin etmekteydi. Ana
merkezi Cezayir’de bulunan Üçüncü Dünyacı hareketlerle kurduğu temaslar ve bu
hareketlerle kurduğu muhabbet, Amil’in Arap toplumlarında kurtuluş hareketine
dair ileride geliştireceği teoriyi biçimlendirdi ve bu bilgi birikimi onun
analizlerini besleyecek zemini teşkil etti.[1] Amil’in çok sayıda teorik
çalışması arasında Gündelik Düşüncenin Eleştirisi (1988), Arap
Medeniyetinin mi Yoksa Arap Burjuvazisi mi Krizde? (1974) ve burada
pasajlar aktardığımız Sosyal Düşüncenin Milli Kurtuluş Hareketi Üzerine
Etkisiyle İlgili Çalışma İçin Teorik Öntezler (1973) gibi çalışmaları
ekleyebiliriz. Bu muazzam teorik çalışmaya ek olarak Amil, ayrıca iki de şiir
seçkisi yayınladı.
Amil,
Arap toplumlarında Marksizme dair yazılarını hayal kırıklığının hüküm sürdüğü
bir bağlam dâhilinde kaleme aldı. Hayal kırıklığı, esasen ulusal bağımsızlık
süreci ile alakalıydı, zira bu süreçte sömürgecileri ön kapıdan kovanlar,
onların yeni sömürgecilik düzenine ait ekonomik yapılarını arka kapıdan içeri
aldılar. Buna ek olarak ulusal bağımsızlıkla ulaşılacağı umulan kurtuluşa da
kimse vakıf olamadı. Bağımsızlık sonrası Arap dünyasında aydınlar, kapitalist
Batı’nın koltuğunun altına sığındılar, ekonomi ve toplumla alakalı kararların
Batı’nın almasına izin verdiler. Bu noktada Dünya Bankası gibi uluslararası
finans kuruluşları ve çokuluslu şirketler devreye girdi. Mehdi Amil’in Teorik
Öntezler çalışmasında asıl üzerinde durduğu konu, Arap toplumlarına
kendisini hâlen daha dayatan emperyalizm olgusuydu. Amil’in koyduğu teşhisi ve
geliştirdiği teoriyi altmışlarda ve yetmişlerde Arap Marksist-Leninist
hareketler de paylaşıyordu. Bağımsızlık sonrası süreçte milli burjuvazi ile
emperyalistler arasında yaşanan yakınlaşma ve yeni-sömürgecilik biçimini alan
ilişki tarzının amacı, eski sömürge ülkelerin bağımsızlığa kavuşması sonrası
toplumsal ve ekonomik durumun muhafaza edilmesiydi. Öğrenci hareketleri ve
sömürgeciliğin geri dönüşüne karşı koymak adına kitleleri örgütleyip muhalefet
partileri kurmuş olan, hayal kırıklığı içerisindeki milli kurtuluş hareketi
liderleri, bu eğilimi ağır bir dille eleştirdiler ve ona karşı çıktılar.
Örneğin Faslı Öğrenciler Milli Birliği, 1958 gibi erken bir tarihte önemli bir
tespitte bulunarak, emperyalizmle mücadeleyi ana önceliklerden biri olarak
belirlemişti. Gelgelelim Marksist-Leninist hareketin sahip olduğu devrimci
coşku, kapitalist Batı’nın desteğinden istifade eden iktidarı sıkı sıkıya
elinde tutan hâkim sınıflar eliyle bastırıldı.
Teorik
Öntezler’de Mehdi Amil, Arap rejimlerinin yoldan sapmalarını Marksist
teori üzerinden eleştiriyor ve şunları söylüyordu:
“Marksizm, milli kurtuluş
devriminin ideolojisi hâline gelerek, kıymetli olduğunu bir biçimde ispatlamak
zorunda. Yani Marksizm, bu kıymetini proletaryanın ideolojisi olarak teorik ve
politik sahalarda ortaya koymalı. Ayrıca bizler, proletaryanın ideolojisinin ne
olduğunu, milli kurtuluş devriminde bu ideolojinin yerini net olarak
belirlemeliyiz. Dahası proletaryanın baskın bir sınıf olarak yer işgal ettiği
söz konusu ittifak dâhilinde sahip olduğu yeri tespit etmeliyiz.”[2]
Analizinde
Amil, Marksist teorinin “milli ideolojiler”e ait temsilleri dâhilinde,
burjuvazinin ve küçük burjuvazinin hâkimiyetine girdiğini söyler. İşçi
sınıfının milli kurtuluş hareketi içerisindeki öncü rolünü ortadan kaldırma
girişiminin ana kaynağı, “millet meselesi”nin “toplum meselesi”nden
ayrıştırılmasıdır. Bu teşhis üzerinden Amil, şu tür bir çıkarımda bulunur:
Sınıf mücadelesi ve milli kurtuluş hareketinin yeri ile alakalı analiz,
“burjuva, gerici eğilim”le “devrimci eğilim” arasında belirli bir ayrımın
oluşmasını sağlamıştır. Burjuva gerici eğilim milliyetçileşmiştir, devrimci
eğilimse bağrında “gerçek bir komünist parti”nin liderliğinde hareket eden
proletaryanın devrimci arzularını taşımaktadır. Milli kurtuluş hareketini asıl
temsil eden, devrimci eğilimdir. Son olarak Amil, oportünist devrimci unsurları
burjuva sınıfının yanına iliştirir ve bunların burjuva ideolojisinin ürünü
olduğunu söyler. Burjuva sınıfı ile oportünist devrimciler arasında kurulan
ittifak üzerinden yeni sömürgecilik, devrimci solu etkisi altına almıştır ve bu
etki hâlen daha varlığını sürdürmektedir.
Amil’in
çalışmasından yapılan seçki, temelde emperyalizm meselesiyle ilgilidir.
Buradaki alıntılar, Arap toplumlarının “sömürgeci üretim tarzı” dâhilinde
eskiden sömürge milletler olarak kendilerini nasıl algıladıkları üzerinde
durmaktadır. Amil’e göre bu “sömürgeci üretim tarzı, kapitalist üretim
tarzından farklıdır ve “yapısal açıdan kapitalizmin tarihsel oluşumuna ama aynı
zamanda emperyalizmin mevcut gelişimine tabi olan bir kapitalizm biçimidir.” (A.g.e.,
s. 10.) Kendi görüşlerini dayatmak için gerekli araçlara sahip olan hegemonik
ve emperyalist toplumların gözüyle bakmak yerine Amil, analizini yapısal açıdan
emperyalizme tabi olan zayıflar üzerine kurar. Hâkim unsur yerine madunlara
odaklanmayı öngören bu paradigma değişikliği, aynı zamanda Arap toplumlarının
gerçekliğine uyarlanmış Marksist kavramsal çerçeveyle Arapçayı buluşturmayı
gerekli kılmaktadır. Sonuç olarak, sömürgeci üretim tarzını ve Arap
toplumlarında bu üretim tarzının bilfiil doğasında işleyen sınıf mücadelesini
analiz etmesinin yanında Amil, ayrıca analizlerini aktarmak için gerekli
bilimsel dili üretmek için de gayret eder. Bu amaçla, o çok yönlü teorik çabası
dâhilinde Amil, emperyalist üretim teorisiyle onun Arap toplumlarındaki işçi sınıfı
üzerindeki etkilerine dair değerlendirmelerini bir araya getirir ve Arap
Marksizminin genel bakış açısı üzerinden söz konusu teorilerini dile getirmek
için gerekli olan kavramsal araçları üretmeye çalışır.
Mehdi
Amil’in “kapitalist üretim tarzı” teorisi, Arap komünist partilerinin girdiği
durgunluk sürecine yol açan faktörlere dair analizini kabul eden
Marksist-Leninistlere ilham vermiştir. Benim vakıf olduğum bir örnek olarak
Fas’ta, Marksist-Leninist hareket, proletaryanın politik devrimi için gerekli
kültürel koşulları oluşturmak için uğraşmıştır. Söz konusu hareket, Ali Yata
liderliğinde Fas Komünist Partisi’nin Sovyet hâkimiyetinden kopamaması ve kabul
görme çabası dâhilinde kraliyetle bağlarını kesememesine dönük bir tepki olarak
ortaya çıkmıştır. 1970’ten beri bu gruplar, Faslı bir Yahudi olan Abraham
Serfati, romancı, şair Abdullatif Lâbi ve felsefe öğretmeni Abdullatif Zerual
liderliğinde, İle’l Emem (“İleri!”) hareketini oluşturmuşlardır. Bu
devrimci grup, birçok ismi sosyal-kültürel ve politik meseleleri ele alan Enfâs
(“Nefesler”) isimli derginin etrafında bir araya getirmiştir. Politik
çalışmalarına ek olarak dergi, Muhammed Hayir Eddine’nin ifadesine başvurursak
eğer, klasik kalıplar dâhilinde taşlaşmış olan Arapça konusunda bir
“dilbilimsel gerilla savaşı” vermiştir.[3] 1972-1974 arası dönemde Fas’ta
yüzlerce üyesi tutuklanan ve işkence gören hareket Fas diasporasında varlığını
sürdürmüştür. Doksanların başında liderlerinin büyük kısmı serbest bırakılmış,
Marksist-Leninist örgütün eski ve yeni üyeleri Fas’ta insan hakları hareketi
içerisinde yer almışlardır. Hapishane yazını esas olarak hareketin üyelerince
üretilmiştir. Amil’in çalışmaları bu yazının ürettiği çalışmaların büyük bir
kısmı için ana teorik dayanak durumundadır ve söz konusu çalışmalar bu
özelliğini hâlen daha korumaktadır. Bu bile tek başına incelenmeyi hak eden bir
husustur.
İbrahim Guabli
¤ ¤ ¤
[…] Bazı insanlar, sağlam
bir ilişkiler ağı dâhilinde, düşüncede, onun içsel yapısının güvenirliği,
mantığındaki titizlik, teorik kavramların dinamik bir tümdengelim pratiğinin
sonucu oluşu ve o kavramların düzenlenmesi (örgütlenmesi) konusunda sorun bulduklarında,
aslında eleştirilerini bilimsel düşüncenin doğasına ve onun teorik faaliyetine
dair cahillikleri üzerinden dile getiriyorlar. Empirik düşünceyle veya bilgiyi
deneysel gerçekliğin belgelere dayalı kaydı olarak anlayan pozitivist
düşünceyle ilişki kuruluyor, sıradan gündelik dil içerisinde, detaylardan ve
olayların ateşinden geriye hiçbir şey kalıyor. Sonuçta bu insanlar, bilginin
üretimi için gerekli teorik kavramların rolünü görmezden geliyorlar, düşüncenin
bir tür ön bilgi olan konu başlığı ile ilgili düşünsel faaliyeti
önemsemiyorlar. Bu araçlar, zaten elde hazır mevcut olan şeyler değiller,
dolayısıyla üretilmek, yeniden üretilmek zorundalar. Bu, Marksist teorik
kavramlar için de geçerli. Esasında daha net ifade edersek, bilgi üretimine ait
araçların üretimi denilen faaliyet, bu deneysel düşünce için zaten mevcut
değil. Daha önce, teorizasyon yönünde ortaya koyduğum çabanın idrak edilmesi
hususunda ifade ettiğim kafa karışıklığının kaynağı da burası. […]
[…] Sömürgeci üretim tarzı
denilen kavramı somutlaştıran ana unsur, dile getirilen materyalist diyalektik
anlayışı. Bu teorik kavramın işlevini anlamak için, sömürge veya eskiden
sömürge olan toplumlarla emperyalist toplumlar arasındaki ilişkinin iki tarafı
arasındaki yapısal farkı anlamak gerek. Bu noktada beynelmilel kapitalist
sistem içerisinde iki tarafın birliği üzerinden bakılmalı meseleye. İki taraf
arasındaki ilişkiyi Hegelci diyalektik ışığında incelemek, sonuçta ortaya bir
tür simetri çıkartıyor. Tarafların gelişimindeki karşılaşılan her bir sapakta
ortaya çıkan farklılıkla yüzleşilmek zorunda. Diğer tarafla kurulan organik bağ
dâhilinde işleyen süreç ele alınmalı. Sonuçta bilgi, bu tarz bir düşünce için
imkânsız hâle geliyor veya elde edilen bilgi biçimi konuyu gözden kaçırıyor,
zira bu düşünce pratiği, Arap toplumlarındaki özel yapıyı anlamak için
kullanılan, hazır elde bulunan kavramları dile pelesenk etmekten başka bir işe
yaramıyor. Bu pratik dâhilinde gelişimin dayandığı genel çerçeve üzerinden,
emperyalist toplumlar ve yapısındaki ilerleme aşamalarını bilmek gerek. Bu tür
bir düşünce pratiği üzerinden, donmuş düşünce kendi çerçevesini okumak
suretiyle yaklaşıyor tarihsel gerçekliğe, böylelikle sadece emperyalist
ülkelerde kapitalizmin içinden geçtiği aynı tarihsel aşamalara bakılıyor. Bu
tarz bir düşünme pratiği üzerinden basitliğe kaçılıyor ve herkesin dile getirip
durduğu tüm o yanlış argümanlar, son elli yıldır görüldüğü üzere, Arap devrimci
hareketinin pratiklerine damgasını vuruyor. Bu bağlamda milli kurtuluş
döneminin sosyalizme geçiş aşamasından bağımsız olduğu iddia ediliyor ve bu
iddia üzerinden, kapitalizmin inşa edildiği aşamanın bu milli kurtuluş dönemi
olduğu, bu dönemde işçi sınıfının oluştuğu söyleniyor. Tabii buradaki kurgu, gelişmiş
kapitalist toplumlardaki modele bir biçimde uygun düşüyor. Bu aşamada sınıfsal
liderlik “milliyetçi” burjuvazinin elindedir. Emperyalizme hasım olan bu
sınıfın karşısında devrimci hareket ve proletarya, sadece burjuvaziyi
desteklemekle yetiniyor. Her şeyin yoğun bir dönüşüm içerisinde olduğu böylesi
koşullarda esasen bu, ölümcül sonuçlar doğurabilecek türden bir hatadır.
Bence sömürgeci üretim
tarzı tarihsel bir form ve kapitalist üretim tarzından farklı. O, esasen
kapitalizmin tarihsel oluşum ve fiilî gelişimi dâhilinde, emperyalizme yapısal
düzeyde bağımlı olan bir biçimi. Örnek olarak burada ben, kapitalizmin ilgili biçimiyle
emperyalist kapitalizm arasındaki farklılıkların yapısını tarif etmeye
çalıştım. Aralarındaki farklılıkları esasta izah eden ana ayrımsa şu: bizim
gibi sömürge toplumlarda kapitalizm, dünya kapitalist sisteminde görülen kriz
dönemi boyunca tarihsel planda oluşmaya başladı. Dolayısıyla onun gelişimi,
özünde yaşadığı krizin de bir aşaması. Öte yandan bu kapitalizm, Avrupa’da
kapitalist üretim tarzının tanıklık ettiği devrimci aşamayı hiç yaşamadı. Sahip
olduğu yapı, krize has, kriz benzeri bir yapı ve bu kriz, emperyalist hegemonya
ile birlikte devreye giren oluşum sürecinin başından beri mevcut. Sonuçta
tarihsel gelişimi bu kriz benzeri yapıyla sürekli kesintiye uğradı. Yani
gelişim süreci sürekli krizde. Onu dizginleyen güç içeride, yapının emperyalizme
bağımlı oluşunda. Bu, kademeli gelişim yasasının en belirgin alameti ve dünya
kapitalist sisteme hükmeden de bu kriz. Sömürge toplumlarına ait yapıda
sınıfsal farklılaşma sürecinin kesintiye uğramasını buradan izah edebiliriz. Bu
sürecin oluşması ile birlikte ona mani olan yapıdaki içsel engel de ortaya
çıkıyor. Bu içsel engelse, bahsini ettiğimiz yapı. Bağımlı kapitalizmin
koşulladığı bu yapıya ben, “sömürgeci üretimin yapısı” adını veriyorum. Dünya
kapitalist düzenindeki birliğin bileşenleri olarak, emperyalist üretim ve
sömürgeci üretim yapıları arasında, ilerleme düzeyleri açısından ortaya çıkan
fark, niceliksel değil yapısal bir fark. Yani yapılarda bir farklılık söz
konusu, dolayısıyla sömürgeci üretimin emperyalist olması veya emperyalistleri
yakalaması asla mümkün değil. Emperyalizme yönelik yapısal bağımlılık
ilişkilerinde belirleyici olan maddi temel, bu farklılığın sebebidir. Bu
sebeple, sömürgeci üretim emperyalist üretime tabidir. Görüldüğü kadarıyla
emperyalist, kapitalist üretim önceki üretim ilişkilerini ortadan kaldırmak
için yayılmacı bir ilerleme sürecine tanıklık ederken, sömürgeci üretim
gelişimi itibarıyla nispeten daha zayıftır. Sömürgeci dönemden kalma toplumsal
yapı dâhilinde birlikte varolduğu önceki ilişkilerin imhası güçleşir. Gelişim
süreci dâhilinde, üretim tarzı, tersten, önceki ilişki biçimlerinin
yenilenmesine imkân sağlar. Önceki ilişkilere hükmeden üretim tarzı kendisini
gene bu ilişkiler dâhilinde yeniden üretir.
–Arapçadan İngilizceye Tercüme Eden: İbrahim Guabli
Kaynak
[Muqaddimât
nazariyye lidirâsat azarü’l-fikr el-iştirâkî fî ḥaraket’üt taḥarrur’ül waṭânî (Theoretical
Preliminaries to the Study of the Impact of Social Thought on the National
Liberation Movement –“Sosyal Düşüncenin Milli Kurtuluş Hareketi Üzerine
Etkisiyle İlgili Çalışma İçin Teorik Öntezler”) (Beyrut: Dâr al-Farâbî, 2013),
s. 4-11.]
Dipnotlar:
[1] Amil’in teorik ve politik macerasına dair kısa bir değerlendirme için bkz.
Vijay Prashad, “Arap Gramsci”, 21 Mart 2014, Frontline. Türkçesi: İştirakî.
[2]
Mahdi Amel, Muqaddimāt naḍariyya
lidirāsat athar al-fikr al-ishtirākī fī ḥarakat
al-taḥarrur
al-waṭānī (Beyrut:
Dār al-Farābī, 2013), s. 1.
[3]
Mohamed Khair-Eddine, Moi, l’aigre (Paris: Seuil, 1970), s. 28.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder