İran’da
29 Aralık’ta başlayan ve bir hafta süren gösteriler, süreç içerisinde
sönümlendi. Hükümet ve uluslararası kamuoyu, gösterilerin bir anda patlak
vermesi karşısında şaşkına döndü. 2009’daki Yeşil Hareket’ten farklı olarak bu
sefer gösteriler örgütsüz ve lidersizdi, ayrıca belirli bir gündemden ve
programdan da mahrumdu.
Bugün
bu kısa ömürlü gösterilerin neden patlak verdiği konusunda yoğun bir kafa
karışıklığı söz konusu. Trump ve Amerikan basını, gösterileri rejim karşıtı ve
Tahran’daki İslamî düzeni yıkmaya dönük bir girişim olarak takdim ediyor.
Birçok analist ise gösterilere esas olarak, toplumsal-ekonomik eşitsizliklerin,
artan işsizliğin, yolsuzlukların ve enflasyonun sebep olduğunu söylüyor ki
bunlar, esasen tüm dünya genelinde yaşanan birçok toplumsal ve politik
ayaklanmanın, kimsenin itiraz edemeyeceği sebepler.
Lâkin
Trump ve onun dar kafalı basını, meseleyi yanlış anlıyor. İran halkı, ekonomik
açıdan yüzleşilen güçlüklerin büyük bir kısmının veya belirli bir bölümünün
Amerika’nın ekonomik yaptırımları ve Trump rejiminden kaynaklandığını çok iyi
biliyor. Trump, daha ilk yılında, Obama döneminin Temmuz 2015’te imzaladığı
nükleer anlaşması sonrası İran ekonomisini boğmak için bir dizi yeni yaptırımı
dayattı. Bu yaptırımlar, İran ekonomisindeki sorunları katmerliyor ve gençleri
iş imkânlarından mahrum bırakıyor. Her şeyin ötesinde Trump, aynı zamanda
nükleer anlaşmasını yeniden onaylamayacağını söyledi. Trump, İranlıların
özgürlüklerinden dem vuruyor ve göstericilere açıktan destek veriyor ama bu
durum, aslında onun belirli hedefleri gizleme yöntemi ve bu gerçeği İranlı olan
olmayan herkes biliyor. Ortadoğu’da Bush’un Mart 2003’te Irak’ı işgal etmeden
önce, Iraklıların özgürlüklerinden dem vurduğunu ve Saddam rejimine desteksiz
kimi suçlamalar yönelttiğini kimse unutmuyor. O işgalin milyonlarca Irak’ın
ölmesine, yaralanmasına ve sakat kalmasına sebep olduğunu herkes biliyor.
İnsanlığa karşı onca suç işlemiş olmalarına karşın, ne Bush ne İngiliz
işbirlikçisi Tony Blair çıkartılabildi mahkeme karşısına.
Son
gösteri dalgasının küçük şehirlerle ve kasabalarla sınırlı kalması, gayet
anlaşılır bir durum. Alt sınıftan İranlıların sosyo-ekonomik düzlemde
yaşadıkları hayal kırıklıklarının yön verdiği gösterilerin fitilini, ilkin
elitler arasındaki iktidar ve kaynak kavgası tutuşturdu. İşsizlik, artan hayat
pahalılığı ve enflasyon ülkedeki en önemli ekonomik sorunlar. Bunlar, Arap
Baharı’na tanıklık etmiş Ortadoğu ülkelerinin de yüzleştiği sorunlardı. Bu
anlamda İran’daki gösteriler, ekonomik eşitsizliklere ve adaletsizliklere karşı
tüm dünya genelinde yapılan gösterilere bağlandı. Bu gösterilerin en canlı
örneği, ABD’deki “Wall Street’i İşgal Et” hareketiydi. O olaylarda Amerikan
polisi, göstericilere karşı aşırı güç kullanmış, birçok kişiyi gözaltına alıp
tutuklamıştı. İran polisi ve milisler de benzer bir yoldan gösterileri bastırdı
ama asıl mesele, büyük şehirlerde düzenlenen hükümet yanlısı devasa
yürüyüşlerin göstericilerin cesaretini kırması ve korkutmasıydı. Ama öte yandan
adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin giderilmemesi ve yol açtıkları etkinin
azaltılmaması, ileride daha şiddetli gösterilerin yaşanması riskini de
beraberinde getiriyor. Bu, hikâyenin sonu değil elbette, sadece yeni bir kalk
borusu ötmekte olan.
Muhafazakârlarla
reformistler arasında cereyan eden iktidar ve kaynaklarla ilgili kavga
tetikledi gösterileri. Bu, 1979 sonrasında ülke siyasetinde sık sık
karşılaşılan bir durum aslında. Ruhani’nin meclise sunduğu son bütçe,
muhafazakârların elindeki dinî müesseseler için yapılan kesintilerin
azaltılmasını, yakıt fiyatlarının artırılmasını, yoksul İranlılara yapılan
nakit ödemelerin indirilmesini öngörüyor. Bu nakit ödemeler, eski cumhurbaşkanı
Ahmedinejad’ın dağıtımda adaleti güvence altına almak için takdim ettiği bir
araç. Muhafazakâr dinî kurumlar, bilhassa seçimlere girecek adayları inceleyen
ve meclisten geçen kanunları veto eden, anayasaya bağlı bir kurum olarak
Koruyucular Şurası, kendisine tahsis edilen kaynaklar artırılmadıkça bütçeyi
onaylamayacağını söyledi. Bu kurumların reformist Ruhani’ye karşı geliştirdiği
öfke, ilkin Meşhed’de patlak verdi. Burası, İran’ın ikinci büyük kenti ve
ağırlıklı olarak muhafazakârların hâkimiyetinde. Yoksul ve hoşnutsuz kesimler
kavgaya dâhil oldular ve hükümeti sefalete yol açan ekonomik gelişmelerle
ilgilenmeye mecbur etmek istediler.
Gösterilerin
fitilini, ilkin muhafazakârlar tutuşturdu. Ama gösteriler, muhafazakâr iktidar
yapısına tehdit teşkil ettiği noktada ilk olarak da onlar çekildiler sahneden.
Süreç, ilkin bu noktada ivme kaybetti. Ruhani hükümeti ve dinî lider Ayetullah
Ali Hamaney, Trump’ın tweet’leri üzerinden, dış müdahaleden bahsetti ve
hükümeti istikrarsız bir zemine sürükleme girişimine işaret etti. Her ne kadar
İran’daki birkaç militan Kürd örgütü göstericilere destek vermişse de
gösterilerin arkasında yabancı parmağı olduğuna dair elde herhangi bir ikna
edici kanıt bulunmuyor. Anlaşılan o ki Trump’ın tweet’leri, daha çok,
Filistin’de Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanıma kararının yol açtığı
şiddet olaylarına yönelik ilginin başka bir yöne kaydırılmasına dönük politik
ve diplomatik hileden ibaretti. İran’ın Irak ve Suriye’de son dönemde elde
ettiği başarılar da Trump’ın öfkelendirmişti.
Göstericilerin
başarı kazanması, ihtimal dışı. Zira gösteriler, esasen seçkinler arası
gerilimlerin birer tezahürü, ülke içerisinde güçlü olan örgütlerin
destekledikleri, hükümet karşıtı, geniş ölçekli kitlesel ayaklanmalar değil.
Tarihin de tanık olduğu üzere, İran’da politik hareketler, dış güçlere karşı
belirli bir kitle oluşturdukları, İran’ın içişlerine dış güçlerin müdahil
olmasına karşı çıktıkları noktada başarılı olabilirler. 1891’de İngiliz karşıtı
tütün hareketi, kırkların sonunda ve ellilerde İran’ın petrol kaynakları ile
ilgili olarak gelişen Amerika ve Britanya karşıtı milliyetçi hareketler, 1979
hareketine yol açan, İslamî ve Amerika karşıtı hareket, bunun en iyi örnekleri.
Son gösterilerde dış güçler yoktu. Esasen hükümeti hedef almışlardı ama hiçbir
şekilde hükümeti devirmekle ilgili herhangi bir plana da sahip değildi.
İster
kabul edelim ister etmeyelim, İran’daki siyaset ve ekonomiyle alakalı
sistemler, tüm o kusurlarına karşın, Ortadoğu’daki birçok ülkeye kıyasla daha
fazla halkın temsiliyetine dayanan sistemlerdir. Bu gerçek de Arap Baharı’nın
İran’a neden uğramadığını, civardaki demokratik olmayan ülkelerin kitlesel
eylemleri bastırmak için neden güç kullandığını veya sükûneti sağlamak için
neden halklarına rüşvet vermek zorunda kaldığını izah ediyor. İran’da seçimle
işbaşına gelen bir meclis var ve bu teamül 1979’dan beri kesintisiz sürüyor.
Cumhurbaşkanını düzenli ve belirli süre zarfında halk seçiyor. Dinî liderin
seçilmesinden ve onun faaliyetlerinin denetlenmesinden sorumlu olan kurum
olarak Uzmanlar Meclisi üyelerini de halk tayin ediyor. Dolayısıyla ülkede öfkenin
ve tepkilerin incelenmesi için gerekli kanallar mevcut. Aynı zamanda hükümet,
İranlıların anayasayla güvence altına alınmış, barışçıl gösteri yapma hakkını
tanımak zorunda.
Ülkedeki
demokratik uygulamalar, kitlesel hareketlerin seçimle işbaşına gelmiş,
muhafazakâr veya reformist bir hükümeti devirme ihtimalini ortadan kaldırıyor.
İran’da ileride bir gün İslamî düzenin yıkılması hayalini kurmanın nafile bir
uğraş olduğunu söylemeye bile gerek yok. Zira muhafazakârlar da reformistler de
1979 devriminin dayandığı temel fikirlere ve hedeflere bağlılar. Her iki kesim
de ABD’nin hâkim olduğu dünyada İran’ın bağımsız sesini muhafaza edip
güçlendirme konusunda kararlı. Dolayısıyla İranlıların Trump ve hempalarınca
kandırılmaları pek mümkün değil.
Muhammed Nuruzzaman
7 Ocak 2018
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder