HDP gibi bir partinin sözcüsü olmak, bir miktar
ihtiyatı ve dikkati hak ediyor. Bu açıdan Ayhan Bilgen’in “İsrail’de Yahudiler,
yolsuzluk iddiasıyla ‘Netanyahu istifa etsin’ diyor. Ya Müslümanlar!” tweeti
ciddi biçimde sorunlu. Sorunun bir kısmı, bu sözün İsrail’i aklayan içeriğiyle
alakalı. Diğer kısmında sorunlu olan yansa şu: Bu tespitiyle Bilgen, Türkiye’de
yolsuzluk iddiası üzerinden “Erdoğan istifa” diyenlerin en azından belirli bir
kesimini “Müslüman” kabul etmiyor.
Genel mesele ise seksenlerden, özellikle İran
Devrimi’nden beri emperyalistlerin siyasal İslam’a dair değerlendirmelerine
paralel bir konuma yerleşilmesi. Artık tüm solcular, Selim Temo’dan Ayşe Çavdar’a,
Tayfun Atay’dan Marguiles’e herkes, İslam’a küfür yarışında öne fırlamak için
çırpınıp duruyorlar. Bazıları cahillik, bazıları gerilik, bazıları da kabalık
üzerinden Müslüman kitleleri yerin dibine sokuyor, kendilerini aklıyor. Hoş
görünmek istenilen güç nedir, kimdir, bu soruyu kimse sormuyor.
Dolayısıyla, içeride Fethullah, dışarıda İsrail gibi
meselelerde kalem oynatırken, bunlar basit manada birer bahane olarak istismar
ediliyor. Kimse, ne yaşandığı ile ilgilenmiyor. Tayfun Atay gibi birçok isim,
dizi yorumculuğuna soyunuyor. Bazıları, beyaz Kürd olduğu, devletin Kürdoloji
koridorlarında kasıla kasıla yürüdüğü günleri unutuyor, gene dizi yorumculuğu
sahasına adım atıyor. Devran dönüyor, değer kaybına uğrayan küçük burjuvaya
sadece mızırdanmak düşüyor. O mızırdanmaların politik bir yanı bulunmuyor.
Küçük burjuvanın yıldızını parlatma, kendisini pazarlama becerisi, mücadeleye
asla katkı sunmuyor.
* * *
Veli Saçılık’ın “Ethem Parkı'nın ismi Mehmet Akif
Ersoy yapılmış” diye tweet atması da manasız. Kendisinin biyografisini yazıp
satacağını söyleyen, bunun da rantını yemeye hevesli “yoldaş”ı sebep oldu o
değişikliğe. İsmin değiştirilmesini isteyen, eylem hâlindeki halktı o günlerde.
Başa geçen, suyun başını tutan üç beş kişi, “belediyedeki samimi dostlar”ıyla
el ele, o direnişi tasfiye etti. Önce parkın isminin zorla değiştirilmesine
mani olmak istediler, sonra da mani olamayınca, alelacele bir bildiri yazıp
şovlarını yaptılar. Halka o bildiride bahsini ettikleri samimi dostların parkın
restorasyonu için 17 milyar ayırdığını, parkın içine amfi yapılıp ona “Ethem”
ismi verileceğini vs. söylediler. Hepsi yalandı. O yalanı söyleyenler, bugün
samimi dostlarının bulunduğu belediyenin işten attığı işçilere destek
veriyormuş gibi yapıyor, yüzleri de kızarmıyor.
* * *
Yani kimsenin umurunda değil İsrail. On yıldır
birileri “AKP’yi İslamcılık, gericilik, yobazlık üzerinden eleştirin, biz sizin
samimi dostlarınız” demiş, emirler yağdırmış, “solcuyum” diyen birileri de o
emirleri harfiyen yerine getirmiş, olan biten bu.
CHP dâhil çeşitli mahfillerde Fethullah ile ilgili
eleştiriler, esasen Fethullah’ı övüp yücelterek dillendiriliyor.
Fethullahçılarla el ele siyaset yürütmüş bir partinin üyesi olan Rony
Margulies, gargat ağacı[1] ile ilgili bir tezvirattan bahsediyor. Hem bu tezviratı
yapanın gücünü övüyor hem de onu eleştiriyormuş gibi yapıyor. Yazısından
anlıyoruz ki bir-iki sene önce zeytin ağacı ile ilgili olarak Twitter âleminde
başlatılan kampanyayı Fethullahçılar başlatmış. Yani İslam karşıtı kitleyi
oyalamak, Müslüman kitleyi sindirmek için sosyal medyada üretilen yalan
haberlerin ve virallerin arkasında Fethullahçılar var. Ve bu saldırı, tek
kimliği, tek işi, tek varolma gerekçesi İslam karşıtlığı olan, bilhassa eski
Müslümanlar eliyle yürütülüyor. Türkiye devleti, kendi özel İbn Varrak’larını
kendi çiftliklerinde üretmeyi biliyor.
Saldırının bir boyutu, AKP koşullarında kitleyle
buluşacak muhalif bir dinamiğin çitlenmesi ile alakalı. Çitleme faaliyetini sağ
siyaset düzleminde Fethullahçılar yürüttü/yürütüyor. Onların sol içerisindeki
yoldaşları da sol siyaset dâhilinde, söz konusu çitleme çalışmalarına
katılıyorlar. Yani kitlelerin muhalif, devrimci bir hareketle buluşma kanalları
iki açıdan tıkanıyor. Fethullahçılar AKP’yi değil, devleti savunuyorlar.
Soldaki İslam karşıtı saldırıya koşulsuz katılanlar da aynı işi yapıyorlar.
* * *
İsrail’in yüceltilmesi, “Kürdistan” diye bir öz
üzerinden Filistin’e küfredilmesi, benzer bir devlet kurgusunun bileşeni. Kimse
bu noktada “Leyla Halid teröristtir” diyen Türkiye Yahudilerinin gazetesi Şalom’a,
mağdur edebiyatı üzerinden, tek laf etmiyor. Bazı Kürtler, Yahudilerin 4.000
yıl devletsiz olup nihayetinde devlete kavuşması ile duygudaşlık kuruyor. CIA
ajanı Bernard-Henri Levy’yi “önder” kabul ediyor.
Temelde sol kadrolar, bir tür ilerlemecilik, üretim
güçlercilik, üstünlükçülük, aklî melekelerdeki yücelik, evrimcilik üzerinden
dile getirilen kimi gerekçelerle ikna ediliyorlar ve “devrim için ABD’nin
ilerleyişini alkışlamalıyız” sözüne teslim alınıyorlar. ABD’nin ilerleyişi,
İsrail’in ilerleyişine bağlanıyor. Husilere “terörist”, Hizbullah’a “yabani”,
Alevilere “sahil şeridini yağmalamışlar” diyenler “ilerici” kabul ediliyorlar.
* * *
Son dönemde Ekim Devrimi anmaları da bu bağlamda
gerçekleşiyor. En azından troçkist Yunus Öztürk dürüst.[2] Özünde yazar, “Ekim’in
anılacak bir yanı yok” diyor. “Troçki’nin Fransız Devrimi’ni referans aldığını”
söylüyor, buna bağlı olarak Lenin’in Paris Komünü’nü referans aldığını
unutuyor. Aslında unutmuyor, Troçki’sini Lenin’den daha ileri ve daha gelişkin,
daha üst bir seviyeye yerleştirmeye çalışıyor. Çünkü “Rusya geri kalmış köy
toplumu” ve Batı’nın musluklarıyla bağlar asla kesilmemeli.
Yunus Öztürk, ilericiymiş gibi görünmek, özel olmak,
bencillik tanrısına her gün tapınmak için solcu. Onun solcu olmasının başka bir
sebebi yok. Bu yüzden bürokrasiden, dünya devriminden dem vuruyor, sorumluluk
almayı, elini taşın altına koymayı, ter dökmeyi kendine edilmiş bir küfür kabul
ettiği için, böylesi bir yöne evriliyor. O, solcu olmanın gerekliliğini, üretim
güçlerinin geliştiği, köylülükten çıkıldığı, burjuva devriminin tamama erdiği,
bilinmez bir güne fırlatıp atıyor. Şubatçılar, Ekim’i hiç istemiyorlar.
* * *
4 Mart 1920’de Kropotkin, Lenin’e bir mektup[3] yazıyor
ve onu “partinin sovyetlerin nüfuzunu ve kurucu enerjisini yok ettiği”
konusunda uyarıyor. Yüz yıl sonra birçok “Bolşevik”, Kropotkin’le aynı lafları
ediyorlar. Menşeviklerle, Kautsky’yle aynı telden çalıyorlar. Gezi gibi bir
ayaklanma yaşanmış. Fabrikaların savunulması için 1905’te oluşturulan,
sonrasında zorla dağıtılan Kızıl Muhafızlar’ın Şubat Devrimi sonrası tasfiye
edilmesini isteyen Menşevikler gibi, halkın elindeki tüm araçlar tek tek
alınıyor, üç beş devletle ve sermayeyle bağlantılı, suyun başını tutmuş isme
teslim ediliyor. Bugün Ekim Devrimi’ni ananların alayı Şubatçı!
İktidarı devlet ve sermaye bütünlüğüyle tanımlar isek,
onun kadrolu solcuları ve sağcıları arasındaki kayıkçı dövüşünün halkı
aldatmasına izin verilmemeli. “İktidar bizi bozar” diyenlerin ellerine demir
çubuklarla vurulmalı. “Önce yeni insanı kuralım, toplumsal devrimi öne alalım”
diyenlerin devrim kaçkınlığı ifşa edilmeli. Karşı-iktidar mücadelesinin iktidar
içerisinde samimi dostlar aranıp bulunarak verilemeyeceği bilinmeli. Demek ki
elli yılın paradigması terse çevrilmeli: “halk bize layık değil, hazır değil,
ileri değil, devrim istemiyor” diyenler baş aşağı çevrilmeli. Belki de devrimi
isteyen, mücadele içerisinde oluşan halktır, istemeyense kendilerini devrimci
olarak satanlardır! Dolayısıyla, paradigma terse çevrildiğinde, devrimin halkla
buluştuğu, halkın devrimle kesiştiği yerler görülebilecektir. Çitler
devrilmeden bu gerçek görülemeyecektir. Geçmişle gelecek arasındaki köprü
bugünde kurulamayacaktır.
Eren Balkır
20 Aralık 2017
Dipnotlar:
[1] Roni Margulies, “Gargat Ağacı ve Yahudiler”, 15 Aralık 2017, Marksist.
[2] Yunus Öztürk, “Kutlamalar Bitti, Muhasebe Zamanı”,
5 Aralık 2017, Mesele.
[3] Peter Kropotkin, “Lenin’e Mektup”, Mayıs 1920, Anarşizm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder