Solun elli yılı, devletin teknesinde karılmış bir
kitleyi devrime, olmadı sosyalizme, o da olmadı, sosyal liberalizme ikna
etmekle geçti. Bu tekneyle ilişkinin kendisi hiç mi hiç sorgulanmadı. İkna
siyaseti, bireylere vurgu yapmak, kolektif dinamiklere kör bakmak ve onları
köreltmek zorundaydı. Kaçınılmaz akıbet, bu körelmeyle alakalı.
Dolayısıyla, Boşnaklara ve kadına küfreden Rasim
Ozan’ı, onun aynı küfürleri Denizlere ettiği bir dönemde, kendi sosyalist
gençlik kampına çağıranları[1], o teknenin dışında görmemek gerek. Karma
işlemi, biraz içeriden biraz da dışarıdan işliyor çünkü. Rasim’de bulunan
hikmet, bu gerçekle bağlantılı.
Melih Pekdemir, “AKP, Atatürkçülüğü uhdesine alırken,
Atatürkçüleri argümansız-talepsiz kılmak derdinde”[2] derken, bu işi resmi TKP
kurup kendi dışındaki komünizm faaliyetlerini yasaklayan siyasetten, kendi
ecdadından öğreniyor olmalı. Kendilerindeki halkçılık da bundan başka bir şey
değil.
“Halkçılık, oklardan birisi, onu da biz yapıyoruz,
başkasına gerek yok” diyenler, o yasağa uygun siyasete “solculuk” diyorlar.
Oysa 1971 yılında Kurtuluş Yayınları’ndan çıkan Türkiye’de
Devrimci Mücadele ve Dev-Genç isimli belgede şu tespite yer veriliyordu:
“Görünüşte
sol, özünde sağ pasifist politika, faşistlerin üniversite çevrelerinde
örgütlenmelerine kolaylık sağladı. Tabiî bu lafta keskin palavracı pasifist
küçük burjuva sosyalistleri, paçaları sıkışınca büyük bir gönül rahatlığıyla,
‘gerçek Atatürkçü gençlik biziz’ demekten de geri kalmıyorlardı.”[3]
Rasim Ozan’dan “1968 gençlik hareketi”ni öğrenenlerin
bugüne devrettikleri miras, o tekneyle rabıtasını hiç kopartmadı. Başka bir
yerde nefes alamayacağını düşündü, hep zaten alınan nefeslerle yol almaya
çalıştı. O yüzden “işçi-emekçi” gazetelerinde, “ne sınıf savaşı, sevişin,
sevişmekten daha devrimci bir şey mi var!” diyorlar.[4] Kapitalizmin üreme dışı
cinselliği mutluluk hapı niyetine sattığı bir gerçeklikte konuşuyorlar. “Papaza
kızıp oruç bozuyorlar”; “AKP feodalizmi”ne bakıp kapitalizme bağlanıyorlar.
Buradan evlerinde oturan laikleri sokağa
dökebileceklerini düşünüyorlar, tek strateji, tek program bu. Laikliğin o
teknenin ana harç malzemelerinden olduğunu onlar da biliyor. “Sınıfsız,
imtiyazsız kitle” bölünmeden, kılına zarar gelmeden, hop diye, lappadanak,
sosyalizme geçme hayalleri kuruyorlar. Bunu da burjuvaziden ödünç aldıkları
celep sopasıyla yapacaklarını düşünüyorlar. Devlet, bunların ortalığa saldığı
korkuyla büyüyor, teknenin içindekiler o sopayla karılıyor. Burjuvazi, bunların
siyaseti karşısında ellerini ovuşturuyor.
“Şimdi de anti-emperyalizmi sizden öğrenecek değiliz”
diyorlar. Mizahî bir dille parlamak niyetindeler. Ama bir yandan da AKP’ye bir
tür anti-emperyalizm atfetmiş oluyorlar. Halkla, mücadele içerisinde oluşmuş
kitleyle bir muhabbetleri kalmadığından, anti-emperyalizmi o kitlenin mizanına
vurma gereği bile duymuyorlar. Sadece “anti-emperyalizm” diyerek, tekne
sahiplerine hoş görünmeye, yaranmaya çalışıyorlar. Çocuklarını yurtdışında
okutmak için yetiştirenler, buranın halkına küfretmeyi, onu alaya almayı “anti-emperyalizm”
sosuna batırıyor.
Anti-emperyalizm, köy yollarına, Filistin yoluna, Zap Suyu’na,
kampüsteki kavgaya açılan bir pratikti ve ol sebeple Deniz olundu. O Deniz’e
küfredenlerden solculuk öğrenenlerin, bugün Michael Jackson şarkısını Kürtçe
okuyanları alkışlamayı siyaset zannetmesi, zaten kaçınılmaz. “Kürt”, batılı bir
imkân, uygar bir kapı, tatlı bir şeker, omza atılmış bir şal olmasa, yüzüne
bile bakmazlar. Rasim Ozan Kütahyalı’da ne buldularsa, onda da aynı şeyi
buluyorlardır, başka yolu yok.
Deniz’se kirli, onsuz olamayan dava, ağır yük. Elli
yılın mirası bu. Şahısların akılsızlıkları, beceriksizlikleri ile alakalı
değil. Sınıf mücadelesi, en genel anlamda davanın gerçek sahiplerini öne
çıkarmadı diye böyle. Hep birileri gelip, onu uhdesine almış, kimseyi
yaklaştırmamış, davanın alev topu gibi tarihi-toplumu yarıp geçmesine izin
vermemiş. Bu yüzden o sınıf mücadelesi, dava sahiplerini öne çıkartacak
korkusuyla, yükseltilmemiş. Kendinden menkul bir anti-emperyalizm, o davaya can
vermeyen yoksullar, ezilenler olmadıkça, çocukları oyalayan, havada asılı bir
ışıldak.
Deniz feneri ise başka bir yerde aranmalı. Tekneyi
içeriden ve dışarıdan karıştıranları kerteriz almamalı. Ahmet Kaya’nın dediği
gibi, “halk denizinde dalga olunmalı.”
Eren Balkır
24 Kasım 2017
Dipnotlar:
[1] “Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu 4. Uluslararası Yaz Kampı”, 2008,
Blogcu.
[2] Melih Pekdemir, “Politikleşmiş İslam ve Apolitik
Atatürkçülük”, 6 Kasım 2017, Birgün.
[3] Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev-Genç
(1965-1971), Kurtuluş Yayınları, s. 9.
[4] Cem Terzi, “Şahane Bir İnsan Hakkı Olarak
Sevişmek”, 17 Kasım 2013, Evrensel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder